yazdığım kitap

İslam dinimiz ve insanlık hakkında görüşlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

***

kursat:
zamanı Allah mı yarattı
Zafer:
Evet, ama o zaman kavramı sadece dünya için geçerli bizler için
kursat:
peki bu zaman Allahın zatından sonra mı yaratıldı
Zafer:
evet
kursat:
Allah vardı ve hiç birşey yoktu sonra Allah ile beraber alem de oldu, böyle diyor musun
Zafer:
önce ve sonra kavramı dünyadaki gibi olmayabilir
kursat:
bak Allahın zatı ile alemin arasında zaman geçti mi, bizim ölçülerimize göre bir saniye bile olsa
Zafer:
bizim ölçülerimizle kıyas yapamıyoruz
kursat:
neden
Zafer:
oradaki zaman kavramı bizim aklımıza ve mantığımıza uymuyor çünkü
kursat:
sonuçta bu arada zaman geçti mi geçmedi mi mantığına göre konuş
Zafer:
biz bazı şeyleri insan mantığına uydurarak yorum yapıyoruz bu yüzden yanılıyoruz
kursat:
sonuçta bu arada zaman geçti mi geçmedi mi mantığına göre konuş
Zafer:
Geçti diyeim
kursat:
geçti mi diyorsun
Zafer:
evet
kursat:
peki ama sen şunu demiyor musun: zaman alemle beraber yaratıldı demiyor musun
Zafer:
zaman dünya ile yaratıldı diyorum, bizim bulunduğumuz zaman
kursat:
ama biraz evvel zaman alem yokken de geçti dedin
Zafer:
nasıl
kursat:
anlamadın mı
Zafer:
şöyle diyelim, dünya zamanı dünya ile geçerli olan zaman, biz şu anda iki adet zamanı yaşıyoruz,
bir dünya zamanı, iki genel zaman, ezelden beri, gelen zaman, bu ikisi birbirinden farklı
kursat:
ne yönden farklı
Zafer:
onu göreceğiz öldükten sonra
kursat:
böyle tartışma olmaz
Zafer:
öldükten sonra yani, çünkü tamamen ilmimizin dışında
kursat:
niye dışında olsun ki, çok açık, eğer zamanı Allah yarattı dersen sorum şu: bu zaman sonradan mı oldu
kursat:
ne diyeceksin, şaşırdın mı
Zafer:
Yok, niye şaşırayım ki, sonradan oldu diyebiliriz
kursat:
pek sonra kavramı kullanıldığında bunun bir öncesi olması gerekmez mi
Zafer:
öncesinde zaman yoktu diyebilir miyiz
kursat:
bence zaten zaman yok, senin kafa yapına göre konuşuyorum, peki sonra kavramı kullanıldığında bunun bir öncesi olması gerekmez mi
kursat:
net cevap ver basit soru sordum
Zafer:
Evet ama her sonranın öncesi yoktur
kursat:
niye
Zafer:
ezel
kursat:
ezel sonra mı ki
Zafer:
ezel önce, ama daha öncesi yok
kursat:
ezele sonra denir mi ki bana böyle cevap verdin, o halde her sonranın öncesi olduğunu kabul ettin mi
Zafer:
evet mantıken, insan mantığına göre yani
kursat:
ama sen zaman sonradan yaratıldı dediğinde ne oldu peki?
Zafer:
sonradan yaratılamaz mı
kursat:
gördüğün gibi yaratılamaz
Zafer:
yani ezelden beri zaman var diyorsun
kursat:
zaman yoktur
Zafer:
önce ve sonra kavramı varsa zaman olması gerekmez mi
kursat:
bizim zihinlerimizdeki zaman kavramı varedilmiştir (önce, sonra, 1 saniye gibi) ancak hakikatte zaman yoktur
Zafer:
ben sana varsayılan bir şeydir, bunu demiştim zaten, zaman dünya içindir
kursat:
o halde şu soruma ne diyeceksin
kursat:
sen şimdi hakiki anlamda zamanın olmadığını kabul ettin mi
Zafer:
bizim anladığımız manada zaman değildir
kursat:
hakiki manada diyorum, biz de varedilen zaman kavramını demiyorum
Zafer:
ebedi kavramı varsa zaman da olması gerekmez mi
kursat:
bu ebedi kavramı sende bende varedilen bir manadır, hakikisini soruyorum, zaman hakiki olarak var mı ve sonradan mı, evet dersen soru geliyor
Zafer:
evet
kursat:
peki yer kaplar mı bu zaman dediğin
Zafer:
hacim olarak kaplamaz, ağırlığı da yoktur
kursat:
o zaman neden ona “yok” demiyorsun ki, hacmi yok yer de kaplamıyorsa ve sonradansa, bu yok anlamındadır
Zafer:
Aynı şeyi Allah kavramı ile de düşünebilirsin, neden yok demiyorsun
kursat:
Allaha neden yok demediğimi mi soruyorsun
Zafer:
evet
kursat:
şundan dolayı Allah var diyorum çünkü O ezelidir. hacmi olmasa da ezeli varlık vardır sonradan olan gibi değildir
Zafer:
ruh da yok diyorsun
kursat:
ruh var ve cisimdir yer kaplar, düşüncemizde cisimdir yer kaplar
Zafer:
nerede yer kaplar
kursat:
neredeyse orada
Zafer:
zaman da yer kaplar diyebilirsin öyleyse, neredeyse orada diye
kursat:
hayır, çünkü zamana sonradandır diyemezsin, çünkü sonradanın öncesi olması gerekir. o halde şu sonuç çıkar: "zaman, zamanda yaratıldı" gibi sonuç çıkar ki anlamsızdır
Zafer:
ama bizim bildiğimiz zaman bizimle vardır
kursat:
o sende varedilen bir manadır düşüncedir
Zafer:
insan gibi yani
kursat:
evet, aynen, insan nasıl varediliyorsa düşüncede öyle varedilir ancak Allahın ayrıca yaratma sıfatı yoktur
Zafer:
zaman da o şekilde varedilemez mi
kursat:
zaman özel birşey onu anlattım, yaratılamayacağını
Zafer:
o halde niye saat var
kursat:
saat zaman mı ki
Zafer:
ama zamanı gösterir
kursat:
o bizim anlayışımıza göre,

***


kursat:
önce cevap ver: Allahın varlığının başlangıcı var mı
NURULLAH:
yok
kursat:
alemin varlığının başlangıcı varmı
NURULLAH:
var
kursat:
bu bir fark değilmi
NURULLAH:
evet
kursat:
zamansal bir fark mı
NURULLAH:
bilmem
kursat:
düşün
NURULLAH:
zaman da yaratılmış
kursat:
birine başlangıcı var dedin diğerine yok dedin bu fark zamansal değilse başka ne olabilir
NURULLAH:
zat olarak da olabilir, bunun mahiyetini bilemem
kursat:
zat olarak olabilir dedin ya onu konuşalım bak, neden mi
NURULLAH:
neden
kursat:
eğer zat olarak bir önceliği kabul edersen zamansal birlikteliği kabul ettin demektir öyle mi
NURULLAH:
zaman yok ki, zat olarak farklılıktan bahsettiğimiz anda zaman yok
kursat:
o halde zamansal bir ayrılıktan sözedemezsin öylemi
NURULLAH:
zaman da yaratıldığı için zamansal bir farktan bahsedemiyoruz zat olarak değerlendirildiği anda zaten zaman yok
kursat:
o halde alem, Allah varlıkta olduğu gibi ondan sonra olmayarak alemde varlıktaydı öyle mi , iyi düşün
NURULLAH:
zat olarak sonra dedik ya
kursat:
anladım onu
NURULLAH:
eee
kursat:
o halde alem, Allah varlıkta olduğu gibi ondan sonra olmayarak alemde varlıktaydı öyle mi , iyi düşün, evet demen gerekir, başka çaren yok
NURULLAH:
bu soruda zamansal bir sonralıktan bahsediyorsun
kursat:
hayır, sen dedin ki zamansal sonralık yok, öyle mi
NURULLAH:
orasını bilmem dedim. şu an yaşadığımız zaman da yaratıldığı için yaşadığımız zaman anlamında bir sonralıktan bahsedilemez dedim
kursat:
zamansal sonralık yoksa zamansal birliktelik var demektir mantık olarak bu çıkar iyi düşün, bu dediğimi filozoflar göremedi
NURULLAH:
zaman yaratılmadan zamansal bir birliktelikten nasıl söz edilebilir
kursat:
o bakımdan gazaliyi sıkıştırdılar rahatça ama kendileri aynı durumda kaldı yani Allahın varlığının başlangıcını kabul ettiler ama haberleri olmadı, senin de olmadığın gibi
NURULLAH:
nasıl yani
kursat:
çok basit aslında sende Allahın varlığının başlangıcını kabul ediyorsun ispatlayayım mı, zaten ispatladım
NURULLAH:
nasıl isbatladın
kursat:
ama önce sen anladığını yaz, acaba ben neden senin Allahın başlangıcını kabul ettiğini düşünüyorum bir düşün
NURULLAH:
işte onu anlamadım zaten
kursat:
bir düşün anlatacam ama düşün yani, bende forumlara bakıyom bu arada
kursat:
noldu, yazmıyormusun bir şey
NURULLAH:
senin yazman lazım. iddiada bulunan sensin
kursat:
ok, bu dediğimi bulan olmadı daha önce, bak şimdi: bir kere önce alemin hudusu (sonradan meydana gelme durumu) konusunu tekrar ele alalım, yani sonradan yaratıldığı iddiası
NURULLAH:
evet
kursat:
bir kere Allah vardı ve hiç bir şey yoktu sonra Allah alemi yarattı demek ne demek? açıkça alemden önce Allah vardı demek değil mi
NURULLAH:
hiçbirşey yokken vardı. sen de böyle düşünmüyor musun
kursat:
yo, ben arayıştayım
NURULLAH:
o zaman ne düşündüğünü yaz
kursat:
konuşuyoruz, bir kere Allah vardı ve hiç bir şey yoktu sonra Allah alemi yarattı demek ne demek? açıkça alemden önce Allah vardı demek değil mi
NURULLAH:
Hiçbir şey yokken vardı demek
kursat:
alemden önce Allah vardı demek değil mi
NURULLAH:
Hiçbir şey yokken vardı demek
kursat:
alem sonradan olmadı mı
NURULLAH:
evet
kursat:
o zaman neden şunu demiyorsun: alemden önce Allah vardı demek değil mi
NURULLAH:
"hiçbir şey yokken vardı" daha kapsamlı da ondan
kursat:
şu manaya gelmiyor mu, o zaman neden şunu demiyorsun: alemden önce Allah vardı demek değil mi
NURULLAH:
"hiçbirşey yokken vardı" dan ne anlıyorsun
kursat:
Allah tekdi sonra alemi varetti anlıyorum
NURULLAH:
hala tek
kursat:
ancak siz diyorsunuz ki önceden varolmayan alem onunla birlikte varlığa geldi
NURULLAH:
ben öyle bir şey mi dedim
kursat:
öyle demiyor musun
NURULLAH:
demiyorum
kursat:
şu an zaten önce bunu diyenlerin durumunu sana göstermek istedim, bunu bir konuşalım sana geleceğiz
NURULLAH:
hadi bakalım
kursat:
onlara göre konuş
NURULLAH:
kimlere göre
kursat:
aleme hadis diyenlere göre, alem sonradan yaratıldı diyorlar soruyorum neyden sonra? bu soruya ne diyecekler
NURULLAH:
her konuşmamızda bu soruyu soruyorsun. bunda farklı bir cevap mı çıkacak? hep aynı soruları sorup duruyorsun, ben böyle deyince de olsun sen cevap ver diyorsun
kursat:
cevap ver: alem sonradan yaratıldı diyorlar soruyorum neyden sonra? bu soruya ne diyecekler
NURULLAH:
bunu onlara sor
kursat:
sana soruyorum
NURULLAH:
ya ben merak etmiyorum ki bu konuları? kelamcıların meseleleri bunlar
kursat:
onlar şu cevabı veriyor: Allahtan sonra, okey mi
NURULLAH:
Eee , ya bak bu tartışmayı daha önce de yaptık hep aynı şeyler
kursat:
o halde bunlar bu sözleriye Allah ile alemin başlangıcı arasında Allahın alemi yaratmadığı bir beklemeyi kabul etmiş olmuyorlar mı
NURULLAH:
öyle görünüyor
kursat:
şimdi bak soruyoruz: bu bekleme süresi sonlu bir süre mi sonsuz bir süre mi
NURULLAH:
ya benim söylemediğim şeyleri bana soruyorsun. merak etmiyorum ben bunları bizim bilemeyeceğimiz konular
kursat:
senin dediğine mi geleyim
NURULLAH:
bilmem
kursat:
sen ne diyorsun söyle bakalım
NURULLAH:
neye ne diyorum
kursat:
alem nasıl oldu hadis mi değil mi
NURULLAH:
alem yaratıldı
kursat:
öncesinde yokluktan bahsedebilir misin
NURULLAH:
nasıl bir yokluk bu
kursat:
yani sen şuna inanıyor musun: Allah vardı ve hiçbir şey yoktu
NURULLAH:
evet
kursat:
o halde alemin bulunmadığı bir durumun varlığını savunuyorsun
NURULLAH:
alem yoktu deyince mecburen o sonuç çıkıyor
kursat:
dolayısıyla aslında sen biraz evvel ben onların dediğini demiyorum dediğin kişilerin dediğinin aynısını demiş oluyorsun
NURULLAH:
Yani ne demiş oluyorum
kursat:
şunu demiş oluyorsun: “kursat:
o halde bunlar bu sözleriye Allah ile alemin başlangıcı arasında Allahın alemi yaratmadığı bir beklemeyi kabul etmiş olmuyorlar mı
NURULLAH:
öyle görünüyor”
kursat:
ne diyorsun
NURULLAH:
bekleme zamanla alakalı birşey. zaman yaratılmadan böyle bir şeyden bahsedemeyiz
kursat:
ama dediğin buraya geliyor: sende : "öyle görünüyor" demiştin baksana
kursat:
ne diyorsun
NURULLAH:
herhalde anlatamıyorum. boşver
kursat:
zamanı yaratılmış kabul edersen yine Allahın varlığının başlangıcını kabul ediyorsun ispatı çok kolay
filozofların göremediğini sana diyeyim mi
NURULLAH:
de
kursat:
onlar suduru kabul etti, yani Allahtan alem taştı, çıktı ancak bu çıkış zamansal olarak Allahtan sonra olmadı, Allah zat olarak yani alemin sebebi olması açısından, kademe olarak alemden öncedir dediler, tamam mı buraya kadar
NURULLAH:
bunlar kelamcıların tartıştıkları konular ve ben bunların bilinemeyeceğini savunuyorum. delilim de şimdiye kadar bu meselelerden birinin bile halledilememiş olmasıdır. ayrıca ayetlere farklı anlamlar yüklüyorsun ve ayetleri delil getirerek konuşmuyorsun, bu tartışmalar bir noktadan sonra ilgi alanıma girmiyor, çünkü dediğim gibi bilinemeyeceğini düşünüyorum, tartışınca da boşuna tartıştığımı düşünüyorum
kursat:
çok önemli bir şeyi kaçırdılar: halbuki onlar bu laflarıyla alem ile Allah arasında zamansal birlikteliği kabul edip aleme öncesiz demişlerdi ancak şunu göremediler ki olaylar zinciri geçmişe doğru sonsuza dek gidemez, sonludur ve dolayısıyla başlangıcı vardır halbuki onlar Allahı başlangıçsız kabul etmişlerdi, ama dedikleri lafa göre yani sudura göre madem zamansal bir farklılık yok alemin varlığa gelişi ile Allahın varlığı arasında. o halde madem alemin başlangıcı var o halde Allahın varlığının da başlangıcı olması gerekir. lafları buraya gidiyor, iki görüşte bunu kabul etmedi, filozoflar alemin hudusunu ( yoktu sonradan meydana geldi diyenleri) savunanları rezil etti ama filozoflar da dedikleri bu lafın bu manaya geldiğini göremedi
kursat:
kapatalım istersen
NURULLAH:
tamam sonra devam edelim. ama bence bir kelamcıyla tartışsan belki daha faydalı olur senin için. ben pek ilgilenmiyorum bu konularla. sadece okulda gördüğümüz birkaç dersten öğrendiklerim ve kendi düşüncelerim bunlar. daha fazlasını merak etmiyorum zaten


***

kursat:
neyini anlamadın delilin
kökten dinsiz :
bir kere ben zaten Allaha inanmıyorum
kursat:
evet
kökten dinsiz :
yani sen sürekli Allahtan bahsetmişsin evrenin başlangıcını nasıl ispat edeceksin?
kursat:
kolay
kökten dinsiz :
big bang mı?
kursat:
yo , şöyle: biz şu saat itibariyle a noktası diyelim okey mi
kökten dinsiz :
iyi
kursat:
b yönü ise geçmişe doğru giden olaylar silsilesi olsun ve bunu sonsuza kadar giden bir silsile varsayalım okey mi
kökten dinsiz :
tamam
kursat:
sana göre biz buraya b yönündeki olaylar sona erdiği için bu a noktasına geldik değil mi
kökten dinsiz :
evet
kursat:
ama sana göre b yönünden a noktasına kadar sonsuz olaylar zinciri var değil mi
kökten dinsiz :
evet
kursat:
peki sonsuz sayıda olaylar zincirinin sonuna varılabilir mi
kökten dinsiz :
hayır
kursat:
çelişkiye düştün
kökten dinsiz :
iyi de biz b yönündeki olayların sadece bir kısmını yaşadık, yani b yönünün sadece sonsuzda birini yaşadık, biraz kötü anlattım
kursat:
sen bu a noktasından gerisinde sonsuz bir olaylar silsilesi kabul etmedin mi
kökten dinsiz :
evet
kursat:
sonsuz silsilenin sonsuzda biri olur mu
kökten dinsiz :
b yönünde sonsuz olay var ve biz çok az kısmına şahit olduk bunun neresi ilginç ki?
kursat:
bu a noktasına varıncaya kadar geçmişte sonsuz olay oldu diyen sen değil misin
kökten dinsiz :
zaman kavramı insanla başlamıştır
kursat:
sonsuz sayıda olay diyelim o halde
kökten dinsiz :
evet geçmişte sonsuz olay oldu ben bunu inkar etmiyorum
kursat:
ve bu sonsuz sayıda olay sona erdi ve bu a noktasına varıldı öyle mi
kökten dinsiz :
evet ama sonsuz sayıda olaylar devam ediyor
kursat:
sonsuz sayıda olay sona erer mi
kökten dinsiz :
örnek çok acayip bir kere
kursat:
bak kimse sana böyle anlatmaz, bunların değerini bil işi yokuşa sürme
kökten dinsiz :
evet sonsuz sayıda olay sona erdi ve sonsuz sayıda olay devam ediyor



*** Allahın kudretini kabul edenlere soru: Bu kudret cisim mi değil mi? değil derseniz, cisimsiz kudretten bahsedilebilir mi?
- Olaylar olacağı için mi Allah bilir yoksa Allah bildiği için mi olaylar vardır?
- Allah varettiği için mi bilir yoksa bildiği için mi vareder?
- Alem sonradan yaratıldı dilyenlere soru: Allah alemi yaratmadan önce ne yapıyordu?
- Allaha irade kabul edip hem de alem hadistir ( sonradan meydana gelmiştir) diyenlere soru: Allah önce yaratmadığı alemi niçin birden bire yaratmak istedi?
- Alem hadistir diyenlere soru: Allah alemi yarattıktan önce ve sonraki durumları ile ilgili olarak iki ayrı iradesi mi var? yoksa değişmeyen tek bir iradesi mi var? Tek iradesi var derseniz, madem öyle neden alem önce yokken sonradan varlığa geldi dediniz? alemin varlığı ezeli olarak mı irade edildi yoksa hadis irade olarak mı irade edildi?
- Allaha irade kabul edenlere soru: Ezeli olan Tanrısal irade de alemi yaratma kararı nasıl olupta Allah da bir değişikliğe yol açmaz?
- Yaratma Tanrının hür bir fiili midir? isteseydi ilminde meydana geleceği belli olan şeyleri yaratmayabilir miydi? yaratmayabilirdi denirse bu sefer Allaha cahil denmiş olmuyor mu?

*** Farabi diyor ki: “Eğer bir kimse istediğini, beğendiğini yaptığını sanırsa keşfetmeye çalışsın ki, bu kasıt ve irade yok olduktan sonra onda sonradan olma mıdır? Yoksa hadis değil midir? Eğer, onda hadis değil ise gerekir ki, bu iradesi o kimsenin var olduğu günden beri kendisiyle birlikte olmuş olsun. Ve o durumda bu iradenin ondan ayrılmaksızın o kimsede basılmış olması gerekir. Şimdi, onun iradesi kendinden başka bir kişi tarafından onda bulunmuş olması gerekir.
Eğer, bu ihtiyar (seçme) hadis ise, her hadis bir hadis olan sebep ister. O durumda onun seçmesi bunu gerektiren bir sebebe ve bu sebep de onu ortaya çıkaran bir hadis olana nazar eder. Bu seçilmiş olan ya onun seçimidir ya ondan başka birinin seçimidir. Eğer bu seçim bizzat onun kendi nefsinde ise, onun ortaya çıkışına da başka bir seçimi sebep olmuştur, ki bu biteviye silsile halinde gider. Ya da bu seçim onda kendi seçiminden başka bir biçimde ortaya çıkar. O durumda kendinden başka birisi tarafından bu seçime yüklenip gönderilmiş demektir. O halde iş onun seçimine tabi olmayan ve zatı dışında olan sebeplere son (sebep) olur. Yani problem, her şeyin, dışta bulunduğu durum üzere olan heyeti tayin eden Ezeli İrade’de son bulur. Neticede belli olur ki, hayır ve şer her ne varsa, ezeli iradeden gönderilen sebeplere dayanmaktadır.”



*** Ateistler olaylar zincirinin yani sebep sonuç zincirinin geçmişe doğru sonsuza dek gittiğini ve bu zincirin başlangıcının olmadığını dolayısıyla başlangıcı olmadığı için de başlatıcısının gerekmediği yani bir ilaha gerek olmadığını savunurlar. Aslında ateizmin en fazla dayandığı delil budur. Yani “madde öncesizdir, başlangıçsızdır” düşüncesi onların dayandıkları tek delildir, Darwin meselesi aslında onlar için çüzüm değildir. Çünkü bu meselenin en başını hallemiyorlar, yani dünyada ilk canlı suda bir uzun zaman sonunda oluştu diyorlar, ama biz onlara şunu evvelden sormuştuk: dünya nasıl oldu? kainat nasıl oldu? buna cevap vermemek için şunu diyorlar: Yukarda anlattım. Yani madde başlangıçsızdır dolayısıyla onu başlatan da yoktur, yani Allah yoktur derler.
Şimdi sizlere şöyle bir yardımda bulunacağım: Geçmişe doğru giden bu olaylar zincirinin aslında sonsuza kadar gitmediğini, esasen sonlu bir olaylar zinciri olduğunu çok kolay şekilde göstereceğim. Bu dediğimi kitaplarda bulamazsınız, zira onlar bunu kanıtlamak için çok karmaşık deliller ortaya koyuyorlar. Ancak benim yaptığım bu izah çocukların bile anlayabileceği tarzdadır:
Mesela A noktası 2005 de bugün şu bulunduğumuz an olsun. B yönü ise geçmişe doğru sonsuza giden bir zincir varsayalım, bu sola doğru giden yani geçmişe doğru giden olaylar zinciri olsun ve sonsuza dek geri gittiğini varsayalım okey mi? Ateistlere soruyorum: A noktasından B yönüne doğru sonsuz sayıda olaylar zinciri kabul ettiniz, o halde size göre B yönünden A noktasına doğru sonsuz sayıda olaylar zinciri var kabul mü? bu soruya evet demek zorundalar. Devam ediyorum. Yani bu B yönünden A noktasına doğru bu sonsuz sayıda olaylar zinciri sona eripte bu A noktasına varıldı öyle mi? Halbuki sonsuz olaylar zinciri düşünüldüğünde bunun sonuna varılamaz. Adı üzerinde "sonsuz". sonu yok ki sonuna varılabilsin. Yani bu zincir sonsuz kabul edildiğinde sonuna varılamaz kabul mu? kabul demek zorundalar. Halbuki bu A noktasına varılmıştır. Yani 2005 deyiz. Demek ki sonsuz silsile kabul edilemeyeceğinden, mecburen geçmişe doğru giden bu silsileye (olaylar zinciri, sebep sonuç) sonlu demek zorundalar. Bunu anladıysanız, geçmişe doğru giden bu silsileye sonlu dediyseniz, mecburen bu sonlu silsilenin başlangıcını kabul edeceksiniz. Yani sonlu bir silsilenin hem başı hem de sonu belli olmalıdır. Sonuna A noktası dediniz, 2005 dediniz. Başına da mesela X diyelim. Bu baş noktasını kabul etmek zorundasınız, ve ne zaman ki siz, bir başlangıçtan bahsederseniz muhakkak bu başlangıç, bir başlatana muhtaç demektir ve biz buna Allah deriz.


*** "Dedi: “Kürşat bu bir faraziyedir. Sonuç olarak sen bu yazıyı yazdın ve Allah da sen bunu yazmadan önce de bilmekteydi. Eğer sen bu yazıyı yazmayacak olsaydın onu da bilirdi. Mesela bu yazıyı yazdığın sırada bu yazıyı yazmayıpta kitap okuyacak olsaydın, kitap okuyacağını bilmiş olacaktı. Sonuç olarak Allah senin yapacağın tüm fiilleri önceden bilmektedir. Söylediğin akıl yürütmenin ciddiye alınacak bir tarafı yok."
Cevap: Sonuç itibariyle Allah hangi fiili ne vakit yapacağımı tam olarak biliyor mu? evet diyorsan devam ediyorum: Allahın olacağını bildiği fiilin varlığa gelmesi zorunlu mu değil mi? yani varlığa gelmese de olur mu? "varlığa gelmese de olur" demek Allah cahil de olabilir demektir. Dolayısıyla sen bu fiilin varlığa gelmesi zorunluydu demek zorunda kalıyorsun. Dikkat ediniz, Allah’ın iradesi olduğunu kabul edenlere soruyorum: O halde Allah zorunlu olarak meydana gelecek olan bu fiili mi irade etti, istedi? “evet” derseniz, zaten o fiil zorunlu olarak meydana gelecekse bu fiili tekrar meydana getirmek istemenin ne manası vardır?


*** Allah’ın iradesi kesin, kat'i, değişemez bir irade mi? “evet” der, peki Allah başka türlü de irade edebilir miydi?, “tabi ki” der. De ki: Hani Allah’ın iradesi değişemez bir iradeydi?


*** Bakın bunlar demiyor mu: mesela şu anda saat 14: 16, bunlar diyor ki: bu, 14:16 dan önce sonsuz sayıda olaylar zinciri geçti ve şu andaki yaşadığımız olay şu an yaşanmaktadır diyorlar tamam mı? Halbuki çok basit bir mantık hatası var, o da şu: sonsuz sayıda olaylar zincirinin sonuna varılabilir mi? varılamaz değil mi? ama bunlar ne diyor: “varılabilir” ve “varılmıştır” diyor. “şu anı yaşıyoruz” diyor. Ama bundan önce sonsuz sayıda olaylar zinciri vardı, onlar sona erdi diyolar. Sonuç olarak, madem şu an ki olayı yaşıyoruz, demek ki, evvelden geçen olaylar zinciri sona erdi değil mi? Bakın şimdi, madem önceki olaylar zinciri sona erdi ve bu olay yani şu an ki olay yaşanıyor, demek ki geçmişteki olaylar zinciri sonsuza kadar gitmiyor demektir. Sonsuza kadar gitmiyorsa, demek ki sonludur. Bu olaylar sonlu olunca sonlu bir silsileden bahsedersek, sonlu olması için bu silsilenin hem başının hem sonunun belli olması gerekir, sonuna 14: 16 dedik ya, ama başına da sonlu dediğiniz için onun da başının belli olması lazım yani başlangıcı olması lazım. Başlangıcı olunca da başlatıcısı lazım, o başlatıcı ise Allah’tır.

*** Determinizm, belirlenimcilik demektir, yani özgür irade yoktur kainatta demektir . Siz bunu bir araştırın, ben biraz anlatayım. Sebep sonucunu zorunlu kılar demektir, ama o sebebi de meydana getiren başka bir sebep vardır diye inanılır. Sebep sonuç ilişkisi herşeye şamildir yani kapsar denir. Dolayısıyla geçmişe doğru sonsuza dek giden bir olaylar zincirinde öncekiler sonrakileri etkiler diye inanılır. Ancak burada determinizm devreye giriyor. Yani ufak tefek dediğiniz bir olay, bir düşünce dahi sonrasında olan şeyleri etkiliyor. Böyle bakıldığında 100 yıl önce birinin sokağa çıkması bakın olayları nasıl etkiliyor. Adam sokağa çıkmak istedi yolda yürüyor, görünüşte önemsiz denebilir ama yolda bir kız görüyor, tanışıyor ve evleniyor; çocukları oluyor gibi… Ya da yolda biriyle kavga ediyor, öldürüyor hapise düşünüyor, ya da öldürülüyor. Yani ufak dediğiniz bir olay bakın olayları nereye taşıyor. İşte determinizm şunu diyor: Madem ki bizim hareketlerimiz ve düşüncelerimiz kendi kendinin sebebi olamaz, mutlaka onu meydana getiren sebebe muhtaçtır, ancak o sebep de başka sebebe muhtaçtır ve böyle sonsuza kadar giden bir olaylar zinciri vardır. O halde diyor, bu determinizm, hür irade yoktur. Zira sizin hareketleriniz ve düşünceleriniz önceki sebepler silsilesinin bir sonucudur. Kısaca anlatmaya çalıştım. Daha fazla detayı araştırın bulun. Ansiklopedilerden determinizm konusunu araştırın. Unutmayın ki, muhakkak bir ateist: "ben determinist'im" demek zorundadır. Eğer bunu demiyorsa o cahil cühalanın biridir. Kendine göre bir anlayışı var demektir. Şunu diyorum: madem ki sen bir ateistsin, o halde hür iradem var deme. Bilmiyorsan öğren. Bakalım böyle bir anlayışla yani hür iradenin olmadığı inancıyla yaşamak nasıl bir duygu...


*** Dedi: Peki sokakta gördüğü kızla evlenip evlenemeyeceğine karar veren kendi hür iradesi değil mi? Bu zinciri sonuçta kendi hür iradesiyle seçtikleri oluşturuyor. Yazıdaki bu açığa ne diyeceksin peki?
_ Cevap: Zaten determinizmde sebepsiz olan bir olay kabul edilmez. Madem ki sebepsiz olay olmuyor, o halde evlenip evlenmeyeceğine ilişkin kararının da bir sebebi olmalıdır. Ancak bu sebebin de bir sebebi olmalıdır. Görüldüğü gibi hangi olaydan, davranıştan, hareketten ve düşünceden, seçimden bahsedersen et bu zincirin dışına çıkılmıyor. Madem böyle, bu evlenip evlenmeme kararı da evvelden olan olaylarla belirleniyor demektir determinizme göre, yani Ateizme göre. O bakımdan iddia ediyorum: Ateist olduğunu söyleyenlerin tamamına yakını bunu bilmezler. “Ne diyon sen ya, ben istediğimi düşünürüm, bana kimse karışmaz” derler. Halbuki bu lafla öyle bir şey söylemiş oluyor ki haberi yoktur. Söylediği ise şudur: “Benim düşüncelerim, seçimlerim hiç bir sebep olmadan meydana gelir” demiş oluyor aslında. Yani şunu söylemiş oluyor: “bu düşünce kendi kendinin sebebidir.” Bu ise zaten çok saçma bir şeydir. Sorsan onlara: bir şey kendi kendinin sebebi olur mu? diye, yok ya olur mu öyle saçmalık derler.



Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Dedi: "BİZ NE YAPIYORUZ, BİZE SUNULANLARLA SEÇİM YAPIYORUZ."
Cevap: Bu seçimlerin sebebi var mı? Varsa, onun sebebi var mı? Demek ki bu seçimlerinde de hür değilsin, başka şeye tabisin.
-- Not: Allah’a sövenlere soruyorum: Bu sövmeleriniz, mevcut mu değil mi? mevcut değil mi? devam ediyorum: bu mevcut, başka bir mevcuttan mı meydana geldi yoksa yokluktan mı meydana geldi? "hiçten hiç birşey çıkmaz" akli delili gereğince, bu mevcut başka bir mevcuttan çıkar demelisin. Yani sen iraden de yine hür değilsin. Çünkü bu davranışın senden önceki varlık tarafından yapılıyor. Hani senin özgür iraden…

*** Dedi: Kürşat Otçu, amacın nedir? Bu anlattığın olayla ateizmi çürütmeye çalıştığın belli ama ben zaten senin anlattığın durum yüzünden ateist-satanist arası bir insan oldum.
Cevap: Seni imtihan etmiyor ki. Böyle imtihan olur mu? baştan bilecek ne yapacağını, bir de seni imtihan edecek, buna çocuk bile güler de yüzyıllardan beri bazı şeylerden dolayı böyle inanılıyor. Derin konular bunlar. Ama şuna emin olun ki aslında piyasadaki kitapların ekserisinde Ehli Sünnet’in dediği gibi değil yani bu işler. Bunar çok basit düşünürler, insan gibi bir ilah tasavvur ederler ve sizin gibi şahısları bu sözler tatmin etmez, etmemeside lazım. Aslında. doğruyu bulmak zordur. Ama siz bunu bulmaya gayret edeceğinize sövüp saymaktasınız. Evet anlatılanların çoğu saçma ama siz de gayret gösterin, inceleyin, felsefi ve kelami eserlerini. Mesela anlatılıyor: Allah adaletli diye. Bak ben Allah’a inanıyorum ya, ne diyorum: Allah adaletle vasıflanamaz, Allah merhametli değildir, Allah’ın iradesi yoktur, Allah görmez, duymaz. Bakın bu bilgileri ben kolay elde etmedim ama hala bir determinizm meselesini bile anlatamıyorum, sizi inandıramıyorum ki bu konular daha derindir. Denebilir ki sen böyle diyorsun ama bak Kuran böyle. Sen ne diyorsun?
cevap: Ben Kuran’a inanıyorum ancak bununla bir mana kasdedilmemiştir diyorum. Delillerim var, kolay değil bu işler. Ama samimiyetle şunu söylemek istiyorum: Kendilerine teist diyen Allah’a inandığını söyleyen insanların önlerindeki engeller zaten ortada, ben bunu biliyorum. Siz ise daha bu engellerle yüzleşmediniz. Bunu yarış olarak düşünürsek, millet bir kaç metre yol almış, siz daha hala doğru yerde miyim değil miyim diye hesap yapıyorsunuz. Yani bu kolay değil, siz daha Allah’ın varlığını kabul etmemişsiniz. Durumunuz çok zor; bak beni her ortamdan kovarlar mesela. Neden? çünkü cevap veremezler. Yani ben bunları çok gördüm. Kendinize yazık ediyorsunuz. Şunu unutmayın: Allah düşünmez, plan yapmaz, imtihan etmez, duygusu yoktur, acıması yoktur, sevme duygusu yoktur, kin duygusu yoktur; yani kızması ve sinirlenme olayı yoktur. Kuran ise "antropormorfik" insan biçimci anlatımlarla doludur. Yani inandığını söyleyenler neden bu kadar çatışma içinde dersiniz. Bakın biri Kuran’a o anlamı veriyor, öbürü bu anlamı veriyor. Yani Allah kulların Kuran’la saptırıyor. (Nalh 93) Bunlar gerçekler, siz felsefe okumalısınız. Eski ve yeni dönem felsefe, özellikle metafizik, din felsefesi okuyun. Derin bilgiler genelde oradadır. Kelamda da fazla derin bilgi yoktur. Filozoflar kelamcıları bu bakımdan küçümser. İbn Sina İbn Rüşd gibi..

*** Biri dedi ki: "herşeye niye sebep arıyorsunuz?” bir olay olabilir, biz bu olayı değerlendirip A deriz ama eminim ki aynı olay aynı şartlarda tekrar olsa bir B cevabı alınırdı. Etkileşim her şeydir ama kararı olaylar değil, biz veririz. Karar verme eylemini hissederek gerçekleştiririz. Esas olan budur. İnsan sebepsiz yere gülebiliyorsa sebep aramanın gereği yoktur."
cevap: Sebepsiz sonucu kabul edenleri kimse kabul etmez. Eğer sen sebepsiz sonucu kabul ediyorsan, o vakit boş bir odada kendiliğinden bir buzdolabının olmasını da normal karşılaman gerekir. Bunu normal karşılarsan, seni normal karşılamazlar.


*** Dedi: “Evrim teorisiyle ilgili olarak okudun da ne anladın? Sonuç ne?”
Cevap: Darwin, gençliğinde gemiye biniyor, Galapagos adasına gidiyor, burada araştırmalar yapıyor. Beş yıl inceliyor ve şu sonuca varıyor: türler birbirinden türedi, çünkü türlerin benzerliklerini görüyor, ancak 1850 de çıkarttığı Türlerin kökeni’ni o zamanlar daha teknik geride olduğundan, detaylı inceleme olanağı yoktu. Kendisi çok emin ifadeler kullanıyordu. Daha sonra dedikleri teknik ilerlediğinde çürütülecekti (yani insan vücudunun çok karışık olduğu gibi konular anlaşıldı). Bu kitabı yayınlanınca; zaten Ateizm bilinen bir şeydi, ancak Darwin bu görüşü daha evvel de yaşayanlardan almıştı, Lamarc’tan. Lamarc, türler, zor altında gelişir demişti. Mesela zürafanın niye boyu uzun? Çünkü kaldığı yerde yiyecekler ağaçtaydı, o da kendini zorladı ve boyu uzadı. Geyik niye hızlı? Çünkü aslan peşinde gibi açıklamalarda bulunuyordu, Lamarc. Ancak Darwin’in en önemli orjinal görüşü şuydu: “Güçsüz olan elenir” mesela canlı türleri var ya, güçlü güçsüzü yiyor ya, güçlü kalıyor ya; sonra bu güçlüler çiftleşiyor ve tür güçlülerin çiftleşmesi ile daha güçleniyor. Bir önceki nesilden daha iyi oluyor ve böyle böyle, gelişe gelişe türler evrim geçiriyor diyor Darwin. Fakat buna kendi zamanında delil bulamıyor ve şunu itiraf ediyor: “Eğer dediğim gibiyse yani tek bir türden (o da denizde olan bir hücreyle başlıyor) yani tek türden böyle gelişe gelişe hayvanlar olduysa, mesela denizden karaya çıkma, sürüngen olma, karadan havaya çıkma ve kuş olma. Yani bunlar bir türden ise diyor, geçiş formu denen yani sürüngen-memeli karışımı, yani karadan - havaya geçerken kalan, ölen hayvanların fosilleri kalması lazım ve çok olması lazım bu ara fosillerin diyor. Bulamadık bunları, yani ara geçiş formlarını diyor. Sonra diyor ki: “Ama tahmin ediyorum ki, teknik ilerlediğinde kazılacak ve bulunacak”. Ama 150 yıl geçti ve bulunamadı, hatta öyle oldu ki evrimciler şaşırdı, bir delil lazımdı onlara; ne yaptılar? şunu yaptılar; yani kendileri yaptılar bu delili. Örnek vardı: Pitdown mıydı neydi. Hani adamın biri, insan kafatası ile orangutan çenesini birleştirmiş, onlara bir madde ile eski görünümü vermişti. Bunu bulduğunu söylediğinde bütün evrimciler bayram yaptı. Elli sene sonra mı, 30 sene sonra mı adamın biri, yeni bir şey keşfetmiş, kemik yaşını gösteren bir şey bulmuş. Müzedeymiş bu kafatası. Ona bunu yapmışlar yani yaşını ölçmüşler, meğer birkaç yüzyıllıkmış bu kemikler. Bu kafatası yani, çene de öyle. Adam orangutan çenesinin dişlerini eğelemiş, düzeltmiş ve bunun üç kağıt olduğu saptandı. Zaten ateistler bu görüşe sözde bağlıdırlar. Çünkü onlar buna dayanmaz. Zaten onlara: “Bu dünya nasıl oldu?” dersen, zaten orda şaşırıyor bunlar. Madde ezeli, başlangıcı yok derler esas. Bu Darwin olayı onların esas delili değildir yani.


*** İlk olarak hür iradeyi savunanların delili alay metodudur. Derler ki: Bunlar anlayışsızdır, hür irademiz olduğunu anlamıyorlar mı? Mesela ayağa kalkmak istiyorum ve kalktım. Ne yani ben başka bir şey yapamaz mıydım? Elimi kaldırmak istiyorum, işte kaldırdım. Beni kim zorluyormuş? Benim hür olduğum bu kadar açık. İstediğimi yapıyorum, istemediğimi yapmıyorum. İnsan kendinde bunu zaten hissediyor.
Şu da onların sorduğu kuvvetli bir sorudur: “Kadere rıza göstermek vaciptir, yani gereklidir. Ama size göre zina yapmak da Allah’ın iradesiyle oluyor. Yani Allah zorla yaptırıyor. O halde kul zina yaptığınada mı rıza gösterecek? Çünkü size göre zina yapmak da kaderdi. Kişi zina yaptığına ve Allah’a sövdüğünede mi rıza gösterecek? Halbuki küfre (kafirlik) rıza göstermek de küfürdür. Bu bir çelişki değil mi?” derler.

Not: Bunların cevaplarını verdim. Gazali’nin İhya adlı kitabından göstermiştim.

Bir de şunu derler: “Allah ezeli ilmiyle bizim ne yapacağımızı bildiği için yazdı. Yani Allah’ın ne yapacağımızı bilmesi, bizi zorlamaz. Çünkü ilmin görevi bilmektir; o zorlayıcı bir etkiye sahip değildir” derler. Takvim örneğini verirler ki meşhurdur: “Bu takvimi hazırlayanlar şu tarihte güneş tutulacak diye yazıyolar ya, onlar yazdığı için mi güneş tutuldu, yoksa tutulacağını bildikleri için mi takvime yazdılar?” diye sorarlar. İnsanların çoğu der ki: "bildiği için yazdılar." Onlar da der ki: “İşte Allah da bizim hür irademizde ne yapacamızı önceden biliyor ya, işte ondan dolayı, kulların hür iradeleriyle ne yapacaklarını bildiği için, levhi mahfuza yazılıyor. Yoksa öyle yazıldığı için, kul o yazılanları zorla yapmış olmuyor.” Sonra şunu derler: "İlim maluma (bilinen olaylara) tabidir." Yani ilmin özelliği tabi olmaktır; eğer ilim, tabi olmuyorsa ona bilgi değil, bilgisizlik denir. O bakımdan Allah’ın yapacaklarımızı önceden bilmesi, bizi zorlamaz derler. Bu onların en fazla kullandığı yoldur.


***
kursat:
son görüşümü bilmiyorsun değil mi
zafer:
anlatsana
kursat:
bu sefer şaşıracaksın
zafer:
nerde kalmıştık, haydi
kursat:
Allaha zalim dedim
Zafer:
Daha önceden de demiştin
kursat:
yo, ilk
zafer:
daha önceden adaletsiz diyordun galiba
kursat:
adaletsiz demiştim, bak zalim ama bu O’nun için eksiklik değil
kursat:
alem sonradan mı oldu
zafer:
evet
kursat:
neyden sonra
zafer:
Allah’tan sonra
kursat:
ne kadar sonra? sonlu bir süre sonra mı sonsuz bir süre sonra mı
zafer:
sana desem ki sonlu bir süre sen diyeceksin ki: ezelden sonraki sonlu süre de ezelidir. sonsuz süre dersem henüz gelmemiştir.
kursat:
ne diyorsun
zafer:
ikisini de demiyorum
kursat:
ya sonlu diyecekceksin ya sonsuz
zafer:
bilmiyorum
kursat:
madem ikisini de demiyorsun, o halde neden aleme sonradan diyorsun
zafer:
öncemi ya? önce de değil. neysen önce mesela
zafer:
sen aleme ezeli mi diyorsun
kursat:
ben aleme öncesiz diyorum, başlangıcı var ama ( bu görüşümü sonradan değiştirdim, başlangıcı yok dedim sonradan)
zafer:
hem başlangıcı var, hem de öncesiz nasıl diyebiliyorsun
kursat:
şöyle, sudur görüşü vardır, Plotinos çıkardı bunu eskiden, 300’ lü yıllarda. taşma demek
zafer:
yani
kursat:
alem Allah’tan taştı, çıktı dedi. ancak alem Allah’tan zaman olarak sonra değildir, beraberdir dedi. Bu görüşü Farabi ve İbn Sina’da savundu. ancak bir problem var, bu görüşe göre Allah’ın başlangıcı kabul edilmiş oluyor. onlar bunu göremedi ben gördüm. napacağım bilmiyorum.
zafer:
he he kaldın mı ortada
kursat:
he
kursat:
üç haftadır bu düşüncedeyim milim ilerleme yok, napacağım (neden bu durumdaydım? çünkü teselsül meselesi kafamı zorluyordu. Çünkü ben o zamanlar şunu anlamıştım: teselsülü reddetmek, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmeyi gerektiriyordu ve kitaplarda devamlı teselsül batıl diye okuyordum ve arada kalmıştım ama sonra yani bu durumdan üç ay sonra filozofların da, kelamcıların dediği manadaki teselsülü kabul ettiklerini öğrendim ve rahatladım. Yani adamlar bunu gördüler de pek fazla açıklanmıyor bu husus. O bakımdan ben tesesülü kabul etmediğim için Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak durumunda kaldım ve üç ay bunu savundum, ama içim yana yana…
kursat:
aleme sonradan diyenlerde aslında Allah’ın varlığının başlangıcını kabul ediyor ama farkında değil ispatlayayım mı
zafer:
ne kadar sonra meselesi ile direkt olarak ispatlanmış oluyor
kursat:
evet, anlatayım da daha iyi anla, yukarda şöyle dedik: Allah’tan sonra; ne kadar sonra, sonlu bir süre sonra mı yoksa sonsuz bir süre sonra mı
zafer:
evet
kursat:
eğer sonsuz süre dersen şunu soracağım: sonsuz süre tüketilebilir mi sonuna varılabilir mi
zafer:
hayır
kursat:
o halde sonsuz süre olsaydı alem varlığa gelemezdi değil mi? halbuki alem varlıkta o halde sen ne demeye mecbur kalacaktın? Sonlu süre geçti demeye mecbur kalmayacak mıydın?
zafer:
evet
kursat:
bende diyeceğim ki: sonlu süre diyorsan başı ve sonu belli olması lazım değil mi
zafer:
evet
kursat:
sonuna alemin başlangıcı diyorlar değil mi
zafer:
evet
kursat:
başına ise Allah dedikleri için yine Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş olmuyorlar mı? Anladın mı?
zafer:
anladım
kursat:
yani hiç kimsenin görmediğini gördüm ve tıkandım. bütün deliller Allah’ın varlığının başlangının varlığını gösteriyor napacağım, yani suduru kabul edenler şunu göremedi. onlar bunu kabul ettiler ve Allah’ı başlangıçsız kabul ettiler ama sorun şuydu
zafer:
başlangıç varsa başlangıcın öncesi de olması lazım değil mi
kursat:
evet problem o işte; sorun şuydu: onlar aleme de, Allah’a da ezeli dediler ama problem şu; olaylar geriye doğru sonsuza dek gitmiyor bu kesin delille sabit, hal böyle olunca, Allah ile alem zaman olarak farklı değil diyen sudura göre nasıl ki alem geçmişe doğru sonludur ve başlangıcı vardır, o halde Allah’ın da başlangıcı olmalıdır. işte tıkandığım nokta bu, kimseye anlatamıyorum
zafer:
sen iyi tıkanmışsın
kursat:
napacağım, ne tavsiye ediyorsun
zafer:
dinlen biraz
kursat:
ama bir karar vermeliyim, delillerimi nasıl buldun, bir mantıksızlık gördün mü
zafer:
güzel, her zaman ki gibi
kursat:
peki sence ne mana çıkıyor
zafer:
bence bir şey çıkmıyor
kursat:
yani Allah, alemi yoktan yarattı nasıl denecek
zafer:
vardan yarattı da denemez
kursat:
sudur görüşüne göre zaten Allah’ın yaratma sıfatı yok ki, bilmesiyle oluyor bu olaylar, yeniplatonculuk, kurucusu Plotinos, Farabi bundan aldı bu görüşleri, İbn Sina’da Farabi’den, ben o bakımdan hep Allah’ın ilmiyle oluyor bu işler diyordum. işte bunlardan öğrendim. Yani ehli sünnet var ya bunlar çocuk gibi, bu adamlar çok ince bilgiler veriyor.
zafer:
nereden biliyorsun ehli sünnetin bütün bunları geçip tekrar bulundukları noktaya gelmediklerini
kursat:
ya ehli sünnet çok basit düşünür
zafer:
düşünmez
kursat:
onların içinden geliyorum ben
kursat:
Allah bizim burada yazışacamızı önceden biliyor muydu
Veysel:
Evet biliyordu.
kursat:
O’nun olacağını bildiği şey başka türlü olabilir miydi
Veysel:
hayır. Çünkü hem biliyor hem de öyle olmasını istiyordu.
kursat:
o halde bizim burada yazışmamızı mı istemişti
Veysel:
yazıştığımıza göre evet istemişti.
kursat:
Allah’ın meydana gelmesini istediği birşeyin meydana gelmesini bir kuvvet engelleyebilir mi
Veysel:
hayır
kursat:
o halde biz de burada yazışma fiilimizin meydana gelmesini engelleyemezdik değil mi
Veysel:
Allah engellememizi istememizi istediyse biz de bunu isteyip yazışmayı kesebiliriz.
kursat:
ya istemediyse
Veysel:
o zaman devam ederiz.
kursat:
o halde biz öyle kafamıza göe hareket edemiyoruz öylemi
Veysel:
"Kafamıza göre" lafı çok muğlak. Ama kaderden ya da Allah'ın isteğinden bağımsız ya da isteğinin tersine hareket edemiyoruz bence bu doğru.
kursat:
Allah’ın isteğinin tersine hareket edemiyorsak bizim hür irademiz nerede
Veysel:
Son soru dediğim buydu, sende cevap var mı? Ben kendiminkini yazarken sende cevap varsa onu yazabilirsin.
kursat:
ne cevabı, cevap açık zaten
Veysel:
Yani sorunun geniş hali şu: "Hür değilsem, yaptıklarımdan da sorumlu tutulup mesela cehenneme atılırsam, bu adalet midir?, bu zulüm olmaz mı?" sorusu.
kursat:
Allah zalimdir zaten, ama O’nda bir eksiklik değil bu
Veysel:
Kürşat, Senin çözüm için dediğin şey işin kolayına kaçmak, bence çözemeyince saçmaladın. Allah zalimdir demek, "Allah geleceği olmadan önce bilemez" demekle benzer bişey. Begenmediğin ayetleri yalanlarsan her problemi aklın sıra çözmüş mü olacaksın.
kursat:
Allah zorla günah işletmiyor mu, ispatlamadım mı 10.000 delili var bunun
Veysel:
Yani haşa Kuran’da "Allah zalim değildir" anlamındaki ayetleri inkar mı ediyorsun?
kursat:
ayetlerin anlamını inkar ettim, başka yol yok, çıkış yok, manasız dedim
albatros:
sevapta öyle değil mi ona bakarsan
kursat:
evet
albatros:
eee
kursat:
yani mana yok bu hayatta
albatros:
tamam işte, Allah iyi ya da kötü olamaz, merhametli de olamaz
kursat:
Kuran’a mana vermeye kalkanın ayağı kayar ( manasızlık ile ilgili görüşümü sonradan değiştirdim. Yine Allah bir şey kasdetmedi bu ayetlerle ama bu ayetlerden anlam çıkabilir diyorum; ama baktım akli delillerle zıt bir mana var ayette o halde ayeti ya tevil ediyorum, yani başka bir mana veriyorum. Bunu da yapamıyorsam, bu sefer diyorum ki: “Allah bu ayetle kullarını saptırıyor” )
kursat:
Allah’a kötü denebilir iyi de denebilir
albatros:
ne kötü olabilir ne iyi
kursat:
çünkü kötülük yapana kötüdür denebilir, iyilik yapana iyi dendiği gibi, bizim bakış açımıza göre düşünürsek bunlar Allah’a denebilir. Ancak O’nda bunlar kusur olmaz, eksiklik olmaz neden mi
albatros:
bizde de kusur değil ki
kursat:
biz de kusur
albatros:
yaşamın anlamı bunlar
kursat:
neden Allah için bunlar eksiklik değil biliyor musun? Çünkü bir şeyin eksik olduğunu söylediğimizde onun tam da olabileceğini hesaba katarak konuşulur. yani daha iyi olabilirdi şeklinde ( aslında bu lafta yanlıştır, çünkü hiçbir şey olduğundan başka türlü olamazdı), ancak Allah başka türlü olamazdı, çünkü onu etkileyen yoktur, o bakımdan bunlar onun için eksiklik değildir
kursat:
bir anımı anlatayım mı
albatros:
peki
kursat:
bu samsun merkezde cami hocalarının hemen hemen hepsi beni ya tanır ya duymuştur, neyse bu hocalar içinde ancak merkezde değil bir genç hoca var, onunla daha önce konuşmuştum, bir gün bu bir arkadaşıyla izin yaparken camileri geziyor, bir camiye geliyorlar merkezde ancak bu şahıs bana benziyor, yanındakine hoşgeldin falan diyolar buna bir şey demiyorlar, bu kızmış “bende hocayım, bana niye böyle davranıyorsunuz” demiş. “sen kürşat değil misin” demişler.
kursat:
daha çok böyle anım var yani, bu şahıs beni bir yere götürdü merkezden uzak bi yer, ilk tanıştığımız gün, gittik. ben tam konuşacağım birkaç kelime konuştum, dediler ki: “biz yatacağız” saat akşam 8 yani, kızdım, tam giderken bunlara bir soru sordum, o ara oraya beş kişi gelmişdi, ben soruyu sorunca, “sen şu beden öğretmeni varmış, o musun” dediler, “evet” dedim, “gelin konuşalım” dedim, “sen yanlışsın, ya bu, biri var onunla konuşmuş ( Şam’da eğitim görmüş biriydi bu) adamı konuşturmamış” dediler, aslında ben adama tek soru sormuştum, yarım saat cevap alamamıştım. soru: “cüzi iradeyi Allah mı yaratır” idi. neyse bu arada nasıl oldu anlayamadım, beni dışarı doğru itmeye başladılar
albatros:
olacağı bu
kursat:
ve bir anda kapı yüzüme kapanıverdi, ayakkabımı bile zor buldum, yani çok olay başıma geldi, o bakımdan benimle konuşmazlar. daha dün Samsun’da nurcuların lideri var, telefon açtım konuşmak istediğimi söyledim, “müsait değilim” dedi, “ne zaman müsaitsiniz” dedim, “bilmiyorum ki” dedi. Halbuki gün boyu evde kendisi.
Veysel:
Kürşat, sen de biliyorsun ki Kuran mana verilmeye en değecek kitap, yoksa sen dahil bu kadar akıllı adam üzerinde kafa patlatmazdı. Bence sadece şu anda psikolojik olarak iyi değilsin. Bazı şeyleri çözemedin diye ayetleri inkar etmen gerekmez. Ben herşeyi delilli konuşurum diyorsun: Allah ben zalim değilim diyor, sen yok zalimsin diyorsun. Haşa Allah yalancı mı. Bunun delili nedir? Kürşat sende soru çok, güzel, fakat cevap yok. Sen itikadi mezhepler arasındaki kader ile ilgili tartışmaya: "Herşey cebridir, Allah zalimdir" diyerek bir çözüm bulduğunu söylüyorsun. Başka birisi de çıkıp dese ki "Herkes Cennete gidecek, kimse cehenneme gitmeyecek", bu da mı bir çözüm olacak, hangisi daha doğru ya da yanlış?
kursat:
bak soruyorum sana: iradesi olmayan bir şey kasdedebilir mi?
Veysel:
Sorma, mantıklı cevap üret
kursat:
sordum
albatros:
sormadan öğrenilmez Veysel, kürşat’ı takdirle izliyorum ve yolunu doğru buluyorum.
Veysel:
Kürşat, televizyona çıkıp öğrenmek için soru mu soracaksın?
kursat:
öğretmek, ben ilahiyata, ünivesiteye gittim iki yıl önce, bir kapı aralıktı girdim içeri, adam fıkıhçı, ona kaderi anlattım, iki dakika oldu, adam bana dedi ki: “öğrenmeye mi yoksa öğretmeye mi geldin” “öğretmeye” diye cevap verdim. “ben bilmiyorum” dedi
albatros:
öğrenmeye deseydin keşke..
kursat:
çıkarken bir soru sorayım dedim: Allah günahların işlenmesini irade eder mi dedim,
etmez dedi, günahlar işleniyormu dedim, evet dedi, o halde dünyada Allah’ın iradesinin dışında bir şey mi oluyor dedim, birden güldü ve sustu, bende gittim.
Veysel:
Gücüne gitmesin ama Kuran manasızdır, Allah zalimdir diyen birinden yanlış şeyler öğrenebilirim diye düşünüyorum.
kursat:
olabilir, ben çok hataya düştüm, belki yine hatadayım
albatros:
bu güzel işte kürşat.
kursat:
ama uğraştım didindim, bu noktaya geldim, bildiğim bu
kursat:
bir defasında gençlerle konuşuyorum, bana dediler ki “bize kafir mi diyorsun”, “evet” dedim, kızdılar,
kursat:
ben gidiyordum, beni çağırdılar, dövme planları var, çevremi sardılar
albatros:
yaaaa
kursat:
o ara ben Said Nursi kadere inanmaz demiştim, kızdılar, biri dedi ki: madem her şeyi biliyorsun, birazdan dayak yiyeceğini de biliyor musun” dedi, ben de o zamanlar Allah’ın iradesini inkar etmemiştim. Allah dilerse döversiniz, dilemezse dövemezsiniz demiştim, birden bire şamar vurdu biri bana, var onbeş kişi, diğerleri öbürünü tuttular, öyle bitti.
Veysel:
Çok kibirlisin. Soruları cıkarmakta en iyisisin, ama afedersin çok külüstür bir cevap çıkarıcısın. Senin de dediğin gibi itikadi konular şakaya gelmez. Millete kafir diyorsun, ama senin demin hata olabilir dediğin cevapda küfür olamaz mı ("Kuran manasızdır, Allah zalimdir" lafları).
kursat:
aslında bana insanların inanmaması çok normaldir, öyle yani, şaşırmam
albatros:
heralde yani, çünkü onlara göre;din akıl işi değil nakil işidir..
kursat:
hatta inanırsa biraz şaşırırım, çünkü benim bu dediklerim piyasada satılan kitaplardan pek değildir, daha çok kütüphane raflarındaki pek okunmayan kitaplarda yazar bunlar, derin konular. Bak mesela şu an okuduğum kitabı beş sene önce okudum ve bir cümle anladım anlamadım, şimdi ise hem anlıyorum hem eleştiriyorum, kolay değil, bir sayfası yirmi dakika alıyor bunu okuması, “Tehafüt’ül Tehafüt” yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” İbn Rüşd yazdı, çok zor, mesela Said Nursi’nin kitabları bunların yanında alfabe kitabı gibi kalır.
albatros:
kürşat, oruç zamanı neden güneşle alakalı olarak belirlenmiş?
kursat:
nedensiz
albatros:
oruç neden peki?
kursat:
öncesiz ilme göre olduğundan diyorum ya, her şey nedensiz
albatros:
oruç tutulmalı mı?
kursat:
evet
albatros:
güneşe göre mi?
kursat:
evet
albatros:
Kuzey İskandinav ülkelerinde olanlar ne yapacak peki, yirmi saati aşan güneşli günler oluyor.
kursat:
ona bir cevap veriliyor, yakınındaki normale yakın yerin saatini kullanacak o vakitlerde yapacak ibadetini, takvimine göre
albatros:
hangi yakın
kursat:
normale yakın bir durumu olan yerin takvimini alacak kullanacak, beş vakit namaz vakti olan yerin
albatros:
normale yakın..
kursat:
evet
albatros:
Kuranla çelişmez mi o zaman, süresi belirtilmiş.
kursat:
öyle bir çözüm önerilmiş, kabul edilmiş
albatros:
kafasına göre yani..
kursat:
evet
albatros:
bu da sana göre doğru.
kursat:
öyle



*** Resulullah dedi ki: “Hayrı ve şerri ile kadere iman etmeyen kimseyi Allah ateşte yakar.” (Ahmed)

*** Aleme hadis diyenlere soru: Yaratıcı evreni niçin daha önce yaratmadı da sonra yarattı?

*** Kuran 17:44 bu ayete şöyle mana verilebilir: Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ın varlığına delil teşkil eder.

*** Augustinus demiş ki: “Bu dünya olmasaydı biz bilmezdik. Tanrı bilmeseydi bu dünya var olmazdı.”

*** Alışkanlık, adet kazanılan bir şeydir. Kazanılan şey ise zaman içinde olur, yani alışkanlığı olan bir varlık evvelden bu alışkanlığa sahip değildi de zaman içinde bunu kazandı manasına gelir. Bu ise bu varlıkta değişme olduğu manasına gelir. Zira evvelden böyle alışkanlıkları yoktu, sonradan kazandı anlamına gelir. Halbuki Allah için değişiklik olamaz. O bakımdan bu ayetin zahirini alamayız. Yani Allah’ın adeti, alışkanlıkları yoktur. Bu terim de antropomorfiktir.

*** Allah başka türlü bilebilir miydi? Yani Allah’ın öncesiz ilmi, ilmindekiler başka türlü olabilir miydi?

*** Allah Kuran ile hiçbir mana kasdetmedi, sadece ayetlerin böyle olacağını biliyordu. İradesi olmayan neyi kasdedebilir ki?


*** Kitap: Ortaçağ İslam felsefesine Giriş Yazar: Oliver Leaman
_Sayfa 41: Böyle bir görüşe göre, Tanrı’dan başka her şeyin yok olacağını söyleyen ayet, ya Tanrı’nın biricikliği ve kendi kendine yeterliliğini ifade etmenin mecazi bir şekli olarak yorumlanabilir.
__Sayfa 54: Gazali, kainatın belli bir zamanda varlık alanına çıkması imkanını savunmak zorunda olduğunun farkındadır. O eğer Tanrı isteseydi alemin gelecekte belli bir zamanda varlık alanına çıkmasını ezelde dilemesinin kolaylıkla mümkün olduğu şeklindeki Eşari görüşü tekrar eder. Kaldı ki Kuran’a göre Tanrı’nın tüm söyleyeceği şey “Ol o da oluverir” (Yasin 82)’dir. Alemin varolmasını niçin erteleyemesin? Bu durumda dünyanın gelecekte belli bir zamanda varolması pekala mümkündür. Böyle bir imkana karşı filozoflar tarafından yöneltilen geleneksel itiraz, bir şeyi belli bir zamanda yapabilecek güce sahip olan birinin bu işten vazgeçmesi için bir nedenin bulunması gerektiğidir. Eğer O, X’i istiyorsa ve onu elde edebilecek gücü de varsa, yapılan işin O’nun isteğini tatmin edebilmesi için niçin belli bir süre beklemek zorunda kalsın ki? Her şeye gücü yeten bir Tanrı’yı bu maksadı gerçekleştirmekten alıkoyacak herhangi bir şeyin bulunması kesinlikle mümkün değildir. Farabi’nin de ifade ettiği gibi:
O’nun bir şeyi yapmasını geciktiren şey, onu yapmasına engel teşkil eder. Dolayısıyla onu ilerideki bir zamanda yapacak olursa, ortaya çıkacağını düşündüğü ve bildiği başarısızlık O’nun o şeyi yapmasını önleyen bir engel oluşturur. Eğer başarısızlığın hiçbir sebebi yoksa, o şeyin yokluğunu varlığına tercih etmek mümkün değildir. Öyleyse o niçin vuku bulmadı? Eğer O başarının kişisel olarak tek sebebi idiyse, fiilin icrasının zaman bakımından ertelenmesi değil her ikisinin birlikte vuku bulmaları gerekirdi. Bu bakımdan fail bir şeyin kendi elinden meydana gelmesinde başlı başına yeterli olduğunda, bundan o şeyin varlığının failinin varlığından daha sonra olmadığı sonucu çıkar.

*** Blondel demiş ki: “İstemek istemiyorum, gerçekte istememeyi istiyorumu ifade eder.”

*** Dedi: Evet doğruları söylemişsin, inanmayan çogu insanın başlangıçta vardığı çelişkilere varmışsın da anlamadığım inancını halen nasıl kaybetmediğin. Dedigin gibi Allah kullarını saptırıyor olabilir bir nedenle, nedeni neyse sen söyle ya da bütün bunlar insanların uydurdugu bir saçmalıktır. Allah’a inanmanı anlayabiliyorum da halen Kuran’a nasıl inandığını anlayamıyorum; bütün çelişkilere rağmen. Şu an inanılandan farklı bir Tanrı olamaz mı sanki.

_Cevap: Bu cevabı okuyunca tutuldum kaldım. Şunu diyeyim ki, ben bu kadar kitap okudum. Ancak inanın ki okuduğum kitapların toplamının detayı Kuranı’n inceliğinin yanında milyarda biri etmez. Bakın Kuran nedensizdir; bütün olaylar gibi. Ve Allah kullarını saptırmayı irade etmedi. Zaten O’nun iradesi yok. Şimdi soruyorum: O neyi irade edeceğini ezeli (öncesiz) ilmiyle biliyor muydu? “evet” derseniz, gördünüz ki O’nun iradesinin hükmü kalmıyor. Zaten ilminde neyin olacağı bellidir. Daha belli olan tekrar belirlenir mi? Bu işler süper derindir ama ateistler elbetteki klasik anlamda anlatılan Teizm düşüncesinde çok gedik bulur ve bulmalıdır da zaten. Kuran kesinlik her zaman arzetmez. Ancak bu ayetler akli delil ile sabit olursa ancak o zaman kesinlik ifade eder. Hem herşeyi Allah olmadan önce bilecek hem de bu dünya imtihan dünyası olacak? Hem herşey O’nun iradesiyle olacak hem de merhametli olacak? Merhamet acımak demektir, zaten bu anlayışa göre kulları bu hale koyan kendisidir. Böyle acıma olur mu? Yani aslında Allah’ın duygusu yoktur, etkilenmez, kin gütmez, sevme ve sevmeme duygusu olmaz. İntikam gütmez, yardım etmesi yoktur. Zaten herşeyin sebebi Allah’tır. Yani kulların hareketlerini de o yaptırıyor. Ne yardımı? Görmez, duymaz. Görür diyorlar, nerden görüyor o halde? Arada mesefe mi var? Bakın gördünüz, bunlar insanbiçimci ifadelerdir. Kuran’da bunlar çoktur. Ancak nedensiz bir ilimle olan Kuran’da bu yönüyle nedensizdir; yani “Allah niye saptırıyor, niye böyle yaptı?” diye sorarsanız, alacağınız cevap şudur: Nedeni yok. Çünkü mantıken öncesizliğin nedeni olamaz. Unutmayın ateaistler böyle sövüp saydığında Allah onlara kızmaz. Ama onlar iman etse sevinmez de...

Müslüman bir insan akli delillerle ulaşabildiği şeylere emin olarak inanmalıdır. Ancak akli olarak sabit olduğuna inandığı konulardaki ayetlerden, evet bunlardan şu mana çıkıyor diyebilir. Ancak şunu unutmasın bu manayı kendisi çıkarıyor yoksa Allah bu ayetle bir şey kasdetmedi. Zira iradesi olmayan mana kasdedemez. Yani Kuran’ın antropomorfik bir anlatımı sergilediğini unutmamalı, yani insanbiçimci. Kişi bu konuda iyice bilgi edinmek istyorsa Kelamdan ziyade Din felsefesi, metafizik okumalıdır. Geçmişteki ve bugüne kadar ki gelen mirasdan faydalanmalıdır. Herşeyi kendi bulmaya çalışmamalıdır. Ben burada determinizm başlığında ateizmin temel görüşünü söylemiştim ve bunun yanlışlığını anlatmıştım, bence siz bu konuya iyice eğilin. Anlattığım şey şuydu: Olaylar zinciri yani sebep sonuç zinciri geçmişe doğru sonzuz olarak mı gider? Bakın ateizm evet der. Ben diyorum ki bu çok açık bir hatadır. Çünkü bu düşünceye göre bizim geçmişimizde sonsuz sayıda olay oldu ve bunlar bitti ve sıra bize geldi demektir. Oysa sonsuz sayıda olay sona eremez; madem geçmişimizdeki olaylar sona erdi demek ki bunlar sonsuz sayıda değil, sonlu sayıdadır. Madem sonlu sayıda, sonlu sayı ise sonlu olur. Yani başı ve sonu bellidir. Sonuna mesela şu anki olay dersek başına da bir olay veya aynı anda olan olaylar diyeceğiz; dolayısıyla bu olayların bir başlangıcı vardır. Ateizmin dediği gibi başlangıçsız değildir.

Not: Sonradan alemin ezeli olduğunu ben de savundum ve teselsülü kabul ettim.

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Dedi: Resullulah s.a.s şöyle buyurmuştur. ”Nefsim elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki”

_Cevap: Allah’ın eli mi var? bu Allah’a cisim demek değil mi? siz Mücessime’ye ( Allah’a cisim diyenler) kafir demediniz mi?
Ben şu kararı aldım: Cennet, cehennem, yeniden dirilme olabilir de olmayabilir de bilemem. (Sonradan cennet, cehennem kesin vardır dedim.) Çünkü ben bu ayetlerle Allah’ın beni saptırıp, saptırmadığını bilemem, ancak Allah’ın ilminde bunların olacağı belliyse bunlar olur. Neden böyle dedim? Çünkü Allah kularını Kuran ile saptırıyor. Bir örnek vereyim; iddiam şudur: Allah Kuran ile kullarını saptırıyor.
İspat: Kuran’da dua etmek emredilmektedir. Kuran okuyan ne diyor “bu bize emredilmiş, o halde dua etmeliyim” halbuki Allah, Kuran ile kullarını saptırıyor. ( hem de saptırmak isteği olmadığı halde, zira iradesi yoktur. Mesela ben şu an bu yazıyı yazıyorum, bunu yazacağımı ben yazmadan önce de değişmez ilmiyle biliyordu. Peki isteseydi benim bu yazıyı yazma eylemimi varetmeyebilir miydi? Bazı safdiller "tabi ki isteseydi bu fiili, eylemi varetmeyebilirdi" diye atılacaklardır, onlara sorum şu: Bu takdirde sizin de değişmez dediğiniz O’nun ilminde değişiklik olmuş olmuyor mu? ve O cahil olmuş olmuyor mu? Çünkü O değişmez ilminde bu yazıyı yazacağımı biliyordu, eğer bu yazıyı ben yazmayacak olursam Allah yanlış bilmiş olur ki buna cahillik denir.) İşte delil: Dua etmek ne demek? örnek vereyim; mesela biri İstanbul’a gidecek, otobüse biniyor ve dua ediyor diyelim, diyor ki: “Allah’ım sağ salim İstanbul’a gitmemi nasip eyle.” Şimdi sorsam size, “ne var bu işte sakınca olarak?” diye, bana diyeceksiniz ki: "yo hiçbir sakınca yok ki" bakın şimdi:

Dua etmek Allah’a irade kabul etmek demektir, çünkü O’ndan isteniyor, şunu ver, bunu verme diye. Çoğunuz "ne var bunda, zaten Allah’ın iradesi var, ne saçmalıyorsun" dersiniz. Devam ediyorum, ama bu lafta Allah’a değişen, sonradan olma bir irade kabul etme var. Bu duayı edenler çoğunlukla, hem Allah’ın ezeli, öncesiz iradesi olduğunu kabul ediyor, hem de dua ediyor. Yahu size göre zaten ezeli olarak, öncesiz olarak nelerin meydana geleceği Allah tarafından irade edilmiştir; daha neden tekrar "Allah’ım bunu bana nasip et" diyorsunuz? Yani bu şu demek: "Allah’ım eğer dilemediysen önceden, şimdi dile yarabbi, benim sağ sağlim oraya varmamı" demektir . Bu da Allah’ın iradesinde değişme kabul etmek olur. Dua eden, “sonradan da Allah irade edebilir” demek istiyor; haberi yok. Bu kadar değil! Bakın daha neler var:

Dua edenler çoğunlukla Allah’ın ezeli, öncesiz ilmini de kabul ederler. Zaten olaylar O’nun değişmez ilmine göre olacaktır, daha dua etmek ne oluyor? ve dua etmekle Allah’ı etkilediklerini düşünüyorlar, yani "ben dua ettim de öyle oldu bu iş", diyor. Sanki Allah onların yaptıklarından etkileniyormuş gibi, durun daha bitmedi, dua etmek şu problemi de beraberinde taşıyor: Allah’ın ilminin değişebileceği savunulmuş oluyor. Çünkü çoğu dua eden şöyle düşünür: "ben dua ettim de olaylar ondan dolayı öyle oldu, eğer dua etmeseydim böyle olmazdı" yani çoğunluk böyle düşünür. Halbuki bu, şu demektir: "ben dua etmeseydim olaylar başka türlü gelişirdi, dua ettiğim için böyle oldu" manasına gelir ki Allah’ın ilminin değişebileceğini savunmak demektir ve Allah’ın ilminin değişebileceğini savunmak ise kafirliktir, zira başka şeyin Allah’ı etkilediği manasını taşır. Yani Allah bu ayette dua etmeyi emretmekle kullarını saptırmış oluyor. Yani şunu diyorum size, dua etmeyin!

Mesela Allah merhametli midir? desem “evet” dersiniz. Merhametli değildir. Neden mi? Merhametin bir anlamı da acımaktır. Halbuki acımak ifadesi Allah için kullanılamaz; çünkü zaten o şahısları o hale koyan kendisidir, hep O’nun değişmez, nedensiz ilmine göre oluyor olaylar. Kuran baştan başa antropomorfik bir anlatım sergiler, yani insanbiçimci ilah anlatımı ve bu anlatımın dış görünüşüne inanan kafir olur. Zira Kuran’da Allah’ın gözlerinden, yüzünden, elinden, arşa oturmasından bahseden ayetler vardır. Kuran’da nedensiz ilme göre olduğundan onun da hakikatta nedeni yoktur. Mesela Kuran’da “Allah’tan başka ilah yok” diye ayet var. Bu akli delille sabittir. Bundan şüphe etmeye yer yok. Zira kanıtları var. Ancak nakli delille bize bildirilen ve akli delil ile ispatlanamayan şeylerden emin olamayız. Haber verildiği gibi olabilir de, olmayabilirde. Zira bu ayetlerle kullarını saptırabilir Allah. Zira dua ayeti nasıl ayetse, yeniden dirilmeden bahsedenlerde ayettir. Bu konuda fark yoktur.

Not: Bu görüşümü de bıraktım. Yani yeniden dirilme ve cennet, cehennem olabilirde, olmayabilirde dedim ya, o görüşü bıraktım ve cennet, cehennem, yeniden dirilme vardır diyorum. Ancak ayetler konusunda şu düşünceyi savunuyorum artık: Akli delille sabit konulardaki ayetlerin direk zahiri manasını kabul ediyorum. ( Mesela Allah’tan başka ilah olmadığı ile ilgili ayet ) Akli delillere zahiri zıt manalar taşıyan ayetleri tevil edebilirsem ediyorum, yok edemezsem “Allah kullarını bu ayetle saptırıyor” diyorum. Şunu diyorum, Allah bu ayetle bir mana kasdetmedi, ancak Kuran ayetlerinin böyle olacağını ezeli olarak biliyordu ve bu ayetler bundan dolayı böyle oldu. Yani bilmesinden dolayı.


*** Önce soruyorum: Allah’ın varlığının başlangıcı var mı? genelde “yok” derler. Tekrar soruyorum: Allah alemi (Allah’tan başka herşey) varetmek için bekledi mi beklemedi mi? eğer "beklemedi" derlerse şu sonuç çıkar: nasıl size göre Allah başlangıçsızsa, o halde alem de başlangıçsız demektir. Halbuki size göre alem başlangıçlıdır ve sonradan yaratılmıştır. Dolayısıyla siz şunu demek durumunda kalıyorsunuz: "Allah alemi yaratmak için bekledi." Eğer böyle derseniz soruyorum: Sonlu bir zaman mı bekledi yoksa sonsuz bir zaman mı bekledi? eğer "sonsuz bir zaman bekledi" derseniz, sonsuz zaman beklemeyle sonuna varılamaz. Öyle olsaydı alemin varlığa gelmemesi lazımdı, oysa varlıktadır. Demek ki siz "sonlu bir süre bekledi" diyeceksiniz. Böyle derseniz soruyorum: Sonlu sürenin hem başının hem sonunun belli olması gerekir. Sonuna alemin varlığa gelmesi derseniz başına ne diyeceksiniz? mecbur “Allah” diyeceksiniz. Yani bu düşünceye göre: "Allah alemden sonlu bir zaman önce önce varlıktaydı; daha önce değil" manası çıkar ki bu ise sizin de Allah’ın varlığının başlangıcını kabul ettiğiniz manasına gelir.
İnanın ki ben aslında sizin de haberiniz olmaksızın bunu savunduğunuzu size göstermek istedim. Evet Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmek durumundaki bir şahıs elbette çevresindekiler tarafından alaya alınır, “deli” denir. Zira başlangıcı var denildiği zaman, denecek ki: "O’nu kim başlattı" gibi sorular sorulacak. Bu şahıslar bu anda kendilerini güçlü hissederler ancak yukarıdaki delille aslında onların da Allah’ın varlığının başlangıcını savundukları açıktır. Ancak onlar bunu bilmez ve kendi düşüncelerinde mutludurlar. Ama onlar bilmiyor diye bende mi bunu bildikten sonra bilmezmiş gibi davranayım?

*** Soru: Allah alemden önce miydi? "evet" derse, sonsuz bir zaman önce de varlıkta mıydı? "evet" der. Derim ki: Yani sonsuz bir zaman önce varlıkta olan Allah’tan bugüne sonsuz bir zaman geçti ve alem oluştu öyle mi? "evet" derse, soruyorum: sonsuz zaman, sona erebilir mi?

*** Soru: Allah alemden zaman olarak önce mi? "evet" derse, sonlu bir süre önce mi yoksa sonsuz bir süre önce mi? "sonsuz bir süre önce" derse, derim ki: O halde alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. Zira sonsuz sürenin sonuna varılamaz. Ama alem varlıkta olduğundan, "Allah alemden sonlu süre öncedir" demek durumunda kalıyorlar. Bu ise Allah alemden sonlu bir zaman önce varlıktaydı; daha önce değildi demek olur ve Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmek manasına gelir.

*** Bak durum çok acayip bir hal aldı. Ben kimsenin bulamadığını buldum. O bakımdan millet dediğimi anlamıyor, bu derin kitapları okuyorum ve onların da bu konuyu görmezden geldiklerini ya da anlamadıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. O da şu: Aleme hadis yani sonradan diyor bir çok kişi yani “Allah alemi yoktan yarattı” gibi anlatıyorlar. “Yoktan yarattı” demek alemden önce yokluk bahis konusudur demektir ki alem sonradan yaratıldı demektir; ama burada şu problemler var, şöyle ki: aleme sonradan diyorlar ya, soruyorum: neyden sonra? Mecburen Allah’tan sonra diyecek başka çaresi yok. Yine soruyorum: Sonlu bir süre sonra mı sonsuz bir süre sonra mı alemi yarattı? Sonsuz süre sonra diyemez, zira sonsuz süre beklemeyle sona eremez. Alemin varlığa gelmemesi lazımdı öyle olsaydı. Ancak alem varlıktadır, demek ki sonlu süre sonra alemi yarattı diyecek. Ancak burada şu problem var: Sonlu süre demek başı ve sonu belli olan süre demektir. Sonuna alemin varlığa geldiği anı diyorlar ancak başına mecburen “Allah” diyecekler. Yani bu laf Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak oluyor. Bu çok açıktır. Zaten bundan dolayı filozoflar, Ehli Sünnet’i rezil etti, dalga geçtiler. Aleme “sonradan yaratıldı” diyenleri yani. Gazali’nin "Filozofların Tutarsızlığı" kitabında, Gazali onların delillerine karşı cevap vermiyor ama işi yokuşa sürüyordu. Zaten kitapta bunu itiraf da ediyor. Ancak filozoflar da şunu göremediler: Bu filozofların içinde Farabi ve İbn Sina da var: Onlar sudurcuydu, sudur nazariyesini savundular. Plotinus kurdu bunu, bunlar geliştirdiler. Sudur demek taşma, çıkma demektir. Yani “alem Allah’tan taştı” diyorlar. Ancak bu alemin varlığa gelişi Allah’tan zaman olarak sonra değildir dediler. Bunu da bir takım şeylerle anlattılar ve şunu dediler: Allah ve alem ezelidir dediler. Yani Allah’ın başlangıcı yok dediler. Aslında onlar şunu göremedi: Sudur prensibine göre “alem ile Allah birlikte hep varlıktaydı, alem zaman olarak sonradan olmadı; bilmesi olayların sebebidir” diyorlar. Halbuki şu delillerle alemin yani olaylar zincirinin yani sebep sonuç zincirinin geçmişe doğru sonsuza dek gidemeyeceği açıktır. Eğer geçmişimizde sonsuz sayıda olaylar zinciri olsaydı, şu mana çıkardı: Geçmişte sonsuz sayıda olay oldu, bunlar bitti ve sıra bize geldi; yani şu an ki olaya geldi, bu ise denemez. Çünkü sonsuz sayıda olay sona eremez. Ama bu olaylar sona erip bize sıra geldiğine yani şu an ki olaya sıra geldiğine göre demek ki geçmişimizde sonsuz sayıda değil sonlu sayıda olay oldu demektir. Bu ise şu manaya gelir: Madem sonlu sayıda olaylar zinciri oldu geçmişte, o halde bu sonlu sayının; mesela sonu şu an. Çünkü geçmişteki olaylardan bahsediyoruz. Bir başı ise olmalıdır; çünkü sonlu sayıda olay için bir baş olması gerekir. Ancak sudur nazariyesini benimseyenlere göre, yani bu düşünceye göre nasıl alemin bir başlangıcı varsa, Allah’ın da varlıkta başlangıcı olmalıydı. Çünkü onlara göra alem sonradan varlığa gelmedi. Hep Allah ile birlikteydi. Yani onlar da ne dediklerini göremedi. Onlar açıkça Allah’ın varlığının başlangıcı var demedi. Ama dedikleri laf buraya geldi. Şunu diyorum: İster aleme sonradan varoldu deyin, ister filozoflar gibi, sudur nazariyesini benimseyin, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmeden siz bu alemin varlığını açıklayamazsınız. Durum bu; ancak çoğunluk insanlara bu durumu anlatamıyorum.
Onlar bu sorularımı düşünmedikleri takdirde kendilerince bir çözüm yolu bulduklarını düşünüyorlar. Ancak onlar da tam olarak bilmiyorlar ne düşündüklerini, çözüm üretme çabası içinde olmuyorlar.

*** Önce uzayı sonsuz bir cisim kabul edelim ve ondan sonlu bir parça kopardığımızı varsayalım. Bu parçayı (mesela 10 metrekare) kopardığımızda geriye kalan sonlu mu yoksa sonsuz mudur? Eğer sonlu denirse,
_Cevap: Geriye kalan sonlu ise ve kopardığımızda sonlu olduğuna göre, sonu + sonlu = sonlu düşüncesine göre uzay sonlu demektir. Eğer sonlu miktarda parçayı kopardığımızda geriye kalan miktar sonsuzdur denirse devam ediyorum; bu kopardığım parçayı tekrar yerine koyuyorum. Şimdi soruyorum: Şimdiki hali kopardığım andaki halinden daha mı büyük yoksa eşit mi? Eşit derse, halbuki "bir cisme sonlu bir cisim eklenince, eklenmeden önceki halinden büyük olur" akli delili gereğince bu cevabı yanlış demektir. Dolayısıyla şahıs bu soruya, yani: “kopardığım parçayı eklediğimde, bu parçayı eklemeden önceki halinden büyük olur mu?” şeklindeki soruya: "evet büyük olur" demek zorundadır. Ama siz bu parçayı eklemeden önceki haline de sonsuz demiştiniz. Soruyorum: Sonsuzdan daha büyük bir boyut olur mu? mantıken olmaz. Dolayısıyla eğer siz parçayı eklediğimde, eklemeden önceki halinden büyüktür diyorsanız, parçayı eklemeden önceki haline de sonlu demek zorundasınız ve ben sonlu miktardaki uzaya, sonlu miktar ekleyince yine sonlu miktar uzay olur. Yani bu delil uzayın ve bütün cisimlerin sonlu boyutta olduğunu ispatlıyor.
Not: Sonradan Alemin hacim olarak sonsuz olduğuna inandım.

** Tatbik delili adı verilen ve olayların geçmişe doğru sonsuza dek gidemeyeceğini ispatlayan bir delildir :

neden.........................................eser A silsilesi

neden.......................eser B silsilesi

A (2005 yılı) silsilesi ve B (2000 yılı) silsilesi düşünelim. İkisi de geçmişe doğru sonsuza dek olaylar zinciri şeklinde gittiğini varsayalım. Ancak B silsilesi, A silsilesinden sonlu miktarda eksik olan bir silsile olsun. Düşünelim: B olaylar silsilesi , sayıca A silsilesinden küçük mü, eşit mi? "eşit" denirse, olmaz, çünkü başta kabul ettik ki, sonlu miktarda küçük bir silsiledir bu B silsilesi (2000 yılı),
dolayısıyla B olayları, A olaylarından sayıca küçük diyeceksiniz.
soru: Siz B'yi sonsuz olaylar zinciri kabul ettiniz. A' dan olayların sayısı küçük derseniz, daha siz nasıl B 'ye sonsuz sayıda olay diyeceksiniz? Çünkü bir olaylar silsilesinden (A' dan) küçük dediğiniz silsileye sonsuz sayıda diyemezsiniz. sonlu sayıda demek zorundasınız. Bunu kabul ettinizse, şimdi A'ya bakalım, siz B'yi sonlu sayıda silsile kabul edince, B 'den yani sonlu sayıdaki olaylar silsilesinden, sonlu miktar büyük olan silsile de sonludur. Demek ki A silsilesi de sonludur. Yani iki silsile de aslında sonludur.
Bu delil olayların geçmişe doğru sonsuza dek gitmeyeceğini gösteren tatbik delilidir. Aslında tam böyle değil ama ben basitçe anlattım. Ateistlerin savunduğu, olayların sonsuza dek geri gittiği görüşünü çürüten bir delildir.

_Not: Benim şimdi bu görüşüm değişti. Bu delili eleştireceğim: A ve B silsileleri başta sonsuz kabul edilyordu ve tatbik edilmesi sonrasında A silsilesi fazla sayıda izlenimi verildi ve bu tatbik olamaz, yani A silsilesinin bir kısım fertleri boşta kalır dendi. Halbuki biz başta bu iki silsileleri sonsuz kabul etmiştik. Bu tatbik olayını mesela 2005 yılı ile 2000 yılı olayları itibariyle tatbik yapabiliriz; ve ama iki silsileyi sonsuz kabul ettik ve böyle bir tatbikin sonsuza dek gittikleri varsayabiliriz. Yani çapaz bir tatbik yapmış oluruz.

*** Alem sonradan yaratıldıysa ve zaman da onunla birlikte yaratıldıysa, siz o halde aleme neye göre sonradan diyorsunuz? Çünkü her sonranın öncesi olmalıdır ki ona sonradan denebilsin. Öncelikte zaman kavramıdır. O halde dediğiniz şu manaya geliyor: Zaman, zamanda yaratıldı.

*** Bugün aldığım bir kararla Allah’a zalim diyorum. Zalim olmak Allah için eksiklik olmaz; çünkü eksiklikten bahsetmek için bu bahsedilenin tam da olabileceği düşüncesinden hareket edilir. Oysa nedensiz Allah başka türlü olamazdı. Bu yüzden zalim olması O’nu eksik yapmaz. Bana kızanlara şu soruya cevap vermelerini teklif ediyorum: Herşeyin sebebi Allah değil mi? “hayır” derseniz;
ek soru: Allah yaratmadan bir şey vücuda gelir mi?

*** Ben zamanı böyle algılamıyorum bu Aristo’nun görüşüdür. O’na göre zamanın tanımı şudur: zaman hareketin ölçüsüdür. Ben bunu kabu letmeyerek şu anlamda bir zamanı soruyorum ısrarla sizlere: Ben 1, 2, 3 diye sayıyorken 2 ile 3 arasındaki geçen bekleme süre olarak bizim ölçülerimize göre bir saniyelik ölçüyü soruyorum; bana deniyor ki “alemden önce zaman yok ki, çünkü hareket yok, dolayısıyla hareketin ölçüsü olan zaman da yok” bakın benim sorduğum şu: Size göre sorarsam, yan siz aleme “sonradan yaratıldı” diyorsunuz ya, bakın şimdi size göre Allah ile alemin varlığa gelmesi arasında bizim ölçülerimize göre bir saniye de olsa bir süre geçmedi mi? İyi düşünün çok önemli ayrıntı bu.
İzah: “Süre geçmedi” derseniz, siz alemin varlığa gelişine “Allah’ın varlığından zaman olarak sonra değil” demiş oldunuz ve size göre Allah başlangıçsız olduğundan aleminde başlangıçsız olması gerekirdi. Ancak size göre alem başlangıçlıdır. Yani başlangıçlı ve başlangıçsız kabul ettiğin iki şeyin varlıkta birlikteliğini savunuyorsunuz ki büyük çelişkidir, dolayısıyla siz bu lafla hep dediğim gibi madem alemde geçmişe doğru olaylar dizisi sonlu yani başlangıçlı o halde bu lafla siz Allah’ın da başlangıcı olduğunu demiş oluyorsunuz. Kabul etmek istemesinizde.
Eğer “bir saniye geçti” derseniz bu laf yine yani “Allah ile alemin varlığı arasında bir saniye geçti bizim ölçülerimize göre” derseniz, olaylar zinciri geçmişe doğru sonsuz gitmeyip bir noktada durduğundan ve demenize göre; bu andan bir saniye önce Allah’ın varlığını kabul ettiniz, zira Allah’ın varlığıyla alem arasında sonlu süre olan bir saniyeden bahsettiniz, demek ki Allah alemden bir saniye önce varlıktaydı, ondan önce değil manası çıkıyor. Yani bu lafı da derseniz Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmekten kaçamıyorsunuz. Bu örnek bir saniye ama tabi ki bir salise de olsa değişmiyor.

*** Dedi ki: kursatotcu, Senin düşüncelerin deist Tanrı inancına benziyor tıpa tıp. Yani görmez, düşünmez, merhamet etmez vs.. Ancak bunlar İslamın Tanrı anlayışına uymuyor. Seni deizmden ayıran ve müslüman yapan nedir? Biraz da düşüncelerinin İslamla olan ilişkilerini anlat istersen.
_Cevap: Bildiğim kadarıyla deizm, Tanrı’yı kabul eden bir görüş; ancak onlar Tanrının olaylara müdahale etmediğini düşünürler. En baştan alemi yaratıp sonra ona müdahale etmediğini söyleyen görüştür. Ancak bu olamaz, çünkü en basitinden şöyle örnek vereyim; düşüncelerimiz ya da hatırlamalarımız. Hep şu soruyu sordum yine soruyorum: Düşünmek istemediğin halde düşündüğün bir düşünce oldu mu? çoğu “evet” diyor, soruyorum, madem düşünmek istemiyordun neden düşündün? demek ki senden değil bu. Yani hür iradenle değil. Neden oldu öyleyse? dolayısıyla burada Tanrı’nın varlığını kabulden başka yok yoktur. Bir örnekte hatırlama ile verelim: Bir konu aklına takılıyor ve düşünüyorsun ama bulamıyorsun; kendini zorluyorsun ama çıkaramıyorsun. Sonra kendini salıyorsun ve bir müddet sonra bulmak istediğini hatırlıyorsun. Örnekvereyim ben televizyonda Zeki Müren’i gördüm ve bir an ismini hatırlayamadım. “bu kadar meşhur birinin ismini hatırlayamıyorum” dedim; bulmaya gayret ettim ama bulamadım. Sonra yoruldum ve bıraktım; belki beş dakika sonra birden aklıma geldi, soruyorum demindenberi uğraştım nedereydi bu düşünce? Sonra ben kendimi zorlamayı bırakınca aklıma geldi; nereden geldi ve eğer gelivermediyse yani hep kafamdaysa ben o ismi beş dakika önce o kadar uğraşmama rağmen neden hatırlayamadım? Demek ki bu düşünceleri etkileyen benden başka bir şey var. İşte Tanrı’yı kabul etmeden bu ve benzeri olayları açıklayamazsınız. Dolayısıyla benim inandığım Tanrı olaylara müdahale eden bir Tanrıdır. Deizm değil. Teizm ancak ben Allah’ın sıfatları yoktur; bilgisi vardır, o da zatının aynıdır dedim; bunlar esasen önceden söylenmiş şeyler. Meşşailik adı altında gelişen felsefe akımında yer alır. Farabi ve İbn Sina bu görüşü sistemleştirdi. Kelam kitaplarında ise dediğim gibi insan biçimci ilah anlayışı hakimdir. Yani çok büyük hatalar yapılır. Mesela Mutezile mezhebine akılcı diyorlar ya, aslında öyle değildir.
Bakın Mutezile mezhebinin atladığı şudur: Onlar Allah’ın ezeli, öncesiz ilmini kabul ediyorlar, onlar da bu ilim zatının aynıdır diyor. Allah olayları olmadan önce bilir diyorlar; buna karşılık insan özgür irade sahibidir de diyorlar. Bu mu akılcılık? Öncesiz olan bir ilme göre sen bu fiilleri yapmıyor musun, ne hürriyeti? Onların dediği şudur: “Allah’ın ilmi bizim fiillerimize tabidir” derler. Ama öncesiz olan ilim sonradan olan fiile tabi olmaz; tersine sonradan olan fiiller öncesiz ilme tabi olmalıdır. Yani cebr, zaten cebr felsefede çok hakim bir görüştür. Mesela artık ben şöyle bir tavır yapıyorum: Size tuhaf gelebilir; okuduğum kitapta eğer Allah’ın iradesi kabul ediliyorsa, ben diyorum ki bu adam bu işi bilmiyor. Çünkü Allah’ın iradesinin olmadığı felsefe eserlerinde aslında söyleniyor. Bazen açıkça, bazen imalı şekilde. Yani size tavsiyem meşşai akımını inceleyin. Plotinos’tan beri gelen bir akımdır. Aristo ile Platon’un görüşlerini birleştirdi Plotinus; bunu ise Farabi ve İbn Sina geliştirdi. Ancak sudur nazariyesinde çok derinlik var. Yani şunu diyorum size: Siz kelamcıların yani bir takım şahısların Tanrı anlatışına bakıpta “Tanrı böyleyse ben buna karşıyım” deyip kestirip atmayın. Çok derin bilgiler felsefe kitaplarında mevcuttur, onlara bakın . Allah’ın merhametli,
adaletli olduğunu söyleyenler elbette sizi tatmin etmez. Bu dünyanın imtihan olduğunu söyleyenler sizi tatmin etmez elbet. Allah’ın yaptıklarında hikmet vardır ancak biz anlayamıyoruz demeleri de sizi tatmin etmez, ama siz de eleştirmeye yer arayan tavrı bırakıp araştırmaya koyulmalısınız. Yoksa olduğunuz yerde sayarsınız.


***

kursat:

Allah vardı ve hiçbir şey yoktu diye bir inanç var,buna Ehli sünet inanır ve şuna da inanır, “Allah alemi sonradan yarattı”

kursat:

bu sefer soru soruyorum: neyden sonra yarattı? Bu sefer şaşırıyorlar, zira zamanı Allah yarattı diyolar.
peşine alemi (Allah’tan başka her şey) sonradan yarattı diyorlar, yani zamanı alemle birlikte yarattı diyorlar.

mcin:

zamanı yarattıktan sonra mı alemi yaratmış diyorlar

kursat:

yok, aynı anda, Ehli sünnet diyor bunu

mcin:

ok.

kursat:

bu lafa göre onlara göre alemden önce zaman yok değil mi

mcin:

sanırım.

kursat:

peşine alem sonradan yaratıldı diyorlar, sonradan diyorsa bir öncesini kabul ediyor demek değil mi

mcin:

hmmm

kursat:

cevap ver

mcin:

anladım, bir çelişki var gibi, eğer senin söylediğin gibiyse düşünceleri

kursat:

önceyi kabul ediyor değil mi, ancak öncelikte zaman kavramı zaten

mcin:

şimdi doğru mu anladım bir bakalım, Allah zamanı ve alemi aynı anda yarattı diyorlar. ve sonra da alem sonradan yaratıldı diyorlar öyle mi?

kursat:

evet, ehli sünnet ve mutezile

mcin:

çelişki var evet. bu laflarına göra Allah ile alem zamanda birlikte olmadı mı

mcin:

şimdi bak, ben bunları senin onları anlatmana göre anlıyorum. Ben onların kitaplarını açıp okumadım.

kursat:

Allah ile alemi zamanda birlikte kabul etmiş olmadılar mı

mcin:

Hayır

kursat:

neden

mcin:

Allah alemi ve zamanı bir anda mı yarattı?

kursat:

onlar öyle diyor



***

PELIPE:

zaman yoksa beklemekte yok, ama beklememekte yok

kursat:

o halde alemde mi ezeli

PELIPE:

ezeli değil

kursat:

ya

PELIPE:

Allah’tan sonra

kursat:

sonlu bir zaman sonra mı, sonsuz bir zaman sonra mı

PELIPE:

bilmem, Allah bilir

kursat:

ama ikisiniden biri mi

PELIPE:

fark etmez ki, daha önce söylemiştim zaman yoksa sonsuz süre ile an farksızdır

kursat:

zaman olmadan sonralık olur mu

PELIPE:

işte bu süreyi boş ver, alem, Allah olmasaydı olmazdı, yani varlık sebebidir, sebep önce olur mantıken

kursat:

Allah zaman olarak alemden önce mi, değil mi

PELIPE:

öncedir herhalde

kursat:

zaman olarak mı

PELIPE:

hayır

kursat:

ya

PELIPE:

sıra olarak

kursat:

zat olarak mı

PELIPE:

Allah’tan sonra,

kursat:

yani zaman olarak alem, Allah’tan sonra değil diyorsun öyle mi?

PELIPE:

sıra olarak Allah’tan sonra diyorum, çünkü Allah onun varlık sebebi, yaratıcısı

kursat:

net cevap istiyorum, yani zaman olarak alem, Allah’tan sonra değil diyorsun öyle mi?

PELIPE:

sonra demek değil mi bu

kursat:

hayır, birliktelik demek, sudur nazariyesi

PELIPE:

bilmiyorum onu, mantık yürütüyorum sadece

kursat:

Farabi ve İbn Sina bunu savunur, ben de

kursat:

eğer sen alem zaman olarak sonra değil diyorsan, mecburen Allah ile beraber diyeceksin, başka seçeneğin yok

PELIPE:

Allah var, başka hiçbirşey yok, Allah alemi ve onunla birlikte zamanı yaratıyor, dolayısıyla alem zamanın sıfırında ama ezelde değil, ondan öncesi var, şimdi konuş

kursat:

alemden zaman olarak mı önce Allah

PELIPE:

zaman yok ki, göreceli bir şey bu

kursat:

o halde neden sonra diyorsun aleme

PELIPE:

çünkü insanım, beyin ancak buna müsade ediyor, çünkü zamansız bir ortamı hayal etmek çok güç

kursat:

madem alem ile Allah arasında zaman geçmedi, soruyorum: Allah başlangıçlı mı

PELİPE:

başlangıçsız

kursat:

alem başlangıçlı mı

PELIPE:

evet

kursat:

çelişkiye düştün, şöyle: O halde sen mecburen Allah alemden zaman olarak önce demek zorunda kaldın, çünkü başlangıçlı ve başlangıçsız kabul ettin, bunlar aynı anda diyemezsin

kursat:

sana Allah’ın başlangıçlı olduğunu ispatlıyorum. Allah alemden önce de varlıkta mıydı?

PELIPE:

evet

kursat:

sonsuz zaman önce de varlıkta mıydı

PELIPE:

evet

kursat:

yani Allah’tan bugüne gelene kadar sonsuz zaman geçti öyle mi

PELIPE:

hayır

kursat:

ya

PELIPE:

alemden bugüne belli zaman geçti, Allah sonsuzdan bugüne kadar vardı, yine sonsuza kadar varolacak

kursat:

yani sonsuzdan bugüne kadar vardı Allah öyle mi

PELIPE:

evet, zaman olarak değil ama çünkü zamanı Allah yarattı

kursat:

geldiğim nokta Allah’ın varlığının başlangıcını gösteriyor, Dört adet delilim var, çürüten olmadı, çok güçlü anlatayım sana ( daha sonra Allah'a ezeli dedim)

PELIPE:

ok

kursat:

problem şu: alemin kıdemi, yani alem ezeli mi değil mi, ancak ehli sünnet ve mutezile dedi ki: Allah vardı ve hiçbir şey yoktu

PELIPE:

evet, benim gibi

kursat:

Allah alemi yani Allah’tan başka her şey demektir, sonradan yarattı dediler

PELIPE:

evet

kursat:

ama şu çelişkiye düştüler, öncelikle, zamanı Allah yarattı dediler, bu çelişkiydi

PELIPE:

bence değil

kursat:

çünkü zamanı alemle birlikte yarattı dediler, yani onlara göre alemden önce zaman yoktu. buna karşılık sonradan yarattı alemi dediler, sonradan olması için öncesi olmalıydı, halbuki önce kavramı da zaten zaman kavramıydı, alem sonradan dediler ya, soruluyor onlara: neyden sonra yarattı, bu sefer şaşırıyorlar, mecburen şunu diyorlar: “bir müddet yaratmadı sonra istediği vakitte yarattı” bu sefer şu soru soruluyor: bu yaratmama süresi sonlu bir süre mi yoksa sonsuz bir süre mi, bu sefer sonsuz süre derse bak ne oluyor: sonsuz süre beklemeyle biter mi, tükenir mi, sonuna varılır mı,

PELIPE:

ama soru saçma

kursat:

hayır, mükemmel soru, sonsuz süre bekledi diyemeyeceklerine göre mecburen sonlu süre sonra alemi yarattı diyolar

PELIPE:

ok

kursat:

burda ipler kopuyor işte

PELIPE:

eeee

kursat:

çok önemli burası

PELIPE:

ok

kursat:

sonlu süre sonra yarattı demeye mecbur kaldılar ya, sonlu sürenin başı ve sonu belli olmalı değil mi, bak sonlu zaman diyolar ya bunun sonuna alemin başlangıcı diyorlar, başına ise Allah diyorlar. Yani daha önce Allah yok bu düşünceye göre. Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyolar, yani alem sonradandır diyen, Allah’ın varlığının başlangıcını savunmuş oluyor



***
kursat:
kızına tecavüz edenlerin bu hareketi Allah’ın dilemesiyle mi oluyor?
mcin:
bilemeyeceğim, sence.
kursat:
iradesi yok
mcin:
Allah’ın bir tek ilmi mi var?
kursat:
evet
mcin:
başka
kursat:
yok
mcin:
bu alemin varlığa gelmesi hangi sıfatıyla oluyor?
kursat:
sıfat değil bilmesi yeterli
mcin:
yani bilmesiyle alem de varlığa mı gelliyor?
kursat:
evet
mcin:
ilginç
kursat:
meşşailer böyle derler
mcin:
onlar kim? yeni duydum.
kursat:
Farabi ve İbn Sina onlardandır, Plotinus kurdu bu akımı
mcin:
eski Yunanda mı kuruldu?
kursat:
bilmiyorum, 300 yıllarında kuruldu, yani bunları tek ben demiyorum
mcin:
peki akıl ile vahiy çatıştığında sen hangisini tercih ediyorsun
kursat:
akıl
mcin:
akıl vahiyden üstün mü sana göre
kursat:
onu demedim, ama böyle yaparım, genel kural bu zaten
mcin:
vahiyin kaynağı ezeli ilme sahip olan Allah
kursat:
evet
mcin:
oysa ilmin kaynağı her zaman yanılabilecek olan insan. nasıl aklı daha önce tutabiliyorsun? akıl ise kimin aklı? şeytan da akıl verir ama yanlış akıl.
kursat:
bak bilinen bir şey bu zaten. sence Allah alemden önce varlıkta mıydı
mcin:
Allah hep vardı. Daima.
kursat:
peki alem
mcin:
Alem yaratıldı diye biliyorum.
kursat:
alemden önce diyon ya, sonlu bir zaman önce mi sonsuz bir zaman önce mi
mcin:
Zaman alem ile birlikte varlığa geldiği için. alem yaratıldıktan sonra ancak önce ve sonra kavramlarını kullanabiliriz. alem yaratılmadan önce öncelik ve sonralıkdan bahsedemeyiz. öncelik ve sonralık alemin içindedir.
kursat:
o halde neden aleme sonradan yaratıldı diyorsun
mcin:
öyle mi demişim. nerede?
kursat:
sen alemi sonradan yarattı demiyormusun
mcin:
alemi yarattı diyorum.
kursat:
peki kendi varlığından sonra mı
mcin:
alem yaratılana kadar zamansızlık vardı. o yüzden sonra önce kavramı yok burada. zamansızlık içinde yaratıldı.
kursat:
o halde alemin varlığı Allah ile birlikte mi varlığa geldi
mcin:
Allah zaten varlığa gelmedi. O hep varlıktaydı.
kursat:
peki alem mi varlığa geldi
mcin:
Alem ise zamansızlık içinde varlığa geldi. tabi zaman ile birlikte. alem varlığa gelene kadar önce sonra yok.
kursat:
o halde sen mecburen zaman olarak alemden önce de Allah vardı diyeceksin
mcin:
alemden öncesi zaman olarak yok. alemden önce zamansızlık var. zamansızlık içinde varoldu.
kursat:
bu zamansızlık bir zaman aldı mı
mcin:
zamansızlık adı üstünde zaman almaz.
kursat:
o halde Allah’ın varlığı ile alemin varlığı arasında zaman geçmedi öyle mi
mcin:
Allah hep vardı. alem ise yaratıldı. ama zamansız bir ortamda yaratıldı.
kursat:
sen Allah, alemden zaman olarak önce değil diyor musun

mcin:
demiyorum.
kursat:
ne peki
mcin:
zamansızlıkta yaratılan birşeyi önce mi sonra mı diye soruyorsun. zamansızlıkta öncelik sonralık olurmu?
kursat:
olmaz mı
mcin:
zaman olmazsa önce sonra da olmaz.
kursat:
o halde neden aleme sonradan yaratıldı diyorsun
mcin:
hatırlamıyorum. nerede demişim.
mcin:
yani sen Allah yaşlanıyor mu demek istiyorsun kürşat
kursat:
evet
mcin:
Peki ömrü var mı sana göre?
kursat:
yok
mcin:
başlangıcı varsa ömrü de olmalı mı?
kursat:
ebedi
albatros:
mcin, bir şey yaratıldıysa yaratandan sonra olur benim bildiğim, öyle değil mi?
mcin:
ama bundan sonra seni nereye getirecek bak iyi izle kürşatı, Allah’ın varlığının başlangıcı olduğuna getirecek seni. sen Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu kabul ediyor musun?
albatros:
önce şuna bir açıklık getir.
mcin:
Kürşat sen bu yazdıkların sonucunda Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu ispata çalışmıyor musun? nihai amacın bu değil mi?
kursat:
evet
mcin:
peki sen kabul ediyor musun bunu albatros?
albatros:
konu bu değil
mcin:
peki albatros, Allah için zaman geçer mi sence? yani Allah yaşlanır mı?
albatros:
benle değil, kürşatla tartışıyorsun..
mcin:
iyi de zaman akmıyorsa geçmiyorsa nasıl önce sonra diyebilirim.
kursat:
sen alemi yoktan yarattı demiyor musun
mcin:
öyle biliyorum.
kursat:
yani alemden önce yokluk mu söz konusuydu
mcin:
Allah vardı.
kursat:
yoklukta var mıydı
mcin:
yoklukla varlık ters sözcükler zaten
kursat:
Allah yalnız mıydı
mcin:
evet
kursat:
sonra bu yalnızlığı bozuldu mu
mcin:
sonra bozulmadı zamansızlık da bozuldu.
kursat:
yani hep mi bozulmuştu
mcin:
zaman sonralık öncelik senin benim için. Allah için tüm zamanlar her an onun emrinde
kursat:
cevap ver
mcin:
sorun neydi?
kursat:
yukarıda
mcin:
“yani hep mi bozulmuştu” ne demek bu
kursat:
yani hep mi bozulmuştu yalnızlığı, yani hiç yalnız olmadı mı
mcin:
söyledim ya yalnız diye
kursat:
uzun süre mi yalnızdı kısa süre mi
mcin:
zamansız süre, çünkü süre yok.
kursat:
zamansız süre nasıl oluyor
mcin:
süre yok demek, zaman da yok demek.
kursat:
o halde yalnız değildi demek zorundasın
mcin:
şimdi kürşat sen zamanda yaşıyorsun diye Allah da zaman da mı yaşamak zorunda. Zaten zamanın yaratıcısı. yaratılan yaratanı idare mi ediyor?
kursat:
zamanın yaratılması zaman aldı mı almadı mı
mcin:
almadı.
kursat:
o halde zamanda mı ezeli
mcin:
çünkü zaman yoktu yaratılmadan evvel, zaman yaratıldı diyorum.
kursat:
ezeli mi peki
mcin:
hayır, yaratıldı.
kursat:
ezeli değil mi
mcin:
ama zamansızlıkta yaratıldı.
kursat:
sonradan mı yaratıldı zaman
mcin:
Bak şimdi. Allah için zaman sözkonusu değildir. Hala da değil. Her an herşey ve tüm zamanlar Allah indinde sabittir. Allah şu anda 10 milyar yıl öncesini de, 20 milyar yıl sonrasını da yaşıyor.
kursat:
biz burada ne kadardır yazışıyoruz
mcin:
yarım saat diyelim.
kursat:
yarım saattir Allah ne yapıyor peki
mcin:
yarım saat değil trilyonlarca yılı izliyor belki de Allah şu anda. yarım saati sen ben yaşıyoruz.
kursat:
peki alemi Allah’mı yarattı
mcin:
evet.
kursat:
yaratmak için hazırlık yaptı mı
mcin:
ne hazırlığı? Allah bir şeye ol diye emretti mi o şey olur.
kursat:
yani yaratmak için bir eksiği yoktu değil mi
mcin:
o noksanlıklardan münezzehtir.
kursat:
o halde alemin yaratılması için beklemesine de gerek yoktu öyle mi
mcin:
yani zaten beklemesi için zamanın geçmesi lazım, zaman da geçmiyordu onun için.
kursat:
yani alemi beklemeden yarattı öyle mi
mcin:
zaman olmayınca bekleme de olmaz.
kursat:
evet mi
mcin:
evet.
kursat:
o halde sen “Allah ile alem varlıkta beraberdi” mi diyorsun, iyi düşün
mcin:
demediğimi defalarca söyledim yukarıdaki satırlarda.
kursat:
ama dediğin laf buraya gelmiyor mu
mcin:
Peki sen hep soruyorsun soruları. Allah’ın varolmasını, başlangıcını sana göre kim veya ne tetikledi?
kursat:
onu izah edemiyorum
mcin:
edemezsin. çünkü böyle bir şey yok.
kursat:
ama deliller bunu gösteriyor
mcin:
bilemiyorum. bence biraz daha kafa yor bu konulara.


*** Aleme hadis yani, yoktu sonradan var oldu diyenler: şunu demiyor mu: Allah’ın iradesi ezeli ve ezeli iradesiyle alemin sonradan var olmasını irade etti, yani ezeli olarak alemi sonradan yaratmayı irade etti.
_Soru: Peki ezeli iradesiyle alemi sonradan yaratmayı irade etti dediniz, soruyorum, sonlu bir zaman sonra mı yoksa sonsuz bir zaman sonra mı alemi yaratmayı irade etti?
- Eğer "sonsuz bir zaman sonra alemin varlığa gelmesini ezeli olarak irade etti" derseniz, sonsuz zamanın sonu olmadığından alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. Halbuki varlıktadır, demek ki bunu diyemezsiniz.
- Eğer alemi sonlu bir zaman sonra yaratmayı ezeli olarak irade etti derseniz
_Cevap: Sonlu süreden bahsetmek için bu sürenin hem başının hem de sonunun belli olması gereklidir. Siz bu sonlu sürenin sonuna alemin varlığa gelmesi anı diyeceksiniz, peki ama bu sürenin başına ne diyeceksiniz? Mecburen “Allah” diyeceksiniz ki yine "alemden sonlu bir zaman önce Allah varlıktaydı, ondan önce değil" demiş oluyorsunuz. Yani yine Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş oluyorsunuz.


*** Geçmişimizdeki olaylar bitti mi? “Evet” der. Sonsuz sayıda olay biter mi? “hayır bitmez” der, demek ki geçmişimizdeki olaylar bittiğinden sonlu sayıda olay oldukları anlaşılır.

_ Size zamanın geçmişte başlangıcı olduğunun delillerini vereceğim. Üç adet delil:

_Delil 1: Geçmişimizde sonsuz bir zaman mı geçti de bitti ve şu an ki zaman yaşanmakta? “evet” derse, sonsuz zaman biter mi? “hayır” derse, demek ki geçmişteki zaman bitip şimdiki zaman yaşandığına göre geçmişimizdeki zaman sonsuz olmayıp sonlu yani başlangıcı olan bir zamandır.

_Delil 2: Saat 1 diyelim, geçmişimizde geçen zamanı düşünelim, soruyorum: Bu zaman sonsuz muydu? “evet” derse derim ki: Peki aradan bir saat geçti, oldu saat 2, soruyorum: Bu anda saat 1 deki ana göre daha mı çok zaman geçti? “evet” der, derim ki sonsuz zamandan daha çok zaman olur mu? “olmaz” der, madem öyle sen “saat 2 deki zaman saat 1 deki zamandan daha çok geçti” dediğine göre, demek ki saat 1 deki zaman sonlu bir zaman manasına gelir. Dolayısıyla sonlu bir zaman için başlangıç ve bitiş gerekli olduğundan, saat 1 deki sonlu zamanın sonuna saat 1 dedik ama başı da belli olması gerekiyor; sonlu olduğu için. Demek ki geçmişte bu zamanın da başlangıcı vardı.

_Delil 3: 2003 ten 2005 e geldik. 2003 e göre daha mı fazla zaman geçti ve dolayısıyla 2003 e göre zaman miktarı arttı mı? “evet“derse, soru: Sonsuz zaman artar mı? “hayır” derse, demek ki 2003 teki zaman da geçmişten beri sonlu olduğu anlaşılmış oldu.

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Soru: Teselsülü (yani olaylar zincirinin geçmişe doğru sonsuza gittiğini ve başlangıcının olmadığını savunan görüş) kabul edene soruyorum: Sizce hareket ettiricisiz hareket olur mu? “olur” derse, bu hareket kendi kendisinin mi sebebi o halde, bu ise batıldır, derim. Bu sefer der ki: “Hareket ettiricisi olmadan hareket olmaz.” Derim ki: Halbuki sen bu dediğini de kabul etmemektesin işte ispatı: Eğer olaylar zincirinin başlangıcı olmasaydı, demenize göre bu olayların hepsini bir bütün olarak varsayarsak, bu olayları yani bu olaylar zincirindeki her halka yani sebep sonuç ilişkisindeki her olay, sizce aynı zamanda hareket edendir. Dolayısıyla bu olayların bütününe hareketli denebilir. Oysa eğer bu olaylar yani hareketler bütünü dışında, bir hareketsiz hareket ettici olan varlık, yani Allah’ı kabul etmezseniz, siz yine hareket ettiricisi olmadan, hareketi kabul etiniz demektir.
_Not: Sonradan görüşüm değişti ve teselsülü ben de kabul ettim.



- Hareket başlangıçsız olur mu? “olmaz” derseniz, şunu kabul etmediniz mi? başlangıçsız bir başlangıç.


Allah’a zalim dememek için çok sözler söylendi ancak Allah’ın savunulmaya ihtiyacı yoktur.

Cebre inanmayanlara ve Allah’ın iradesi olduğunu kabul edenlere soru: Allah neyi irade ettiğini ya da edeceğini öncesiz ilmiyle bilyor muydu? “biliyordu” derse, derim ki: o halde neyi irade edeceğini öncesiz olarak biliyorsa; olacağını bildiği olayları da öncesiz olarak irade etmiş olmadı mı? Zira irade edeceğini öncesiz olarak bilmek; öncesiz olarak irade etmek manasına gelmez mi? “evet, o manaya gelir” derse, o halde senin yapacakların da bu düşünceye göre öncesiz olarak irade edilmiş demektir. Soruyorum: Sen, senden önce ne olacağı öncesiz bir şekilde irade edilmiş bir fiili mi yapmaktasın?

***

mcin:
sen şunu söylüyorsun. sonsuz zaman geçipte alemin varlığa gelmemesi gerekirdi diyorsun değil mi? sonzuzluğu kavrayamıyorsun. Senin söylemine göre sonsuz zamandan hiç bir şekilde bu zamana gelinemez. sen burada yanılıyorsun. bir ezeliyet bir de ebediyet var değil mi, biri sonsuz geçmiş biri sonsuz gelecek ve biz bunun arasındayız. sen sonsuzluğu tahayyül edemiyorsun. sonsuzluk üzerindeki ara noktalara gelinemeyeceğini iddia ediyorsun. pekala gelinebiliyor. geçmişten geleceğe giden bir sonsuzluk varsa bu sonsuzluk hattı üzerinde şimdiki zaman da olmalıdır.
kursat:
ama şimdiki zamandan önce sonsuz bir zaman geçipte bize mi sıra geldi
mcin:
evet ve sonsuz zaman geçerekte sonsuzluğa gidecek, sonsuz bir geçmiş ve sonsuz bir gelecek, biz bu arada bir noktayız. eğer sen bu olmaz diyorsan, sonsuzluk kavramını reddediyorsun demektir.
kursat:
geçmişte bir başlangıç olmalı
mcin:
o zaman senin sorunun sonsuzluğu algılayamamak, açıklayamamak. sonsuzluğa anlam verememek.
kursat:
Allah sonsuz zaman önce de varlıkta mıydı?
mcin:
evet, eğer Allah için zaman var ise
kursat:
peki alem sonsuz zaman önce varlıkta mıydı
mcin:
bilemiyorum. ama ekseri görüş yaratıldığı yönünde.
kursat:
senin görüşün ne
mcin:
ekseri görüşe yakınım.
kursat:
yani hep varlıkta değildi sonra varlığa geldi öyle mi
mcin:
evet
kursat:
peki Allah ezel de yani başlangıçsızken de yaratmaya kadir miydi
mcin:
dur ben yazını okuyayım daha kolay olacak biraz bekle
kursat:
ok
mcin:
forumdaki yazında demişsin ki: “eğer sonsuz bir zaman sonra alemin varlığa gelmesini ezeli olarak Allah irade etti" derseniz, sonsuz zamanın sonu olmadığından alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. halbuki varlıktadır, demek ki bunu diyemezsiniz” sorun burada. sonsuz geçmişten buraya gelinebilir, bir trilyon yıl önceye de gelinebilir. bir trilyon yıl sonraya da, ama sonsuz geçmişe gitmek istersen gidip te bitiremezsin. sonsuzluğun özelliği bu. adı üstünde sonsuz. sona ermiyor. burası geçilen milyarlarca noktadan sadece birisi.
kursat:
ama ben geçmişimizden bahsediyorum, yani diyorum ki: geçmişimizde sonsuz zaman geçmedi
mcin:
şimdi ben diyorum ki: sen sonsuz geçmişten bu noktaya gelinemez diyorsan bu demektir ki, sonsuz geçmişten geleceğe doğru hiç bir noktaya gidilemez demektir değil mi?
kursat:
hayır o değil (mcin mükemmel soru sordu)
mcin:
o anlama geliyor ama
kursat:
zaten şu zaman da sonlu diyorum, geçmişe doğru gidildiğinde
mcin:
tamam, sen sonsuzluğu kabul etmek istemiyorsun.
kursat:
evet, geçmiştekini
mcin:
sonsuz kavramı anlaşılmaz geliyor sana. “bu sonsuz sayıda olayın sonu gelebilir mi”, demiştin değil mi?
kursat:
evet
mcin:
gelmez
kursat:
o halde sıra biz geldiğine göre, demek ki geçmişimizdeki olaylar sonsuz değil sonlu sayıda demektir öyle değil mi
mcin:
biz son muyuz sence? biz son değiliz ki, sonsuz sayıdaki olaylar devam ediyor.
kursat:
geçende de anlatmadım mı bunu, ısrarla soruyorsun
mcin:
bak geçen sefer de son demiştin. biz hala buradayız ve yazıyoruz. Demek ki son değilmiş o zamanda
kursat:
geçmişimizdeki olayları soruyorum, şu an saat kaç
mcin:
21:39
kursat:
diyorum ki: 21:38 den önceyi düşün, okey mi
mcin:
sonrasını da sen düşün. 21:38 de bitirme.
kursat:
bu ana gelinceye kadar sonsuz sayıda olay mı oldu yani
mcin:
sonsuz sayıdaki olayın bu zamana kadar ki kısmı oldu.
kursat:
sonsuz sayıda olayın kısmı olur mu
mcin:
olmaz; sen parçaladın, ben parçalamadım kısımlara. 21:38 de parçaladın zamanı, dediğim gibi sonsuz sayıda olayı parçalamayı sen tercih ettin. o devam ediyor.
kursat:
bak 21:38 den önce sonsuz sayıda olay olup bitti mi
mcin:
sonsuz sayıda olayın 21:38 e kadar olan kısmı bitti. 21:38 den sonraki kısmı da gelecek.
kursat:
onu sormuyorum
mcin:
ya kürşat 21:38 olmazsa, 22:56 olmazsa, 23:59 olmazsa bu sonsuz sayıdaki olay nasıl olacak açıklar mısın. dün olmazsa, bugün olmazsa, yarın olmasa bu sonsuz olay nasıl oluşacak. sonsuz olay bunların biraraya gelmesi. (yine mükelemmel bir açıklama yaptı mcin)
kursat:
dediğim vakitten önce sonsuz sayıda olay olup bitti mi bitmedi mi
mcin:
ya niye bu nokta. bu vakit. niye kesiyorsun. sen kesintiyi suni olarak yapıyorsun, gerçekte böyle bir kesinti yok. geçen zaman var sadece. ( yine süper bir izah yaptı)
kursat:
soruya cevap ver( velakin sorum çok güçlü, net cevap veremiyor)
mcin:
fakat olaylar kesilmedi. bugüne geldik. Bugün de kesilmeyecek, 2016 yılı gelecek mesela, ezeliyet ebediyet çizgisini düşün
kursat:
senin geçmişin yokmu
mcin:
geleceğim de var.
kursat:
geçmişin var mıydı
mcin:
vardı
kursat:
geçmişindeki olaylar sona erip sana sıra geldi mi
mcin:
eee
kursat:
sonsuz sayıda olay sona erebilir mi peki
mcin:
ermez.
kursat:
o halde
mcin:
ermedi ki, sen bir noktada ermiş farzettin.
kursat:
sen doğmadın mı
mcin:
doğdum.
kursat:
belli bir vakitte değil mi
mcin:
evet
kursat:
onu soruyorum, geçmişindeki yani sen yokken meydana gelen olaylar eğer sonsuz sayıda olsaydı sıra sana gelebilir miydi dersin
mcin:
sonsuzdan gelip, sonsuza giden bir ip var önünde, sen bu ipi tam önünde kesiyorsun ve diyorsun ki: bu ipin sol tarafı sonlu.
kursat:
evet
mcin:
iyi de o ipi bağla tekrar, şimdi nasıl bu ip
kursat:
bağlı
mcin:
yani sonsuzdan gelip sonsuza gidiyor. kaldı ki geçmişimdeki olaylar dahi sonsuzdur. çünkü başlangıcı yoksa bu noktaya gelsen bile geçmiş olayların sonuna varamıyorsan sonsuzdur.
mcin:
matematik gördüysen bilirsin. Sonsuzun, sonlu herhangi bir sayıya bölümü sonsuzdur. sen sonsuzu ikiye böldün, sonsuzun ikiye bölümü de sonsuzdur.

Not: Daha sonra ben de teselsülü yani geçmişte sonsuz sayıda olay olduğu görüşünü kabul ettim. Burada mcin ilginç izahlar yaptı.



*** Dedi: “Delil getirdim” diyen sensin! Başlangıçsız başlangıcın haraketini başlatanın başlangıcını kim başlattı? Aklım yatarsa Ben sana Uyarım, çok uzattın kursatotcu, Sen ne diyorsun? de bakalım...

Cevap: Başlangıçsız başlangıç olmaz. O halde başlangıç kabul edilmelidir. Ben Allah’ın da başlangıcı var deyince tabii ki şu soru gelecekti: Peki O’nu ne başlattı? Dikkat ediniz, aklen düşündüğümüzde nasıl ki cisimlerin sonlu, yani kainatın sonlu olduğunu vehimlerimiz bir türlü kavrayamıyorsa; yani üstü olmayan bir üst; ancak bu aklen kabul edilmiş olmaktadır. Cisimler için düşündüğümüzde bu delili daha önce yazmıştım. “Uzay sonludur” başlığında, ama vehimler üstü olmayan bir üstü bir türlü kabul etmek istememektedir. Ancak akli delil bunu şart koşunca vehimin bu çırpınışlarına kulak vermemek durumundayız. Aynı şekilde siz eğer Allah’ın da bir başlatıcısı var derseniz ve O’nu başlatan da başka bir şey, yine onu da başka bir şey başlattı derseniz, bu başlangıçsız bir başlatanı kabul etmeyi gerektirir ki aslında BAŞLAMAYAN ŞEY YOK DEMEKTİR. Ve bu lafla bu silsilenin başına başlamayan şeyi, yani yokluğu koymuş oldunuz ve şu kuralı da ihlal ettiniz "hiçten hiçbir şey çıkmaz." Yani “bu sisile böyle sonsuza dek geri gider” derseniz; bu akli delille sabit olan, teselsülün batıl olduğu delilini görmezden gelmek demektir. Yani “geçmişimizde sonsuz sayıda olay oldu ve şu an ki olaya sıra” geldi demek durumunda kalırsınız. Ama sonsuz sayıda olay sona eremez, o halde mecburen şunu kabul etmelisiniz: Geçmişimiz de sonlu sayıda olay oldu, o halde siz sonlu sayıda olayı öncemizde kabul edince, çaresiz bu sonlu sayıda olay da, sonlu bir zaman önce başladı demek zorunda kalırsınız. O halde bu olaylar zincirini bir yerde kesmeye mecbur kalırsınız. Akıl bunu söyler ve buna karşı çıkmak akla karşı çıkmaktır. Nasıl vehimler öncesi olmayan bir önceyi kabul etmekte zorluk çekiyor ise, bunu cisimlerde (uzay) verdiğim örneğe uyarlarsak; cisimlerin sonlu olduğu akli delille sabit ama vehim bunu kabul etmek istemiyor ve vehmin dediklerine kulak asılmaz bu durumda. Yine burada vehim öncesiz bir başlangıcı anlamakta zorluk çekse de, aklen durum bu olduğundan vehmin bu durumuna da kıymet verilmemelidir. Başka çare olmayınca çaresiz tek çareyi kabul edeceğiz.

*** Size Kuran’ın vahyolduğuna dair orjinal bir açıklama: Mantıken düşündüğümüzde, bir insan sahte peygamberlik iddiasında bulunacağı zaman neye dikkat eder? Yazdığı veya yazdıracağı kitapta insanların bir öyle, bir böyle ifadeler görmemesini amaçlar değil mi? Mümkün mertebe buna özellikle dikkat eder. Ancak Kuran’da on yaşındaki bir insanda okusa, ayetin bir öyle, bir böyle olduğunu rahatlıkla görür, dolayısıyla burada başka bir olay var. Kuran ayetlerinin önemli bir durumu var; o da şudur: Kuran’da anlatılan İlah, dikkat edilirse insan biçimcidir. İmtihandan bahseder ve olayların önceden bilindiğininden de bahseder. (Hadid 22) Hakbuki mantıken önceden bilinen bir işe imtihan ifadesi kullanılamaz. Başka bir ayette mana olarak şöyle denmekteydi, tam meali hatırlayamıyorum "Eğer Kuran Allah’tan başkasından olsaydı içinde çelişkiler olurdu." Dikkat ediniz böyle bir kitabı insan yazmaz. On yaşında bir çocuk bile bu mantıkla, yani uydurma bir kitap yazıp Allah’a isnad etmeye kalksa, çocuk bile bunu yapmaz. O halde şu sonuca varıyoruz: Allah, Kuran ile kullarını saptırmaktadır. Bu inceliği anlamak gerekir, hal böyleyken Ateistler şöyle yapıyor:"Bakın ben şunu buldum, Kuran’da bir yerde böyle, ama bakın bakın başka yerde tersini yazıyor. Böyle ilahi kitap olur mu ya?" diyorlar ve bunu delil getiriyorlar Kuran’ın uydurma olduğuna. Ama Kuran’daki bu tip ayetler zaten çok sayıdadır ve kulları Allah tarafından Kuran ayetleriyle saptırılmaktadır. İşte bu delil, Kuran’ın vahyedildiğinin güçlü bir delilidir. Şunu da söylüyorum: Allah peygamberini de saptırdı, zira onun sözlerinde anlatılan ilah, insan gibi bir ilah anlatımıdır. Bu dediklerimi iyi anlayan çok şey anlamış demektir.

*** Dedi: "Öyleyse zamanın yaratıcısı için nasıl bir başlangıç düşünülebilir? Geçen günlerin ilkini de o yarattı? Geçen günlerin sonu olan bu günü de O yarattı. O zamandan münezehtir"
_ Cevap:"Geçen günlerin ilki" dedin, peki bu ilk gün Allah’tan sonlu bir zaman mı yoksa sonsuz bir zaman sonra mı yaratıldı? Sonsuz zaman sonra yaratıldı diyemezsin, çünkü sonsuz zamanın sonu gelmez. Sonlu zaman sonra demeye mecbur kalırsın ve sonlu bir zamanın başı ve sonu belli olmalıdır. Bu zamanın sonuna: “İlk gün” dedin mesela, peki ya başı? İşte ona ise Allah’ın varlığı demek zorunda kalırsın. Yani Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş olursun. Ancak bu konudaki durumum çok zor; açıklayıcı izah yapamıyorum şu an. Ancak başka bir yoldan yakında bu konuyu tekrar irdeleyeceğim.

*** Daha önce Cennet, Cehennem, yeniden dirilme gibi Kuran’da bildirilen şeylerin, yani haber verilen şeyler, haber verildiği gibi olabilirde veya olmayabilir de demiştim. Yani yeniden dirilme, cennet, cehennem olabilir de, olmayabilir de demiştim. Bunu söyleme dayanağım Allah’ın, Kuran ile insanları saptırmış olmasıydı. Ancak bu düşüncemi değiştirdim ve Kuran’a şöyle bakıyorum artık: Önce şu: Allah’ın iradesi olmadığı için Kuran ile hiç bir şey kasdetmedi ancak Kuran ayetlerinden insanlar, mana anlıyorlar; bu açıdan bakıldığında şu şekile düşünüyorum: Kuran’da anlatılan şey ile eğer akli deliller zıt değilse onu direkt kabul ediyorum. Yani cennet, cehennem, yeniden dirilme gibi şeylerin varlığını mantık inkar etmez. Ancak Kuran’daki bazı ayetlerin dış anlamı yani zahiri, akli delillere zıttır. İşte bu ayetlerin dış anlamını kabul etmeyeceğim. Mesela bu dünyanın imtihan dünyası olması, Allah’ın arşa istivası yani oturması, Allah’ın eli, gözleri, merhameti gibi geçen ayetler vardır. Ama Allah’ın duygusu olmadığı için bu ayetler böyle geçse bile ben akli delillerle sabit olan gerçeği bırakamam. Böyle olduğunda, ben akli delillerle sabit olanı kabul edeceğim ve ayette bu anlamın zıttı şekilde anlatılan ayeti, lafız olarak kabul edeceğim ancak dış anlamını kabul etmeyeceğim. Yani cennet, cehennem, yeniden dirilme var diyorum. "Olmayabilir de" ifadesini artık kullanmıyorum.

*** Dedi: "Bu işler şeytandandır deseydin ya"
_Cevap: Her şeyin sebebi Allah değil mi? “evet” dersen, şeytanın yaptıklarının da sebebi Allah değil mi? Ya da sizin inancınıza göre her şey Allah’ın iradesiyle olmuyor mu? dolayısıyla şeytanın yaptıkları da bunun içine girmiyor mu?



***

kursat:
sana süper bir soru buldum
mcin:
sor bakalım.
kursat:
aslında ateistlerin delilini sana uygulayacağım
mcin:
ateistlerin delili mi?
kursat:
sence her olayın bir sebebi var mıdır
mcin:
silsile mi yoksa, teselsül yani
kursat:
evet ama bu başka
mcin:
Galiba olaylarda bir neden sonuç ilişkisi var.
kursat:
bunu soruyorum, yani olayların birbirleri üzerinde etkisi var mıdır, soba yandı ve ısındık örneğinde ısınmamızın sebebi soba mıdır
mcin:
sobada yanan kömürdür evet
kursat:
o halde olayların sebebi ondan önceki olaydır diyorsun öyle mi
mcin:
her zaman böyle midir bilmiyorum ama zaman zaman böyle
kursat:
bak olayı anlatayım ben sana, tahminim gibi çıkmadın
mcin:
daha iyi olur anlatman.
kursat:
genelde Allah’a inandığını söyleyenler, olaylar arasındaki ilişkiyi kabul eder, yani sebep sonucunu zorunlu kılar, onu varlığa getirir derler okey mi
mcin:
evet
kursat:
ben bu sefer şunu soruyorum bunlara: peki bu sebeplerin de sebepleri var mı, onlar buna da evet derler
mcin:
zincirleme yani
kursat:
ben devam ederim, bunlarında sebebi var mı, yine “evet” der, bu sefer derim ki, “bu mantığa göre 100 sene önceki veya 1000 sene önceki olay senin şu an ki hareketlerini etkilemiş ve belirlemiş olmuyor mu” diye sorarım, bu sefer “evet” demek durumunda kalır okeymi
mcin:
evet
kursat:
ben de, madem senin fiillerini sen değil senden önceki olaylar etkiliyor dolayısıyla belirliyor senin bu görüşüne göre senin hür iraden kalır mı derim,
mcin:
fiilleri yoktu bunu sonradan sokuşturdun araya. sebep sonuç vardı.
kursat:
anlamadın mı
mcin:
sonuç olan kişidir. kişini fiili, kişinin sonucudur.
kursat:
ancak o da bir olaydır
mcin:
anlaşamadık yine.
kursat:
basitce anlattım
mcin:
ama fiil kelimesini kullanmmaman lazımdı. fiil yüzyıl önceki olayların değil
mcin:
kişini hür iradesinin sonucudur.
kursat:
zaten ben bu delili hür irademizin olmadığını ispat için verdim
mcin:
anlıyorum ama ispatlayamıyor işte gördüğün gibi.



*** Allah’ın iradesinin olmadığını sana göstereyim mi? Eğer biri “Allah olayları önceden bilir” derse, zaten Kuran’da bundan bahsedilir. O halde şunu söylemesi gerekir: Olaylar olmadan önce Allah’ın ilminde yani bilgisinde bellidir demektir. Belirlenmiş olan şey tekrar belirlenir mi? Mantıken belirlenmez değil mi? O halde tekrardan isteme, seçme ve belirleme anlamını taşıyan iradeye ne gerek var ve manası ne olur ki? Zaten ilminde bunlar belli. Bir de şu var; önemli bir ayrıntı elbette, ama bunları kelamcılar da göremedi. Gazali de dahil. Mesela bugün yapmur yağdı, sorsam: Allah isteseydi bu yağmuru bugün yağdırmayabilir miydi? Bu soruya “evet” diyenler ne dediğini bilmeyen şahıslardır. Çünkü eğer bu yağmurun bugün yağacağını önceden Allah biliyorsa, bu yağmurun bugün yağacağı Allah’ın bilgisinde belli demektir. Madem öyle soruya verilen cevapta "isteseydi yağmuru bugün yağdırmayabilirdi" demek ise şu sonucu doğurur; yani bugün yağmurun yağmaması demek, Allah’ın yanılması demek olur. Hani biliyordu ya yağmurun bugün yağacağını, ne oldu? Yağmazsa Allah’ın ilmi yanlış çıktı ve Allah cahil oldu manası çıkar. Bu olamayacağına göre tek sonuç olarak şu kalıyor: Allah’ın iradesine yer kalmaz. Yani iradesi yoktur. Bu ince bir konudur. Ancak bilenler bunu biliyor. Eskiden yaşamış insanlardan bunu söylüyenler var. Mesela İbn sina ve Farabi’de Allah’ın iradesi, ilmi gibi düşünülür; yani irade inkar edilir. Aslında bütün sıfatları inkar edilir. İlmi kabul edilir ve ilmine de kendisidir denir.


*** Dedi: Ben yazdığın örnekle, bundan çıkardığın sonuç arasında hiç bir bağlantı göremiyorum. Yağmurun yağacağı ya da yağmayacağı önceden bellidir evet. Bugün yağmur yağmışsa, Allah böyle belirlediği içindir. Eğer isteseydi bugün yağmur yağmayabilirdi ama yine bunu da kendisi önceden belirlemiş olurdu. Biz insanlar tam olarak Allah'ın neyi belirlediğini bilmiyoruz; yani Allah'ın bugün yağmur yağdırmamış olmasının, kendi belirlediği şeyleri sonradan değiştirmesi şeklinde yorumlayabilmemiz mümkün değil. Tabii ki, isterse yağmur yağdırmayabilirdi ama bu da O’nun iradesi ile alakalı, demek ki önceden yağmur yağmayacağını belirlemiş diyebiliriz sadece.

_Cevap: Senin demek istediğini anlıyorum. Zaten kelamcılar bunu der, ancak burada önemli ayrıntı şu: Sonuçta Allah’ın değişmez ve başka türlü olamayacak bir ilmi vardır. Bunu zaten kabul ediyorsun, dolayısıyla ilim belirleyicilik özelliği taşıyor tek başına. Zira ilerde olacak olaylar ilminde bellidir, yani ilim bunları tek başına belirler. Dolayısıyla burada artık iradeye gerek kalmaz ve Allah ilmindeki olacağı belli olan şeyi değiştiremez. Zira ilminin değişmesi demek, yani olacağını bildiği şeyin meydana gelmemesi demek, O’nun yanılması demektir. Dolayısıyla Allah olacağını bildiği şeyin meydana gelmesini engelleyemez. Yani O olayın başka türlü meydana gelmesini de isteyemez. Zira ezeli ilim görüşüne göre iradeye yer kalmaz.



*** Dedi:"Allah sonsuz süre beklemiştir ve alemi yaratmıştır. Bekleyişi sona ermiştir."
_ Cevap: Bu arkadaş en fazla beni anladı sanki; ancak dikkat: Sonsuz zamanın beklemekle sonuna varılmaz ki; dolayısıyla alemin varlığa gelmemesi gerekirdi ,dolayısıyla bunu diyemezsiniz ve mecbur sonlu süre bekledi diyosunuz. Bu sefer anlattığım gibi Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş oluyorsunuz.

*** Dedi: Ben senin dediklerini anladım da sen inatla aynı şeyi yazıyorsun. Diyorum ki "Allah'ın beklediği sürenin uzunluğu sonsuzdur" bu uzunluğun sonsuz olması, başlangıcının olmamasından kaynaklanır. İyica somulaştırayım, diyorum ki, bu eksi sonsuzdan gelip ( dikkat et gelip diyorum, başlayıp demiyorum) +9'da biten bir süreç olsun. +9 dediğim yer, alemin yaratıldığı an olsun. Olay bize bildirildiği kadarıyla böyle değil mi? Bu durumda Allah'ın varlığının başlangıcı yoktur. Alemi yaratmadan önce sonsuz süre beklemiştir; çünkü başlangıç tarafı eksi sonsuzdan gelmektedir. Ama yarattığı anda bekleyişi sona ermiştir. Bu süreç ( bekleyiş) sona ermiştir. Ancak uzunluğu büyüklüğü süresi zaman açısından sonsuzdur.

_ Cevap: Ön kabulle yola çıkıyorsun ve tartışmayı bu ön kabulün doğruluğunu kabul ederek sonlandırıyorsun. Zira başlangıçsız dedin Allah’a ve verdiğin örnekte artı 9’ da alem yaratıldı dedin ve bunu diyerek Allah sonsuz süre bekledi diyorsun. Ancak ilk kabulün burada yanlış oluyor. Zira eksi sonsuzdan sence beklemeyle artı 9’ a varılabilir mi? Bunu bir düşün istersen? Ben diyorum ki madem bu artı 9’a gelinmiştir. O halde Allah’ın da mutlaka varlığının başlangıcı olmalıdır.
Sol taraf başlangıçsızlık olduğunu farzet sağ taraf artı 9 okey mi? bak şimdi sol tarafın başlangıcı yoksa ordan başlayıp nasıl artı 9 a gelinir .( başlangıçsız olan başlayabilir mi ) ve bu örnekte başlangıçsızlıktan artı dokuz arası sonsuz bir zaman mıdır? evet diyeceksin. soru: bak kolay soru bu: sonsuz zamanın beklemekle sonuna varılır mı? sonuna varılan şey adı üzerinde sonludur. sonsuz ise adı üzerinde sonu olmayandır. dolayısıyla sonsuz, sonu bulunmayan olunca, onun sonuna da doğal olarak varılamaz.

*** Sana şunu soruyorum: Kuran’a inanıyor musun? “evet” dersen, şunu soracağım: Kuran’da kıyametin vaktinin sadece Allah tarafından bilindiğinden bahseden ayet vardır. Buna göre şunu soruyorum: Kıyamet vakti ilerde mi, geride mi? “İlerde” dersen, şunu da soruyorum: Allah ilerde olacak bir olayı biliyorsa, o halde ilerde vuku bulacak her olayı biliyor demektir. Zira olay olma noktasında aralarında fark yoktur; bu örneğime mantıklı diyorsan, şuna ne dersin: Senin burada yazacağını da, sen yazmadan önce biliyor muydu? Bu soruya artık ne cevap vereceksin bekliyorum…


*** Dedi: "Hem Allah’a inanacaksın, hem de Allah’ın bundan sonra alacağı kararlara ambargo koyacaksın. Allah son peygamber kararını değiştirse ya da yeni bir kitap gönderme kararı alsa, itiraz mı edeceksin. Allah’ın alacağı kararlar kulların tekelinde olabilir mi. O zaman nerde kaldı Allah’ın her şeyi bildiği ve her şeye gücünün yettiği inancı. Daha önce de pekala karar değiştirmiştir. Örneği de Kuran'da vardır. Önce içki içilmesini normal gören Allah, sonra karar değiştirip haram kılmıştır. Bunu çelişki gören ateistlere verilen cevap ise: “Allah’ın bir hikmeti vardır” olmuştur. Şimdi sen Allah’ın hikmetine inanmayacak mısın kursatotcu? Bu yazıya cevap vereceksen, zorlamalı yorumlara girmeden ver lütfen."
_ Cevap: Arkadaşın yazısında can alıcı nokta şu: "önce içki içilmesini normal gören Allah, sonra karar değiştirip haram kılmıştır."
Bakınız halbuki bu şahıs Allah’ın olayları önceden bildiğine de tahminim inanır. O halde şunu soruyorum: İçki içmek serbest iken yani haram kılınmamışken de Allah, Kuran’da yer alacak olan içkinin haram kılınacağına dair ayeti bilmiyor muydu? Bu soruya: “biliyordu” dersen, şunu derim: Madem ki Allah’ın ezeli yani öncesiz ilminde bu ayet de biliniyordu, o halde ezeli olarak Allah içkinin haram edileceğini de biliyordu. Dolayısıyla bu olay, Allah için karar değiştirme değildir. (Zaten sizler yani “Ehli Sünnet” Allah’ın ezeli yani öncesiz ve değişmez bir iradesini kabul ediyorsunuz. Yani size göre de Allah karar değiştiremez) İçkinin serbest olduğu dönem itibariyle, bu ayetin vahyedileceğini biliyordu, ancak daha sonraları da, ezeli ilmiyle haram kılınacağına ilişkin ayetin de vahyedileceğini biliyordu. Kısacası Allah karar değiştirmez. Zira karar değiştirmek, gelecekten haberi olmayan varlıklara özgüdür. Geleceği bilenin karar değiştirmesi söz konusu değildir. Zaten ezeli ilim (öncesiz ilim) kabul edidiğinde iradeye yer kalmaz. Tekrarlıyorum bu ince bilgidir ama felsefe tarihinde bunu çok kişi anlamıştı. Hatta ben kendimden örnek vereyim: Bir kitapta Allah’ın iradesinin olduğundan bahseden bir yazar görsem, baştan, “bu adam bu konuları bilmiyor” derim.

ek not: İradesi olmadığının şöyle bir delili daha vardır: İradesi olanın amacı da vardır. Halbuki amaç edinmek acizliktir. Zira amaç edinen için, amaç edindiği şeye kavuşmak onun için amaç edindiği şeye kavuşamamaktan daha efdaldir, daha iyidir, daha mükemmelliktir. Dolayısıyla amaç edinen, amaç edindiği anda eksiktir. Eksikliğini, bu amaç edindiği şeyle tamamlamak ister. Allah eksik olmadığına göre, kendisiyle daha mükemmel olacağı bir şeyi amaç edinmez. Amaç edinmediği için de iradesi olmaz.


*** Zamana sonradandır ve bunu sonradan Allah yaratmıştır diyenlere sorular; bu soruları Alaaddin Ali Tusi’nin “Kitabuz-Zuhr” adlı kitabından aldım.
not: Bu deliller aleme başlangıçsız diyen filozofların delilidir.
- Zaman şayet zorunlu olarak hadis (sonradan) olsaydı yokluğu varoluşundan önce olurdu.
- Zaman konusundaki önce geliş zamanla olsaydı zamanın yok olduğu farzedildiği durumda var olması gerekirdi
- Alem eğer hadis (sonradan) olsaydı, yaratıcısı ittifakla ondan önce olurdu. Bu önce oluşta ya sonlu bir miktardır. Bu da yaratıcının hadis olmasını gerektirir. Zaten O’nun sonlu olacak bir şekilde önce oluşunun bu miktardan önce var bulunmadığından başka bir anlamı yoktur.
_ Yorum: Burada dehşet derecede beni donduran durum şudur: Dikkat edin ki Ehli sünnet ve bir çoğu “Allah alemi sonradan yarattı” diyor ve filozoflar sordukları sorularla onların aslında Allah’ın varlığının başlangıcını savunduklarını gösteriyorlar. Ama şu nokta yüzyıllardır es geçiliyor ve hala geçilmektedir. Olay şu: Bu filozoflar aleme başlangıçsız diyorlar. “Alem, Allah’tan zaman olarak sonra değil” diyorlar. Ancak bunu derken önlerinde iki seçenek vardır. Birincisi: Ya tesesül batıldır yani olayların geçmişe doğru gidildiğinde başlangıcı vardır diyeceklerdi. Ancak bunu deyince de suduru (alemin Allah’tan zaman olarak sonra olmaksızın taşması, çıkması) kabul ettikleri için yani alem, Allah’tan zaman olarak sonra olmadı, birlikteydi diyen görüşü savunduklarından; nasıl alemin başlangıcını kabul edeceklerse Allah’ın varlığının başlangıcını da kabul etmek durumunda kalacaklardı. Ancak onlar birinci şıkkı tercih ettiler. O da şu: Direk olarak Allah’ı başlangıçsız kabul ettiler ve suduru kabul ettiklerinden dolayı alemi ezeli, başlangıçsız kabul etmek durumunda kaldılar. Halbuki yüzyıllardır şu anlatılır kitaplarda: “Teselsül batıldır” denir. Olaylar geçmişe doğru sonsuz gider görüşü batıldır denir. Yani ne oldu? bunlar çelişki içinde kaldılar. Aslında aleme ezeli demekle, yani başlangıçsız anlamını kasdederek ezeli dediklerinden direkt olarak teselsülü kabul etmiş oldular. Yani olayların başlangıcı yoktur, geçmişe doğru bu silsile böyle gider demiş oldular. Zor bir durumda kaldım. Kısaca insanın önünde iki seçenek var bu konuda: Ya Allah başlangıçsızdır deyip teselsülü kabul edecek ya da teselsül batıldır deyip (nasıl savunma yaparsa yapsın: ister filozoflar gibi suduru kabul etsin; isterse diğerleri gibi alemin hudusunu yani sonradan varlığa geldiğine inansın ) mecburen Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu kabul edecek. Ben teselsül batıl dediğim için ikinci şıkkı tercih etmek zorunda kaldım.


*** Sana güçlü bir soru soracağım: Bakara 6 ve 7’ nci ayetlere bak ve bana söyle, Allah’ın kalplerini mühürlediği insanlar var mı? “evet” dersen, şunu soracağım: Bu insanların kalpleri mühürlenme anında da iman etmekle mükellef tutuldular mı? (Araf 158) “evet” dersen, soruyorum: Hem mühürlenme var, hem de iman teklifi. Peki mühürlenen şahıslar mühürlenme anında iman edebilir mi? Mühürlenme anını soruyorum, sonrasını değil. Bana "hayır o anda iman edemezler" dersen, şunu diyorum: O halde iman edemeyecekleri halde iman etmeleri teklif edilmiş olmadı mı? Buna “evet” dersen, şunu sorarım: Bu ise onlara kaldıramayacakları yükü yüklemek olmaz mı? Buna "öyle olur" dersen, bakBbakara 286. ayete; ancak şunu diyorum: Her ayetin direkt olarak manası alınamaz, bunu gösterdim sana ve bu mühürlenen şahıslar zorla kafir yapılmış olmadı mı?



*** Şöyle bir yazı gördüm ve heyecanlandım ama sizden bunun yorumunu bekliyorum. yazı şu:
"Nedensellik düşüncesi saçmadır. Neden sonuçtan önce olamaz, sonuçla zamandaş olamaz, sonuçtan sonra olamaz. Zamandaşlık her ikisini aynılaştırır. "Nedenin sonuçtan önce olması da birinin varlığı öbürünün yokluğunu gerektireceğinden mümkün değildir. Neden, neden olduğu sürece sonuç ortada yoktur ve sonuç, sonuç olarak meydana çıkınca nedenle ilişiği kalmamış demektir.”

Bu yazıda özellikle nedenin sonuçtan önce olamayacağına ilişkin izah önemli. Ben de bu görüşteyim aslında. Olaylar arasında hakiki anlamda nedensellik yok diyorum. Bütün olaylar öncesiz bir ilimle oluyor diyorum. Yani bence soba yandığı için ben ısınmıyorum ya da yemek yediğim için doymuyorum ya da musluğu açtığım için su akıyor değildir. Şöyle inanıyorum: Musluğu açmam ve suyun akması; bunlar Allah’ın öncesiz ilminde belli olduğu için olmaktadır, diyorum. Bu olaylar aslında birbirine etkide bulunmuyor şeklinde inanıyorum ne dersiniz?


*** Benim şu anda odaklandığım konu gerçekten alem ile Allah ilişkisinde zaman meselesidir. Yani alem, Allah’tan sonra mı varlığa geldi yoksa birlikte mi vardılar? Ben ikinci şıkkı tercih ettim ama şunu anlatıyorum size, birinci şıkkı da seçseniz siz şunu göremiyorsunuz: Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyorsunuz! Bunu anlatıyorum ama hiç kimseden bu konuda bana yardımcı olacak fikirler alamadım ve filozofların da çelişkiye düştüğünü gördüm. Yani onlar suduru kabul etti. Yani alem sonradan olmadı, Allah ile birlikteydi dediler. Aleme ezeli dediler; yani başlangıçsız. Ama şunu görmediler ve hiç kimse de bunu ortaya koymadı: Bu laflarıyla filozoflar teselsül'ü yani "olaylar zincirinin başlangıcı yoktur, geçmişe doğru gider, başı yoktur" anlayışını savunmuş oldular. Halbuki onlar da teselsül yanlış diyorlar. Yani bunu kimse ortaya koymadı. Ben ise arada kaldım ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak durumundayım ve bana yardım etmiyorsunuz.

Not: Aslında onların teselsülü kabul ettiklerini sonradan öğrendim.

** Daha evvel Allah’ın varlığının başlangıcı var demiştim. Ancak yeni araştırmalarım sonucunda yanıldığımı anladım. Kararım şu ki: Allah’ın varlığının başlangıcı yoktur. Allah başlangıçsız ve öncesizdir. Ancak alem yani Allah’tan başka herşey de aynen Allah gibi başlangıçsız ve öncesiz yani ezelidir diyorum ve teselsül adı verilen ve yüzyıllardan beri batıldır denen teselsül'ü kabul ediyorum. Yani olaylar zincirinin başı yoktur diyorum. O da başlangıçsızdır diyorum. Şunu anladım ki: Her kim ki “teselsül batıldır” derse, yani “olaylar zincirinin geçmişe doğru gidildiğinde bir başlangıcı vardır” derse, geçmişe doğru gidildiğinde sonlu bir zaman önce alem başladı derse; o kimse Allah’ın varlığı ile alemin varlığı arasındaki ilişkiyi açıklayamaz ve bu kişi ister sudur'u (alemin, Allah’tan çıkması, taşması) kabul etsin, yani alem Allah’tan zaman olarak sonradan varlığa gelmemişti, birlikte varlıktaydılar desin, ya da alemin sonradan varedildiğine inansın, bu kişi ister istemez Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyordur ve bundan kurtulamaz. Bunu anladım, geniş izahı yakında yapacağım. Yani alem de ezeli, Allah da ezeli. Sudur’a inanıyorum ama benim anladığım sudur, geleneksel olarak anlatılan şekli değil. Direkt madde olarak düşünüyorum alemi. Yani İbn Sina ve Farabi’nin dediği gibi değil. İlk akıl, sonra ikinci akıl gibilerinden değil yani..



***

kursat:
albat seninle konuşalım, sen önce Allah’a inandığını söyleyen biri gibi cevap ver
albatros:
tamam
kursat:
alemi yoktan mı yarattı
albatros:
evet
kursat:
alemden önce de varlıkta mıydı peki
albatros:
tabii ki
kursat:
sonlu mu yoksa sonsuz zaman önce miydi
albatros:
hımm, iyi düşünelim sonsuz diyemeyiz, çünkü bitmez. sonlu zaman önce.
kursat:
sonlu sürenin başı ve sonu belli olması lazım mı, değil mi
albatros:
evet.
kursat:
emin misin
albatros:
başına Allah, sonuna alemi koyuyoruz.
kursat:
dur
albatros:
sonu = alemin başlangıcı
kursat:
emin misin
albatros:
evet
kursat:
peki sonuna alemin başlangıcı dedin ya
albatros:
evet
kursat:
başına ne diyeceksin
albatros:
Allah’ın varlığı.
kursat:
peki bu lafa göre Allah’ın varlığının başlangıcını savunmuş olmadın mı
albatros:
hımmm..
kursat:
albat ne diyorsun
albatros:
yaratmaya kadar geçen süreden bahsetmiş olmuyor muyuz?
kursat:
evet
albatros:
yani Allah’ın beklediğini.
kursat:
evet
kursat:
Allah yaratmak için bekledi mi, beklemedi mi
albatros:
bu önermeye göre, Allah’ın başlangıcı değil, alemi yaratmak için beklediği anlamı ortaya çıkıyor.
kursat:
bak
albatros:
öyle değil mi?
kursat:
ben diyorum ki, alemi yoktan yaratmıştır diyen ne dediğini bilmiyor, aslında yoktan yaratılmadı alem, hep vardı
albatros:
işte vahdet-i vücud..
kursat:
hayır, sudur. Allah’ın bilmesiyle beraber, alemin varlığa gelmesi beraberdi, ancak Allah’ın bilmesinin başlangıcı yoktu, dolayısıyla alemin de başlangıcı yoktur. “Var” diyen, alemin varlığı ile Allah ilişkisini yapamaz, ehli sünnet rezil oldu, anlatayım bak, ama aranızda yarışma yapacağım okey mi, kim anlayacak diye, yapayım mı
albatros:
tamam.
Barchina :
ok
kursat:
çok önemli ancak yüzyıllardır anlaşılamıyor bu, ehli sünnet diyor ki: “Allah, alemi sonradan yarattı”, peşine diyor ki: “zamanı da sonradan alem ile beraber yarattı”, şimdi bu açıklamadaki mantık hatası nedir, bunu Gazali de diyor, hadi bakalım
albatros:
zamanı sonradan yaratmak demekle, yine bir zaman kavramı ortaya koyuyor. zaman olmadan "sonra" olur mu?
kursat:
albat buldu, yüzyıllardır bu anlaşılamadı, halbuki çok açık değil mi
albatros:
"önce" zamanla birlikte vardır. "sonra" da.
kursat:
tabi
kursat:
bak şimdi albat sana dönelim mi
albatros:
evet
kursat:
bu anlattıklarımdan sonra Allah’ın varlığının başlangıcı olabileceğini savunabilir misin
albatros:
zaten Allah kavramıyla çelişiyor başlangıcı olması.
kursat:
evet, dolayısıyla ben alem başlangıçsız dedim ama sen Allah olmayabilir dedin ya
albatros:
evet
kursat:
bunu dediğinde olaylar zinciri başlangıçsız diyor musun yine
albatros:
evet, başlangıcı kabul edersek, başlatan bir şeyi de kabul etmeliyiz, başlangıçsızdır
kursat:
peki bunu dediğinde bir şeyin sebebi kendisi olamaz da diyorsun değil mi
albatros:
bildiğimiz öyle evet.
kursat:
peki bu görüşüne göre herşey raslantısal olmuyor mu
albatros:
evet ve tuhaf da değil bu
kursat:
ama bu evrende sen raslantı mı, dağınıklık mı yoksa genel manada düzen mi görüyorsun
albatros:
çok yanlış, dar bir bakış bu kürşat
kursat:
neden
albatros:
düzen neye göre düzen
kursat:
çok basit
albatros:
evrenin elinde bir çekiliş var, trilyarlarca bilet, trilyarlarca ihtimal, ama bu çekilişin tüm biletleri, yine evrenin kendi elinde, ne çıkarsa çıksın, bilet kendinde zaten.
kursat:
eeeeeeeeee
albatros:
eee ne? o ihtimallerden biri de bu "düzen!" denilen oluşum ve tesadüf!
kursat:
nedensiz mi sence bu
albatros:
hangisi? düzen mi, oluşumlar mı?
kursat:
bu düzenin böyle oluşu
albatros:
nedenli.
kursat:
onu nedenleyen de, nedenlenmiş miydi
albatros:
evet, bunu demek durumundayız tabi.
kursat:
o halde bizim fiillerimiz de bahsettiğimiz eski nedenlerle nedenlendi öyle mi
albatros:
tabi, öncekiler şimdikileri doğurdu.
kursat:
o halde bizim hür irademizden bahsedilebilir mi
albatros:
hımm, kendi yaptıklarımızın sonucunu kendimiz yaşıyoruz
kursat:
soruma yanıt mı bu
albatros:
paradoks bir durum
kursat:
yani şu an şu yazdılarını yazmayabilir miydin sence
albatros:
seni görmem yazmama sebep oldu
kursat:
yazmayabilir miydin sence
albatros:
yazmayabilirdim, yazmayı istemişim ama.
kursat:
yazmayabilir miydin bu yazıyı, net sordum
albatros:
yazmayabilirdim
kursat:
ama çelişkiye düştün ya, açıkla önce sen çelişkini
albatros:
anlıyorum
kursat:
anlat
albatros:
ama buradan çıkarımımız ne olabilir? hür olmak durumundayız yoksa varlığımızı nasıl idrak edebiliriz
kursat:
ama inancına göre bu olamıyor değil mi, nedenini açıkla
albatros:
sebep-sonuç ilişkisi Kürşat, etki-tepki
kursat:
bak inancın gereği sen robot olduğunu kabul etmen lazım, robotum ben gibisinden yani, kabul mü
albatros:
etkiye karşı yorum yapıyorum ama, tepkimde buna göre
kursat:
ama yorumunda başka bir etkiden olmuyor mu

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

***


kursat:
sence olayların nedeni öncekiler ve öncekilerinki daha öncekiler ya
albatros:
aksi nasıl olabilir?
kursat:
dolayısıya bizim hareketlerimiz de eski nedenlerle nedenlenmiş olmadı mı
kabul ettin mi bunu
albatros:
evet
kursat:
o halde bizim hür olduğumuzu nasıl iddia edebilirsin, sen deterministsin, yani sen hür olamazsın
albatros:
peki
kursat:
bunu kabul etmelisin inancın gereği, kabul mü
albatros:
kabul
kursat:
bu zamana kadar kabul etmemiştin değil mi
albatros:
Allah var ve biz hür müyüz? fiillerimizin sebebi yok mu?
kursat:
bence var
albatros:
ne
kursat:
Allah’ın ilmi, sence ise önceki olaylar öyle mi
albatros:
sana göre her olay bir öncekinin sonucudur ama ilk sebep Allah mıdır?
kursat:
hayır, ben olaylar arasında hakiki tesiri kabul etmiyorum
albatros:
olaylar bunun sonucu meydana geliyor ama.
kursat:
Allah’ın bilmesi esas sebeptir
albatros:
bardağı elimden bıraktım, kırıldı. kırılmasının sebebi kimdir?
kursat:
Allah’ın bilmesi
albatros:
çocuk öldürdüm sebebi?
kursat:
hepsi aynı
kursat:
siz var ya, Allah’ın iradesini de kabul etmiş görünüp aslında yok sayanlardansınız, ispatlayayım, herşey Allah’ın iradesiyle mi olur
SERKAN_IN_TURKEY:
evet
kursat:
peki kızına tecavüz edenler var değil mi
mcin:
vardır sanırım.
SERKAN_IN_TURKEY:
var
kursat:
bu da mı Allah’ın iradesiyle oldu peki
mcin:
şeytanın ve nefsin tahrikleriyle.
kursat:
soru açık
mcin:
cevapta öyle.
kursat:
Allah bu tecavüz fiili olmadan önce, bu fiili irade etmiş miydi, etmemiş miydi?
kursat:
izle albat, öğren
mcin:
İrade etmek değil de. Olacağını önceden biliyordu?
kursat:
irade başka zayıf yanlarıdır, gödüğün gibi bu konu açılınca işi ilme getirirler, anlıyorsun değil mi, başka çareleri yok çünkü
mcin:
ben de güleyim bari.
kursat:
iradesi var mı Allah’ın
mcin:
Bilmiyorum açıkçası.
kursat:
dinle albat dediğim gibi ilme getirecek işi, şimdi böyle deyince hasıma şu soru sorulur, dedi ya, iradesi var mı bilmiyorum diye, sorulur: alemi Allah mı yarattı
albatros:
hımm..
mcin:
Evet.
kursat:
şimdi şu sorulur: isteyerek mi yarattı, istemeyerek mi yarattı
mcin:
istemiştir herhalde, istemeseydi yaratmazdı sanırım.
kursat:
hemen denir ki, demek ki iradesini kabul ettin öyle mi
mcin:
sence de kabul mu etmem lazım bunların ışığında.
kursat:
ben sana göre konuşuyorum
mcin:
sanırım evet oluyor.
kursat:
şimdi şu soru sorulur can alıcıdır: Allah’ın iradesi ezeli mi ( başlangıçsız mı) sonradan mıdır
kursat:
gerisini deyim bak, derler ki: allah ezeli olduğu için irdadesi de ezeli derler. bak bu soruyu da şöyle savuşturacağız. Diyor ya, “ezeli mi değil mi iradesi bilmiyorum” şunu soracaksın: “peki sonradan neyi irade edeceğini ezeli olarak biliyor muydu” ezeli ilmi kabul ediyorsa “evet” diyecek, böylece onlara göre ezeli irade manasına gelecek, ve diyeceğim ki: o halde burada olacağımızı ezelde irade etmiş olmadı mı? “evet” diyecek ve cebr olacak, bir üç kağıt daha var o da şu: hem ilmi hem iradeyi ezeli kabul etti ya, özgür iradeyi savunmak için diyecek ki: “bildiği için irade etti” yani kulların özgür iradeleriyle ilerde ne yapacaklarını ezeli ilmiyle bildiği için irade etti diyecek, biz şunu diyeceğiz: ama bildiği için irade etmek demek şu manaya gelir, sanki önce bildi, sonra irade etti manasına gelir, halbuki sen hem ilme, hem iradeye ezeli demiştin ve ezeli olan şey başka şeyden sonra olmaz diyeceğiz.


*** Kuran ve hadislerin zahirine bakarsan zaten orada insan gibi bir ilah anlayışı mevcuttur. Allah’ın duygusu mu olur? Hadislerde Allah’ın kızması, hoşlanması, kıskanması ve daha niceleri vardır. Ehli sünnet zahirciliktir, antropofomorfisttir, insan biçimci Tanrı anlayışı üzerine kuruludur. Hem Allah mekanda değildir derler, hem de Allah’ı ahirette baş gözümüzle göreceğiz derler.


*** Dedim, yine diyorum, iş Kuran’dan delil getirmeye kaldığında bir çokları kendine Kuran’dan delil bulur. Sen hep Enam 148. ayeti delil getirdin, (evet, özgür irade savunucuların çok kullandığı temel delillerdendir bu ayet) değil mi? Şimdi sana Kuran’ın nasıl bir kitap olduğunu göstereceğim: Aynı surenin 107. ayeti: “Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”
Gördün mü bu kitabın nasıl bir kitap olduğunu. Benzeri lafı müşrikler söylüyor ve azarlanıyorlar. Peki bu 148. ayeti nasıl yorumlamak gerekir? Evvelden ben Allah’ın iradesini inkar etmediğim zamanlarda şöyle yorumlamıştım: "Burada müşrikler aslında doğru söylediler, ancak bu laflarıyla; yaptıklarından ötürü sorgulanacak olmalarını kabul etmediklerinden dolayı bir kınama vardır" demiştim ve şunu eklemiştim: "Enbiya 23’ deki "O yaptığından sorumlu değildir. Ancak onlar yaptıklarından sorgulanırlar" ayetindeki hususu inkar ettiklerinden kınandıklarını söylemiştim. Ama artık Allah’ın iradesini kabul etmediğimden şöyle diyorum: Allah, Kuran ile hiç bir mana kasdetmedi ve Kuran da hadistir (sonradandır) ve böyle ayetlerin olacağı ezeli ilminde belliydi. Bu bakımdan bu ayet böyle oldu diyorum ve sana şunu hatırlatıyorum; kader hadislerine ne diyeceksin? Hepsinde de “kulların özgür iradesi yok” dedi peygamber. Ama bunu inkar ettiniz ve utanmadan ona inandığınızı söylüyorsunuz. Bunu yüzyıllardan beri yapıyorsunuz. Kader hadislerinin hepsine baktım, 200 civarı, hepsinde cebr ( kulların özgür iradesinin olmadığı inancı) anlatılır. Ama işinize gelmediğinden ne zaman kader hadislerinden bahis açılsa şunu dersiniz: "Peygamber bize bu konuyu tartışmayı yasakladı." Ama şunu düşünmezsiniz, acaba neden yasakladı? Cevabı basit: Çünkü peygamber cebri anlattı; yani “insanın hür iradesi yoktur” dedi. Ancak insanların anlayışı bunu bir türlü tam olarak alamıyordu ve devamlı sorular olacağını biliyordu. Bunu kestirip attı ve “hayır, şer Allah’tandır” deyip kısa ifadelerle kulun özgür olmadığını ve herşeyi Allah’ın zorla yaptırdığını bildirdi ve ne kadar tartışılırsa o insanlar bunun dibine varamazlar düşüncesiyle bu konuyu tartışmayı yasakladı. Ama siz bu yasaklamayı kendi lehinize çeviriyor ve hem kader hadislerinde anlatılan şekildeki manaya yani cebre, inanmıyorsunuz, hem de bu hadislerden bahis açılınca sıkışacağınızı bildiğinizden: "Bu konuda tartışmak yasak" deyip işi kapatıyorsunuz.
Böylece kendinizce bir taşla iki kuş vurmuş oluyorsunuz. Hem peygambere uyuyorum imajı verip, hem de bu imajı kullanarak kader hadislerinden bahsetmekten kurtulmuş oluyorsunuz! Tekrar diyorum ki, ben sizi, sizden bin kat iyi tanırım, yaptığınız bütün laf oyunlarını sizden iyi bilirim. Piyasadaki kader ile ilgili kitapların neredeyse hepsini okudum.
Ama bunu ilk siz yapmıyorsunuz. Yüzyıllardır bu böyle devam ediyor. Son beşyüz yıldır bu böyle. Kitabımda sizin mezhebinizin (Maturidi) iç yüzünü de gösterdim. Mezhep imamınızın dediğinin tersini şimdi nasıl savunduğunuzu da gösterdim. ( Siz “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” dersiniz; ama Ebu Mansur Maturidi böyle demedi. Hatta “sonradan olan herşeyi Allah yaratmıştır” dedi. Siz cüzi iradeye sonradandır diyorsunuz zaten) Hepsini araştırdım. Kitabımda mezhep imamınızın "Kitabu-t Tevhid" adlı kitabındaki çelişkileri de gösterdim.


*** Ateizm zaten, olayların başlangıçsızlığını savunmak zorunda ve determinizm peşinden geliyor. Yani ateist kişi determinist olmak zorundadır. İnsan olarak hür iradem yok demelidir. Benim hareketlerimi önceden olmuş olaylar belirledi demelidir. Fakat araştırmalarım sonucunda anladım ki Allah’a inanan biri de alemin ezeli, başlangıçsız olduğuna inanmak zorundadır ve sudur anlayışını kabullenmek durumunda kalır. Şimdi karşımızda iki durum var.
1: Maddeler madde olmak itibariyle birbirinin aynıdır ve hiçbir şey kendi kendinin sebebi olamaz, çünkü bu kendi kendinden zaman olarak önce gelmesini gerektirir. O halde herşeyin sebebi bir öncekiydi anlayışıyla hareket edip bu olaylar zincirinin yaptırıcılığına inanır, bu olayların insanın kararlarını da etkileyen olduğunu kabul edip bir anlaşılmazlık içinde yaşamak
2: Bu maddelerden ayrı olarak bir başlangıçsız ve sebebsiz kabul edip buna Allah demek ve alemin de bu sebepsiz sebep olan Allah’tan sudur (çıkma, taşma) ettiğine inanmak. Ama bu sudurun başlangıcının olmadığını da kabul etmek. Zira olayların, Allah’ın bilmesiyle meydana geldiğine inanıp ve Allah’ı da, ilmi olarak kabul edip, alemin Allah’tan zaman olarak sonrasında olmadığına inanıp, böyle bir sistem kabul etmek ve kişiyi Allah’ın ilminin zorladığına inanmaktır.
Şu dediğimi asla unutmayınız: Siz ister Allah’a inanan, ister inanmayan olunuz, iki halde de bu inancınız sizin hareketlerinizde ve düşünceleriniz de hür olmadığınız fikrine götürür. Kim ki bunu kabul etmezse şunu bilsin ki ilim de onu kabul etmez. Araştırsın ve görsün. Allah’ın önceden bilmesinin insanı zorladığını yukarda anlattım. Yüzyıllardan beri bu pek bilinmeyen bir noktaydı. Ancak ateistler bu dediğime inanmıyorsa,"determinizm'i" araştırsınlar ve görsünler.
Karar verin, sizi zorlayan Allah mı yoksa geçmişteki olaylar mı, hangisine aklınız yatıyor?


*** Tanrı’dan bahsediyorsak, bunun başlangıçlı olduğunu kabul edemeyiz. Zira bu Tanrı herşeyin kaynağıdır, ama O’nun kendisinden oluştuğu bir kaynak olmamalıdır. Zira aksi halde kimse alemin varlığını açıklayamaz. Allah’ı basit olarak düşünmeliyiz, değişmeyen, bir’dir. Sadece ilimdir O. Ancak etkin, zorunlu kılıcı bir ilimdir. Yaptığından başkasını yapamazdı. Bunlar zatı gereği olan şeylerdir. Allah bunları tercih etmedi, sebepsiz bir ilim bütün bunların sebebidir. (Basit ama tatmin edici bir izahtır) Meşşailik felsefesinde anlatılagelen genelde budur. Alem için bir başlangıç kabul eden, asla allah ile alem ilişkisini açıklayamaz, İlahın başlangıcını savunmak durumunda kalır. (Kelamcıların hepsi böyledir. ama hiç biri bunu anlamadı ve Allah’a başlangıçsız demeyi sürdürdüler) O bakımdan mantık bize tek yol gösteriyor: Başlangıçsız bir ilahı kabul etmek! Başka yol yoktur.


*** Ben Allah’ın iradesi yok demiştim ya, son zamanda şu delili yaptım. Dedim ki: Allah’ın ezeli ilminin belirleyici özelliği vardır. Ancak buna irade diyemiyoruz. Zira bu ilimdir; ancak başlangıçsız olduğundan bizim anladığımız gibi olmayan şekilde belirleyiciliği vardır. Ben bu konuları biraz kapalı anlattım aslında. Yani onlar diyor ki: Allah’ın iradesi, ilminin aynıdır. Kudrete gelince onu da kapalı geçtim aslında. Şöyle demem gerekmekteydi: Kudretten kasıt ne idi? Bir fiili yapabilmek için gerekli olan kuvvvet değil mi? Ancak, ezeli ilim kabul edildiğinde, bu ilimde dikkat edersen biz başka bir ifade daha kullandık, o da şuydu: Bu ilim fiili bir ilimdir dedik, yani zorlayıcı ve etkin olan bir ilimdir, bu edilgen değildir dedik, bununla da zaten Allah’ın meydana gelecek şeylerle ilgili bilgisinin, bildiği gibi meydana çıkmasını kasdettik. Yani bu kudret ifadesi, ilim ifadesinde eritilmiş oldu. Bütün diğer ifadeler kudret, irade gibi ilim ifadesine irca edildi; yani ona döndürüldü. Ancak görme ve duymaya gelince ona da şu denildi: Görmekten kasıt görülebilecekleri bilmesi, duymaktan kasıtta duyulabilecekleri bilmesidir denildi. Peki neden Allah’ın duyması ve görmesi reddedildi? Daha evvel anlatmıştım ama şunu söyleyeyim: Zira duymak ve görmek etkilenmek demektir. Oysa Allah için etkilenmekten bahsedilemez denildi. Bu bakımdan bunlar hakiki manası ile alınamaz şeklinde ifadeler kullanıldı.


*** Dedi: “Tanrı'nın değişmez oluşu bir kanun mudur? Tanrı kainatı yokluktan mı var etmiştir, kendinden mi? Yokluktan bir şey çıkmayacağına göre; Kendinden var ettiğine göre bu; Kudretinden bir eksilme ve değişme değil midir? Yoksa kainat Tanrı'dan ayrı bir yaratık değil midir? Yani Tasavvuftaki gibi Tanrı aynı zamanda evrenle bir midir?
Böyle olsa dahi, bu da kudretini parçalara ayırmak olarak bir değişim sayılmaz mı? Yoksa zaten öyleydi, ayrıca bir yaratma olmadı mı? Evren ve madde halinde miydi yoksa Tanrı?

_Cevap: Dedi: "Tanrı'nın değişmez oluşu bir kanun mudur?"
_Cevap: Değişmez oluşu bir kanundur. Delili şudur: Değişenden bahsetmek için değiştireni kabul etmek gerekir. Ancak etkileyen etkileyenden (sudur durumu hariç) zaman bakımından önce gelmelidir ve bu da şu sonucu doğurur: Bir şeyin Allah’ı etkileyen olması için, Allah’tan zaman olarak önce varlıkta olması icap eder. Ancak Allah öncesiz ve başlangıçsız olduğundan bu imkansızdır. İmkansıza bağlı olan da imkansızdır. Böylece Tanrı’nın değişmesi kabul edilemez. Dediğim gibi bu çok önemli bir husustur. metafizik bunun üzerine temellenmiştir.

_Dedi: "Tanrı kainatı yokluktan mı var etmiştir, kendinden mi?"
_Cevap: Kainatı yoktan yaratmamıştır. Kainatta başlangıçsızdır. Allah, alemden zaman olarak değil rütbe olarak (zat olarak da denir) öncedir. Allah için şu denir: "Akıl, Akil, Makul" yani bilgi, bilen ve bilinendir. Allah kendini bilmekle kendisinin bütün herşeyin kaynağı olduğunu da bilmiş olur ve oluşumlar bu bilgiye göre olduğundan ve bu bilmenin başlangıcı olmadığından, alemin başlangıcı da yoktur. Ancak geleneksel anlatımdaki sudur anlatışı tatmin edici değildir.

_Dedi: "Yokluktan bir şey çıkmayacağına göre; Kendinden var ettiğine göre bu; Kudretinden bir eksilme vedeğişme değil midir?"
_ Cevap: Kudreti yok demiştim ve ilminin zorlayıcı bir bilgi olması sebebiyle, olacağını bildiği olaylar varlık sahasına çıkacağına göre, ilminde bir değişiklik olmayacaktır deniyor. (Bu konuda sıkıntılar da vardır) Allah’ta bu konuda da bir değişme olmamış oluyor.

_Dedi: "Yoksa kainat Tanrı'dan ayrı bir yaratık değil midir? Yani Tasavvuftaki gibi Tanrı aynı zamanda evrenle bir midir? Böyle olsa dahi, bu da kudretini parçalara ayırmak olarak bir değişim sayılmaz mı?"
_Cevap: Ben alem ile Tanrı birdir demiyorum.

_Dedi: "Yoksa zaten öyleydi , ayrıca bir yaratma olmadı mı? Evren ve madde halinde miydi yoksa Tanrı?"
_ Cevap: Zaten Allah’ın ayrıca bir yaratma sıfatı yoktur. O çokluk kabul etmeyen bir birliktir. O birlik ise, ilimdir. Bilmesi, hadiselerin sebebidir. Yani tüm çabamızla şuna çalışmalıyız: Allah’ı birlemeye. O’nda çokluk düşünmemeliyiz
ve O’na madde de demem. Ama buna geleneksel kelam delilini de getirmem. Zira kelamcılara göre “her cisim hadistir. Zira parçalardan mürekkeptir ve parçalarına muhtaçtır. Dolayısıyla bir etki edene ihtiyaç duyar” deyip, bunu söyledikten sonra maddenin hadis olması lazım geldiğini söylemişlerdir.


*** Dedi: "Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır."
_Cevap: Acaba başa gelen kötülükler, bu ifadeye göre yine Allah’ın dilemesi ve takdiriyle olmuş olmadı mı?

_Dedi: "Örnegin, bir insan elini ateşe soksa, eli yanar; elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandadır. Ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah tır.
cevap: " fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandadır" ifadendeki elini sokanın bu fiili yine Allah’ın iradesiyle olmadı mı?

_Dedi: "yoksa siz içkiyi, kumarı, dikili taşları, putları ve fal oklarını yapmayı insana yaptıran da Allah’tır mı diyorsunuz?"
_ Cevap: Sen yukarda demedin mi “herşey Allah’ın iradesiyle olur” diye. O halde bu lafın ne manası var? madem Allah yaptırmıyor da

_ Dedi: "HAYIR ALLAH’TANDIR, ŞER İSE ŞEYTANDANDIR"
_ Cevap: Namaz kılmak hayır mı? “hayır” dersen, sorarım: Namaz kılmak Allah’tan mı? “evet” dersen, sorarım: Bu lafla neyi kasdettin? eğer “namaz kılmayı Allah nasip eder” manasını kasdettiysen, yine sorarım: Peki ama namaz kılmayanlar da var, acaba onlara namaz kılmayı nasip etmedi mi? bu yine ayrıımcılık olmuyor mu dersin?


*** Kürşat dedi: "Yani anlayacağın bütün diğer ifadeler kudret, irade gibi, ilim ifadesine irca edildi; yani ona döndürüldü. Ancak görme ve duymaya gelince ona da şu denildi: Görmekten kasıt görülebilecekleri bilmesi, duymaktan kasıt da duyulabilecekleri bilmesidir denildi. Peki neden Allah’ın duyması ve görmesi reddedildi? Daha evvel anlatmıştım ama şunu söyleyeyim: Zira duymak ve görmek etkilenmek demektir. Oysa Allah için etkilenmeden bahsedilemez denildi."

_Dedi: "Fiil'in kaynağı iradedir. İrade olmadan, kudret olmadan fiilin olması düşünülemez. Bu insan özellikleri içinde düşündüğümüzden mi acaba"
_ Cevap: Aynen öyle

_Dedi: “İradesi-kudreti, ilmine irca edildi-döndürüldü” derken ya da ezelden öyle iken yaratma fiilini düşünce gücüyle mi gerçekleştirmiştir? Ki ifadeden bu anlaşılıyor..
_Cevap: Düşünce değil, Allah düşünmez. Neden? çünkü düşünmek, bir problemi çözmek için gayret sarfetmektir, çaba harcamaktır. Halbuki Allah çaba da harcamaz, gayret de sarfetmez ve önemli olan şu ki: O’nun amacı da olamaz. Ama bakınız Zariyat 56’da ne diyor ayet: "Cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım." Bakın bu ayetin zahirini (dış anlamını) alanlar nasıl bir duruma düşüyor: Eğer insan ve cinlerin ibadet etmeleri Allah’ın amacı olmuş olsaydı, şu sonuç çıkardı: Bir çokları ibadet etmez, demek ki Allah amacına ulaşamadı, aciz kaldı sonucu çıkmaktadır. Peki neden amacı yok dedim? Esasen bu da yüzyıllardır bilinen şeylerdendir. Açıklaması şu: Amaç edinmek acizliktir. Zira amaç edinen, edindiği amaca ulaşmasının onun için, şu bulunduğu durumundan daha hayırlı olacağını düşünür. Bu iş şu sonucu doğurur: Amaç edinen, henüz elde demediği, kendince ulaşamadığı bir kamillikten yoksun demektir. Bu konu da felsefede defalarca söylenen şeylerdendir. Mesela Gazali bu konuda da bir çelişkiye şöyle düştü: Gazali ve Eşarilik, Allah’ın amacı yoktur dediler. Ancak hem Eşarilik hem de Gazali, Allah’ın iradesini kabul etti. Halbuki amacı olmayanın iradesi de olamaz. Bunu göremediler. Bu inceliği de yine bunu kelamda bulamazsınız. Sadece bilmesi etki yapar.

_ Dedi: "Ancak duyması ve görmesi ile ilgili konuda çelişkiler var. Görme ve duyma, bilmesiyle açıklanamıyor tam olarak.
_ Cevap: Bu soru önemli, bunu şöyle izah ediyorum: Allah dışında herşey cisim dediğimden, düşünce de bir cisimdir, renkte, renk düşüncesi de, ruh da. Bu cismi, Allah bilir ve görmesi söz konusu değil dedim. Zira görmek için mesafe şarttır ve yön de lazımdır gören için. Dolayısıyla Allah görür diyenler farkında olmadan Allah’a yön isnad etmiş, yön isnad edince de, mekan isnad etmiş, sonuçta Allah’a cisim demiş olur. Ancak bunları pek düşünmezler. Onlar akıllarınca Allah’ı yüceltmek peşindedirler.


***


kursat:
bir fiili istemeyi isteyebilir misin, ayağa kalkma örneğinde, kalkmayı istemeyi mi istiyorsun yoksa direkt kalkmayı mı
blawknox:
peki hangi durum da, diyelim iğne battı, hemen kalktık
kursat:
normali
blawknox:
kalkmayı istiyorsun
kursat:
istemeyi istiyor musun
mcin:
istemeyi istemek mi? bu nasıl soru?
blawknox:
normal bir durumda kalkmayı istiyorsun
kursat:
yani istemeyi istemiyorsun değil mi
mcin:
kalkmayı isteriz, kalkmak istemeyi istemeyiz.
kursat:
neden
mcin:
gereksiz çünkü
kursat:
o halde bu istek biz de onu istemeden mi gerçekleşti
albatros:
sudur inancı sana gore uygun değil mi
kursat:
uygun, ama benim versiyon
albatros:
yani alem, Allah’tan taştı
kursat:
evet
albatros:
peki, Allah, Allah’lığının bilincinde midir?
kursat:
tabi
albatros:
peki sudur ettiğinin de farkında mı?
kursat:
tabi
albatros:
başka birşey olması gibi bir şey olamaz o zaman
kursat:
tabi
albatros:
taşmasını da dilemediğine göre
kursat:
onu diyorum ya
albatros:
senin sudur da ki farkın ne?
kursat:
şu: onların ki kabul görecek cinsten değil; onlar Allah’tan önce ilk akıl çıktı dedi, ama bu cisim değil dedi, sonra bu ilk akıl kendini akletti, sonra akıl kendini akletmesiyle ilk felek oluştu ve ilk aklın Allah’ı akletmesiyle de ikinci akıl oluştu diyorlar, bu 9 felek ve 10 akıla kadar gider, ikinci kendini düşünür 3. olur gibi yani, onuncu akıl alemdeki olayları yapar ve onuncu akılın yaptıklarına ayaltı alem denir. yani çok saçma bunların dediği, karışık, okudum bu konuda çok kitap,
anladım ki böyle değil. Şöyle: sudurla olan maddeydi cisimdi, ancak Allah başlangıçsız olduğundan, kendini bilmesi de başlangıçsızdır. kendini bilmesiyle nelere sebep olacağını da bilir, yani neyin olacağını biliyorsa, o, Allah’ın bilmesiyle varlığa gelir ve kendi gibi madde de başlangıçsız olur.
kursat:
düşüncelerini sen belirlemiyorsun, bak hisset
albatros:
neyi düşüneceğime bir şey sebep oluyor ve düşünüyorum ve bu sebep de benim elimde değil sanki
kursat:
aslında çok basit, bu düşünceler asla evvelki olaylardan değil, bunu hissedebiliyor musun? önce bunu söyle, yani aslında aklımıza gelenleri geldiği anda anlamlandırıyoruz. ama onları aklımıza biz getirmiyoruz, hisset, aklımıza gelince düşünüyoruz ve düşündük diyoruz, 1 ile 10 arasında beş karışık 5 rakam seç
albatros:
evet
kursat:
şimdi bu rakamları nasıl seçtiğini düşün, dikkat edersen tık tık diye peşi peşine oldu değil mi? tık tık
albatros:
e tabii
kursat:
düşünceler de böyledir aslında ve biz bunlar biz de olunca düşünüyorum ya da seçiyorum deriz, aslında tık diye bize gelen o fikirler bizden değildir, başkasındandır hisset, biz bu düşüncelerin mahalliyiz
albatros:
ama Kürşat, bu beş rakamı, tık tık tık diye sıralamam senin sorun üzerine oldu, yoksa ben sıralamıyacaktım
kursat:
ama ben o soruyu sence neden sordum, bu da tık diye oldu aslında
albatros:
bir şeyi izah için
kursat:
bu da tık diye oldu aslında, hatta bir deney yapalım, önünde iki seçenek var, sağ ve sol, seçeceksin birini
albatros:
evet
kursat:
bir dene
albatros:
evet
kursat:
bu da tık diye olacak, engelleyemezsin ,dene hisset, son sözün ne
albatros:
karışık, bilmiyorum. tık olayı garip


*** Dedi: Mantık yürütme şeklin gayet iyi olmuş ama göz önüne almadığın konular nedeni ile yanlış çıkarımlarda bulunmuşsun. Şu an 2006 yılındayız ve geriye doğru sonsuz sayıda olay olduğunu söylemişsin. Bu doğru ama gözden kaçırdığın olay bu sonsuz sayıda olayın bitmiş olmadığıdır. 2006 yılını sonsuz sayıda evrensel olayın bitiş yılı olarak algıladığın için evrenin başlangıcı olduğunu düşünmüşsün. Çünkü sonu olan herşeyin muhakkak başlangıcı da olması gerekir. Burada haklısın. Ama 2006 da hala sonsuz sayıda olay değişerek, gelişerek, evrimleşerek devam etmekte olduğundan, bu mantık silsilesi ile evrenin başlangıcı olduğu çıkarsaman hatalıdır.
_Cevep: Zaten bu görüşümü değiştirdim ve alem başlangıçsızdır dedim. Zira anladım ki alemin (olayların) başlangıcını savunan, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmek zorunda kalır. O bakımdan bu görüşü terkettim ve alem de dolayısıyla madde de ezeli yani başlangıçsız dedim. Ama alem, Allah’tan sudur etti, yani ondan taştı. Ancak bu başlangıçsız idi diyorum. Ancak şunu itiraf edeyim ki benim alemin başlangıçlı olduğuna yönelik delilim çok güçlü olup ona karşı bir delil getiremedim. Sadece Allah başlangıçsız olmalıdır, düşüncesiyle o iddiamdan vazgeçtim. Eğer benim alemin başlangıcı olmalıdır iddiamdaki o delili çürüten bir şey bulursan sevinirim.


** Dedi: “Şimdi sen bir yerde diyosun ya, Allah zorla yaptırdı diye. Halbuki o kişi kendi dilemesiyle yaptı o işi. Kader vardır ama kaderde olan işler gerçekleşirken insanın cüzi iradesini yok sayıyorsun. Mesela ben bu anda yazıyorsam kendi cüzi irademi kullanarak yazıyorum. Zalimlerin kötülük yapmaları Allah'ın izniyle ama, insanların cüzi iradeleri var. Eğer Allah böyle kötü olan işlere izin vermeseydi imtihan sırrı mı kalırdı?
Cevap: Ben cüzi iradeyi yok saymıyorum. Bizim irademiz var diyorum. Ama bu cüzi irade dediğimiz sonuçta düşünce değil mi? Mesela ayağa kalkma isteğimi ele alalım. Bu cüzi iradedir. Bu ayağa kalma düşüncemi Allah mı yarattı? İşte sana ve senin gibilere bunu anlatmadılar ve siz de bunu sormadınız! Size denildi ki: "Sen istiyorsun ne yapacağını, Allah ise hareketlerini (fiillerini) yaratıyor. Yani sen hürsün" Hep bu deniyor ya, sen çocuk musun, sorsana "hareketimi Allah yaratıyor da, düşüncemi, seçimlerimi de mi Allah yaratıyor?" diye. Sana ne diyecek onlar? Derse ki "düşünceni de Allah yaratıyor" hemen cevabı yapıştır; de ki: "hem düşüncemi, seçimlerimi Allah yaratacak, hem hareketlerimi, benim hür olduğum nerde kaldı ki artık.” Eğer sana derse ki: "Düşünceni Allah yaratmıyor, orasını karıştırma, biz de böyle okuduk alimlerimizden, üstatlarımızdan, sen onlardan daha mı iyi bileceksin ki;" deki: "Hareketler var, düşünceler de var. Birini Allah’ın yarattığına inanıyorsunuz da, öbürünü yarattığına niye inanmıyorsunuz.”



*** Dedi: “Eğer sen Muhammed’e hakikaten iman etmiyorsan ve sen onu kafir ilan edebilecek kadar kendini üstün görüyorsan, ben sana şunu sorarım: Sen İslam üzerinemisin ki, yazılarını okudum islam üzerine olduğunu söylüyorsun ama daha çok hamsın, bu halde sen islam üzerine olup, islamı getiren Allah’ın Resulünü nasıl kafir ilan ediyorsun? Çok şaşırdım doğrusu.
Cevap: Bunlar böyle, ne yapayım? Gözümü mü yumayım? Bu yapılanları yok mu sayayım? Bende öyle mi yapayım? Bu iş böyle, bırak peygamberleri, bir tarikat şeyhine dahi yapılan tazim ve hürmet ne boyutta bir düşün! Bu böyle iken elbette peygamberlerin yaptıklarının ve söylediklerinin üzerine sünger çekilir rahatça ve insanlar bunu sormaz ve soramıyor işte. Soran neyle karşılaşır biliyor musun? Hiç bir grup kabul etmez onu. kesinlikle söylüyorum, bunu bilin yani: Biri Allah’ı, Kuran’ı okuyarak tanımaya çalışırsa, onun ayağı tahminim büyük oranda kayar. Zira bu işler karmakarışıktır.

*** Şerri Allah mı yaptırıyor? “hayır” dersen, hayır ve şer Allah’tan olmuyor muydu?


***

mcin:
Mesela hayvan yolda giderken niçin kayalıklara taşlıklara gitmez de yeşil alanlara gider?
şahsı meşhur:
hayvan hiç hür değil, çünkü yazılmış onların nasıl davranacağı bir program dahilinde
kursat:
sen görmedin mi biri köpek çağırırken ne yapıyor, bak köpeğe otur deyince insanlar hareket yapıyor mu eliyle, madem hayvan hür değil, yani Allah zorla hareket ettiriyor onu, o halde köpeğe kalk dediğinde insanlar elini kaldırıyor ya, zorlamayla ahenkle devam eden başka bir harekette, zorunludur sonucu çıkar. Demek ki insan da zorunlu olarak hareket ediyor demektir bu.
albatros:
çok doğru, evet Kürşat bu güzeldi.
kursat:
hayvanların da hür iradesinin olmadığını da ispatlayım mı? arılar var ya, bunlar bal yaparken bir düzlem içinde başlarlar, ancak petek ballar var ya, altıgen yaparlar ya, bunu yaparken farklı arı grupları düzlemin farklı yerlerinden başlıyorlar yapmaya, ancak sonunda bu altıgen petekler ortada buluşuyorlar ve hiç karmaşıklık olmuyor. dayısıyla eğer bu arılar hür olsaydı bir grubu bir santim aşağıda bitirirdi, yani bu altıgenler birleşmezdi, zira insanlar bile bunu yapamazlar, o halde bu arıları böylece yönlendiren olmalıdır. Bu da Allah’tır ve Allah onları zorlamaktadır
arı hayvandır, eğer arı hareketlerinde zorlanıyorsa, demek ki bütün hayvanlar zorlanıyor demektir.
Buna göre başka bir hayvan olan köpek de hür değil demektir. yukarda verdiğim örneğe göre köpek hür değilse insan da hür değil demektir.


*** Dedi: İzah edilmesi gereken husus şudur: Tabiatın potansiyel kuvvetleri insanın zararına güdümlenmiş değildir. Örneğin; yağmur, sel felaketi getirmek ve insana zarar vermek için Allah tarafından tetikte bekletilmemektedir. Allah’la insan arasındaki ahlaki ilişki buna engeldir. Aksi halde Allah zorba ve zalim bir varlık olur.
_Cevap: Allah zaten zalimdir.

_Dedi: İşte Allah evrende bütün kuvvetlerin potansiyelini elinde bulundurduğundan ve bu kuvvetler hayrı ve şerri aynı anda potansiyel olarak barındırdığından, hayır da şerr de Allah’tandır. Ancak bir kuvvetin hayra ya da şerre dönüşmesinde etki insandan gelir.
_Cevap: Peki sizce bu etki, yani insanın etkisi, Allah’ın iradesiyle olmuyor mu ve sizce yine bu etkiyi Allah yaratmıyor mu?

_Dedi: İşte neyin hayr neyin şerr olduğunu bilen Allah, insana insanın tavrına göre bunları verir. Evet, bunları Allah verir. Ama insanın tavrını nazara alır.
_Cevap: İnsanın bu tavrını Allah yaratmadı mı? ve Allah’ın iradesiyle oluşmadı mı sizce bu tavır?

_Dedi: İnsanın başına gelenler bu yüzden elleriyle kazandıkları sebebiyledir. Sadaka ve dua bu yüzden belayı defeder.
_Cevap: Demek sadaka belayı defeder öyle mi? İyi düşününüz. Zira gelecek olan belayı Allah önceden bilir mi? “evet” derseniz, zaten Allah’ın olacağını bildiği bir bela asla gerçekleşmemezlik edemez. Zira bu olursa, “Allah cahil” manası çıkar. Demek ki bela asla engellenemez. Tersine dua da, sadaka da kaderdendir. Asıl onlar meydana gelmek zorundaydı. ( Burada bir inceklik var şöyle ki: Bu ifadeler hadis olarak rivayet edilir. Yani sadaka belayı defeder ya da dua belayı defeder, akrabayı ziyaret ömrü uzatır gibilerinden, halbuki birinin öleceğini Allah, değişmez bir şekilde bilir ve bu ilim yanlış olamaz. Demek ki ömür uzamaz. Bu kadar basit. Benzeri çok hadis var. Bir kısmı da Buhari, Müslim’dendir. Yani öyle kolay kolay bu hadislere uydurma diyemeyiz. Şimdi önümüzde bir durum var ki, benim defalarca söylediğim şeydir. Eğer Allah Resulü bunları söylemişse, gördüğünüz gibi yanılmış demektir. Hani peygamberler hata etmezdi. Halbuki bu lafları direkt Allah’a cahil demeye geliyor.

_Dedi: Teklife olumlu cevap verip vermemek sizin sorunuzdur. Olumlu cevap verince kurallara uymanız gerekir; kurallara uymayıp, “Allah öyle takdir etmiş” demek soytarılıktır.
_Cevap: Yani Hadid 22’ye inanmak soytarılık öyle mi? Alah’ın olayları ezeli olarak önceden bilmesine inanmak soytarılık öyle mi? Peygamberin kader hadislerinde anlattığı kader inancına (cebr) inanmak soytarılık öyle mi? Yine siz Allah’ın ezeli iradesini kabul etmediniz mi? Buna göre insan fiilleri bu ezeli iradeden olmuyor mu sizce ve bu cebr olmuyor mu?


*** Allah faili muhtar olmayıp, Mucibu'n bi'z-zat'tır

"Karabaği’nin Tehafütü" adlı kitapta Karabaği diyor ki: "Allah’ın bilgisinin fiile taallukunun, o fiilin zorunlu olarak meydana gelmesini gerektirip, bunun aksinin ise imkansız olduğunu kabul etmek yüce Allah’ın mucibu'n bi'z-zat olup ihtiyarıyla fail olamaması sonucunu doğurur ki bu, filozofların istediği şey olup, alemin kıdemi konusuna aykırı olmadığı gibi o fikri destekler."
İzahı: Ben evvelden filozofların bu görüşlerini okurken güler geçerdim, "böyle şey mi olur" diye. Ancak şimdi bu fikirdeyim. Olay şu; Karabaği’nin dediği, çok basit bir gerçeği dile getiriyor. Eğer Allah’ın olayları olmadan önce bildiği kabul edilirse, olacağını bildiği olaylar olmak zorundadır. Çünkü aksi halde Allah yanılmış ve cahil olmuş olur. Ama bu olamaz. Dolayısıyla Allah’ın olacağını bildiği şeylerin varlığa gelmesi zorunlu; varlığa gelmemesi ise imkansız olur. Hal böyle olunca Allah’ın değişmez ilminde olaylar nasılsa, öylece meydana gelir. Allah bunları seçemez, yani Allah zatı gereği zorunludur. O’nu bunları yapması için zorlayan yoktur. Ama zatı gereği bunları yapmak durumundadır ve bunları yapmamazlık edemez. Ben zaten “Allah’ın iradesi yoktur” derken, hep bunları kasdediyordum. Yani bütün bu olayları Allah seçmedi ve istemesi yoktu. Zira bunlar O’nun değişmez ilminde, başlangıçsız olarak belliydi ve bunlar varlığa gelmek zorunda olan olaylar olmuş oldu. Yani lafın özü, Allah yaptığı şeylerin dışında başka şeyler yapamazdı ve bundan sonra da yapacağından başkasını da yapamaz! Dikkat ediniz, siz şundan yanılıyorsunuz, hep Allah’ı kendinize kıyas yapıyorsunuz. Halbuki ilahlıkta olay budur. Yıllar öncesinde filozofların bunu dediğini görüyordum ama kapasitem yetersizdi ve kelamcıların basit anlayışlarına inanmayı südürdüm. Bir komedi bunlar. Mesela bunun komedi olduğunun bakın en açık izahını yapacağım size. Mesela "mümkün ya da mümkin" kavramı vardır kelamda. Bu şu demektir kelam dilinde: Olması da olmaması da eşit olan ve bunun olması için bunu Allah’ın irade etmesi gerekir diye açıklanır. Şimdi dikkat edin, bu tam bir saçmalıktır! Çünkü, zaten “olayları olmadan önce Allah bilir” dendiğinde, Allah’ın olacağını bildiği şeyin varlığa gelmesi şart olur ve varlığa gelmemesi imkansız olur. Bunu anlamak güç değildir. Zira mesela benim şu an ki yazma işlemimi Allah önceden biliyordu. Bu eylemi yapmak zorundaydım; aksi halde Allah’ın ilmi, cahilliğe dönerdi. Şöyle örnek vereyim: Benim şu an yazacağım O’nun ilminde belliydi ya, işte ben, şu an yazacağım belli olduğu
anda, benim denize girmem olabilir miydi? Olamazdı değil mi? Zira yazı yazma ve denize girme zıt şeylerdir. O halde benim şu anda denize girmem imkansız demektir. Yani kelamcıların yüzyıllardır anlattıkları mümkün kavramı çok basit bir saçmalıktı.



** Allaha neden zalim dediğimi anlatacağım: Ben yakın zaman önce Allah’a zalim demekten vazgeçtiğimi söylemiştim. Ama tekrar inceledim durumu ve yanıldığımı anladım. Herşeyin kaynağı Allah’tır ve zulmün de kaynağı Allah’tır. Ben Allah’ın iradesi yok demiştim, ama yakın zamanda şu ayrıma da vardım: Ben Allah’ın ilmini kabul ettim ama başlangıçsız olduğunundan bu ilmin bizim ilmimizde olmayan iki özeliği vardır: İlki etkin ilim olması; yani zorunlu kılıcı, zorlayıcı bir ilim olması; ikincisi, bu ilimde belirleyicilik özelliği de vardır. Yani olacak olaylar O’nun ilminde bellidir diyoruz. Dolayısıyla bu ilim başlangıçsız olsa da, sonuçta belirleyicilik özelliği taşımaktadır. Ama “Allah’ın iradesi yok” derken, bu ilimden ötürü seçme ve isteme özelliği olan iradeye yer kalmamaktadır. İzah şudur: Bir kere seçmek için seçilecek olanların meydanda olması gerekir. Ama ezeli irade kabul edildiğinden dolayı, günümüzdeki olaylar olmadan önce seçimden bahsediliyor ki saçmadır. Bazıları diyor ki: “Allah milyarlarca alternatifden birini seçti." Bu zaten tam bir saçmalıktır. Tekrar diyorum ki: Değişmez ilminde olaylar, başlangıçsız olarak bellidir. Ne alternatifi? Bunlar insan biçimci İlah tasavvurlarının sonuçlarıdır. Allah’ın ilminin belirleyici özelliği vardır. Dolayısıyla dünyadaki zulümlerin varedicisi Allah’tır. Bu yüzden Allah’a zalim demek yanlış olmaz. Tekrar diyorum: Allah bu olayları tercih etmedi, istemesi yoktu; olay şu idi: Başlangıçsız bir ilimde bu olaylar belliydi ve bu ilme göre bu olaylar olacaktı, başka yol yoktu.


***

kursat:
Allah bu ortamı meydana getirmek zorundaydı, mcin ne diyorsun
mcin:
Katılmıyorum. Sonsuz alternatifi vardı. Bunları diledi.
kursat:
ama bunları meydana geleceği değişmez ilminde belli değil miydi
mcin:
belliydi.
kursat:
peki bahsetiğin alternatifler içinde hangisinin meydana geleceği yine bilinmiyor muydu, ne yapacağımız Allah’ın ilminde belli değil mi
mcin:
belliydi.
kursat:
olacaklar zaten bu belli olanlar değil mi
mcin:
evet
kursat:
şu halde Allah yaptığından başka türlüsünü de yapabilir miydi, iyi düşün
mcin:
Hangi yaptığından bahsediyorsun? örnek versene?
kursat:
mesela bugün kar yağdı, bunun gibi
mcin:
Alternatifleri sonsuzdu ama O bunu diledi.
kursat:
bu ifadeyi çok kişi dedi yüzyılarca, bir komedi bu, neden mi? Çünkü sorsam size: peki bu bahsettiğiniz sonsuz alternatif içinde, hangisinin meydana geleceği de öncesiz ilminde belli değil miydi
mcin:
belliydi.
kursat:
nerede bu seçim peki, hiç böyle seçim olur mu
mcin:
Peki senin bu söylediklerine göre Allah aciz olmuyor mu? kürşat
kursat:
cevap ver dediğime sen, haksız mıyım
mcin:
Ama eğer Allah bu olanlardan farklı birşey yaratmış olsaydı.Ezeli ilminde farklı birşey dileseydi.Yine sen bu sözü söyleyebilecektin. Öyle değil mi? Allah her ne yaratsaydı sen Allah bunu yapmaya mecbur diyecektin.
kursat:
şunu da diyorum: Allah’ın bilgisi başka türlü olamazdı, kelamcılar göremedi inceliği, buna Gazali de dahil
mcin:
Kürşat yani Allah aciz mi?
kursat:
aciz demedim, iradesiz ve zalim
mcin:
Yarattıklarından değişiğini yaratamaz mı?
kursat:
Allah yaptığından farklı bir şey yapamazdı ve bundan sonra da yapacağından başka bir şey yapamaz, nasıl fikir bunlar
mcin:
Aslı astarı olmayan sözler.
kursat:
karşı delil getirmedin ama
mcin:
Allah’ın yaratmasının sonu yoktur.
kursat:
Allah ilminin zıttına bir fiil yapabilir mi
mcin:
Kürşat sen Allah’ı hiç tanıyamamışsın.
kursat:
ama delil getirmiyorsun cin
mcin:
Senin delilin nerede onu göremedim.
kursat:
inancını delilsizlik üzerine mi kurdun, göremediysen senin aczin bu, yüzyıllardır bu bilinen görüştür
kursat:
Allah “mucibun bizzattır” denir
mcin:
Ne demek bu
kursat:
yani zatı gereği zorunludur demektir, yaptığından başkasını yapamazdı manasına gelir, zira “yaptığından başkasını yapabilirdi” demek, ilmi cehle döndü demektir
mcin:
açıkla.
kursat:
Allah alemi yaratmak zorunda olduğu için mi yoksa yaratmak istediği için mi yarattı
mcin:
Allah zorunlu değildir. Yaratmayabilirdi de? Yarattıklarını mevcuttan farklı da yaratabilirdi.
kursat:
peki Allah’ın ilminde yaratacağına dair mi bir bilgi vardı?

** Bahsettiğiniz açıklama yıllardır bildiğim, ancak insanı tatmin etmeyen bir izahtır. Eşarilerin izahıdır: Alem Allah’ındır. Allah malında tasarruf yapmıştır; dolayısıyla bu zulüm sayılmaz derler ve şu örneği verirler: Ücret önceden belirlenmek şartıyla iki adam çalıştırdım ve bu ikisi tamam dedi, çalıştı. İş bitiminde birine dediğimden fazla para verdim. Öbürü diyemez ki: “niye ona fazla veriyorsun.” Dersin ki ona: “sana konuştuğumuz parayı vermedim mi? ona daha fazla veresim geldi.” Bu örnekte Allah’ın zalim olmadığını anlatılmak isteniyor. (Allah’ın birine iyi yaşantı diğerine kötü yaşantı vermesi buna kıyas edilmeli demeye getiriliyor.) Bir örnek daha veriyorlar: “Senin bir gömleğin var; ister giyersin, ister yırtarsın. Sen onu yırtsan bu zalimlik olmaz, zira o senin malındır.” Ancak şimdi dikkat ediniz vereceğim örneğe; halbuki Kuran’da anlatıldığına göre, Allah’ın kalpleri mühürlemesi vardır. (Bakara 7, İsra 46) Bu mühürlenme anında da bu şahıslara iman etmek teklif edilmektedir.(Araf 15) Halbuki mühürlenme anında bu şahıslar iman edemez. Görüldüğü gibi iman edemeyecekleri halde, iman etmekle yükümlü tutuluyorlar. Şimdi soruyorum bu zulüm değil midir? Ben bu konuda yüzlerce kitap okudum. Kim ki Allah’a zalim demedi, o şahıs bu işlerin altından kalkamadı, ne yaptıysa beceremedi. "Teodise" adıyla anılan meseledir bu. Kötülük problemi diye meşhurdur. Avrupada da böyle bu konuda çok kitap yazıldı. Hiç kimse, Allah’a zalim demedikten sonra bu işlerin altından kalkamadı, rezil oldu. Bunu yüzlerce kez gördüm.

*** Dedi: Öncelikle Allah'ın herşeyi bildiğini nereden bileceğiz?
_Cevap: Aklen başka türlü bir ilah kabul edilemez. Yani aklen, bilme olmadığında alemin varlığı açıklanamaz. Eğer naklen bakılırsa, Kuran’daki ayetlerde, Allah’ın ilerde olacak hadiseleri bildiği anlatılır. Yani sudur (taşma) nazariyesi bilme ile açıklanır ve aleme hadis yani sonradan oldu diyenler, zaten rüya görmektedirler. Onların rezil olduklarını her gün daha iyi anlıyorum.

_Dedi: Eğer varsa o zaman O’nun fonksiyonu sadece bilmek mi?
_Cevap: Evet

_Dedi: Madem bu şeyler yine olacaktı; o zaman =’nun varlığına ne gerek var?
_Cevap: Yanlış bir anlayış bu. Alemin varlığı bir ilah kabul edilmeksizin asla açıklanamaz. Alemin sebebi Allah’tır. Ancak zaman olarak alem Allah’tan sonraya kalmış değildir.

_Dedi: Bence Tanrı varsa bile bazı şeylere gücü yetmiyor olabilir veya bazı şeyleri bilmiyor olabilir.
_Cevep: Eğer ilerde olan bir olayı bilirse, hepsini bilir demektir. Zira olay olma açısından farkları yoktur. Kudrete gelince, kudreti yoktur, zaten ilmi fiili bir ilimdir. Yani etkin bir ilim; ayrıca kudrete yer yoktur. (Allah’ı birlemek önemlidir. Sıfatlarını inkar edişimiz buna dayanır.)

_Dedi: (Eğer varsa) Tanrı’nın zalim olduğu konusunda size katılıyorum. Ama gücü yetmediğinden ya da düşünemediğinden de kaynaklanıyor olabilir kötülükler.
_Cevap: Allah zaten düşünmez ki; sadece bilir, o kadar. Görüldüğü gibi bu ifadeniz de Allah’ı insan gibi düşündüğünüzün delilidir. Düşünmek ancak ilerde olacakları bilemeyen bizim gibiler için bahis konusudur.



*** Dedi: Yani bu dinlerin, peygamberlerin bir nedeni, amacı yok mu? Oysa dinler, peygamberler insanı doğru yola sevketmek için geldik falan diyorlar. Senin Allah kavramında bu tür şeylere yer yok galiba.
_Cevap: Mükemmel bir soru!
Bu sorunun iki yönü vardır: Birincisi, Allah’ın açısından bakıldığında, Allah’ın amacı olmadığından, dolayısıyla bu yapılanlarında (peygamber gönderme, kitap gönderme) hakiki anlamda amacı olmamış demektir. Ancak ikinci yönü olarak, bizim açımızdan bakıldığında, bizim amacımız vardır, azaptan kurtulmak ve cenete gitmek. Ama burada çok önemli bir ayrıntı vardır. O da şudur: Defalarca söyledim; Kuran bambaşka bir kitap diye. Kuran insan biçimci ifadelerle örülüdür. Yani Kuran’ı okuyan biri genelde insan biçimci bir ilah tasavvurunda bulunur. Bunu aşması çok zor olur. Zira Kuran ayetleri bu yöndedir. Elbete burada Allah, insanları saptırmaktadır bu ayetlerle! Bunda şüphe yoktur. Çok açıktır. Bakın imtihandan bahsediliyor ( Mükl 2) Halbuki yine Kuran’da olayların önceden bilindiği de çok ayette vardır. (Hadid 22) Dolayısıyla böyle imtihan olamayacağı açıktır. Ancak imtihandan bahsediliyor. Yani Kuran’a öyle bir yaklaşmak lazım ki, bu insanlar gibi değil. Yoksa felaket olur. Temel kural akıldır, mantıktır. Allah’ı, Kuran’dan (özellikle hadislerden) öğrenmeye ve tanımaya çalışanlar çok zor durumda kalırlar ve sonradan da Kuran, hadis okuduğu için anlatılan akli delilleri duymazdan gelir, görmek istemezler. Böylece hayatı geçer gider, ziyan olurlar.
Not: Son laflarımı duyunca bir çok insan bana güvenmemek doğrultusunda düşünebilir ve bu da doğaldır. Ancak ben bu hadisleri ve Kuran’ı iyi bilirim. Tekrarlar dahil Yüzbin hadis okumuşluğum vardır. Son peygamberin itikadi konularda hata etmesi meselesine daha evvel, yüzyıllarca pek eğilen olmadı. Eğilemedi; dikkat ediniz, hadislerde anlatılanlar daha ayrıntılı biçimde insan biçimci bir ilah anlatımıdır. Detaylara kadar; şok olursunuz bunları duyduğunuzda. Ama bu rivayetleri "tevil" adı altında; yani “başka anlamı kasdetti peygamber” dendiğini ve bu rivayetlerin kabul edildiğini göreceksiniz. Yani bu bir tabudur. Kimsenin yanına sokulamadığı bir tabu! Ben size diyorum; gerçekçi olunuz, o da bir insandı, okumamıştı. Felsefi gelişmelerden habersizdi. Hayatı savaşla ve insanlarla uğraşmakla geçti. Detay şeyleri bilmemesi doğaldı. Ama ona insanlar tarafından insan üstülük atfedildi. Kuran’da kendisi azarlandı. (Abese) O’nun insan olup, hatalarının olabileceği anlatıldı Kuran’da. Ama insanlar bunları görmezden geldi ve onu insan üstü saymaya devam etti. Bu hadis ilminde kendini gösterdi. Bütün bu insan biçimci rivayetler kabul gördü “tevil” adlı altında ve bugünlere gelindi. Aslında bütün bunlar da normaldi. Zira insanlar ekseriyetle anlayabileceği şeylerin peşinden giderler. Onlara anlayabilecekleri basit şeyler anlatılmıştı, peygamber tarafından. Mesela zamanımızdaki kitaplarda ne deniyor? "Allah mekandan münezzehtir" deniyor ya, bu şu demek olur: Mekanda olmaktan yücedir, yani mekanda değildir demektir. Bu ise açıkça şu demektir: "Allah hiçbir yerde yoktur." Peki ama siz o dönemdeki insanları bırakın, günümüzdeki "Allah mekandan münezehtir" diyen insanlara deyin ki: "Allah hiç bir yerde yoktur." Size şunu diyecektir: "Yani Allah yok mu diyorsun." Gördüğünüz gibi insanlar böyle şeyleri pek anlamazlar.
Yani demek istediğim; peygamber itikadi konuda yanıldı.Bbu kesindir. Ama bu pek anlatılmaz; bunu siz anlayacaksınız. Kendinize yol çizeceksiniz. Bakın burada bir fark vardır. Hadislerde insan biçimci ilah anlatımı var ya, peygamber, bunlara inanarak söyledi; yani o böyle inanıyordu. Bu farka dikkat edin. O yanıldı ve onu Allah yanılttı. Ancak Allah, Kuran’daki bu ayetleri vahyetti ama, aslında kendisinin böyle olmadığını da biliyordu. Yani insan biçimci ve duyguları olan gibi. Bu fark önemli. Artık safdilliği bırakmalısınız. Zira ben bu kadar hadis okudum ve bir adet bile zayıf, hatta uydurma olarak bile şöyle rivayet görmedim: “Ben böyle diyorum ama aslında başka mana kasdediyorum. Yoksa böyle insan gibi şekli olan değildir Allah." Aksine insan biçimci yüzlerce rivayet var ve bir kısmı kütübü sitededir. Artık yol ayrımındasınız, karar verin, hadisler böyle; peygamber bu konularda yanıldı diyeceksiniz. Kuran’a gelince, şunu diyeceksiniz: Allah kullarını, Kuran ayetleriyle de saptırıyor. Aslı böyle değil bu konuların diyeceksiniz. Başka yol yok; aksi taktirde savrulur gidersiniz bu fırtınada.
Önce akli delile bakacağız ve akli delile göre hareket edeceğiz. Aklı, yani mantığın reddetmediği oranda nakli haberlere (Kuran, hadis) ona göre yaklaşacağız. Evet, Kuran da, Allah’ın da amacı varmış gibi anlamlara yol açan ayetler var. En fazla anılanlardan biri (Zariyat 56’ dır.) Ama bu ayetin zahiri alınamaz. Neden mi? Çünkü ayet diyor ki "insanları ve cinleri yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım." Burada ilk bakışta Allah’ın amacı, insan ve cinlerin kulluk etmesi gibi bir mana var ise de, dikkat edilince şu görülür: Halbuki kulluk etmeyenler de var, o halde Allah amacına ulaşamadı mı, aciz mi? sorusu gündeme gelir. Dolayısıyla, aslında Allah’ın amacı yoktur. Ama, işte böyle ayetler Kuran da mevcuttur. Dediğim gibi, Kuran acayip bir kitaptır, ama basitçe yaklaşıldığında şahısın ayağı kayar. Peki “ne yapacağız” mı diyorsunuz. Şunu yapacağız, başka yok yoktur. filozofların eserlerini inceleyeceğiz. İbn sina, Farabi, Aristo gibi.



*** Allah’ın iradesinin olmadığını kanıtlayan soru: Allah olacağını önceden bildiği bir fiili (işi) yapmayabilir mi yoksa yapmak zorunda mı?


*** Aslında Allah’ın geleceği bilmesi hususu genelde naklen bilinir. Yani Kuran ile, Kuran’da geleceği bildiği anlatılır. Ancak Kuran’a inanmıyorsanız, size şunu delil getirebilirim: Bir ilah kabul ettiğinizde, bu alemi açıklamak için iki yol var. Birincisi, alem ezeli demek; ikincisi, hadis yani sonradan oldu demek. (“Mucibun Bizzat” demek, zatı gereği zorunlu demektir. Yani ben Allah’a zorunlu diyorum, sen ise insan bile hür olmalı diyorsun) Sonradan oldu dersen büyük çıkmazlar vardır ve en meşhurları şunlardır. Şu sorulur: Sebep tam illetinden geri kalamaz, yani bir şeyin oluşması için gerekli şeyler var ise, sonuç da bundan zaman olarak geri kalamaz denir. Yani şu sorulur: Alemin (Allah’tan başka herşey) var edilmesi için şartlar ezelde (öncesizlikte) hazır mıydı, değil miydi? Eğer “değildi” denirse, alem imkansızlıktan imkana geçmiş demektir ki, bu imkansızdır. Bunlar ayrıntı ama burada çok önemli bir ayrıntı var ki kelamcılar, yani aleme “sonradan olmuştur” diyenler; asla bu delile cevap vermiyorlar, geçiştiriyorlar. Delil şudur: Bunu çevrenizdekilere sorunuz. "Terk müddeti" diye anılır. Soru: Alem sonradandır diyenler şunu demeye mecburdur: “Allah vardı, alemi yaratmak için bir müddet sabretti, bekledi, alemi yaratmayı bir süre terk etti” derler. Başka çareleri asla yoktur. İşte bu esnada şu soru sorulur: Bu süre sonlu mu yoksa sonsuz muydu? “Sonsuz” derse, olmaz. Çünkü sonsuzun sonu gelmez, alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. “Sonlu” demek zorunda, bu sefer alemin başlangıcından sonlu süre geride Allah kabul etmiş olmakla, bunlar farkında olmadan, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul ediyorlar. (Hatırlarsanız bende bir ara bunu savunmuştum) Halbuki ilahın varlığının başlangıcı olamaz. Zira kendi kendine toz tanesi bile olmaz.
Burada şu sonuç çıkıyor: İlaha inanıldığında, sudur nazariyesine inanmak zorundayız. (Ama kitaplarda anlatıldığı gibi olmayıp, basit şekilde madde ezelidir diye inanmalıyız. Yoksa kitaplarda anlatıldığı gibi, llk akıl, ikinci akıl, faal akıl gibi şeyler değil) Bu ise ilimle olur. Yani alemin, Allah’ın bilgisine göre, Allah’tan taşması. Ancak bilmesi ezeli olduğundan alem de ezeli olmuş olmaktadır.
Diğer sorunuz şu: Diyorsunuz ki: “bence insanda hür olmalıdır”
_Cevap: Bakınız bir ilaha inanmayanlarda çaresiz hür iradeyi reddederler. Bunu evvelden de söylemiştim. Bazıları dikkate almadı ama bu gerçektir. Ateizm, determinizme inanır. Başka yolu yoktur. Zira ateizmde, sebep sonuç ilişkisi esas kabul edilir. Sebepler sonuçlarını zorunlu kılarlar ve her zaman aynı sebepler aynı sonucu verirler diye inanılır. Bu ise sonuç olarak şunu ortaya koyar: Mesea yüz yıl önceki olaylar, bugünkü olayları etkilemiştir diye inanılır ve örnek verilir: Senin dedenin yüz yıl önce yaptığı birşey, mesela bir şeyler yaptı zengin oldu ve sen şimdi o malı yemektesin. Bu görüş (determinizm - ateizm) demektedir ki: “İşte geçmişteki olaylar bugünü etkiliyor ve bu, insanın hareketlerini de kapsar ve insan hür değildir.”


*** Kürşat dedi: "Allah’ın iradesinin olmadığını kanıtlayan soru: Allah olacağını önceden bildiği bir fiili (işi) yapmayabilir mi yoksa yapmak zorunda mı?"
_Dedi: Soru -senin mantığınla- saçma bir kere. Amaçsız bir Tanrı, ne diye olması gerekeni değiştirsin? Amacı ne?
_Cevap: Zaten ben değiştiremeyeceğini savunuyorum. Allah zatı gereği zorunludur. Yani seçim yapamaz. Yaptığından başkasını yapamazdı, yaptığını yapmak zorundadır. Ancak O’nu, buna zorlayan da yoktur. İlahlık ise bunu gerektirir. Bunu anlamayan bu işleri bilmez, bilemez. Bu en temel kuraldır. Yani Allah’ın iradesiz oluşu. Temel bir konudur; bunu biri anlamadıysa diğer konular buna bağlı olarak genelde yanlış olur. Ağzıyla kuş tutsa, bunu bilmedikçe diğerleri tam rayına oturmaz. Ama bunu anlar ve kabullenirse tüm düşüncelerini buna göre yenilemesi icap edecektir.

_Dedi: Senin gibi düşünmesek de soru yine saçma. Tanrı’nın önceden bildiği fiili değiştirmesi, aslında önceki bildiğinin yanlış bir bilgi olduğunu göstermez mi? (Unutmayın Allah’ın bilgisi ulvi, nedensiz bir bilgidir. Bilim adamlarının önce bu deyip sonra şu dedikleri bilgi gibi değildir)
_Cevap: Zaten o yüzden değiştiremez diyoruz ya. İlmi cahilliğe dönemez; dolayısıyla bunları değiştiremez. Seçim yapamaz. Bu ince konuların en incelerindendir, kelamcılar bunu göremedi. Bazen hissedenler oldu ama "Allah’ın mecbur oluşu" düşüncesi onları çıldırttı ve bu sanki akıllarına gelmemiş gibi, şu an ki savundukları insan biçimci ilah düşüncesine geri döndüler. Zira bu düşünce onlara "Allah’ın aciz olması" gibi geldi. Aslında böyle değildi. Bu normaldi. Ancak insan biçimi ilah düşüncesi çok köklüdür ve bunu aşmak zordur. Üstelik bunu çevredeki insanlara pek anlatamaz insan. Yani kolayca kabul ettiremez. Kelamcılar ise şu basit düşünceyi savundular, hala da savunuyolar: “Allah olmuş ve olacak herşeyi bilir. Allah’ın kudreti vardır ve yaratıcıdır. Ama kudret tek başına bunu yapmaya yetmez, dolayısıyla bu kudreti yönlendirecek bir şey lazım. Yani Allah’ın bir şeyi şu zamanda değil de bu zamanda yaratmayı ve onu değil de bunu yaratmayı seçici özelliği vardır ve buna irade denir. İrade olmazsa, bunlar nasıl ayrılacak ki, bu ayrım nasıl olacak ki?” derler.
Gördüğünüz gibi insan gibi düşündüler Allahı da. Halbuki sadece şu soru bile sorulsa, onların gerçek yüzü bilinirdi: Derler ki: “Allah milyarlarca alternatif arasından bu alemi seçti. İstese alemi yaratmazdı.” Dikkat ettiniz mi lafa, "istese yaratmazdı" gördünüz mü? Ne demek bu? Şu demek: Bunlar Allah’a irade kabul etmeyi o kadar çok istiyorlardı ki, bu laflarıyla Allah’a cahillik atfettiklerini göremediler. Yani "alemi istese yaratmayabilirdi" diyor ya, ne demek bu? Peki bu alemin varlığa geleceğini Allah ezeli yani öncesiz, başlangıçsız şekilde bilmiyor mu? "biliyor" diyorlar. Ama bu, "alemi istese yaratmazdı" demek Allah’ın bu bilgisinin yanlış çıkmış olması olmuyor mu peki? Bunlar böyle adamlardır.
Bir de şunu diyeyim: Hani bunlar diyor ya: "Allah milyarlarca alternatif içinde bunu seçti." Seçmek için seçilenlerin mevcut olması gerekmiyor mu? Bunlar diyor: “Allah’ın iradesi ezelidir yani ezelde seçti ve alem sonradan oldu; olaylar yokken Allah seçti.” Olay yokken nasıl seçim olabilir ki? Buna da kendilerince hazırlıklılar ve buna karşı diyolar ki: “Allah ezeli ilmine göre seçer” diyorlar. Yani ilminde bu kadar alternatifin olacağını biliyordu ve birini irade sıfatıyla seçti diyorlar. Şimdi dikkat; çünkü bir soru bunları bak ne hale getirecek. Soru şu: Peki Allah bu alternatifler içinden hangisinin meydana geleceğini yine ezeli olarak bilmiyor mu? "biliyor" derler, peki, dolayısıyla ezeli bilgisinde neyin meydana geleceği de belli olmuş olmuyor mu? "belli" derler, peki daha seçime ne hacet var ki, zaten olacak olanlar belli, daha ne seçmesi? seçilecek şey mi var ki seçme olsun? Zaten neyin olacağı değişmez bir ilimde belli ya.

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Dedi: "Nerede kaldı bizim halifeliğimiz, yeryüzünde iki milyar (müslüman) kaçı haberdar halifeliğinden?
Bu Fakr’in dili sülçi lisan olduysa affola, ALLAH HADDINI AŞANLARDAN EYLEMESIN - Amin."
_Cevap: Neden dua ediyorsun? Dua ettiğinde bu çok büyük problemleri beraberinde taşır, bir de Allah’a irade atfediyorsun. Oysa Allah’ın iradesi yoktur. Zira O’nun öncesiz ilminde, zaten olacak olaylar bellidir. Ayrıca iradeye yer yoktur. İkincisi: Sen diyelim Allah’ın iradesi olduğunu kabul eden birisisin. Bu durumda ise şöyle bir çelişkide olursun: Diyorsun ya "Allah haddi aşanlardan eylemesin" dikkat edin; burada Allah’tan bir istek var, yani O’ndan isteniyor ya; bu şahıs Allah’ın iradesi olduğunu kabul eden birisi olduğuna göre şunu soruyorum: Peki Allah’ın iradesi ezeli mi yani başlangıçsız mı, öncesiz mi yoksa hadis mi yani sonradan olan bir irade mi? dersen ki: “sonradan olan bir iradesi var” şunu sorarım: Peki neyi irade edeceğini öncesiz ilmiyle biliyor muydu? bu soruya “evet” dersen, bu duruma göre iradenin sonradan olmadığı ortaya çıkar. Zira “ezeli ilimde ne irade edileceği belli” diyorsa, ezeli irade gibi oluyor gibi sanki. Eğer dersen ki: "Allah’ın iradesi de ezelidir." Soruyorum: Bu düşünceye göre zaten bizim başımıza olaylar gelmeden, yani sen bu duayı yapmadan önce, senin başına gelecek herşeyi Allah ezelde dilemiş demek olur ve sana göre Allah’ın dilediği olur, dilemediği ise olmaz. Dolayısıyla sen yokken de başına gelecek olanları, bu anlayışa göre, yani ezeli irade anlayışı, zaten ezelde irade etti demek olur ki, yaptığın duanın manasının olmadığı burada belli olur. Çünkü “Allah olacakları ezelde irade etti” diyen birinin dua etmesi şu manaya gelir: “Allah’ın belirli olan şeyi tekrar belirlemesi için O’na yalvarıyorum.”
Soruyorum: Belirlenmiş olan şey tekrar belirlenir mi? (Belirlenmişten kastım şu: İlminde belli olması), Gördüğün gibi dua etmek bir çok yanlış düşünceyi beraberinde taşır, hatta O’na cahil demeye bile gelir. Zira sanki olayları olmadan önce Allah bilmiyomuş gibi bir düşünceyi savunmak durumunda kalır dua eden aslında farkına varmasa da. Zira değişmez bir bilgiyle Allah olayları bilir denirse ve böyle inanılırken dua eden şahıslara sorsan veya sormasan da tecrübeme dayanarak söylüyorum ki, dua eden şahışların bir çoğu hatta tamamına yakını esasen şöyle düşünür: "Ben dua ettiğim için Allah bu belayı benden kaldırdı” veya “ben dua ettiğim için bu sınavı kazandım, eğer dua etmeseydim sınavı kazanamazdım." Dikkat ediniz, şimdi bu düşünceyi inceleyelim. Bu kişiler genelde “Allah olayları önceden bilir” inancını da savunan kişilerdir. "Eğer dua etmeseydim sınavı kazanamazdım" sözü hatalıdır. Zira siz Allah olayları önceden bilir diyorsunuz. O halde senin bu sınavı kazanacağında önceden biliniyordu. Yani O’nun bilgisinde sabitti, belliydi ve bunun aksi olamazdı. Zaten dolayısıyla sen duayı da mecbur yaptın. Zira bunu yapacağın da ezeli olarak biliniyordu. Demek istediğim, dua edenler kaderi inkar noktasına sürüklenmiş olurlar. Niye? Ne diyorlar: "Eğer dua etmeseydim, sınavı kazanamazdım, dua ettiğim için kazandım" bu ne demek? Şu demek: Yani “ben dua da etmeyebilirdim” demek olur, onların inancına göre. Bu ise olayların olduğundan başka türlü de olabileceğini savunmak olur ki, bu ise kaderi inkar manasına gelir. Yani Allah’ın ilminin ezeli olmayıp, sonradan olduğu, olayları olduğu anda Allah’ın bildiği gibi, düşünceleri savunmak anlamına gelir.
Aslında bu izahım gayet açıktır. Yani şu mesajı veriyorum: Dua etmeyin artık! Diyeceksiniz ki: "sen ne diyorsun bre zındık! Kuran’a mı inanacağız yoksa sana mı, sen kimsin!"
_Cevap: Daha evvelde anlatmaya çalıştım; şimdi sakin ol, yukardaki izahımda mantıksızlık görüyor musun? Eğer görüyorsan söyle bakalım? Eğer görmüyorsan, bir kere haklı olduğumu kabul ettin demektir. Şimdi soruna bakalım: "Kuran’da böyle diyor ya, sen ne diyon bre zındık!"
Evvelden de Kuran’ın çok farklı bir kitap olduğunu ifade etmiştim. Ondaki derinlik çok fazla olup, anlatmaya kelime bulamıyorum. Yani şunu diyorum; çare yok ki şuna inanmalıyız: Allah kullarını Kuran ayetleriyle de saptırmaktadır. Bakın dua örneği bunun kanıtıdır. Halbuki Kuran’da dua etmek emredilmektedir. Ayette "Dua edin ki, karşılık vereyim" diye geçer. Daha başka ayetler de vardır. Şu söylediklerimi savunacağım, evvelden aklımın ucunda yoktu. Tam zahirciydim ben eskiden. Yani fıkıh, hadis okuyan, genelde nasıl inanılırsa öyle inanan. ( Ehli Sünnet biçiminde) Yani böyle olacağımı hiç bilmiyordum, ama oldum ve gariptir ki gittiğim hiç bir ortamda kendimi onlar gibi hissedemedim. Mesela bir anımı anlatayım: Namaz kılmaya başlayınca (1996), bana sık sık nereye bağlısın deniyordu. Ben de demek ki bağlanmak mı lazım acaba falan diye düşündüm ve birine bunu açtım. O da beni bir yere götüreceğini söyledi. Gittik, o zaman yaşım yirmibir idi ve böyle yerlere daha evvel gitmişliğim yoktu. Gittik, zikir çekiliyordu, Kuran okunuyordu ve özellikle ahlaka dair sohbet yapılıyordu. Yani ilmi derinlikle ilgili ( itikad, kader ) konular konuşulmuyordu. Bense heyecanla bunları bekliyordum oysa. Oradaki şahıslar zikir esnasında çok huşulu görünüyorlardı. Ama ben bunu kendimde hissedemiyordum; belki alışık değildim. Sonradan da çaylar içilmeye başlayınca konular açıldı. Ben okumaya yeni başlamıştım dini kitapları o ara; fıkıh gibi ilimlerden başlamıştım o zamanlar. Kelamın adını dahi bilmezdim, bilsem de bilgim yoktu. Bunlar sonradan oldu. Konu açıldı, ben okuduğum şeyleri söylüyorken tartışma ortamı oluştu ve ben oradaki kitaplardan, okuduklarımdan, onların yanlışta olduğunu gösterdim; ilk gittiğim gün oldu bu. Bana soğuk davranılıyordu. Bir seneye yakın devam ettim. Ama aslında ilk günden beri ben orada istenmiyordum. Bunu da anlamıştım ama kendimi eksik hissediyordum, yani böyle yerlere gitmeyince insan olgunlaşamıyor gibi düşünceler bende vardı. Yani ben soru sormayı seven biriydim. Biri konuşuyorken, yani orada lider pozisyonundaki şahıs konuşurken, mesela lafa karışıp öyle olmayıp aksine şöyle olduğunu söyleyiveriyordum. Sonra bir gün bana dediler ki: “Artık gelme buraya!” O zamanlar oradan kovulmuştum ama gelecekte Samsun’da her yerden kovulacağımı daha henüz bilmiyordum, bunu da ilerde anlayacaktım. Ben 16 yaşından beri çok okurdum; günde 10 saat falan. Bana ufakken derlerdi: Oku ama tek taraflı okuma, onu da oku, öbürünü de oku. Ben de “tamam” dedim. Okuyunca, bu sefer de dediler ki: “Fazla okuma kafan karışır, yani kafayı yersin ve yemişsin de.”


*** Dedi: ALLAH kullarını fiillerinde icbar etmemekte, lakin mükevvenatın mebde ve mead itibarı ile hallerini kesinen bilmektedir. Bilmek ise azamet ve şanının nişanıdır; eğer icbar olsa zulüm olur (haşa). Bunu da açmışsın, “hatırı yaratan O değil mi?” demişsin. Evet, O, fakat cüz'en hür eden de O. İrade-i cüz-i denilen olay. ALLAH yazdığını bozar mı demişsin.
_Cevap: Bunu demedim, “ilmi yanlış çıkmaz” dedim.

_Dedi: Eğer bozarsa, bozacağı malumu bilmemesi nakıslıktır demişsin ki, bozmaz demişsin. O malum, O’na malumdur sana bana değil.
_Cevap: Tamam işte, O biliyor ve bildiği gibi olacak olaylar. Benim olacakları bilmemem, olayların seyrini değiştirmez ki.

_Dedi: Misalen kul sadaka verir ve hadis-i şerif mucibince bela def olur.
_Cevap: Demek def olur. Soruyorum: Bu belanın gerçekleşeceğini Allah ezeli olarak biliyor muydu yoksa bilmiyor muydu? Eğer “biliyordu” dersen, peki ama, Allah’ın olacağını bildiği bir olay, nasıl meydana gelmez? Eğer bu olay meydana gelmezse Allah’ın ilmi, cahilliğe dönmüş olmaz mı? Yani burada ne oldu? Şu oldu: Bu hadislerin zahirini aldın. Evet, bu hadisler sahihdir (kuvvetli hadis), aldın ve böyle inandın, o halde soruma yanıt ver bakalım? Hani peygamber hata etmezdi? İşte onun hata ettiğine bu hadisler de örnektir

_Dedi: Yahut sıla-i rahim yapar ömrü uzar; amenna. Kulun ömrü malumdur; fakat kul'a değil. Dolayısı ile ALLAH o kulunun, o sadakayı vereceğini ve o kulundan bir takım olabilecek belaları kaldıracağını bilmektedir.
_Cevap: Demek ömür uzar ha? Oysa, Kuran da, ecel geldiğinde ileri geri gitmeyeceği anlatılıyor ve yine dediğim gibi Allah’ın ilminde, birinin öleceği vakit de belli değil mi? "belli" diyorsan ve “bu ilimde yanlış olmaz” diyorsan, bu uzamayı nasıl izah edeceksin? ve diyorsun ki: "olabilecek bir takım belaları kaldıracağını bilmektedir," dikkat edelim: Allah tereddüt eder mi, etmez mi? "etmez" dersen, bir şeyin olup olmayacağını sence, Allah bilir mi? "bilir" diyeceksin ya, o halde bir olayın Allah’ın ilminde olacağı belli ise, Allah için o olay, "olabilir" diye nitelenemez. Zira o olayın varlığa gelmesi zorunlu demektir. Yani bu şu demektir: Başımıza ne geldiyse gelmek zorundaydı, ne gelmemişse o da gelemezdi. Bu kadar basit. “Yok öyle, yok böyle” dersen, işin içinden çıkamazsın. Biz de geçtik bu devrelerden. Yani bu hadisler üzerinde biz de düşündük ve peygamberin yanıldığına karar verdim. Zaten bu karar verildiğinde kişinin yolu büyük ölçüde açılır. Zira artık korkmadan düşünebilecek duruma gelmiş sayılabilir. Aksi halde senin gibi (bir zamanlar benim gibi) bu hadisleri alır; sarsılmaz bir bağlılıkla bunları zorunlu olarak doğru kabul eder. Peygamber’in bu sözleriyle hata edebileceğini aklına getirmek istemez, bunu düşünmektense ölmek yeğdir onun için. Aklına bu gelecek olsa bile bunu düşündüğü için kendini en ağır şekilde paylamakta gecikmez. O kimdi de bunu düşünmeye cüret etmişti, Allah alemi onun için yaratmamış mıydı? ( “Sen, sen olmasaydın alemi yaratmazdım” diye bir rivayet vardır; uydurma diyenler vardır buna, ama çok yaygındır, hadis zaten kütübü sitte’de yoktur. Galiba "keşful hafa"da vardı bu rivayet ) Ve mantık kurallarını ihlal etme pahasına, düşünmeye çalışır, tabii çok zorluk yaşar ve sonra artık düşünmekten yorulur; zira çıkış bulamaz. Neden mi? Zira mantık kaidelerinin karşısında tutunulamaz. O da bunu anlar ve "düşünmemeliyim artık, yoksa sonum felaket olacak" deyip, artık susar ve başkalarına da bunu öğütler ve “Ehli Sünnet alimleri” der durur artık. Bunu yeterli görür kendine. Neden? denedi ya, düşündü ya, daha ne yapacaktı ki? Artık durmak ve susmak zamanıydı değil mi?

_Dedi: Anlaşılmayacak en ufak bir mesele yoktur. Olaylara Ehli Sünnet penceresinden bakmak gerekir. Sen izi, tozu yeryüzünden silinmiş Cebriye’nin menhus fikirleri ile burada kabadayılık yapıyosun; laf kalabalığını kes’te meramını kısa geç.
_Cevap: Demek öyle, o halde dinle beni, Ehli Sünnet diyordun ya, hangi mezhepleri kasdediyorsun? Maturidilik ve Eşarilik değil mi? İtikad da bunlar değil mi? "evet" diyeceksin. O halde kulaklarını iyice aç ve beni dinle: Bu Eşari mezhebi var ya, hani yüzyıllardır hak mezhep dediğiniz; işte o da cebircidir. İnanmadın mı bana? Kitabıma bakabilirsin yüzlerce delille bunu gösterdim. Gazali var ya, onu nasıl buluyorsun? “Büyük alim” mi diyorsun? Bunu da iyi dinle o halde: İşte o da cebircidir. Kendisi Eşaridir ve İhya adlı kitabında bunları söyledi. Bunu da kitabımdan bulabilirsin. Forumlarda "Gazali böyle diyor" başlığında bu konudaki dediklerini yazdım. Kimin için? Sizin için, şimdi de kabadayı olduk!

"Peki Eşariliğin cebirci olduğunu nasıl bilmiyorum" mu diyorsun? O konu karışık. Ama şunu bil; dediğim gibi Cebriyye adına çok hücum yapılıyor, ama iş Eşariyye'ye gelince, sadece "sanki bu da cebirci gibi” deyip geçiştiriliyor. Zira bu köklü mezheptir ve Ehli Sünnet diye nam yapmıştır. Öyle rahatça üstüne gidemiyorlar. Gazali de, Razi de bu mezhepde zaten. Bu mezhep yani Eşariliğe (cebri mutavassıt) derler. Yani "orta derecede cebr" demektir. Sana soruyorum: Cebrin ortası olur mu? Cebr cebrdir değil mi? Peki neden böyle söylüyorlar: Çok basit; zira Eşariliği kolluyorlar. Dedim ya çok nam yapmış mezheptir.( Sana bir bilgi vereyim, bu Maturidiliği adam yerine pek koyan yoktur da, bakma onlar kendini adamdan sayarlar. Yabancı yazarlar Ehli Sünnet dendiğinde hep Eşariliği kasdederler. Maturidinin adı pek geçmez.) Aslında Cehmiyye de, cebircidir, Eşarilikte, ama Cehmiyye'ye aleni saldırırlar, hakaret yaparlar. Ama Eşariye hafiften laf dokundurlar ( örnek olarak: Bu Eşarilerde sanki cebre meyil var gibi) değil mi? Neden? Çünkü Şafilerin itikadda mezhebi Eşariliktir diye geçer de ondan. Aslında Şafiler de, Eşariliğin cebirci olduğunu pek bilmezler. Onlara sorarsan sana hür iradeyi savunurlar, peşine de ben Eşariyim derler, yani tamamına yakını kendi mezheplerini tanımaz.



*** Dedi: Önce Eşariliğe uzattığın dilini bir makaslıyayım; (dedikten sonra bir kitaptan kelime kelime alıntı yapıyor) şimdi kitaptaki yazıyı eleştireceğim. Dikkat ettinizse son yazılarımda Eşariliğe pek laf dokundurmazlar demiştim, "sanki biraz cebre kayma var" derler, o kadar. “Fazla ileri gidemezler” demişim. O dediklerime bir örnektir bu yazı. Beraber inceleyelim bunların nasıl bir rezillik içinde olduğunu:
_Dedi: Eşariye göre kul ,fiillerinde muhtardır. Yani irade ve kudreti vardır. Fakat kudreti yaptığı işlerinde müessir değildir.
_Cevap: Bu yazıda, Eşariliğin cebr olmadığı anlatıyor ya, peki "kulun kudretinin yaptığı işte tesiri yok" demek ne oluyor acaba?
EşariyyeEye göre, Allah kulun kudretini de yaratıyor ve Allah bu kudreti ne için, yani hangi fiil için yarattıysa kul ancak bu kudreti ona harcayabilir, başka bir şeye harcayamaz. Mesela ayağa kalkma hareketi için Allah kul da kudret yarattı ya, bu kudreti yine kul Allah’ın kendinde yaratacağı ayağa kalkma hareketine harcayabilir. Yani bu kudreti kolunu kaldırmak için de kullanamaz.

_Dedi: ALLAH kulun fiilini azim ve tasmimi bulunduğu anda yaratır. Bu azim, kulun iradesini o şeye yöneltmesi ile o işi kesbetmesi şekline tecelli eder. O halde kul halık olmayıp kasibtir.
_Cevap: Peki bu azim yani bir fiili yapmayı isteme düşüncesini (mesela ayağa kalkmak istiyorum, arzu ediyom) acaba yine Allah mı yaratıyor? Bu mezhep bu soruya "evet" diyor. Bu mezhebe göre hareketimizi Allah yaratıyor, hareketi yapma isteğimizi Allah yaratıyor (Allah bunu yaratmazsa, bu mezhebe göre kul düşünemez bile) Kudretimizi Allah yaratıyor, eeeeee nerede hür irademiz?

_Dedi: İşte bu noktada Cebriyye ve Kaderiyye’nin düşmüş olduğu hataya düşmemişlerdir.
_Cevap: Cebriyye değilmiş Eşarilik!

_Dedi: Eşariyye’ye “cebri mutavassıt “denilmesinin sebebi de, kaderiyye ve cebriyye arasında orta yolu bulması açısındandır. Cebre, kaderiyyeden daha yakındır; fakat cebriyeci değildir.
_Cevap: Dediğim gibi, Eşari mezhebini cebircilerden göstermezler. Hem dedikleri cebr oluyor, hem de ısrarla "yok öyle olur mu hiç" derler, kesip atarlar.

_Dedi: Dikkat edilirse, Eşariyye de, Cebriyye’ye yakınlık varsa da, Eşarilik cebriyye diye açıklanmaz. Sadece biraz daha Maturidiye’ye göre mübhem ifadeler vardır. Diğer hususlarda ise Eşariyye ve Maturidiyye hem fikirdir.
_Cevap: Dediğim gibi değil mi? Eşarilik ve Maturidilik hem fikirdir diyor. Biri cebirci, “Allah zorla günah işletiyor” diyor, öbürü “zorla işletmiyor” diyor. Bu mezheplerin azıcık farkı var diyolar. Bu yüzyılardır yapılıyor, hem de öyle başarılı yapıyorlar ki, adam geçmiş karşıma bana savunma yapıyor; kendine tam güveniyor.


Yukardaki alıntı yaptığım yazının tam metni şu: “Eşariyye göre kul ,fiillerinde muhtardır.yani irade ve kudreti vardır.Fakat kudreti yaptığı işlerinde müessir değildir.Çünkü herşeyin olduğu gibi,kulun fiillerinin halikı'da ALLAH'dır.Bir eser üzerinde iki tam müessir kuvvet ictima edemeyeceğine göre kulun fiili üzerinde yegane müessir kuvvet,ALLAH cc'lühüdür.ALLAH kulun fiilini azim ve tasmimi bulunduğu anda yaratır.Bu azim,kulun iradesini o şeye yöneltmesi ile o işi kesbetmesi şekline tecelli eder.O halde kul halık olmayıp kasibtir.Teklif esası ile Eşariyye ALLAH'ın yegane halık olduğu esasını bağdaştırmışlardır.İşte bu noktada cebriyye ve kaderiyyenin düşmüş olduğu hataya düşmemişlerdir.Eşariyyeye cebri mutavassıt denilmesinin sebebide kaderiyye ve cebriyye arasında orta yolu bulması açısındandır.cebre kaderiyyeden daha yakındır fakat haşa cebriyeci değildir.Malum maturidiyye mezhebinde ise ne ifrat ne tefrit tam orta yol ve en açık delilleri le halk ve kesb izah edilir.Dikkat edilirse eşariyyede cebriyeye yakınlık varsada haşa eşarilik cebriyye diye açıklanmaz.sadece biraz daha maturidiyeye göre mübhem ifadeler vardır,diğer hususlarda ise eşari ve maturidiyye hemfikirdir.”


*** Kul muhtar (seçer) dendiğinde aslında gerçek anlamda Eşari mezhebi şunu kasdeder: Bu mezhebe göre kulun iradesi vardır. Yani kul seçim yapabilir; ancak yine de kul hür değildir. Zira bu mezhebe göre kulun seçimlerini de, düşüncelerini de Allah yaratıyor. Bir de dikkat ederseniz yazıda "kesb" terimi gerçiyor, bu ise şudur: Kesb demek arapça “kazanmak” demektir. Yani şöyle; mesela ayağa kalkma fiilini Allah kul da yaratınca, kul bu hareketin mahalli yani yeri olmuş oluyor. Kul da yaratıyor fiili ve kul bu fiili yapıyor. İşte buna yani Allah’ın yaratığı fiili kulun yapmasına kesb yani kazanma denir. Şimdi size bu mezhebin kesb tarifini vereceğim: "kulun kudretinin (bu kudreti de yine Allah yaratır) fiille (yine Allah’ın yarattığı hareketi kasdediyor) birlikte tesirsiz olarak bulunmasıdır."


*** _Soru 1- Namaz kılıyor musun?
Evetse, neden? Allah senin durumunu önceden takdir ettiyse neden yoruluyorsun?
Hayırsa, Allah namazı emretmiyor mu?
_Cevap: Namaz kılıyorum. Şöyle oluyor: Allah kılacağımı ezeli ilmiyle biliyordu; O’nun bildiği yanlış çıkmaz. Bundan dolayı mecbur kılmış oldum. Kılmasam O’nun ilmi yanlışa dönerdi; bu ise olamazdı.

Soru 2- insanlara iyilik yapıyor musun?
Evetse, Neden? ne faydası var?
Hayırsa, Allah iyiliği emrediyor mu, emretmiyor mu?
_Cevap: Yapıyorum, bak bunları size anlatıyorum, dediğim gibi Allah zorla yaptırıyor.

_Soru 3- Aana yapılan kötülüğe kızıyor musun?
Evetse, neden? adamın kötülük yapacağını Allah yazmamış mıydı sana göre?
_Cevap: Kızdığımda oluyor, ona bunu Allah zorla yaptırdı, bu olacaktı, olmaması imkansızdı; bunu da biliyorum. Ama insanız, zayıfız ve olaylardan etkileniyoruz (aslında olaylardan etkilenmiyoruz da; çünkü bu etkiyi de yine biz de Allah varediyor. Biz de alışkanlık olarak “olaylardan etkilendik” diyoruz. Aslında olan olaylar birbirini etkilemez. Hepsini ayrı ayrı Allah yaptırır.


_Soru 4- Allah peygamber gönderiyor mu sence?
Evetse, niye? Herkesin durumu belli ise, niye bir de peygamber geliyor?
Hayırsa, İsa, Musa, Muhammed, İbrahim, Yunus, Yusuf, Yakup vs. kim?
_Cevap: Gönderdi, milletin durumu iliminde belli, ama bunların gönderileceği de belli değil miydi?

Soru 5- Allah kitap gönderiyor mu?
Evetse niye?
Hayırsa, ayetleri nerden kırpıyon?
_Cevap: Gönderdi, hiç bir nedeni yok. Çünkü ilminde böyle olacağı belliydi. Allah da ilmine göre bunları yaptı. (Aslında bilmesi bu olayların meydana gelmesinin gerçek sebebidir. Ayrıca yaratma sıfatı yoktur)

Soru 6- Kitapta emir ve yasaklar var mı?
Evetse, niye? herkesin durumu belli değil mi?
Hayırsa, emir yasak ayetleri nedir?
_Cevap: var, evet belli ama bu ayetlerin de böyle olacağı da belli değil mi?

_Soru 10- Allah abesle iştigal mi ediyor?
Evetse, niye?
Hayırsa, abesle iştigal değil mi uyulması gerekmeyen kurallar vaz eden bir ilah?
_Cevap: Abesle iştigal ediyor demiyorum. Dediğim gibi Allah bu olayların olmasını seçmedi, Allah bunları nedensiz (bunu daha evvel çok kez açıkladım) bir ilme göre yapmaktadır. Çünkü olaylar iliminde belliydi zaten; ve nedensizlik sorgulanamaz. Zira ne sorarsan "nedeni yok ki" cevabını alacaksın. Zira ezeli ilmin nedeni olmaz. Kurallara uymak gerekir. “Peki neden uymak gerekir?” diye sorarsan; genelde bu sorunun yanıtı "emr edildiği için" dir, ama hakiki yanıt şudur: Emire itaat edenin itaat edeceği Allah’ın ilminde belli olduğundan ve isyan edenin de isyan edeceği Allah’ın ilminde belli olduğundan isyan eder. Başkaca nedeni yoktur aslında.



*** Dedi: 1.bilmek istemeyi doğurur mu? bilgi, isteği mi getirir bu şart mıdır?
_Cevap: Hayır doğurmaz

2.bir şeyi biliyor olmak ona hükmetmek demek midir? Fotosentezin bilgisine sahipseniz bunu sağlayan siz mi oluyorsunuz?
_Cevap: Burada iki bilgiyi ayırmak gerekir. Bizim bilgmizle Allah’ın bilgisi. Bizim bilgimiz etkilenendir, olay olur ve biz biliriz, yani önceden olacağını bildiğimiz şeyler ise daha önceki tecrübelerimize dayanır. Bizim bilgimiz etkilenen bir bilgidir. Ama Allah’ın ilmi ezeli olduğundan, O’nun ilmi, etkin bir ilim olmaktadır. Meydana geleceğini bildiği şeylerin varlığa gelmesi zorunlu ama varlığa gelmemesi imkansızdır.

3. Bıçak, tel, ip vs.. firmaları cinayet sorumlusu mudur?
_Cevap: Hayır

4. Sadist bir Tanrı fikri ne kadar akıllıcadır? Zira sadistlik acizlikten, tatmin edilmemiş duygulardan ileri gelmektedir. Böyle bir Tanrı olabilir mi? Tanrılık gereği bu bir tezat değil mi?
_Cevap: Allah zalimdir ama sadist değildir. Sadistlik duygudur, zalimlik ise duygu değildir. Ezeli olan bir varlık olduğundan (ilah) başlangıcı olmadığından, varlığının, dolayısıyla ilminin de nedeni yoktur ve olaylar bu ilme göre olduğundan bu olaylar da sonuçta nedensizlikle ilgilidir ve Allah’ın yaptıklarının aslında hiç bir nedeni yoktur.

5. İradesine bırakıldığı belirtilen insanın, bildik senaryoları oynuyor olması (yani robot olması) peygamberler, kitaplar ve bu kitaplar da "akletmez misiniz, kötülük yaparsanız nefsinize yaparsınız "vs uyarı ve ikazları gönderen Allah'ın kendisini kandırması mıdır? Bu mümkün müdür?
_Cevaep: Kendisini kandırması değildir. O bunları zatı gereği yapmaya mecburdur. O’nu buna zorlayan da yoktur. Allah yaptığından başkasını yapamazdı ve bundan sonra da yapacağından başkasını yapacak değildir! Zira bütün bu olmuş ve olacak olaylar ezeli, başlangıçsız bir ilimde bellidir. Yukarda dediğim gibi bu ilim nedensiz olduğundan ve olaylar da bu ilme tabi olduğundan (yani Allah’ın ilmi olaylara tabi değildir, aksine olaylar O’nun ilmine tabidir) bu olayların da sebebi yok demektir.

6. Kendisine itaati isteyen Allah, bunu cebr ile mi yapmayı tercih etmişdir, yoksa irade hürriyeti ile mi? İlkinde itaatin bir anlamı var mıdır?
_Cevap: Allah bunu tercih etmemiştir. Zaten cebrden başka yol da yoktur. Çünkü tüm alem var olma bakımından O’na muhtaçtı ve varlığını sürdürme bakımından da öyle.


*** Dedi: Allahın varlığının başlangıcı vardır diyordun ki buna sebep, ezelden beri var olan bir Tanrı’nın sonsuz bir süre bekleyip, evreni yaratmasının saçma olduğunu görmendi. Bu soruyu nasıl yanıtladın? Allah’ın başlangıcı olmadığını, ama maddenin de ezeli olduğunu.

_Cevap: Çaresiz hem Allah’a inananla, hem de inanmayan alemin ezeli olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Aleme hadis yani sonradan diyenler, ne dediklerini bilmezler. Madem maddenin başlangıçsızlığını kabul etmek zorunda kaldık; önümüzde iki yol vardır.
Allah’ı kabul edip, O’nun başlangıçsızlığını kabul edip, alemin O’ndan taştığını ve bunun ilmine göre olduğunu kabul etmek ve böylece uygun bir mantıkla maddenin başlangıçsızlığını izah etmek. Ancak, Allah kabul edilmeden maddenin başlangıçsızlığını siz ne ile savunabilirsiniz? Eğer madde ve alem nedensiz olarak, yani yapıcısı olmadan meydana geliyorsa, neden boş odanın içinde durduk yerde bir buzdolabı oluşmuyor? Zira buzdolabı da madde, toprak da madde, bu bakımdan fark yoktur. Ama siz buna şunu dersiniz: “Oluşmuyor, çünkü önceki olaylar, sonrakileri belirler, önceki olaylara göre de oluşmayacağı varmış ki oluşmamış.” Ama dikkat edin ki, ben maddeye ezeli dedim, ama bunu Allah’tan taşmaya bağladım. Siz, bu başlangıçsızlığı nasıl açıklarsınız? Sizin başka çareniz yoktu; çünkü siz de kabul ettiniz ki: “hiçbir şey kendi kendinin sebebi olamaz. Daha önceki olaylar şimdiki olayların sebebidir.” Ama bunun karşısında şu sorulur: Peki o bahsettiğiniz önceki olayların sebebi yok muydu? Buna da “vardı” dediniz ve soru aynen devam etti ve siz: “Bir şey kendi kendinin sebebidir” dememek için, bunu sonsuza kadar geri döndürmek zorunda kaldınız. Ama dikkat edin, buna dair deliliniz yok, sadece sebep sonuç ilişkisinden hareketle bunu demek zorunda kaldınız. Yani bu başlangıçsızlığı siz açıklayamadınız. Biz ise açıkladık, şimdi iyi düşün; hangi seçenek size mantıklı gelmektedir. Devamlı yaptınızı yapıyorsunuz, “şu an ki işler, eskiden olan olaylardan oldu” diyorsunuz. Peki soruyorum: Siz ne kadar eskisiniz ki bu işleri bu kadar kendinize güvenerek ifade ediyorsunuz? Siz de aynısını bana deyip: “Bu senin için de geçerli, Allah’ı öyle bir anlatıyorsun ki…”

_Cevap: Ancak bunlar akli delillerle sabit olduğundan dolayı bu görüşleri savunuyoruz, siz ise bir inadın ardından gidiyor ve tartışılınca da “olaylar geçmişe doğru sonsuza dek gider” diyorsunuz. Geçmiş zaten bize karanlıktır, millet bu lafınız üzerine size pek bir şey diyemiyor. Ama şunu kendine sor: Aslında sen de maddenin başlangıçsızlığını izah edemiyorsun. Şunu diyor bazı materyalistler: “Karaciğer nasıl şunu salgılarsa, böbrek nasıl bunu salgılarsa, beyin de öylece düşünce salgılar veya ortaya koyar.” Beyin bu, et değil mi? Rüya görüyorsun ya, bu rüyalar bazen insanı ne derece etkiliyor değil mi? Sen rüya görürken bu rüyanın sonunu biliyor musun? bilmiyorsun değil mi? Ama televizyon seyreder gibi izliyorsun ve rüyayı görüyorsun. Peki bu rüyayı sen mi yapıyorsun? Eğer sen yapıyorsan, rüyayı görünce niye şaşırıyorsun? Eğer rüyayı sen yapsaydın şaşırmaman gerekirdi. Şaşırdığına, etkilendiğine göre sen yapmıyorsun demektir. Peki sen yapmıyorsan kim yapıyor? “Beyin” dersen, soruyorum: Peki bu rüyayı görmeden önce bu rüya beyinde miydi değil miydi? eğer “beyinde değildi” dersen, neredeydi? eğer “beyindeydi” dersen, neden o rüyayı bugün gördünde, bir sonraki gün görmedin? bunun tercihini kim yaptı? Beyin mi?
Şuna bağlayacağım; ateist olanlar düşüncelerin de, önceki olaylarla belirlendiğini ve hür olmadıklarını savunurlar. Soruyorum: Mesela biri kaçıyor, arkasındaki silahlı, onu öldürmek istiyor ve bilmediği bir yer burası. Kaçaın bu şahsın karşısına iki yol çıktı ama yolar birbirinin aynısı, bir farkları yok. Biri sağda diğeri solda, kaçan o an karar veriyor ve mesela sağdan kaçıyor. Sizin ateist – determinist düşünceniz “bu sağ tarafı seçim zorunluydu, sol tarafı seçemezdi, önceki olaylar bunu belirledi” diyor. Buna inanıyor musun. Eğer inanmazsan öbür seçenek şudur: “Bu, sağ tarafı seçme kararını vermenizi siz de Allah varetti, tabiî ki siz de sağ yönü tecih etme düşüncesi varedildiğinde siz sol tarafı seçemezdiniz. Yani Allah sizi zorladı.” Bu ikisinden başka seçenek yoktur. İyi düşünün ve kararınızı verin!



*** Dedi: İnsanın dileyip istemesini de yaratan Allahdır elbette. .
_Cevap: O halde biri Allah’a sövmek istedi ve sövdü. Yani ona bu isteği veren ve on da bu isteği yaratan Allah idi öyle mi? Eğer "evet" dersen, peki, Allah’ın yarattığı düşünceyi kul düşünmemeye kadir olabilir mi? "olamaz" dersen, o halde bu insan engellemeye kadir olamadığı bir işi yapmış olmadı mı? "öyle oldu" dersen, nerede bu hür irade dediğin şey?


*** Bu millet ekseri ne diyor: “Allah vardı hiçbir şey yoktu, sonradan Allah alemi (Allah’tan başka herşey) yarattı” demiyomu? Ehli Sünnet de böyle demiyor mu? Bu konuyu altı aydır inceliyorum en derin kitapları okuyorum, anladım ve şunu gördüm: "Allah alemi sonradan yarattı" diyenlere soruyorum: Allah, alemden önce de varlıkta mıydı? "evet" derler. Peki, sonlu mu yoksa sonsuz süre önce miydi? Derse ki: "sonsuz süre," bu olmaz. Çünkü, sonsuz sürenin sonuna varılamaz, böyle olsa alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. Bu sefer mecburen "sonlu süre önceydi" diyecekler; ama burada onların aklına gelmeyen bir sorun var, o da şu: Böyle diyen, Allah’ın varlığının başlangıcını savunmuş olmaktadır. Çünkü sonlu süre demek; başı ve sonu belli olan süre demektir ve bunlara göre alem sonradan yaratıldığı için bir başlangıcı vardır ve bu başlangıcı olan andan, sonlu süre geri gittiğimizde ne olur? Şu olur ki: “Allah alemden sonlu süre önceydi ama daha önce değil” manası çıkar ve bu, Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak olur. Ama onlar bunu anlamıyordu. Kendilerine ne denmişse aynen tekrar ediyorlardı. Mesela Gazali, Ehli Sünnet’in içinde bu konuyu en iyi bilenlerden birisidir. kitabını okudum "Tefahafüt el Felasife" yani "Filozofların Tutarsızlıkları." Orada rezil oldu ve şöyle bir hata yaptı. Dedi ki: “Allah zamanı sonradan, alemle beraber yarattı.” Yani “alemden önce zaman yoktu” dedi. Madem alemden önce zaman yok, o halde neden bunlar aleme “sonradandır” diyor. Çünkü “sonradan” demek için öncelik olması lazım ve öncelik de zaman kavramıdır.


*** Kitap: Nutuk Kitapevi: Alfa, Basım yılı: 2005 (sadeleştirilmiş)

_Sayfa 56: Vatanımızı paylaşma ve yoketmek düşüncesini bu kadar açık ve haysiyet kırıcı bir şekilde ortaya koyan bu ifade karşısında titremeyecek duygulu bir insan düşünemiyorum. Tanrı'ya binlerce şükredelim ki milletimiz ruhundaki kahramanlık azmiyle tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını hiç bir zaman ne kaderin akışına ne de böyle cellatça hükümlere kurban etmeyecektir.

_Sayfa 82: Milli isteklere bağlı kalmayan ve onlara uygun düşmeyen kararlar, hiç bir zaman milletçe kabul edilemeyeceğinden, milletimizin ve vatanımızın alın yazısını tayinde, milli vicdana tercüman olmaktan ibaret bulunan görevimizi tam olarak yerine getirebilmek için milli isteğin odaklaşarak tek bir hedefe yönelmesini beklemeden hiçbir meselede yetkili görünmemiz doğru değildir.

Not: Mustafa Kemal’in kaderi inkar edişi görülüyor.


*** Olayların başka türlü olması ancak Allahın da başka türlü olmasıyla mümkün olabilirdi. Ancak Allah başka türlü olamazdı, yani başka türlü bilemezdi; dolayısıyla olan olaylar da başka türlü olamazdı.


*** Allah’ın olacağını bildiği bir olayın varlığa gelmesi zorunlu mudur? “evet” derse;
Zorunlu olarak varlığa gelecek olan bir olayı engellemeye kadir olabilir miyim? “hayır” derse,
ben engellemeye ve başka türlü davranmaya kadir olamadığım bir eylemi mi yapmaktayım veya yapacağım?


*** Kötülüğün nedeni Allah mıdır?
_Cevap: Evet


*** Soru: Allah ahlaklı mıdır?
_Cevap: Ahlak duygu olduğundan, Allaha ahlaklı dememek icap eder.


*** Soru: Olaylar olacağı için mi Allah bilir yoksa Allah önceden bildiği için mi olaylar vardır? Allah varettiiği için mi bilir yoksa önceden bildiği için mi vareder?


*** Kitap: Agustınus’ta Tanrı ve Yaratma Yazar: Doç. Dr. Zeki Özcan
_Sh 195: Öbür taraftan hiçbir şey kendi kendini ne yaratabilir ne de varedebilir. Onun gerçekte kendine varlık verebilmek için hem var olması ve hem de yaratılmak için varolmaması gerekirdi. Bu da bizi kendi tarafından yaratılmak için, var olmayı kabul etme gibi saçma bir telakkiye götürür. Bunun için varlığın nedeni kendisi değil; onun dışında olan biri yani Tanrı’dır.
_Sh 216: “Tanrı nesneleri var oldukları için bilmez; tersine Tanrı bildiği için nesneler vardır.”

*** Dedi: Bu yazdıklarIı yanlış anlamadIısam elestiri. O halde BEDiÜZZAMAN hayatı boyunca böyle keyfi muamelelere karşı, imani bir mücadele sürdürmüşken, anlamadıgım sen ne diye onun eserlerini tam okumadan tutup burada böyle bir konu açtın?
_Cevap: Okumadığımı nerden çıkardın, “Tarihçe-i Hayat” hariç külliyatta Nursi’nin yazdığı bütün yazılarını okudum. Ben aslında onun kadere inanmadığını daha önceden de biliyordum. Ancak Türkiye’de çok insan onun peşinden giden biriydi ve Nursi’ye aşırı bir bağlılıkları vardı. Öyleki ben bir nurcuyla konuşuyordum, ona cebri yani kaderi anlatıyordum; adam dinliyor, ne zaman ki ben “Nursi de kader inancında hata yaptı” dediğimde, dinleyen şahıs kalkıp gidiyor ve daha seni dinlemem diyordu. Bu çok oldu. Bu küllliyatı incelememin bir gayesi, örnek olması bakımındandı. Yoksa Nursi gibi inanan ve bu konuda kitap yazan yüzlerce kişi vardır. Yani özgür iradeye inanıp, kader ile ilgili kitap yazan çok kişi vardı. Ama Nursi’nin en meşhurlarından olması hasebiyle onu seçtim ve irdeledim. Üç sene uğraştım külliyatı bitirmeye. Forumlarda yayınladım ama Nurcular cevap vermediler. Yani savunma yapmadılar, bunu beklemiyordum. Yani size yardım etmek için bu kadar uğraştım. Ama şimdi din düşmanı olarak lanse ediliyorum. Şunu göstermek istedim: Nursi kader konusundan anlamıyor. O kendinden önceki nesillerin yaptığı bazı laf oyunlarını aldı ve kullandı. Ancak kendine özgü anlatım tarzıyla; şunu söylemeliyim ki Nursi buna böylece inandı. Yani bunu insanları saptırmak gayesiyle yapmadı. Zaten özgür iradeyi savunanların tamamına yakını bu izahları; aslında insanları saptırmak için değil de, onlara yardım etmek, yol göstermek amacıyla yaparlar. Nursi de bunlardandı. Ama Nursi bu konuda detaylı bilgiye sahip değildi. Kendine çok güvendi ve çokları gibi hata yaptı. Zaten o kelamcı değildi, yani Eşariliğin cebirci (hür irademiz yoktur inancında olanların görüşü) olduğunu bile bilmiyordu. Fetullah gülen de aynı hatayı yaptı. O da kadere inanmaz ama "kader" adında kitap yazdı.



*** Kitap: Felsefeye Giriş (ikinci kısım) Yazar: Hilmi Ziya Ülken
_Sh 88: Vakıa ilk defa felsefede Farabi, “fizik determinism” fikrini kendi metafiziğine bağlamak suretiyle kat’i sarsılmaz (hatta mukadder) bir muayyenlik fikrine ulaşmıştı. Allah, Farabi’ye göre zaruri varlık (Vacib - ül – Vücud) olduğu için kendi kendini tayin eder; bazı kelamcıların Allah’ı gibi, istediğini, dilediği üzere yapan ve dilediği gibi bozan hür irade (fail-i muhtar) değildir. Farabi nazarında bu tarzda anlaşılan bir Allah fikri, Allah’ın ulviliği ve sonsuz kudretine aykırıdır. Çünkü O’nu cüz’i irade sahibi olan ve seçme gücü ile daima yapıp yapmama arasında bulunan insan derecesine düşürmektedir. Halbuki Allah’ın sonsuz kudretinde karar, tereddüt, seçme olamaz. O mutlak zarurettir. Ancak kendi kendini tayin eder. Fakat alem zaruretini O’ndan alır. Tabiat kanunlarının şaşmaz kat’iliği de bundan ileri gelir.
_Sh 238: Mutlak adalet, sonsuz rahmeti reddeder. Zira sonsuz rahmet, adaleti zayıflatır. Yaradışın zorunsuzluğu (Allah’ın” Fail-i muhtar” oluşu) ilahi zarureti reddeder. Zira eğer Allah Vacib-ül- Vücud ise bütün fiilleri zaruridir.


*** Soru: Allah bildiği şeyin mi olmasını isteyecekti ya da bundan başkasını isteyebilir miydi?


*** Kitap: Bilimin öteki yüzü Yazar: S. Demirci
_Sh: 83: Sebeplerin sonuçları yaptığı fikrinde ısrar edenlere göre -başka bir sonucun sebebi olan- bu sonucun da başka bir sebeple yapılıyor olması gerekir. Yani böyle bir anlayışta her şey mutlaka bir başka sebebin sonucu göründüğüne göre geriye bizim “Allah yapıyor” diyebileceğimiz başka bir şey kalmamaktadır. Mesela baştan “ağaç, harikulade bir mekanizma ile kendi meyvelerini yapıyor” diye düşünseniz, “o halde ağacı bu harikuladelikle yaratan Allah’tır” deme hakkını kaybetmiş olursunuz. Zira meyvelerini (sonuçlarını) nasıl harikulade bir mekanizma ile ağaç yapıyorsa, ağacı da başka bir harikulade mekanizma ile başka bir şey mesela tohum yapıyor olabilir ve tohumu da yapan başka harikulade bir şey mutlaka vardır. Sebepleri Allah’a verip sonuçları da sebeplere verirsek, o sebeplere de sahip çıkacak başka sebepler çıkar, diğer bir ifadeyle sebeplere tesir atfetmenin ucu tüm yaratılışı sebepler arasında dağıtmaya varır. Sonuçta “Allah bazı şeylerin yaratıcısıdır” bile diyemeyiz. Şu halde Allah ya her bir şeyin yaratıcısıdır ya da hiçbir şeyin yaratıcısı değildir. Ortada ara formül nevinde üçüncü bir ihtimal söz konusu olamaz. Gerçekten her bir sebep kendi sonucunu oluşturuyorsa, diğer bir ifadeyle her oluşum zorunlu bir nedensellik içinde sürüp gidiyorsa “her bir şeyin yaratıcısı olan Allah’a ne isnad edilecektir?


*** Dedi: Allah ezeli ilmiyle geçmiş ve geleceğİ bir anda görüyor. Bu konuyu sordum; Yaklaşık bir saat ders işlendi. Senin sorduğun bütün sorulara cevap verildi. Bir ayna farzedelim tamam mı; bu sadece şimdiki zamanı değil, bütün zamanları görüyor ve onu Yazıyor. Yani gördüğünü yazıyor. O’nun görmesi ve bilmesi, senin yaptığını etkilemiyor. Mesela bizim yarın güneşin doğacağını bilmemiz, güneşin doğma keyfiyetini değiştirmez. Kader de bu neviden bir ilimdir. İnsanın cüzi iradesinin ne olduğunun bilinmemesi, onun yokluğuna delalet etmez. Çok şeylerin mahiyetlerini bilmediğimiz halde, onlar varlar. Onun gibi de cüzi iradeyi herkes az çok kendisinden bilir. Sen bir işi yaparken mutlaka bir iradeyle yapıyorsun. Zaten cüzi irade olmasaydı, imtihan diye bir şey kalmazdı.

Cevap: Şunu soruyorum: Bu cüzi irade (bir fiili yapmak istemektir, mesela ayağa kalkmak istemek düşüncesine cüzi irade denir) var mı, yok mu? Eğer “var” dersen, soruyorum: Peki bu cüzi irademizi Allah mı yarattı? “Evet” dersen, senin mezhebin olan Maturidilik bunu demiyor. Sen daha mezhebini bilmiyorsun demektir.
İkinci soru: Allah’ın iradesi var mı? “Var” dersen, bu irade ezeli mi, sonradan mı? “Ezeli” dersen, şu anda yazma fiil mi Allah ezeli olarak mı irade etti? “Hayır” dersen, o halde neden ezeli iradesi olduğunu söyledin? “İradesi ezelidir” dersen, daha biz yapmadan önce Allah’ın bu fiilleri ezeli olarak dilediğini kabul ettin demektir. O halde, Allah’ın irade ettiği bir fiili biz yapmaya mecbur olur muyuz, olmaz mıyız? “Olmayız” dersen, "Allah’ın dilediği şeyler olmayabilir de" demiş olursun ki, Ehli Sünnet bunu demez.



*** Dedi: Mesela bir çocuk farzedelim; bir adam onu sırtına almış, o çocuk nereye gitmek isterse oraya götürüyor. İşte cüzi irade de o türden, sen yapmak istiyorsun, Allah yaratıyor.

Cevap: Peki çocuğun bir yere gitmek istemesi bir düşünce değil mi? “evet” dersen, bu düşünceyi Allah mı yarattı acaba?


*** Dedi: Geçmiş zamanın başı = şimdiki zamanın başıdır. Buna cevabın nedir?
Cevap: Kitaplarda bu örnek böyle değil, şöyle verilir: Geçmiş zamanın sonu, şimdiki zamanın başıdır denir. Ben zaman konusunda araştırmalarım sonucu şuna ulaştım: Zaman hareketin ölçüsüdür ve alem ezelidir, yani hareket de ezelidir. Dolayısıyla zaman da ezelidir. Yani zamandan kaçılamaz. Ancak burada ince nokta şudur: Zaman bence hakiki manada varlıkta olan birşey değildir. itibari yani varsayılan bir şeydir. Bu yönüyle “aslında hakikatta zaman yoktur” denebilir. Ama biz de olan zaman kavramlarını Allah varetmiştir. Önce, sonra, saniye, saat gibi. Ama itibari olarak andığım zamandan kaçılamaz. Yani bu anlamdaki (varsayılan) bir zaman için; “yoktu da sonradan Allah bunu yarattı” denemez. Diyen her zaman rezil oldu.


*** Dedi: Şöyle bir örnek verecek olursam: Video seyrediyosun ve sen yüz kere seyretmişsin o filmi; yanındaki arkadaşın ilk defa seyrediyor. Sen yüz kere seyrettiğinden, filmin öncesini de sonrasını da her kelimeyi biliyorsun ve diyorsun ki: “Bak birazdan şunu söyleyecek.” Ama arkadaşın bilmediğinden bekliyor ve fikir yürütüyor.

_Cevap: Sen video seyrediyorsun. Peki o film hakkında ne vakit bilgi sahibi oluyorsun? Diyeceksin ki: "İzlediğim zaman bilgi sahibi oluyorum." Ben sana dersem ki: Bu filmi kimse sana anlatmazsa ve sen bu filmi izlemeden önce bu filmi bilecek miydin? "Bilemem" demiyecek misin? Ama Allah dikkat edersen, o filim daha çekilmeden evvel de biliyor değil mi bu filmi? Şimdi farkı anladın mı? Yani senin ilmin etkilenen, kazanılan bir ilim; ama Allah’ın ilmi böyle değil. O önceden de biliyor. Fark burada. Kendi ilminle, Allah’ın ilmini kıyas etme! Bu olamaz. Bu kandırmaca yüzyıllardır tüm hızıyla sürüyor. Buna cevap bulmak için altı yıl uğraştım. Tam cevabını bulmak için de dokuz yıl uğraştım. Şimdi bir de kalkıp, onların dediğini savunuyorsun. Aklınca iyi bir şey yaptığını sanıyorsun ama bir sahtekarlığa alet oluyorsun.


***
kursat:
albat Allah’ın iradesini inkar ettin mi
albatros:
kesinlikle ettim
kursat:
neden, açıkla
albatros:
iradesi olması aciz olmasını gerektiriyor bir anlamda
kursat:
neden
albatros:
birşey istemek ona sahip olmamaktan ileri gelmez mi
kursat:
evet
albatros:
ve ezeli ilmiyle biliyor olması iradeyi de devre dışı bırakıyor otomatikman
kursat:
peki Allah yaptıklarını yapmaya mecbur mu
albatros:
mecbur
kursat:
kafana yattı yani
albatros:
hem de müthiş
kursat:
aleme ezeli dedim ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyordum ya, ondan vazgeçtim, Allah’ın varlığının başlangıcı yok dedim
mcin:
güzel bir gelişme.
kursat:
ama bu sefer de şunu kabul etmek durumunda kaldım, teselsülü kabul ettim, yani olaylar zincirinin başı yok ve aslında filozoflarında bu görüşte olduğunu yeni öğrendim
mcin:
ne demek yani alem de Allah gibi ezeli mi diyorsun?
kursat:
tabi, sana iki dakikada Allah’ın mecbur olduğunu ispatlayayım mı
mcin:
dinliyorum. anlat bakalım.
kursat:
mesela bugün yağmur yağdı değil mi
mcin:
evet yağdı gerçekten de.
kursat:
peki bunu Allah mı yarattı
mcin:
evet.
kursat:
Allah olayları ezeli olarak bilir mi
mcin:
bilir.
kursat:
o halde bugün, o yağmurun yağacağını da ezeli olarak biliyordu değil mi
mcin:
evet.
kursat:
peki Allah bugün olacağını ezeli olarak bildiği bu yağmuru isteseydi yağdırmayabilir miydi
kursat:
mcin:
evet
kursat:
yani “isteseydi yağdırmayabilirdi” mi diyorsun
mcin:
”o halde Allah cahil olmuş olmaz mıydı” deme sakın.
kursat:
neden demeyeyim ki
mcin:
Allah’ın ezeli ilminde bilinen ne varsa onlar olacak.
kursat:
eee
mcin:
Ama bunlar “Allah mecburdu” demeye yeterli değildir.
kursat:
neden, Allah’ın olacağını bildiği şeylerin meydana gelmesi zorunlu değil mi
mcin:
Allah’a hem cebbar diyorsun hem mecbur.
kursat:
O’nu zorlayan olmaksızın bir mecburiyet bu
mcin:
Bu nasıl bir çelişkidir böyle. Hem zorlayan cebreden. Hem de zorunlu olan.
kursat:
katiyen çelişki değil, O’nu zorlayan yok, O zatı gereği mecburdur, “mucibun bizzat” denir buna, filozoflar yüzyıllar öncesinde bunu anladı, ben yıllar önce bunu okuyunca güler geçerdim ama şimdi anlıyorum derinliği, çok derin konu, kader konusu bunların yanında çok basit kalır, alemin kıdemi ve sıfatlar konusu çok derindir,
mcin:
Mecburiyet kendiliğinden olmaz bence, İkinci birisi daha gereklidir. Hem cebreden hem cebrolunan olmalı. Eğer Allah’ı mecbur kabul edersen. Cebbar olduğunu açıklayamazsın. Mecbur olan cebredemez. Çünkü kendisi de cebrolunandır.
kursat:
O’nu zorlayan yok, ancak kendisini cebreden olmaksızın bir zorlanış bu, zatı gereği, O’nun zorlaması ise bilmesidir
mcin:
Öyle bir mecburiyet türü duymadım hiç.
kursat:
duymadın mı, o senin sorunun ve hatan ben ne yapayım, yüzyıllardır bilinen şey bu
mcin:
Allah’ın ezeli ilmi, Allah’dan üstün mü? ezeli ilim mi Allah’ı yönlendiriyor.
kursat:
ilmi kendisi zaten
mcin:
Tamam, Allah kendi kendini neden kısıtlasın zorunlu kılsın ki?
kursat:
zatı gereği
mcin:
Bunu zorunluluktan değil. Tam anlamıyla özgür olduğu için yapıyor. Bunları yapmak istediği için. Yoksa bambaşka bir alem de yaratmaya muktedirdir Allah.


***

kursat:
(şer: kötülük) şerri Allah’mı yaptırıyor, "hayır" dersen, hani hayır şer Allah’tandı, bu soruyaya karşılık tek yolları şu; diyecek ki: hayır, şer Allah’tan ama yaratma yönüyle Allah’tan; yani sen içki içmek istersen Allah senin içki içmek hareketini yaratır
albatros:
cüzzi irade yani
kursat:
yani sen bir fiili yapmak istersin Allah onu yaratır, tek yolları budur okey mi
albatros:
evet
kursat:
bu sefer diyeceğiz ki: peki o isteğini kim yarattı, bu sefer şaşıracak, çünkü ona bu soruya karşı ne yapması gerektiği pek anlatılmadı, anlatılanlara gelince, onlar şunu dedi: “cüzi irade var da olabilir yok da olabilir, hariçte vücudu yoktur; birazdan bunun yaratılmamış olduğunu söyleyeceği için yatırım yapıyor ve diyor ki: “vücudumuz gibi ortada olan bir şey değil ki bu” ve Nursi’nin yolu izleniyor çokça, Nursi diyor ki: cüzi irade, emr-i itibaridir, itibari demek varsayılan demektir, bunu şunun için yaparlar: yaratılmamış diyecekler ya birazdan ve ayet var ya, “Herşeyi yaratan Allah’tır” diye, kendince yol bulmak için, bu cüzi iradeye “yok” da diyebilmek için hazırlık yapıyorlar, yani ona “yok”da denebilir diyorlar ve “cüzi irade itibari’ dir” diyolar, yani varsayılan, yani “içki içmek isteği” mesela, okey mi
albatros:
anladım
kursat:
ama çok kolay susturulur bunlar, denir ki: “varsayılan demek yok demek değil midir” denir, ne diyecek? “evet” derse, “o halde sen cüzi iradenin olmadığını savunuyorsun demektir” deriz, yine cebr, “hayır” derse, “madem öyle niye varsayılan yerine var demiyorsun” deriz,
kursat:
ekseri kitaplarda der ki: kader şudur; Allah’ın olacak olayları bilmesi ve takdir etmesi yani dilemesidir, ama burada hep bir karmaşa vardı, çünkü madem bildiğini dileyecek o halde dilemeye ne lüzum var ki? Yani bu bir nevi bilmek oluyor, kafam allak bullak oldu, yıllarca sürdü bu, bir gün yani altı ay önce kitap okurken, bu konularla ilgili bir kitaptı, ama derin değildi o kadar birdenbire irade, ilim konusu işlenirken kafamda şimşek çaktı, bom! Dedim ki: madem Allah irade ediyor, bu iradesi ezeli ve sonradan meydana gelen olaylar var ve iradenin bir anlamı da seçmedir, seçmek için seçilenlerin mevcut olması gerekmez mi, “evet gerekir” dedim, ama mesela Musa peygamberin seçimin de, Musa sonradandı, ama deniyor ki Allah’ın iradesi ezeli, ezelde Musa yok, olmayan şey için seçim nasıl olabilir?
kursat:
kitaplar bu konuda şunu diyor: Allah milyarlaca alternatif arasından istediğini seçer ama bunları ilmine göre seçer, yani bu alternatifler ilminde var zaten derler, ama buna karşı şu cevabı geliştirdim: peki ama bu alternatiflerin hangisinin gerçekleşeceği yine ilmin de belli değil mi? bu soruyla iradeye yer kalmıyor, sonra bu kararı verdikten sonra bir de ne göreyim, yüzlerce felsefe kitabında, metafizik eserlerde bunlar ima olarak bazen açıktan açığa söyleniyormuş, demek eskiden anlıyamıyordum bunları, göremiyordum, hatta geçende “Tehafüt” yazarlarından, yani derin kitap bunlar, adam açık açık ne diyor biliyor musun: “Allah olayları önceden bilirse, O’nun olacağını bildiği olayın meydana gelmesi zorunlu, meydana gelmemesi imkansız demektir, dolayısıyla bu olunca da Allah “faili muhtar”, yani hür seçim yapan olmayıp, “mucibun bizzat” yani zatı gereği zorunlu demek olur ki iradeye yer kalmaz bu durumda ve dolayısıyla alemin hadisliği yani sonradanlığı savunulamaz, çünkü aleme sonradan demek için Allah’ın onu sonradan varlığa getirmek için irade etmesi gerekir.” bunları diyor ve yine aleme sonradan diyor bu adam, bu sıradan biri değil yani, Karabaği, Tehafüt yazarıdır.
albatros:
ee nasıl oluyo bu iş. bile bile kendisiyle çelişiyor o zaman
kursat:
tabi, yani olayları görüyorsun işte, bu bilgileri elde etmek de basit değil, arada köşede kalır böyle bilgiler, genelde çoğu imalıdır, direkt söylemezler yani
kursat:
bir ile bin arasında üç tane rakam karışık seç
albatros:
seçtim
kursat:
yaz
albatros:
565-879-9
kursat:
bak şimdi ateist olduğunu düşünerek soruyorum, başka rakam seçebilir miydin
albatros:
sorman seçmeme sebep oldu. şu an sorduğuna göre başka bir şey seçemezdim o anda
kursat:
ama neden bu üç sayı da başka değil
albatros:
o an aklıma onlar geldi çünkü
kursat:
ateist mantına göre ne cevap verirsin
kursat:
ateizme göre eskiden olan bir fırtına bile bu seçimini etkiyor değil mi
albatros:
tabi
kursat:
bunu aklın alıyor mu
albatros:
evet
kursat:
iyi düşün
albatros:
zincir halinde etkiliyor bugüne kadar.
kursat:
bunlar sonuçta düşünce ve bu kadar sayı içinde bunları seçtin
albatros:
evet
kursat:
iyi düşün, hayır
albatros:
ne hayır
kursat:
işte bundan dolayı ben determinist değilim, bu saçma, fırtınayla bu rakamları öyle değil de, böyle seçmemin ne ilgisi var?
albatros:
o fırtına sonucu bunları sormadın mı bu anda
kursat:
onu demiyorum
kursat:
seçtiğin rakamlar var ya
albatros:
evet
kursat:
ne seçmiştin, tekrar yaz
albatros:
565-879-9
kursat:
şunu diyorum, seçtiğin rakam var ya, 565 hani
albatros:
evet
kursat:
onun yerine onu seçtiğin anda neden 564 değil de 565’ i seçtin
albatros:
biri olmak zorunda, neden onu seçtim bilmiyorum
kursat:
bu farkı yapan nasıl fırtına olabilir, aklın bunu nasıl alır, iyi düşün bunu fırtınaya bağlamak mı yoksa ezeli bir ilahın ilmine bağlamak mı daha mantıklı
albatros:
determinizmle o rakamları seçmeyi bağdaştıramadım
kursat:
gördün mü, determinizm olmuyor işte, anladın mı
albatros:
hımm, İlah ilmini düşünmemiştim
kursat:
determinizm olmayınca da otomatikman ateizm olmuyor, neden sence olmuyor
albatros:
herşeyin bir sebebi var çünkü ona göre
kursat:
yani ateizme göre sebep zinciri sonsuza dek geri gider ve birbirini etkiler değil mi
albatros:
evet, madde ezelidir der
kursat:
ama determinizm olmayınca, yukardaki delille, tek yol kaldı, o da ezeli bir ilim değil mi? Nasıl?
albatros:
ince
kursat:
Allah’ın kesin kanıtı değil mi
albatros:
bunu da düşünmeliyim
kursat:
düşün, başka çıkış bulamazsın
albatros:
bu kadar basit mi yani
allbatros:
üç rakam!
kursat:
evet öyle, bu kadar basit işte ama o sembolik aslında
albatros:
tabi
kursat:
daha da derinleştirilebilir soru, mesela “karışık yüz rakam seç” dersin, daha etkili olur, nasıl delil ama, bunun karşısında durulabilir mi sence
albatros:
yok gibi.

*** Dedi: Anlayamadığım şey şu: Neden bu kadar din düşmanları varken, böyle ömrünü küfür ile mücadeleyle geçiren bir insan ile uğraşıyorsun!
Cevap: İçimi yaktın, neden mi? Şundan: Bunun psikolojik bir yanı da var o da şu; dediğin gibi zaten insanların çoğu, mesela Turan Dursun’un kitaplarını okumaz, verseler de okumaz; korkar, bende yıllar önce böyle yaptım, bir taraftan okumak istiyordum, bir taraftan da korkuyorsum. ya cevabını bulamadığım bir şeyle karşılaşırsam diye. Çünkü böyle olursa ben çıldırırım, buna dayanamam. Bulmam lazım, ama o zamanlar, yani 7 yıl önce falan kapasitem fazla yoktu, kendime güvenim yoktu. “Din bu” adlı kitabını elime alır, hafifçe açar, uzaktan bakardım. Arapça yazılar vardı. Yani ürkerdim okumaya, sonra nasıl olduysa beş sene önce falan okudum, Dursun’un “Din Bu” adlı kitaplarını. Ama tam zamanında; çünkü öğrenmiştim çok şey, dolayısıyla etkilenmedim. Ama şunu söyleyeyim ki, o kitabı bayağı bilgili biri okumazsa, işi çok zordur. Neden mi? Mesela Turan Dursun’un bir yaptığı şey de şuydu: İslamda olan, ama pek fazla kimsenin bilmediği şeyleri direkt olarak ortaya koydu. Gerçekten dediği doğruydu, ama halk bunu bilmiyordu. Onlara bu anlatılmamıştı. Bu sefer okuyan şaşırdı, kızdı, “ne bu böyle” dedi. Halbuki adam dediği şey de delil de getiriyordu. Buhari, Müslim gibi hadis alimlerinden örnekler veriyordu. Şimdi kalkıp da Buhari, Müslim hadisleri öyle kolaylıkla inkar edilemez. Bunu bilen Dursun, bu yolu da denedi. En fazla etkiyi bu yolla yaptı. Bu sefer okuyanlar apışıp kaldı. Mesela peygamberimizin recm yaptırmasından yani taşlayarak öldürttüğünden bahsediyordu galiba, unuttum şimdi. Bazılarının gözlerini oydurttu, onların kol ve bacaklarını çapraz kestirttiği ve onları sıcak bir yere attırıp onlar su diye bağırırlarken su da vermemiş olması hadisesini anlattı galiba, tam emin değilim. Evet, bunlar doğruydu. Ama insanlara anlatılmıyordu. Bu rivayetler Buhari, Müslim de vardı. Yani son derece güçlü hadislerdi, ama şimdi çoğunuz ilk kez duyuyor değil mi?
Dursun gibi şahısların kitaplarını okumada halk bir içinden şartlanmışlıkla bunları okur. "Bu adam din düşmanı, benim imanımı çalmak istiyor" inancıyla, gergin bir halde onu okur. Peki neden okur? Şundan: Kendine yediremez bunu okumamayı. "Korkuyor muyum acaba" der kendine, "kim bu dinsiz, ben bu kadar kitap okudum" der. Kendini kendine ispat etmek için okur.
Ancak, hayatını bu dine adamış diye anlatılan şahısların kitaplarını okurken, insanlar öyle pek gergin olmuyor ve bu şahısların anlattıklarına karşı bir ön yargı pek olmuyor. Yani bunlara son derece güveniyor. Zaten bu şahısları eleştirmek için, eleştirenin o konuda ondan daha bilgili olması gerekmektedir. Bir de eleştirirse, çok tepki alır. En basiti "sen kimsin? O şöyle alim, böyle ulema” (mesela şu örneği vereyimde görün: En basitinden ben bu Nursi, Fetullah gülen için dediklerimi bir nurcu alsın ve onlara yani abilerine götürsün, bunları inceleyin desin ve onlar biraz bakıp, sonra da "bırak bu dinsizi, buna uyma sen" dediklerinde, o da ısrar etse, "ama öğrenmek istiyorum" derse ve bu yazdıklarımı onlara göstermeye, sormaya çalışsa ve bunları konuşmayı çok istediğini beyan etse iddia ediyorum ki, o ortamdan kovulur, onu da dışlarlar. Forumlarda yazdıklarımı ve kitabımdaki bilgileri onlara anlatsa ve bunları sorsa bir süre sonra kovulurlar. İddia ediyorum, hodri meydan! Kendine güvenen varsa denesin görsün! Ama unutmasın onlara soracağı temel soru "Cüzi iradeyi Allah mı yarattı?" konusu olacak. Onlar cüzi iradenin varsayılan ( emr-i itibari) bir şey olduğunu ve "harici vücudu yoktur" gibilerinden sözler söylerler. ( Cüzi irade, yani bir şeyi yapma isteğimiz, mesela ayağa kalkmak istedim ya, “ayağa kalkmak düşüncesi” bu örnekte cüzi irade olmuş oluyor.) Bazen daha karışık hale getirmek için "bu meyelandır" falan derler. Aslında hepsi aynıdır. Konuyu karışık göstermek için bunu yaparlar. Aslında ne demek istediklerini kendileri de pek bilmez, büyüklerinden duyduğunu anlatmaya çalışıyor o an. Güya çok karışık bir konuymuş izlenimini verirler. Dolayısıyla soruyu soran, verilen cevaptan bir şey anlamazsa kişiye şu mesaj verilmiş olur: "Ne yapalım, senin kapasiten bu kadar, anlamadıysan suç benim değil, senin." Ve anlamayan artık daha fazla soru soramaz hale gelir. Bunlar psikolojik savunma taktikleridir.
Halbuki çok basit bir şey soruldu onlara değil mi? Neydi? Şuydu: "Benim seçimlerim bir düşünce ya sonuçta, bu düşünceyi ben de Allah mı yarattı? yani ben içki içmek istedim ve içtim ya, bu içki içmek düşüncesini bana Allah mı verdi? Eğer Allah verdiyse, ben Allah’ın ben de yarattığı düşünceyi nasıl olur da düşünmemeye kadir olabilirim? desin. Yılmasın devam etsin bu kişi mücadeleye; onlar ( yani özgür iradeyi savunanlar, özelikle nurcular) cüzi iradenin yaratılmamış (“varsayılan birşey o, ne ki ya, kafanı bu kadar takıyorsun, amaaan milleti namaz kılmaya teşvik et sen. Bunlara kafanı yorma öyle, sen kimsin!” Ara sıra coşup, bu ve benzeri lafları da savunma amaçlı kullanırlar.) olduğunu anlatmaya devam ettiklerinde, "cüzi iradeyi, yani bu düşüncelemizi Allah yaratmadı öyle mi?" desin, yine, "siz Allah’ın yaratmadığı bir şeyin, yani cüzi iradenin etkisini kabul ediyorsunuz, ama Allah’ın yaratmadığı bir şey, yani cüzi irade nasıl etkili olabilir?” desin, ısrarla bunu sorsun, en yakın zamanda o da atılır o toplumdan. Kısa süre sonra yanında kimse kalmaz.)
Tanınmış şahsiyetlerin samimi olarak inandıkları ve halka anlatmayı kendilerine görev saydıkları konular vardır ki bunların başında da kader konusu gelir. Bunu iyi niyetle yaparlar aslında; ama bu kadar kolay değil elbette durum. Bu adamlar yanıldı ve çok derin bir konu olması dolayısıyla milletin ekserisi bunlara inanır. Ben neden bu Nursiyi seçtim ve araştırma yaptım? Yani uyarıyorum, “Bunu seviyorsunuz ama, bu kişi bu konu da aldandı, yanlışa düştü, küfre gitti ve sizin buna karşı sevginiz gözünüzü kör etmesin! İyi düşünün, yanlışlarını da görün!” O bakımdan aslında bu tip kimselerin yazdığı kitaplardaki hatalar, yani kader konusundaki hatalı görüşleri ve bunların topluma anlatılması, aslında Turan Dursun’un eserlerinden daha tehlikelidir! Neden? Yukarda söyledim, zira genellikle, Dursun’un eserlerine karşı bir ön yargı ile okumaya başlanır. Kişi reddetmeye kendini hazırlayarak başlar bunları okumaya. Ama bu tip, yani Nursi tipi olanların, isim yapmışların (Elmalılı Hamdi Yazır gibi, o da inanmaz mesela kadere ) eserleri böyle değil. Adam ilk etapta inkar etmek için değil, öğrenmek için okuyor. Nursi’nin kullandığı dil ağdalı bir osmanlıcadır. Bir çoğu ince laf oyunlarını göremez. Yani zaten ince laf oyunları var, bir de ağdalı osmanlıca ile daha bir kamufle edilmiş durumda olur. Hepten anlaşılmaz karaktere bürünüyor ve daha ilmi duruyor. Daha yaklaşılamaz, sorgulanamaz imajı verilmiş oluyor.


*** Dedi: Sen diyorsun ki düşünceyi yaratan kim? Sen bir şey yapmak istediğin zaman karar vermiyor musun? Bunu Allah'ın yaratması seni mesuliyetten kurtarır mı?
Cevap: Mesuliyeti inkar etmiyorum ki.

_Dedi: Cüz-i iradenin mahiyetini bilmememiz onu yok yapmaz. Madem insanda irade vardır yaptıklarından sorumludur; zorla yapma diye bişey söz konusu olamaz.
_Cevap: Ben insan yaptığından sorumludur diyorum zaten. Sma eklediğim şey şu: Bu düşüncemizi Allah yarattığı için mi biz düşünüyoruz, yoksa düşündüğümüz için mi Allah yaratıyor? Bunun cevabını istiyorum sizden.

_Ek soru: Mesela benim önümde iki şey var, birini seçeceğim ve mesela soldakini seçtim. Soru: Soldakini seçeceğimi Allah önceden bildiği için mi ben onu seçtim, yoksa seçtiğim anda mı Allah onu seçtiğimi bildi?


*** Bing bang’i (büyük patlama) savunanlar kimler? Allah’a inandığını söyleyenler değil mi? Evet onlar, hatta buna Allah’ın varlığının bir delili demiyorlar mı? evet diyorlar. Bing bang bir başlangıç değil mi? evet, peki bunlar Allah’a başlangıçlı mı diyor, yoksa başlangıçsız mı? “başlangıçsız” demiyor mu? Evet, öyle diyorlar. Peki başlangıçlı ve başlangıçsız olarak iki şey var önümüzde; soruyorum: Başlangıçsız mı zaman olarak öncedir yoksa başlangıçlı mı? başlangıçsız önce olmalı değil mi? Demek ki bunlar şunu kabul ediyor: O halde, "bing bang’den önce Allah vardı." Bunu kabul ediyorlar değil mi? Soruyorum: Peki bu bing bang’den sonlu bir zaman önce mi yoksa sonsuz bir zaman önce miydi Allah? Ne diyecekler bu soruya? Zaten bunu çok anlattık; sonsuz zaman önce dedi mesela, bunu inceleyelim: Sonsuz zaman önce derse, bu şu anlama da gelir: Madem bing bang’den sonsuz zaman önceydi Allah, o halde bunu ters çevirirsek ne oldu? şu oldu: Allah’tan sonsuz zaman sonra bing bang oldu demek olmadı mı? evet öyle oldu. Peki sonsuz zamanın sonu olmadığından ve sonuna varılamadığından bing bang’in meydana gelmemesi gerekiyordu değil mi? Ama onlara göre bu meydana geldi. Demek ki bu şıkkı diyemiyorlar. Gelelim ikinci şıkka, bing bang’den sonlu zaman önceydi Allah diyeceklerdi ya; devam ediyorum: Sonlu zamanın hem başı hem de sonu belli olması gerekir ya, bu sonlu zamanın sonuna bing bang’in olduğu anı dersek, başına ne diyeceğiz? Bunlar bu başa “Allah” demek zorunda kalacaklar, başka yolları yoktur. Yani ne oluyor? Bing bang’den sonlu süre önce Allah varlıktaydı ama ondan önce varlıkta değildi, yani “Allah da yoktu, varlığa geldi” demiş oluyorlar. Yani Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyor bunlar. Ama bunu bilmiyorlar ve farkında olmuyorlar. Dolayısıyla bing bang’i savunan, “Allah yoktu sonradan varlığa geldi” demiş olur. Doğru cevap: Alemin başlangıcı yoktur, hareketin başlangıcı yoktur, sudur nazariyesi doğrudur. Allah’tan taştı alem. Ama bu bilmesiyle oldu. Alem zaman olarak Allah’tan sonra olmadı.

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Dedi: Şimdi ne demek bu,
1- Allah’ın birden fazla sıfatının bulunması O’nun birliğine aykırımıdır?
_Cevap: Evet, çünkü siz bu sıfatları da ezeli kabul ediyor sunuz. Dolayısıyla ezeli ilahta çeşitlilik olmuş oluyor; birden fazla ilah kabul edilmiş oluyor. Hrıstiyanlar gibi, “baba, oğul, kutsal ruh” bunların hepside ilahtır, ilah hem üçtür, hem birdir dediler. Ne kadar benziyor değil mi? Halbuki siz dediniz ki: “Bu sıfatları zatının ne aynıdır, ne de gayridir.” Yani bu sıfatlar tek başına Allah değildir ama Allah da yani zatı da, tek başına bu sıfatlar olmadan ilahlık özelliğinde değildir dediniz. Bu konu kader konusundan da derindir. Bu konuda çok söz söylendi. Ama filozoflar, İbn sina, Farabi ve Meşşai geleneği sıfatları inkar etti ve ilmini kabul edip, ona da sıfat demeyip ilmi kendisidir dediler. Bunlar aleme de ezeli dediler.

2- İlim kendisidir, derken bizim Rabbimiz ilim mi oluyor?
_Cevap: Evet

3- Sen kendi kafana göre din mi yaratıyorsun, zira bildiğin gibi - nladığım kadarıyla sen bunu bilsen de buna inanmıyorsun- Allah’ın zati ve subuti sıfatları vardır?
_Cevap: Kafama göre değil. Bütün sistemleri inceliyorum ve bunları alıyorum. Bunlar bir sistemdir, sudur nazariyesi. Ama ben “on akıl” teorisini benimsemiyorum. Hani birinci akıl, ikinci akıl diye geçer; bunu reddediyorum. Ben basitçe inanıyorum: Madde ezelidir, başlangıcı yoktur, hareket de ezelidir, Allah’tan başlangıçsız olarak alem taşmıştır. Bu taşma ifadesi mecazidir. Çünkü taşma, çıkma bir başlangıcı hatıra getirir.

4- Benim inancıma göre Allah sonsuz sıfata sahiptir. Bu O’nun herşeyi kapsayıcılığından ve sınırsız oluşundan kaynaklanır. Söz gelimi, Allah’ın kudreti sonsuzdur. Yani Kadir O’nun sıfatıdır. Şimdi soru: Hiç bir sıfata sahip olmayan bir varlık olabilir mi, olsa dahi bu nasıl bir Rab olabilir?
_Cevap: metafizik, Allah’ın değişmezliği üzerine kuruludur. Allah da çokluk kabul edilmez; bunun için O’na bir ve basit denir. Aslında burada çok önemli ve sizinde beni anlayamayışınızın altınla şu bilgi yatıyor; bunu bilmediğiniz için, ben ne dersem de siz anlamakta zorluk çekiyorsunuz.
Konu şudur: Bir şey ezeli kabul edildiğinde, taalluku da, ilgisi de, etkisi de ezeli kabul edilmek zorundadır. Ezeli olan bir ilah da değişme olmaz. Yani siz Allah’ın ezeli kudreti var dediğinizde ve sonra şunu dediğinizde: "Alem yoktu, Allah sonradan yarattı" şu oluyor, ama siz bunu göremiyorsunuz; size göre bahsettiğiniz bu ezeli kudret, alemin sonradan yaratılmasında etkin rol oynuyor. Yani ezeli kabul ettiğiniz kudret sıfatında bir değişiklik söz konusu oluyor. Durguluk halinden, hareketli hale geçiyor. Önce yaratma olayın da ilgisi yok, sonra etkili oluyor ve şu bir mantık kuralıdır ki: Değişmeden bahsedildiğinde, bir değiştiren gereklidir. Yani tercih ettiricisiz tercih olmaz (Müreccihsiz tercih olmaz.) Ama ezeli bir ilahtan bahsettiğimizden, değiştiren değişeni etkileyici olduğundan; ezeli bir ilahı da hiç bir şey etkileyemez; zira O’nu etkilemesi için zaman olarak O‘ndan önce varlıkta olması gerekir. Ama öncesizliğin yani ezelilin öncesi olmadığından, Allah’ı kimse etkileyemez. Dolayısıyla değiştiremez.
Burada can alıcı bir soru var, o da şu: Diyebilirsiniz ki: “Sen böyle diyorsun ama, bir taraftan da aleme ezeli diyorsun, hem ezeli olan şey etki kabul etmez demeye getiriyor, hem de bu ezeli alemi varlığa getirenin Allah olduğunu ileri sürüyorsun?” gibi çok kuvetli bir soru sorulabilir ve soruluyor da zaten. Buna şöyle yanıt veriliyor: Zorunlu varlık (Vacib-ul Vücud) iki türlüdür, biri etki kabul etmeyen varlığı zorunlu olan ilah. İkincisi, kendi kendine yeterli olamayan, ancak etkiyle meydana gelebilecek olan alem. Ama burada etki de, yani Allah’ın olacakları bilmesi de ezeli olunca, olaylar da buna paralel olarak ezeli ve başlangıçsız kabul ediliyor. Bu hususta karşı görüşün acayip soruları, delileri yok değil, var. Bunları da görmezden geliyor değilim. Bunları da yazacağım. Çok zor; mesela adamlar diyor ki: Aynen aktaracağım kitaptan;
Kitap: Kitabu'ş- Şifa (Fizik 2) Yazar: İbn Sina
_Sayfa 82: Bu sizin "geçmişte sonsuz hareketlerin varlığı" düşüncesini kabul etmenizi zorunlu kılar .... yine son hareketin varlığı, sonsuz hareketlerin varlığı üzerine dayandırılmış olur ve varlığı sonsuz olan üzerine dayandırılan da var olmaz.
Not: Son ifadenin kısa izahı şudur: Sonsuzluğun yani sonsuz olayların, hareketlerin sonu gelmediği için, varlığı sonsuz sayıda olan hareketlerin üzerine dayandırılan da var olamaz. Çünkü ona sıra gelemez. Ben de bu konuda benzer bir delili defalarca söylemiştim. Yani eskiden alemin ezeli olmadığını anlatırken.


*** Dedi: Soldakini seçeceğinizi Allah zaten biliyordu, ama seçim sizindi. Seçim yapmanız için Allah sizi zorlamadı.
_Cevap: Sonuçta sen Allah’ın ilminde önceden belli olan şeyi seçmiş, yapmış olmadın mı acaba?

_Ek soru: Bizim yaptığımız ve yapacağımız seçimler, önceden, yani biz yokken de belirlenmiş olan şeyler mi olacak, yani biz belirlenmiş olan şeyleri mi belirleyeceğiz bu seçimlerimizle acaba?


*** Dedi: ALLAH zamana tabi değildir, zamanı O yarattı.
_Cevap: Peki zamanı ne zaman yarattı? Kendinden sonra mı? Kendinden önce mi? Kendisiyle beraber mi?
_Birinciyi mi seçeceksin? dikkat et ki “kendinden sonra” dersen, önceyi de kabul etmen gerekir ki bu da bir zaman kavramıdır.
_”Kendinden önce yaratı” mı diyeceksin? Bu şu demek olur: Allah’ın öncesinde yani Allah’ın olmadığı bir durumda, yine Allah’ın yaratıcılığını savunmak demek olur ki, imkansızdır.
_”Kendisiyle beraber yarattı” mı diyeceksin? sen Allah’a zaten “ezeli” dedin, bunu dersen zamana ezeli demiş olursun ki, aleme de ezeli demiş oldun demektir. Zira zaman ölçü birimidir, ölçülen bir şey olacak ki ölçen zamandan bahsedilebilsin, halbuki ancak madde, dolayısıyla hareket ölçülür. Maddeye de, harekete de ezeli demen gerekecek.


*** Not: İnternette biri kitabımdaki kader hadislerini okudu ve peygamberimizin cebr, yani "özgür irademiz yok" dediğini görmüş ve şok olmuş; bakın neler diyor:


kursat:
baktın mı kader hadislerine
_benim icin_bittin_:
baktım
kursat:
anlat, nereden baktın
_benim icin_bittin_:
senın dediğin yerden
kursat:
şaşırdın mı
_benim icin_bittin_:
maalesef, inanmak istemiyorum böyle şeylere, kardeşlere de şunu tavsiye ediyorum: inanmasınlar,
kursat:
niye inanmasınlar peki
_benim icin_bittin_:
sana bir şey dediğim yok, yazılanlar hep yanlış, bunlar da inanıyor,
kursat:
başkaları bu hadislerleri görse sence şaşırırlar mı
_benim icin_bittin_:
hem de çok şaşırırlar
kursat:
sen okuduklarına inanamadın değil mi
_benim icin_bittin_:
HAYIR
kursat:
kader hadislerini okuyunca millete ne olur
_benim icin_bittin_:
çok şey oluyor, insan yoldan bile çıkar
kursat:
artık bana güvenmeye mi başladın
_benim icin_bittin_:
onun gibi bir şey



*** Kitap: Felsefe-i Ula Yazar: M. Şemseddin Günaltay
_Sayfa 447: Meşşai filozoflarla, kelamcılar Vahdeti Vucud sistemine şiddetle karşıdırlar. Bu sistemin karşıtları sistemi şöyle eleştirmektedirler: Vahdeti vucud taraftarlarına göre Vucud-ul Bari'den başka hakiki bir vücud yoktur. Olması da mümkün değildir. Bu sebeple Allah’tan başka herşeyin varlığı itibari ve izafidir. Başka bir deyişle eşya gerçekte yoktur. Fakat Vahdeti Vücudçuların bu inançlarına göre, Allah ile eşya arasında bir farklılık kalmadığı şüphesizdir. Yaratıcıyla yaratılan arasında bir farklılık bulunmayınca "Allah benim, ben Allah’ım" gibi bir sonuç çıkmış olmaz mı? Halbuki bu sonuca göre emir, yasak ve şeriatlar doğal olarak kalkmaktadır. Çünkü emir ve yasak farklı iki varlık arasında olabilir. Halbuki Vahdeti Vücud taraftarlarının inaçlarına göre varlıklar Allah’tan ibarettir."

_ Vahdeti Vücütculara soru: Allah alemi yarattı mı? "evet" derlerse, size göre Allah kendini mi yaratmış oldu?

*** Peygamberimiz evet bu konuyu (kader) “tartışmayın” dedi ama, bir sor bakalım, niye böyle dedi? Çünkü o, yüzlerce hadiste Allah’ın bize zorla günah işlettiğini anlatmıştı. Hür değiliz dedi ve kesti attı; yani fazla izah yapmadı. Yani akli deliller getirmedi bu konuda. Yani, "önceden biliyordu Allah ne yapacağımızı, o bakımdan hür değiliz" gibi konuşmadı. Şunu biliyordu ki: Bu konuda çok konuşulursa insanlar kaderi hızlı bir şekilde inkara sürüklenecekler. Bunu tahmin ettiğinden dolayı hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah’tan geldiği inancını dile getirdi ve gerisini pek kurcalamayın dedi. Ama şimdi işler tersine döndü. Neden mi? Çünkü yüzyıllardır peygamberimizin dediğinin tersi istikamette bir kader inancı anlatılıyor ve onun anlattığı inanca, yani hür olmadığımız şeklindeki inanca, piyasadaki kader ile ilgili yazılan kitapların tamamına yakınında hakaretler yağmur gibi boşaltılıyor. Özgür iradeyi savunuyor bunlar; hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini inkar ediyorlar ve hala utanmadan “amentu” ya inandıklarını iddia ediyorlar. Laf oyunları yapıyor ve bizi laf oyunu yapmakla itham etmekten çekinmiyorlar. Senin gibiler de fazla araştırmayınca ne oluyor? Hoop onlara rahatça inanıyorsunuz.

***

kursat:
son anlattığım rakam delili üzerinde düşündün mü
albatros:
evet
kursat:
ne oldu
albatros:
buna karşı bir ateist der ki, “madem rakamı seçmemde önceki olan her olayın etkisi yok, o zaman determinizm olmadan, özgür karar vermiş oluyorum ben”
kursat:
peki ben dersem ki ona:”senin karar vermen de, başka olayların etkisi var mı”
albatros:
var
kursat:
”peki o olayların da yine başka sebepleri yok mu yani” dersem o ne der?
albatros:
ona da var der
kursat:
peki bu silsilenin başı var mı dersem ona ne der?
albatros:
yok diyecek
kursat:
”o halde yine başlangıçsız olarak ne yapacağın, bu bakış açısıyla belirlenmiş olmadı” dersem ne der
albatros:
”kısmen öyle” der, şuna göre kısmen, verdiğin rakam örneğine bakarsak, herşey benim karar vermem de etkili değil, rakamda mesela kendim karar verdim, sen bunu bir ilaha bağladın, ben kendime
kursat:
peki rakam seçmek düşünce değil mi
albatros:
düşünce
kursat:
televizyon izlerken birden “ıhlamur içmek istemek” düşünce değil mi
albatros:
istek, düşünce
kursat:
peki ama bu adam niye ıhlamuru seçti, istedi de çay içmeyi istemedi, burada bir tercih ettirici lazım gelmez mi, tercih ettiricisiz tecih olur mu?
albatros:
olmaz
kursat:
emin misin
albatros:
değilim
kursat:
neden
albatros:
bilmiyorum
kursat:
iyi düşün
albatros:
olmaz diyorum
kursat:
neden ama böyle diyorsun, delilin ne
albatros:
bilmiyorum dedim ya
kursat:
biraz akıl yürüt
albatros:
bir olay bir etki sonucunda meydana gelir
kursat:
etki olmadan bir olay meydana gelemez diyorsun yani öyle mi
albatros:
madde için öyle
kursat:
önümüzde iki yol var, aynı tip benzer yollar, birinin diğerinden üstünlüğü yok, birini seçeceğiz, biraz önce, tercih ettirici olmadan tercih olmaz demiştin ya
albatros:
madde için öyle
kursat:
burada bizi tercih ettirten ne oluyor peki
albatros:
yok
kursat:
çelişkiye düşüyorsun ama
kursat:
yukarda dedin ya, “tercih ettiricisiz tercih olmaz” diye, demedin mi?
albatros:
tamam öyle olsun
kursat:
o halde biz burada tercih etiğimizde, bize tercih ettirten ne oluyor
albatros:
bilmiyorum
kursat:
iki tercihin var
kursat:
ya Allah’ın ilmi yada geçmiş olaylar




*** Dedi: Ya da "Galu bela" toplantısında, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye seslenen Allah değil midir?
_Cevap: Bak şöyle oldu: Bu seslenen Allah değildi. Ya neydi? Şuydu: Bu olay da (eğer sembolik değilse) onların duyacağı bir ses yaratıldı, bu yaratma da elbette ki, yaratma sıfatıyla olmadı; ilmiyle oldu ve mecazen, Allah için “dedi” ifadeleri geçiyor Kuran da; yine Musa ile diyalog anlatılıyor ya, Kuran da: "Ayakkabılarını çıkar sen kutsal vadi Tuvadasın" diye, burada bu sesi yaratıyor, o mekan da Musa’nın duyacağı şekilde ve mecazen "Allah, Musa’yla konuştu" ifadesi kullanılıyor.

_Dedi: Musa'ya seslenen ve görünen Allah ise bu kudretini göstermez mi?
_Cevap: Zaten Musa, O'nu görmedi ki; O'nu görmek istemekle küfre girdi (çünkü her görünen şey bir yönde olmalı, dolayısıyla mekanda olmalı, yani cisim olmalıdır. Dolayısıyla Musa, Allah’ı cisim olarak düşündü ve küfre gitti) ve küfre girmesine rağmen ayetlerde geçen diyalogta, küfre girdiği halde ona bu yanlışı anlatılmadı ve vahy devam etti; bu ise Allah’ın onu saptırmasıdır, peygamberimizi saptırdığı gibi, onu da saptırdı. Peygamberimiz Allah’ı insan gibi tanıtmıştı bize hatırlarsanız, şekilli şemalli hani. Bu konu da yüzlerce hadis mevcuttur. Bunu şimdiye dek kimse anlatmadı açık açık.

_Dedi: "Bana kulluk etsinler diye yarattım" ya da "Ben bir hazine idim, bilinsin-görülsün istedim" bunlar bir amaç ifade etmiyorsa, yalan öyleyse!
_Cevap: İkinci bahsettiğin uydurma hadis de, diğeri ayettir, (Zariyat 56) Soruyorum: Peki kullarından kulluk etmeyenler var mı? “var değil mi? Eğer amacı insan ve cinlerin kulluk etmesi olsaydı, o halde Allah amacına ulaşamamış olmaz mıydı acaba?

_Dedi: Bunları reddetmek, peygamberleri ve kitapları da reddetmek demektir.
_Cevap: Peygamberleri reddetmiyorum, neden mi? "Peygamber" sözcüğü Farsça’dır ve manası "haberci" demektir. Zaten "nebi" de arapça "haberci" demektir. Yani ne oluyor? Bu habercilerin ille de müslüman olması gerekmiyor demektir. (Zaten bunu kabul etmek, ilmi anlamda insanın önünü açıyor. Aksi halde zincirleniyor insan, ilerleme pek olmuyor. Çünkü acayip hadisler var, bakıyosun ki; Buhari, Müslim rivayet etmiş! Yani hop diye inkar edemezsin, apışıp kalıyor insan. Bu düşünce kabul edilince, önün açık demektir; araştır, korkma…
Dolayısıyla hem peygamberlerin hata yaptığını, icabında küfre girdiğini kabul edip, hem de onların peygamberliğini kabul etmek bu yönüyle çelişki teşkil etmiyor. Kitaplara inanmaya gelince, hem kabul ediyorum, hem de baktım ki akli delile zıt görüyorum ayetin zahirini, diyorum ki: “Bu ayetle Allah kullarını saptırıyor.” Ve işin içinden çıkıyorum. İmtihan etmek, arşa istiva yani oturma, irade, görme, duyma ifade eden ayetler mesela. Tevil edebildiğimi ediyorum, yani başka mana verebildiğimi veriyorum, baktım veremiyorum "Allah kullarını bu ayetle saptırıyor” deyip, çıkıyorum işin içinden. Yorumlara, yani tevillere gelince; mesela Allah’ın görmesi ile ilgili ayetlere, görülebilecekleri bilmesi diyorum, duymayı da, duyulabilecekleri bilmesi diyorum.

_Dedi: Peki ya sudur teorisi!! Sudur da, Allah'ın kudretinin taşmasıdır. İlminden bir şey çıkmaz. Kudreti olmadan, ilmi bir işe yaramaz. Kudreti olmadığını söylemek, Allah'ı aciz kılmaktır.
_Cevap: Sudur teorisi derindir. İlimle oluyor. Ama ben geleneksel olan sudur teorisini, yani “on akıl” teorisini kabul etmiyorum.


*** Ateistlere karşı bu:
Soru: Tercih ettiricisiz tercih olur mu, olmaz mı? "olur" derse, o halde sebepsiz bir olay kabul etmiş olmadın mı? "evet oldum" derse, halbuki Ateizm bunu kabul etmez. Ateizm’e göre her olayın mutlaka meydana getirici bir sebebi vardır.
_Eğer "olmaz" derse, bir ile bin arasında seçtiğin üç rakam hususunda, sana bu tercihleri yaptıran nedir o halde? "geçmişteki olaylar" demesi gerekecek ki, bu da sonra anlatacağım "determinizm" olur ve özgür iradeyi savunamaz.

_ Bu da Allah’a inandığını söyleyen ve hür iradeyi savunana karşı delil:
Soru: Tercih ettiricisiz tercih olur mu, olmaz mı?
_Eğer "olur" derse, o halde sebepsiz bir olay kabul etmiş olmadın mı? "evet oldum" derse, madem öyle, neden alemin de (Allah’tan başka herşey) sebepsiz olarak meydana geldiğini kabul etmedin ve bunun sebebinin Allah olduğunu söyledin? Zira alem bütün olayların hepsidir; bir olay ile bütün olaylar, olay olma olarak birdir. Neden bir olay için sebepsiz deyip, diğer olaylar sebeplidir dedin? Bu farkı neye dayanarak yaptın?
_Eğer "olmaz" derse, tuttuğun rakamlar hususunda sana bu tercihleri yaptıran nedir o halde? "Allah" derse, cebr olur (yani hür iradesi olmadığını kabul etmiş saylır.) "Geçmişteki olaylar" derse, “bu determinizm olur” denir.


*** Dedi: "Her şeye niye sebep arıyorsunuz? Bir olay olabilir. Biz bu olayı değerlendirip A deriz, ama eminim ki aynı olay aynı şartlarda tekrar olsa bir B cevabı alınırdı. Etkileşim her şeydir. Ama kararı olaylar değil, biz veririz. Karar verme eylemini hissederek gerçekleştiririz. Esas olan budur.
İnsan sebepsiz yere gülebiliyorsa, sebep aramanın gereği yoktur."
_Cevap: Sebepsiz sonucu kabul edenleri kimse kabul etmez. Eğer sen sebepsiz sonucu kabul ediyorsan, o vakit boş bir odada kendiliğinden bir buzdolabının olmasını da normal karşılaman gerekir. Bunu normal karşılarsan, seni normal karşılamazlar.
Kim ne derse desin, bir gerçek var ki o da şudur: İster Teist (Allah’a inanan) ister Ateist (Allah’a inanmayan) olsun, bu iki düşünce sisteminde hür iradeye yer yoktur. Ateizmde, determinizm (belirlenimcilik)vardır ve hür iradeye yer yoktur (ama Ateistlerin tamamına yakını, bu durumdan habersizdirler.) Teizmde ise Allah olayları önceden bilir diye inanıldığından, yine hür iradeye yoktur. Şimdi Ateistlere şu soruyu soruyorum: Bir ile bin arasında üç tane karşık sayı seçin; mesela adamın biri dedi ki: “55, 953 ve 512” Derim ki: Senin bu materyalist görüşüne göre, sen başka sayılar seçemezdin, bu üç sayıyı seçmek zorundaydın. Determinizmde sen bu sayıları seçmek zorundaydın. Çünkü bu görüşe göre önceki olaylar, sonraki olayları belirler. Yani önceki olaylar, sonrakilerin sebebidir. Onları varlığa getiren sebeptir. Bu sefer Ateist olduğunu söyleyen adam bas bas bağıracak ve "ne diyorsun sen ya, kafayımı yedin! Elbette başka sayı da seçebilirdim, rakam mı yok, mal mısın nesin sen!" der. (Bu tip şahısların klasik bir tavrı vardır ki o da şudur: Eğer karşısındakini bilgisiz görürse, buradan girer ve "sen cahilsin, oku da gel" der. Ama karşısındakini kendisinden bilgili görürse bu sefer de şunu der "sen okumuşsun ama karıştırmışsın!") Soruyorum: Ateizme göre bundan başka rakam seçemezdin, önceki olaylar bu adamı zorladı diye inanılır. Şimdi soruyorum: Ateistlere, bak senin görüşüne göre böyle bu, ama Teizmi yani, Allah’ı kabul edersen, bu sefer de seni zorlayanın Allah’ın ilmi olduğuna inanmak gerekiyor. Yani iki düşünce sistemi de sana hür irade vermiyor. Şimdi seç bakalım. Hangisi sana daha mantıklı geliyor. Ateizmde; eskiden olan olaylar, mesela bin yıl önceki bir savaşta adamın birinin ok atması bile seni etkiliyor ve bu sayıları seçmende seni zorluyor. Buna mı inanacaksın, yoksa Allah’ın bilmesinin seni zorladığına mı inanacaksın seç bakalım?
- Not: Yani Ateist, inancı gereği bu örnekte bin yıl önceki bir adamın ok atmasının, kendisinin bir ile bin arasında karşık olarak 100 rakam seçmesini etkilediğine inanmak ve kendisini zorladığına inanmak durumundadır. Buna mı inanmak mantıklı, yoksa önceden neyi seçeceğini Allah’ın bilmesinin sonucu, bir zorlanma altında olduğuna inanmak mı daha mantıklı? Seç bakalım..


***

kursat:
sebepsiz olay olur mu
albatros:
olmaz
kursat:
bu rakamları seçmenin de sebebi var demek olmaz mı
albatros:
var tabi
kursat:
nedir peki
albatros:
sorman
kursat:
sormamın da varsa bu determinizm olmuyor mu
albatros:
oluyor
kursat:
ama incelik şu: senin bin rakam içinden karışık on tane seçiyorsun ya, mesela seç üç tane karışık
albatros:
tamam devamını getir
albatros:
yaptık bunu
kursat:
seç ve yaz
albatros:
568-985-36
kursat:
peki bunları seçmenin sebebi benim sormam mı
albatros:
rakam seçmemin sebebi senin sorman, ama bu rakamları seçmem…
kursat:
onu soruyorum zaten
albatros:
işte burada kendi özgür iradem der çıkarım, olmaz mı?
kursat:
ama bunu dersen dikkat et bir şey daha demiş oluyorsun
albatros:
her koşulda determinizmi kabul etmeyen bir ateistim ben derim mesela
kursat:
bu durumda şunu demiş oluyorsun, geçmişle ilgisi olmayan, sebebi de olmayan şeyler oldu demiş oluyorsun, yani bu rakamların seçimi sebepsiz diyorsun, anladın mı
albatros:
tamam
albatros:
her zaman determinizm geçerli olmayabilir
kursat:
bir olayın sebebi var dersen, bütün olayların var demek zorundasın, bu ayrımı yapamazsın mantıken, haksız mıyım
kursat:
ama ben determinist değilim, bunun ne olduğunu gösteriyorum sadece,
albatros:
ama determinizm beyinle, düşünceyle ilgili her argümana uyarlanabilir mi?
kursat:
inan ki bu ateizmde böyle, ama millet bilmiyor, anlamıyor, ben yüzlerce kitapta bunları gördüm, kesin yani, ama çok Ateist bunu bilmez
albatros:
zaten biraz kafa yoran Ateistler de iradeyi reddediyor
kursat:
ben çevremde reddeden görmedim.


*** Anaxaogras: Lambanın alevi söndükten sonra, ona zeytinyağı doldurmanın yararı yoktur.

*** Allah yaşlanır mı? Evet diyorum.

*** Allah sevilir mi? Evet diyorum.

*** Kendine Teist (Allah’a inanan) diyenlerin tamamına yakını, olayların birbiri üzerinde hakiki manada tesirleri olduğunu kabul ederler. Mesela “sobayı yaktı ve ısındı” örneğinde kişiler, ısınmayı genelde sobanın yanmasına bağlarlar. Dolayısıyla bu şahıslara, Ateistlerin temel görüşü olan determinizm delili kullanılarak cebr anlatılabilir.
Soru: Sebep, sonucunu zorunlu kılar mı? Yani adama sorarsın: Sebep sonuç ilişkisine inanıyor musun? Soba yandığı için mi ısındın? gibi örnek ver. O kişi genelde “evet” der. Yani olaylar arasında sebebin sonucunu etklediğine inanır. Madem öyle sebebin de sebebi var mı? “evet” der; bu olaylar zincirinde, yüz yıl önceki bir olay senin davranışlarını etkilemiş olmuyor mu? genelde “evet” der. O halde senin fiillerini bu düşünceye göre, sen değil, önceki olaylar belirliyor öyle mi? genelde “evet” der. Nerede senin hür iraden? Yani bu düşünceye göre yaptığın bir fiili, başka türlü yapamazdın anlamı çıkıyor ve bu da aslında hür olmadığın anlamına geliyor.
Not: Bu delil Ateistlerin determinizm ilkesini, kendilerine Teist diyenlere göre uyarlanmış biçimidir.

*** Kursat dedi: “Peygamberimiz hür değiliz dedi ve kesti attı, yani fazla izah yapmadı. Akli deliller getirmedi bu konuda; yani, "önceden biliyordu Allah ne yapacağımızı, o bakımdan hür değiliz" gibi konuşmadı. Şunu biliyordu ki, bu konuda çok konuşulursa insanlar kaderi hızlı bir şekilde inkara sürüklenecekler.”
_Dedi: Eğer “hür değiliz” demişse, sizin vardığınız "Allah bize zorla günah işlettiriyor" kanısı saçma olmaz mı? Yani peygamberimiz "haşa" "Allah bize zorla günah işlettiriyor" demişse, bu özgürlüğü nereden bulmuş?
_Cevap: Özgürlüğü bulmadı, ona bunu Allah söyletti zaten.

Kursat dedi: “bunu tahmin ettiğinden dolayı hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah’tan geldiği inancını dile getirdi ve gerisini pek kurcalamayın dedi. Ama şimdi işler tersine döndü. neden mi? Çünkü yüzyıllardır peygamberimizin dediğinin tersi istikamette bir kader inancı anlatılıyor ve onun anlattığı inanca yani hür olmadığımız şeklindeki inanca piyasadaki kader ile ilgili yazılan kitapların tamamına yakınında hakaretler yağmur gibi boşaltılıyor. Özgür iradeyi savunuyor bunlar. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini inkar ediyorlar.”
_Dedi: Hayır ve şer Allah’tandır. Sizin kastettiğiniz hayır ve şer ne oluyor?
_Cevap: Hayır, iyilik demektir, şer ise kötülük demektir, kelime anlamı budur. Yani namaz kılmak, iyilik; zina yapmak kötülüktür. O halde zina yapmak da Allah’tan olmalıdır. Ama bu, çok kişi tarafından inkar edildiği halde, bunlar hayır ve şer Allah’tandır demeye devam ederler.

Kursat dedi:”ve hala utanmadan amentu'ya inandıklarını iddia ediyor bunlar. Laf oyunları yapıyorlar ve bizi laf oyunu yapmakla itham etmekten çekinmiyorlar. Senin gibiler de fazla araştırmayınca ne oluyor? Hoop, onlara rahatça inanıyorsunuz.”
_Dedi: Allah'ı zorba kılmak neyin nesi? Allah'ı zorla günah işlettirmekle itham ediyorsunuz da, O’nun merhametinden neden bahsetmiyorsunuz?
_Cevap: Çünkü merhametli değildir. Merhamet, duygudur. Allah da duygu olmaz. Zaten bu kötülükleri kullarının başına veren kendisidir, bir de bu duruma merhamet etmesi saçma olur. Zira bunu zaten kendi yaptırıyor.

_Dedi: Siz bize yardım etmek istiyorsunuz, Allah bunu size zorla mı yaptırıyor?
_Cevap: Evet

_Dedi: Yoksa; siz evet siz, bize yardım etmek isteyen zat, peygamberimizin "size göre açıklayamadığını" siz yaparak, ondan üstün bir makamda olduğunuzu mu iddia ediyorsunuz?
_Cevap: Sen galiba dediklerimi tam anlamadın. Ben ne dedim, o yanıldı ve bu itikadi bir hataydı ve sonu küfür oldu, ben kendimi müslüman olarak görüyorum.

_Dedi: YÜCE RAB sizi, bize yol gösterici olarak mı gönderdi? Yoksa size vahy mi geldi?
_Cevap: Bana vahiy gelmedi. Sadece araştırmalarımı sizinle paylaştım.

_Dedi: Allah peygamberleri saptırdıysa, peygamberler de yol gösterici olarak bizi saptırmış mıdır?
_Cevap: Elbette

_Dedi: Siz "kendi deyiminizle" gerçekleri yansıttığınıza göre; ALLAH kendisini deşifre etmeniz için mi sizi yaratmıştır?
_Cevap: Allah bunları isteyerek yada istemeyerek yapmadı. İstemesi yoktur, zorunlu olarak yaptı, yapmak zorundaydı; zira ilmi böyle idi. Yani benim varlığa geleceğimi ezeli olarak bilmekteydi ve bunu kendisi de değiştiremezdi, aksi halde cahil olması icap edecekti.

_Dedi: "Bana kulluk etsinler diye yarattım" ya da "Ben bir hazine idim, bilinsin-görülsün istedim" bunlar bir amaç ifade etmiyorsa, yalan öyleyse…
_Cevap: İkinci bahsettiğin uydurma hadis de, diğeri ayettir. (Zariyat 56) Soruyorum: Peki kullarından, kulluk etmeyenler var mı? var değil mi? Eğer amacı, insan ve cinlerin kulluk etmesi olsaydı, o halde Allah amacına ulaşamamış olmaz mıydı?

_Dedi: Söylemek istediğiniz nedir? Açıkca yazar mısınız?
_Cevap: Allah hiçbir şeyi amaç edinmiş değildir.

_Dedi: Amaç derken, kastetdiğiniz nedir?
_Cevap: Bir şeyi elde etmek, mesela birinin doktor olmak istemesi gibi

_Dedi: Ulaşamamış derken, kastetdiğiniz nedir?
_Cevap: Bahsi geçen ayetin zahirinden, Allah’ın kullarının ibadet etmelerini amaç edindiği gibi mana çıkaranları ilzam yani susturmak için bir sorudur bu.

_Dedi: Bu ikisini soru olarak mı algılamalıyım? Yoksa yönlendirmeli soru olarak mı?
_Cevap: Yönlendirmeli soru.

_Önceden sorulan soru: “Bunları reddetmek, peygamberleri ve kitapları da reddetmek olmuyor mu?”
_Kursat dedi: “Peygamberleri reddetmiyorum, neden mi? "Peygamber" sözcüğü Farsça’dır ve manası "haberci" demektir. Zaten "nebi" de arapça "haberci" demektir.
Yani bu habercilerin ille de müslüman olması gerekmiyor demektir. ( Zaten bunu kabul etmek, ilmi anlamda insanın önünü açıyor.)
_Dedi: “Müslüman,” bu kelimenin anlamı nedir?
_Cevap: Teslim olan

_Dedi: Size göre hangi peygamberler müslüman değildir?
_Cevap: Bence tamamına yakını

_Dedi: Peygamberlerin küfre girdiğini yazmışsınız. Hem küfre girip, hem nasıl peygamber oluyorlar?
_Cevap: Peygamber, haberci demektir, bize haber vermediler mi? verdiler. Oluyormuş demek ki..

_Dedi: Peygamberlere kafir mi diyorsunuz?
_Cevap: Tamamına yakınına

_Dedi: Küfür ne demektir?
_Cevap: İnkar ve üzerini örtmek demektir. Yani gerçeklerin üzerini..

_Kursat dedi: “Kitaplara inanmaya gelince; hem kabul ediyorum, hem de baktım ki zahirini akli delile zıt görüyorum, diyorum ki: “Allah kullarını bu ayetle saptırıyor.” Ve işin içinden çıkıyorum. Mesela imtihan etmek, arşa istiva, yani oturma, Allah’ın iradesi, görmesi, duyması gibi ayetler için konuşursak, tevil edebildiğimi ediyorum, yani başka mana verebildiğimi veriyorum, baktım ki veremiyorum "Allah bu ayetle kullarını saptırıyor” deyip, işin içinden çıkıyorum.”
_Dedi: Zincirlarinizi kırdığınızı, ilerlediğinizi, önünüzün açıldığını ima etmişsiniz. Böyle ufku geniş bir insana: “baktım ki anlam veremiyorum …………… deyip işin içinden çıkıyorum” böyle bir cümle yakışır mı?
_Cevap: Başka çare yok ki? Sen, Kuran’ı herhalde daha tanıyamamışsın.


*** Kitap: Et-Ta’likat Yazar: İbn Sina
_Sh 52: Mutezile kelamcılarının Tanrı tasavvurlarındaki temel açmaz, onların “gerçek yetkinlik” fikrine ulaşmalarını engelleyen gizli bir antropomorfizmdir. Mesela onlar Tanrı’nın insandaki gibi bir irade ve ihtiyardan beri olduğu tespitinin, O’nun varlığına bir tür eksiklik getireceğini düşünmektedirler. Oysa O’nun insanlardaki gibi bir irade ve ihtiyara sahip olması gerçek bir eksiklik olurdu.

*** Kitap: İslam Yazar: Prof. Dr. Fazlur Rahman
_Sh 165: Filozoflar, Plotinus’un “Gerçek’in nihai sebebi” fikrini, yani onun Bir’ni (Plotinus’un izinden gidenlerin bu Bir’i yorumladıkları ve O’na herşeyin özünü içine alan bir aklı malettikleri şekliyle) esas alarak Mutezile’nin tevhid anlayışını yeniden yorumladı ve geliştirdiler. Bu yeni anlayışa göre Allah, zatı (mahiyeti) ve sıfatları olmayan saf varlık idi; O’nun yegane sıfatı, varlığının zaruri olmasıydı. Uluhiyetin sıfatlarının, ya selbi oldukları ya da O’nun varlığını etkilemeyen ve O’nun zaruri varlığının icra olunabilen, tamamiyle zahiri ilişkilerden ibaret oldukları ileri sürüldü. Böylece Allah’ın bilgisi, “bilinen şeylerin O’nda mevcut olması”; iradesi “O’nun varlığından mecburiyetin imkansızlığı”; yaratıcı faaliyeti, “şeylerin O’ndan suduru” vs. şeklinde tanımlandı. Aristo ve Plotinus’un fikirlerinin çerçevesi içinde, Allah’ın cüz’ileri bilmesi mümkün değildi. O yalnız küllileri bilebilirdi. Çünkü cüz’ileri bilme, hem zamana bağlı arka arkaya yer alan bir bilgi sürecini, hem de farklı nesnelerde görülen değişmeleri dikkate aldığından, İlahi zihinde bir değişmenin olduğu anlamına gelecekti. Fakat, Allah ile fert arasında doğrudan bir ilişkiyi kabul eden bir din böyle bir nazariyeyi kolay kolay kabul edemezdi. Bu bakımdan İbn Sina hem dinin taleplerine, hem de kendi felsefesinin gereklerine hak ettiklerini veren zekice bir nazariye ortaya attı. Bu nazariyeye göre Allah bütün cüz’ileri bilmekteydi; çünkü O her şeyin nihai sebebi olduğundan, bütün sebeplilik sürecini de zaruri olarak bilmekteydi. Mesela Allah vuku bulacak güneş tutulmasının, bütün özellikleriyle birlikte sebeplilik sürecinin hangi noktasında yer alacağını ezeli olarak bilmekteydi. Bu çeşit bir bilgi, ilahi bilgi de herhangi bir değişmeyi gerektirmez. Çünkü o, belli bir zaman ve mekanda meydana gelen durumlara bağlı bilginin zaruretini ortadan kaldırır.


*** Allah’ın, olacağını bildiği insan davranışları, varlığa gelmek zorunda mıdır? “Evet” derse; o halde sen varlığa gelmesi zorunlu olan hareketlerini yaparken, hür bir iraden olduğunu mu savunuyorsun?

*** Depremde ölen çocukları öldüren Allah mıdır?

*** Kötürüm veya kör doğan bir insan ne yaptı da böyle doğdu? bu adalet olur mu? Dolayısıyla “Allah adaletlidir” diyenler bir kez daha düşünmelidirler.

*** Allah bir şeyin olacağını önceden bilirse; “o şeyin meydana gelmemesi imkansızdır” demek doğru mudur? “Evet” derse, demek ki sen, meydana gelmemesi imkansız olan şeyleri yapıyorsun öyle mi?

*** Allah yaptığından başkasını yapabilir miydi? “evet” derse, bu Allah’ın bilgisinin yanlış çıkması anlamına gelmiyor mu? Yani Allah yaptığından başkasını yapamazdı.

*** Dedi: İnsan akıl olarak özgürdür. Allah'ın dilemesi, insanın düşünme eylemini yaratmasıdır. Ama seçicilik yönünden insan serbesttir; ister kötüyü seçer, ister iyiyi; bu insanın özgür iradesine bağlıdır. Bu iyi ve kötünün yapılmasına yol açan fiilleri Allah yaratır. Ama seçim insana aittir.
_Cevap: Hem diyorsun ki “insanın düşünmesini Allah yaratır.” Hem diyorsun ki “seçim yönünden insan hürdür.” Seçmek, düşünmek değil midir?

_Dedi: Bir de demişin ki: “Allah kötüdür.” Bu imkansız; benim önüme trilyonlarca safsata getir, buna inanmam.
_Cevap: Dedim ki, Allah zalimdir ve O'na iyi de denebilir (iyilikleri yaratması yönünden) ve kötü de (kötülükleri yaratması yönünden) denebilir. Bu dünyada zulüm var mı? Var değil mi? Peki bu zulmü kim yarattı? Allah mı? “Evet” dersen, peki zulmü yaratan neden zalim olmaz? Bana bunu izah eder misin?

_Dedi: Zorunlu varlık, yani tek yaratıcı olan Allah, hiçbir şekilde kötülüğü emretmez.
_Cevap: Acaba kötülüğü irade eder mi?

_Dedi: Şimdi sen yanlış yoldaysan, bunun sebebi yine sensin. Eğer Allah böyle birşey dilemiş olsaydı, yani haksızlık dilemiş olsaydı, yaratıcı olamazdı.
_Cevap: Yani benim yanlış yolda olmam, Allah’ın dilemesinin dışında oluyor öyle mi? Sen nasıl ehli sünnetsin? Ehli sünnete göre, Allah’ın iradesi dışında bir şey olmaz ki..

_Dedi: Şimdi sen diyeceksin ki: “Benim yaşamam, benim burada yazı yazmam kendime bağlı bir şey; ben yemek yerim, onlar enerji yapar. Sonra da hareket ederim.” Ama bunlar sadece görünen şeyler; metafizik boyutta ise bunların hepsi Allah'ın dilemesiyledir. Düşünce olarak ise sen bağımsızsın. Ama senin yemen, içmen bu evrendeki faaliyetlerinin hepsi Allah tarafındandır.
_Cevap: Peki neyi düşüneceğim de Allah’ın ezeli iradesiyle mi olmaktadır?

_Dedi: Bu dünya imtihandır.
_Cevap: Ne yapacağımız önceden Allah tarafından bilinmiyor mu? “biliniyor” dersen, ne yapacağın, o yönüyle belli demektir. Peki, belli olan şey de, neyi ortaya çıkarmak için imtihan yapılsın ki? Madem sonuç önceden belli? Böyle bir şeye imtihan etmek denir mi? On yaşında çocuğa sorsan "böyle imtihan olmaz" der. (Mülk ikinci ayeti biliyorum, Kuran’a inanıyorum; ancak basit değil, izahı kitabımda ve forumlarda var.)

*** Hadid 22 de ki ayet ile ilgili izah: Madem cennet ve cehennemdeki insanlar sonsuza dek yaşayacak; o halde onların başına sonsuz sayıda olay gelecek demektir. Ama Hadid 22’ye göre bütün insanların başına gelecek olaylar kitaptadır, yani yazılmıştır. Halbuki sonsuz sayıda olay, yazmayla bitirilemez ve bu yazmanın sonu gelemez. Bu ayette bahsedilenin, hadislerde anlatılan kitap ve yazı olduğu genellikle yaygın bir kabuldür. Ama mantıken sonsuz sayıda olay yazılıp bitirilemez. Önümüzde üç seçenek var:
A- Bu ayetten, Allah’ın ilmi manasını anlayacağız, yani “olayları olmadan önce bilir” manasını.
B- Ahiretteki insan yaşamı sonlu bir süredir, zira ancak sonlu sayıda olay yazılıp bitirilebilir. Sonlu olay ise sonlu sürede olur; ama nasslarda ahiretin ebediliği anlatılır.
C- Ya da bu yazılanlar insanın ölümüne kadar ki süreye aittir.


*** Soru: Herşey önceden ve bir ilksizlikte belirlenmişse ceza niçin?
_Cevap: Çünkü Allah’ın ilminde ceza da ilksizlikte bellidir.

*** Allah insanlara özgür irade verebilir mi? Evet” derseniz, bu özgür irade nasıl verilebilir?

*** Cremonini: İçinden dilediğin gibi, dışından herkes gibi davran.

*** Tanrı dünyayı varetmek zorunda olduğu için mi, yoksa varetmek istediği için mi varetti?
_Cevap: Yaratmak zorunda olduğu için, ancak O’nu zorlayan da yoktu. Zatı gereği mecburdu.

*** Spinoza: Köpek kavramı havlamaz.

*** Parmanides: Varlık eğer varolmaya başlamışsa; ya bir varlıktan ya da bir yokluktan çıkıyor demektir.

*** Seçimlerimiz düşünce midir?
Düşüncelerimizi Allah mı yaratır? “Evet” dersen,
O halde seçimlerimizi de Allah yaratmış demektir.

*** Kitap: metafizik Şerhi Yazar: İbn Rüşd
_Sh 81: “Bu nedenle onlara “zamanın failinin zamana önceliği nasıl olur?” diye sorulduğunda kafaları karışmıştır. Çünkü onlar “zaman olmaksızın” derler ise zaman bakımından mef’ulunden önce gelmeyen failin varlığını kabul etmiş olacaklardır. Eğer “zaman ile” diyecek olurlar ise, bu durumda da soru, bu zamanla ilgili olarak tekrar yöneltilir.”
Not: Bu soru “Allah zamanı sonradan yarattı” diyenlere yöneltilebilir.

*** Aleme hadis diyenlerden biri diyor ki:”Öyleyse tek varlık kadim’dir, murad edicidir ve bizzat kendi ihtiyarı ile maddeyi yaratmıştır. Sonra muradı, yani maddenin “var” olması isteğini, “yok”luğuna tercih etmiştir. Ve madde, belli bir zaman tayin edilerek, o anda yaratmasıyla meydana gelmiştir.”
_Eleştiri: Peki bu zaman neye göre tayin edildi? Size göre de Allah ezelidir. Bahsettiğin zaman eğer hadis ise, ne kadar zaman sonra hadistir? Yok eğer zaman ezeliyse; bu ezeli zamanda, maddenin varlığa gelmesi anı, bu ezelilikten sonlu mu yoksa sonsuz bir süre sonra mıydı? Eğer “sonsuz süre” dersen, sonsuzluğun sonu gelmediğinden maddenin varlığa gelmemesi gerekirdi. “Sonlu süre sonra” dersen, ezeli bir zamanda, ezeliliğe sonlu bir süre de eklenemez. Çünkü sonlu süre ancak bir başlangıç veya bitişin olduğu şeye eklenebilir. Ama bu örnekte zaman ezeli kabul edilmişti.

*** Aleme hadis diyenlere soru: Bunlar “Allah alemi yoktan yarattı” demiyor mu? Diyor.
Soru: Yokluk var mıdır, yoksa yok mudur? “yoktur” derse, o halde “alem yoktan yaratıldı” demek, “alemin yokluğu yoktu” demektir. Dolayısıyla alem hep vardı, yani ezeliydi manası çıkar. Eğer “yokluk vardır” derse,
1. cevap: O halde ona neden yokluk yerine varlık demedin.
2. cevap: Alem, “Allah’tan başka her şey” demek olduğundan, bahsettiğin yokluğa da sen “varlık” demekle, onu da alemden saydın demektir. Bu da yine aleme ezeli demiş olmaktır.


*** Sana biraz daha öğreteyim. Bu konuda genel olarak üç adet saldırı planımız vardır:
Birincisi: Yaratma yönü; yani bunlara diyeceksin ki; bizim hareketlerimizi Allah mı yaratıyor? genelde “evet” derler. Eğer “hayır” derlerse; “sen nasıl ehli sünnetsin” diyeceksin. Zaten bu laf onları sindirmeye tek başına yeterlidir. Eğer onlar “ben ehli sünnet değilim” derlerse, onları Türkiye’deki insanlar saniyede dışlarlar. Eğer “ben ehli sünetim” derse; de ki: “Sen nasıl ehli sünetsin, hem Maturidilik, hem de Eşarilik (bunlar itikad da yani inançta ehli sünnet mezhepleridir) bu iki mezhep hareketlerimizi Allah yarattı diyor.” bu sefer o şaşırır, artık bunları kabul etmek durumunda kalır. “Evet, hareketlerimizi Allah yaratıyor, ama biz yine de hürüz” demeye devam edecek;
Cüzi iradeyi Allah mı yarattı? Diyeceksin, tanımıda şu: Bir eylemi yapmadan önce, yapmayı istemek demektir. Ben kapıyı açmak istedim ya, işte kapıyı açmak isteme düşüncesine cüzi irade deniyor. Şunu soracaksın: “Bu kapıyı açma isteğimi, dolayısıyla düşüncemi Allah mı yarattı?” Eğer o derse ki: “Evet Allah yaratıyor.” De ki: Allah’ın sen de yarattığı düşünceyi, düşünmemeye kadir olabilir misin?” “Olamam” derse, “o halde düşünmemeye kadir olamadığın bir düşünceyi düşündüğünde nasıl hür iraden olduğunu savunuyorsun?” Diye sor. Eğer “cüzi irademi Allah yaratmaz” derse, bu sefer de ki: “Sen mi yaratıyorsun?” “Evet” derse, de ki: “Allah’tan başka yaratıcı olur mu? Eğer “bunu insan da yaratmıyor, Allah da” derse; de ki: “Kendi kendine mi meydana geliyor?”
”Ben Maturidiyim” derse, de ki: Sizin mezhepte “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” diyorlar, haberin var mı? Eğer yoksa kelam kitaplarına bakabilirsin.”

_İkinci saldırı harekatı şu: Allah’ın iradesi bahsi : Allah’ın iradesi ezeli mi? Diye sor. Eğer “sonradan da olabilir” derse, bu sefer de “peki Allah ezeli ilmiyle, sonradan ne irade edeceğini biliyor mu?” de, “evet” der. “O halde, neyi irade edeceği de bu anlamda ezeli olmuş olmadı mı?” de; “evet” der. Eğer “Allah’ın ezeli iradesi var” derse, şunu sor: O halde bizim burada konuşmamız Allah’ın ezeli iradesiyle mi oldu? Yani biz yokken mi Allah bunu yapacağımızı dilemişti?” de, ( Eğer, “bizim yaptıklarımızı Allah dilemez ki” derse, yine de ki: “Nasıl ehli sünnetsin sen, ehli sünete göre insanların yaptıkları da Allah’ın iradesiyle olur ve onlara göre Allahın iradesi dışında birşey olmaz.) Eğer bu sahtekarların (özgür iradeyi savunanların) kitaplarını okuyan biriyse, sana şunu diyecek: “Tamam ezeli iradesi var ama "bildiği için diledi" yani ezeli ilmiyle bizim hür bir şekilde böyle yapacağımızı da biliyordu ya, işte bunu bildiği için diledi” derler, başka çareleri yok. De ki: “Peki ama "bildiği için diledi" demek, önce biliyor, sonra diliyor gibi olmuyor mu?” Halbuki bu lafla dilemesi sonradan oluyor gibidir. Sen iradesi ezeli demiştin ve ezeli olan şey, başka şeyden sonra olmaz ki; yani "bildiği için diledi" denemez.”

_ Üçüncü saldırı harekatımız, ilim mevzusudur: Zaten bunu çok anlattım. De ki: “Allah ezeli olarak mı olayları biliyodu?” “Evet” derler. De ki: “Allah’ın olacağını bildiği bir olay meydana gelmek zorunda mı değil mi?” “Zorunda değil” derse, de ki: “o halde Allah yanlış bilmiş oldu ya,” der ki: “Zorunda o halde,” De ki: “Sen, meydana gelmesi zorunlu olan eylemini yaparken, hür iraden oldunu nasıl iddia edebilirsin? Eğer üç kağıtçıların kitaplarını okuyan biriyse, sana en son diyecek ki "ilim maluma tabidir." Yani ezeli ilim, maluma (bilinen olaylara) tabidir. Yani buradaki konuşma eylemimize tabidir diyecek sana. Bu konuyu önceden anlatmıştım.


***

albatros:
O’nun bilmesi ezeli ise, O’nun bildiği şey varlığa gelmeyebilir mi?
سْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
gelmeyebilir
albatros:
o zaman Allah bilmemiş olmuyor mu?
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
bildiği şey meydana gelmezse mi
albatros:
evet, gelmeyebilir dedin ya
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
herşeyi bilmesi meydana getirmesi anlamına gelmez diyorum
albatros:
bildiği şey varlığa gelmeyebilir ise, Allah bilmemiş olmuyor mu bu dediğine göre
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
o meydana gelmeyen de O’nun bilmesi içindedir
albatros:
varlığa gelen bir şeyden bahsediyoruz
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
meydana gelmemesi de O’nun bilgisindedir
albatros:
aynı şey, varlığa gelenden bahsediyoruz diyorum, varlığa gelmek zorunda mı bu şey ya da olay
kursat:
albatros ne olmuşsun sen böyle
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
var olan veya olmayan her şey ezeli bilgisinin içindedir
kursat:
sorum sana: Senin bu lafına şu denir:
albatros:
söyle Kürşat, ya ben anlatamadım, ya o anlamadı
kursat:
Allah varlığa gelecek olan bir olayı, yani burada konuşuyoruz ya, mesela bu örnek olsun, bu olay meydana geldi mi
albatros:
buradan iyi olacak, evet
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
evet
kursat:
peki Allah bu olayı meydana gelecek olarak mı biliyordu yoksa meydana gelmeyecek olarak mı biliyordu
albatros:
bu işte, illa bu kadar ayrıntılı örnek vermek gerekiyor demek ki
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
gelecek olarak tabi
kursat:
peki Allah’ın meydana gelecek olarak bildiği bir olayın, meydana gelmemesi olanaklı mı olanaksız mı
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرّحِيم::
biliyordu dedim ya
kursat:
yani şu an ki konuşmamızın meydana gelmemesi olanaksızdı değil mi? Olanaksızdı dersen, o halde şu anda meydana gelmek zorunda olan bir eylemi mi yaptık?



***

kursat:
Allah’ın ilmi mi bizim fiillerimize tabi yoksa bizim fiillerimiz mi Allah’ın ilmine tabidir
Güven:
Düşüneyim
kursat:
düşün
Güven:
ilim Allah’ın sıfatı olduğuna göre, O ve O’nun sıfatları hiçbir şeye tabi olmamalı
kursat:
demek öyle
Güven:
evet
kursat:
emin misin
Güven:
eminim
kursat:
peki Said Nursi’nin, bunun tersini dediğini biliyor musun
Güven:
nerde diyormuş, kaynak ver, söyle bakayım hemen
kursat:
kader risalesi, 26.söz, "ilim maluma tabidir" diyor, yani Allah’ın ilmi bilinen olaylara tabidir diyor, bunu mu savunacaksın bana
Güven:
araştıracağım
kursat:
hepsi bunu der, sadece o değil bütün özgür irade savunanlar bunu derler
Güven:
Muhyiddin İbn Arabi ne der
kursat:
o daha açıktan diyor, bunlar gibi pek gizlemiyor, “Ayanı Sabite” diye bir şey diyor

kursat:
ilim maluma mı tabi yoksa malum ilmemi tabi
Güven:
böyle bir soruya ne gerek var, bilinen şey bilmeğe tabidir
kursat:
ben de öyle diyorum ve bu cebr oluyor, cebri kabul etmemek için öbürünü dediler, eğer olaylar Allah’ın ilmine tabi ise, o halde olaylar O’nun bildiği gibi olacak demektir
Güven:
evet
kursat:
ve Allah’ın ilmi ezeli olduğuna göre
Güven:
evet
kursat:
ve bizim yaptıklarımız sonradan olduğuna göre, biz önceden Allah’ın ilminde belli olan şeyleri yapmak zorundayız demektir
Güven:
yapmak zorunda olduğundan değil,yapmakta olduklarını Allah’hın bildiğinden dolayı
kursat:
işte bunu diyenler şunu ekliyor haberin olsun, Allah’ın ilmi bizim yaptıklarımıza tabidir diyorlar,
Güven:
risalei nur okuyom
kursat:
nurculara git, 26. sözü aç, orada oku ve “ilim maluma tabidir” sözünü bul ve onlara sor: Allah’ın ilmi mi maluma tabi yoksa malum mu Allah’ın ilmine tabidir? de
Güven:
bunu yapacağımdan emin olabilirsin, peki,bir soru de ben sorayım
Güven:
Allah’ın adaleti var mı, adil midir
kursat:
değildir
Güven:
adil değildir öyle mi
kursat:
evet
Güven:
adil olmayan bir Allah’a inanmam ben
kursat:
sen bilirsin
Güven:
sen nasıl inanıyorsun peki
kursat:
mecburen, olaylar açık, adaletin olmadığı açık yani
Güven:
neresi açık
kursat:
adam kötürüm doğuyor, kör doğuyor, böyle adalet olur mu
Güven:
peki soruyom: adalet nedir sana göre
kursat:
eşit hak tanıma demektir
Güven:
Eksik, böyle değil
kursat:
nasıl
Güven:
senin elin tutuyor mu
kursat:
evet
Güven:
gözün görüyor mu
kursat:
evet
Güven:
yürüyebiliyor musun
kursat:
evet
Güven:
Peki sen elini ayağını ve gözlerini ne yaptın da hak ettin
Güven:
kursat:
bir şey yapmadım
Güven:
eeeee
kursat:
ee ne, ne diyorsun, kötürüm olanları Allah böyle yapmadı mı
Güven:
Yaptı,öyle yarattı
kursat:
bu adalet mi oluyor şimdi
Güven:
Elbette, mülk Allah’ın değil mi, istediğine verir
kursat:
o ne yaptı da kötürüm doğdu
Güven:
sen ne yaptında tam teçhizatlısın
kursat:
onu diyorum işte, bu adalet mi şimdi
Güven:
Evet, mülk kimin
kursat:
O’nun
Güven:
peki mülk O’nun ise sen nasıl istediğini alabilirsin, O ne kadar verirse o kadar yapacaksın
kursat:
ben de onu diyorum zaten, ilmine göre yapar ve bu sorgulamaz, zalimdir ama olsun, O yine de ilahtır
Güven:
zalim sensin, küfre giriyorsun
kursat:
zulmü kim yarattı
Güven:
Yine başlama

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Hem geçmişimizdeki olayların sonsuz sayıda olup, hem de şu an ki olayların bir saat öncesine göre artması neden imkansız olsun? Aslında benim ebediliği de daha çok hesaba katmam gerekiyor. Alem yok olsa bile, Allah hep varlıkta olacağından, şu an bizim anladığımız manadaki (benim hep verdiğim örnek:1 ile 3 arasında bekliyoruz ya işte onu diyorum. Yani bazısı şunu diyebilir: "Madde yoksa ve dolayısıyla hareket de yoksa zaman da olmaz; zira ne ölçülecek?" diyebilir. Ben şunu diyorum: Madde olmasa da yani hareket olmasa da, benim verdiğim örnekteki zaman anlayışından kaçılamaz. Yani orada bunu sayan olmasa da bu manadaki zamandan kaçılamaz.)
Yani saniye olarak bakarsak, o yönüyle alem yok olsa bile, Allah’ın varlığının sürmesi zaten zamansal bir artışla olur. Zira ebedilik zamansız olamaz. Dolayısıyla bu yönüyle incelediğimiz zamanın bir sonu olamaz. Demek ki önümüzde ezeli ve ebedi zaman gerçeği durmaktadır. Hal böyle olunca, başlangıçsız ve sonsuz bir zaman kavramı ortaya çıktı demektir. Ek olarak maddenin de ezeli olduğunu kabul etmek zorundayız. Bunun izahı çok geçti. Benim "bir saat öncekine göre zaman ve olaylar arttı" sözümü tekrar gözden geçirmeliyim. Acaba bu sayıca bir artış olmayıp, benim anlayışıma göre olan (izafi, göreli, varsayılan) bir artma mıdır? Ya da geçmişte sonsuz sayıda olay ve zaman kabul edildikten sonra da, bu olayların ve dolayısıyla zamanın artması neden imkansız olsun? Acaba benim "ancak sonlu sayıdaki olaylar artar" ifadem bir aldanış mı? Acaba sonsuz sayıdaki zaman ve olay da artma olur mu?


*** Şu an ki olaydan 1 saat sonrasını düşündüğümüzde “olaylar arttı” diyoruz ve şunu ekliyoruz: Olaylar arttığına göre, artan her şey sonlu olduğundan, geçmişimizdeki olaylar da sonludur diyoruz. Ancak bunun karşısında daha güçlü bir delil var ki; o da alemin ezeli olması. Zira aleme hadis yani sonradan olan denirse, Allah’ın da varlığının başlangıcı savunulmak zorunda kalınıyor. Bu katiyyen kabul edilemez. Dolayısıyla bu iki zıt durumla karşı karşıyayız ve Allah’a, dolayısıyla aleme ezeli deyince, otomatik olarak geçmişimizde sonsuz sayıda olayı ve sonsuz zamanın geçtiğini kabul etmek zorunda kalıyoruz. 1 saat sonrasını düşündüğümüzde, 1 saat öncesine oranla olaylar arttı gibi görsek bile, başka çaremiz yok. Alemin ezeliliğini kabul edip, diğer öncülü, yani olayların artmasıyla ilgili olarak geçmişteki olayların başlangıcının olduğunu; çünkü ancak sonlu sayıda olayın artacağı düşüncesinden yola çıkıp, sonlu sayıda şeyin bir başlangıcının lazım geldiğinden ötürü, alemin sonradan oluştuğu, varlığının başlangıcının olduğu ve dolayısıyla Allah’ın da varlığının başlangıcını savunmaya giden bu görüşü; başka manada ele almak gerekiyor.

*** "Allah için zaman yok" dedin değil mi? Peki Allah ebedi mi? “evet” dersen, zamansız bir ebedilik ne demektir?


*** Dedi:"Sen kimsin, nesin, necisin, niyetin ne?"
_Cevap: Kendi halinde bir araştırmacıyım, din eğitimi başkalarından almadım. On yıldır dini kitap, son beş yıldır da felsefe ve kelam ağırlıklı okuyorum. Kader konusuna ilgim küçük yaşlardan beri vardı. Ancak yirmi yaşından itibaren bu konudaki yazılarla tanıştım ve hayal kırıklıkları yaşadım. Zira orada anlatılan kader inancı beni tatmin etmedi; çok çelişkili ifadeler vardı. Hem “herşey Allah’ın iradesiyle olur” diyorlar, hem hür irademizden bahsediyorlardı. Hem “Allah önceden olacakları bilir” diyorlar, hem de “Allah bize zorla günah işletmez” diyorlardı. Hadislere baktığımda ise hür irademizin olmadığının anlatıldığını görüyordum ve ikileme düştüm. Ancak kendime güvenim olmadığından ve kitaplarda yapılan laf oyunlarının iç yüzünü henüz anlayamamış olmamdan ötürü, uzun yıllar bu konunun iç yüzüne vakıf olamadım. (dört beş sene kadar, yirmidört yaşına kadar özgür irademiz var diyordum.) Yani ekstradan bu konunun üzerinde araştırma yapmadım. Ancak altı yıl önce okuduğum kitapta, bir bilgiyle karşılaştım ve o andan sonra bu konu üzerine eğilmeye karar verdim ve kelam kitaplarından incelemeye başladım. Zamanla dönen dolapları daha iyi anlamaya başladım. Bu arada çevremdeki kişilere bunları anlatmaya başladım ve 10.000 den fazla insanla bire bir konuştum diyebilirim. Yani çok tecrübem oldu. Ben çok sıkıntı çekerek bu bilgilere ulaştım ve biliyorum ki bu inceliklere ulaşmak kolay değildir. Siz çabalasanız bile önünüzde büyük engeller vardır. Ben size bu bulduklarımı hazır olarak vermek istedim. Ancak insanların bana din düşmanıymışım gibi bakması da esasen normaldir. Bunu da biliyorum; çünkü onları iyi tanırım.


*** Dedi: “Dostum sen insanlara hazır bilgi sunduğunu iddia ederek onların inancının temelinde gedikler oluşması için çalışıyorsun. Neye ve neden inandığını bilenler, Allah'ın izniyle bu tuzağa düşmeyeceklerdir. Ama halen daha çok genç olup, din felsefeleri gelişmemiş olabilecek kullanıcılarımızın beyinlerini bulandırıyorsun. Bırak insanlar senin geldiğin bu noktaya gelmek istiyorlarsa, senin geçtiğin evrelerden geçsinler. Eğer dine bağlı kalmak istiyorlarsa da bağlı kalsınlar. Senin bu yaptığın, dışarıdan AIDS kapmış birinin "ben AIDS kaptım, başkalarına da bulaştırmalıyım" fikri ile önce kendi bedenlerine batırdıkları bir iğneyi, başkalarına batacağından emin oldukları bir yere koymalarına benzer. Bu gerçekten çok acı bir şey. Dibe batarken, bir başkasını daha çekip götürmek niye? Kendi küfrünle boğul git!”
_Cevap: Ben alıştım bu tür tavırlara, dediğim gibi bunlar normal; ancak ne acı ki "hayır şer Allah’tandır" diyen birine bunlar yapılmaktadır. Bunu yapanların "hayır ve şer Allah’tandır tabi ki, ne diyorsun sen?" diyenler olması ve bu şahısların zinanın şer olduğunu kabul ettikten sonra, zinanın Allah’tan olduğunu reddeden kişiler oluşlarıdır.


*** "Allah’a sövme" düşüncesini Allah bende yarattığı için mi, ben bunu düşündüm? Ya da bu düşünceyi ben mi yoksa şeytan mı yarattı? Yoksa kendi kendine mi meydana geldi bu düşünce?

*** Allah alemi yoktan mı yarattı? "evet" derse, bu yokluk durumu sonlu bir süre mi yoksa sonsuz bir süre miydi? "Sonlu bir süre" derse, derim ki: Bu yokluk durumunun sonu alemin varlığa gelişiydi değil mi? "evet" der, derim ki: Peki başı neydi?
_ Not: Bu soruya, "yokluk durumu sonsuz süre sürdü" diyemeyeceğini ve "yokluk durumu sonlu süre sürdü" dediğinde de, bunun Allah'ın varlığının başlangıcını savunma demek olduğunun geniş izahları daha evvelden geçmişti.

*** Bu konuyu (alemin kıdemi) derinlemesine araştırdım. Bu konuda yazılmış derin yazıları okudum ve şu sonuca vardım: Allah, alemi sonradan yaratmadı. Ama genel kabul yüzyıllardır bu. Neden böyle? O da basit; zira daha çabuk kabullenilen bir şeydir bu. "Yoktan yarattı" ifadesinde, sanki Allah’ı tazim, yani yüceltme var. Ama bu lafın sonunun nereye vardığını insanların tamamına yakınını düşünemedi. Kelamcılar bunu göremedi. Ama filozofların bir kısmı, bunu derin olarak düşündü ve alemin ezeli olduğunu söylediler. Bir çok da delil getirdiler. O delillerin en etkilisi bu başlıkta defalarca zikrettiğim, zaman meselesiyle ilgili "sonlu mu yoksa sonsuz zaman mı önceydi” şeklindeki sorulardı. Bu konuda da çok merhaleler aştım. Hatta Allah’ın varlığının başlangıcını üç ay savundum. Bu zor bir dönemdi; zira izahını yapamıyordum. Ama neden bunu savunmuştum? Nedenlerim vardı. Sonra olayların başlangıçsızlığını kabul etmek durumunda kaldım ve anladım ki bunu kabul etmeyen kafirdir. Çünkü, Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu savunma durumuna düşmüş olur. Bunun farkına varmasa bile...


*** Dedi: “Merak ediyorum; acaba neden böyle bir araştırma ihtiyacı duysun. Yani eleştirmek amacıyla bir insan bu kadar uğraşsın? Garip; acaba başka bir niyetiniz mi var? “Üç yıl RiSALE-i NUR'u inceledim” dediniz. Acaba dediginiz gibi hakikaten araştırdınız mı? Çünkü birçok yazdıklarınız, sanki okumamış izlenimi veriyor da; neyse ameller niyetlere göredir.”
_Cevap: Nursi’nin kadere inanmadığını seneler öncesinden (2001) biliyordum; ama sırf size bunu delilleriye göstermek için bu kadar uğraş verdim. Zira nurcularda taassup (gözü kapalı, aşırı bağlılık) çoktur. Bunu kırmak için başka yok bulamadım. "Tarihçe-i Hayat" hariç, Nursi’nin bütün yazılarını okudum. Çok basit hatalarla doludur kitapları; ama öyle bir şişirilmiş ki bu eser, sanki dünyada başka kitap yok. Kelamı bilmez Nursi, tekrar söylüyorum: Eşariliğin: "özgür irademiz yoktur" dediğini bile bilmiyor ve size kaderi anlatmaya kalkıyor. işte sonuç bu!
Nereye gitsem bana “Nursi’nin kader risalesini oku” diyorlar. O’nun peşinden Fetullah Gülen geldi. O da bu konuda, kaderi inkar etmenin yollarını millete öğretmeye başladı ve “kadere inanmak budur” dedi. Aslında bu kitaplar zehirdir. Milleti aldattılar; ama bunu bu niyetle yapmadılar. Kendilerince iyi niyetliydiler. Kendilerine çok güvenleri vardı; ama en basit şeyleri bile bilmiyorlardı. Fetullah Gülen’in "kader" adlı kitabı, bu konuda çok açık yazılmıştır. Nursi gibi lafı fazla dolandırmıyordu. Açık açık söylüyor gerçek fikirlerini. Bu şahıslar kelamdan anlamazlar. Okumuşlar sağdan soldan, irili ufaklı kader konusunda bir kaç eser; zaten özgür iradeyi savunan bu tip kitapların tamamına yakını birbirinin kopyasıdır. Bu iş bu kadar mı kolay!
En basitinden, Nursi’nin öve öve bitiremediği Gazali, bunların sapıklık dediği görüştedir, yani " kulun özgür iradesi yoktur" der. Ama Nursi kaç kere göklere çıkardı bu şahsı. Yani onun cebirci (hür irademiz yok diyenler) olduğunu bile bilmiyordu. Buradan kıyaslayın. Yine Razi'yi övüyordu kelamcı diye, ama onun tefsiri de baştan başa özgür irademiz yok diyordu. Nursi bunu da bilmiyordu ve sallamaya devam ediyordu. İbn Arabi’yi de övüyordu ki, o da kadere inanmayan biridir ve o da "Ayan-ı Sabite" adı altında farklı bir yol izlemişti. Bunların "bildiği için yazdı" ifadelerinin benzeri bir yol tutturmuştu. Bu konuda rezillik, kepazelik diz boyudur; bunu bilin. Ama “ben uyumaya devam edeceğim” derseniz, sizi uyutmaya talip çok kişinin sırada beklediğini de unutmayın!
Sağda solda deniyor ya, “sahtekarlık yapılıyor” diye, ben şunu diyeyim: Bu konuda yapılan sahtekarlığın yanında, onlar hiç birşey değildir. Zira bu konuda milletin kafasını uyuşturuyorlar. Ama bu millette de suç var. Bir laf da onlara lazım. "Armut piş ağzıma düş" anlayışıyla bu hallere düştünüz! “Onlar alim, bize laf mı düşer” diye diye bu hale geldiniz. "Aman onları eleştirmek kimin haddine" diye diye..
Onlar da insan değil mi? Bilgiliymiş; sen de oku, sen de bilgili ol! İnsanların çoğu, geçmişte yaşayan ve alim diye nitelenenleri bu konularda daha mahir sanır. Aslında değil; neden? Artık iletişim eskisi gibi değil, bir sürü kitap var, bir sürü araştırmacı var. Bizler yani cebirciler ortaya çıktığında, milletin tamamına yakınını kendisine karşı buluyor ve acı acı bağırıyor: “Hayır, şer Allah’tan değil miydi? Neden bana inanmıyorsunuz?” Bu haykırışlara arada bir alaycı karşılıklar da veriliyordu: "Anlamıyor musun? Allah istemiyor işte sana inanmamamızı, niye soruyorsun ki?”
Bu konuyu bu kadar neden mi araştırdım. Bu uzun hikaye ama, şunu söyleyeyim: Ben çok acı çektim, siz çekmeyin; çok aldandım, siz aldanmayın. Bunların bu konuda yazdıkları zehirdir. Ama panzehiri ben de var. Eğer benim dediklerimi okursanız ve anlarsanız; tahminim, artık onların yazdıları size birşey yapamaz. Artık kolayca göreceksiniz bunların içyüzünü ve onları okudukça bu konuda bilginiz, tecrübeniz çok artacak.



*** Cami hocalarının tamamına yakını kadere inanmadığı için cuma namazı kılmayın. Cemaatle namaz kılmayın. (Genel olarak söylersek) Neden?
1: Zaten kader konusunda dediğime inanmadınızsa namazınız olmaz. Zira kadere inanmayanın namazı olmaz. Neden? Çünkü, kadere inanmayan kafirdir.
2: Diyelim kadere dediğim gibi yani "hür değiliz, Allah zorla günah işlettiriyor." Gibilerinden inandınız; iş bununla bitmiyor ki; cami hocalarının neredeyse tamamına yakını kadere inanmaz. “İnanıyom” derler elbet, ama işin aslı o değil! Onlara benim sorularımdan bir kaç tane sorun, görün ne oluyor. Sizi kapı dışarı ediyormu etmiyormu… Yani onların iç yüzünü bu sorular ortaya koyuyor. Hem bu soruları sorun, hem de peygamberimizin kader hadislerinde dediklerini söyleyin onlara. Beraber bakın bu hadislere; onlarda vardır hadis kitabı. Göstersin size kitaptan. Siz de deyin ki: “Burada böyle diyor, yani "hür değiliz" sen böyle diyorsun; yani "hür irademiz var."
Şimdi gelelim; dediğim gibi kadere inanmayanın arkasında neden namaz kılınmaz? sorusuna; neden bunun arkasında cuma kılınmaz?

_Cevap: Birinin arkasında namaz kılınıyorsa, o kimsenin müslüman olması şarttır. Onun namazı olacak ki, ona uyanın da namazı olsun. O bakımdan uyduğu kişi kafirse, kadere inanmıyosa, bu adamın namazı olmadı demektir. Kadere inanan biri ona uysa ne oldu? Kıldıranın namazı olmadı, dolayısıyla bu sefer kadere inananın da namazı olmadı. Dersen ki: "Biz adamın kalbini nereden bilelim. İnanıyordur işte"
_Cevap: Ben bu kadar imamla görüştüm; tamamına yakını özgür iradeyi savunur. Yani sonuç olarak, kadere inanmaz. Soruları sorun, görün ne olacağını. Sinirden gözlerinden alev çıkacak.
Peki kadere dediğim gibi inanan biri ne yapacak?
_Cevap: Cumaya gitmeyecek ve öğle namazının dört rekat farzını kılacak. Teravih olsun, başka olsun, bu gibilerin arkasında namaz kılınmaz.


***

kursat:
bu takvim örneğini şunun için verirler, Allah’ın önceden bilmesinin bizi zorlamadığını anlatmak için, yani nasıl ki takvimlere yazıldığı için güneş tutulmuyorsa , tutulacağını önceden adamlar bildikleri yani tahmin ettikleri için yazıyorlarsa
orhan:
evet
kursat:
aynı şekilde levhi mahfuza da yaptıklarımızın yazılmış olması bizi zorlamaz demeye getiriyorlar anladın mı şimdi
orhan:
evet
kursat:
bu lafın peşine şunu derler, “ilim maluma tabidir”, yani Allah’ın ezeli (öncesiz ) ilmi, maluma (bilinene) yani şunu an ki konuşmamıza diyelim, tabidir derler, tabi olmayı anlatacağım şimdi: öğrenci okula gidiyor, öğretmeniyle tartışıyor ve öğretmene “hocam haklısınız” diyor, bu örnekte öğrenci mi öğretmene yoksa öğretmen mi öğrenciye tabidir
orhan:
öğrenci öğretmene
kursat:
okey , soruyorum: tabi olan ve tabi olunan kavramlarını düşünürsen, tabi olan mı yoksa tabi olunan mı zaman olarak sonradan olur
orhan:
tabi olan herhalde daha sonradan olur
kursat:
okey de, anlamadın galiba, peki neden tabi olan sonradan olur
orhan:
karışık biraz bu laflar, düşünmek gerekli
kursat:
zor değil, zaten bunu anlarsan dünyada özgür iradeyi savunan hiç kimse sana karşı çıkamaz,
tekrar soruyorum: bir çocuk dedesine geliyor ve diyor ki: “dede cimbomlu ol” dedesi diyor ki: “
“yok, ben milli takımlıyım” çocuk diyor ki: “olsun, cimbomlu ol” dede: “tamam” diyor, bu örnekte kim kime tabi oldu
orhan:
dede çocuğa
kursat:
tamam, burada tabi olma, cimbomlu olma konusu değil mi
orhan:
evet
kursat:
dede yaşlı olmasına rağmen çocuğa tabi olmuş oldu değil mi
orhan:
evet
kursat:
bu özgür iradeciler şunu diyolar: “ilim maluma tabidir” yani Allah’ın ezeli, öncesiz, başlangıçsız ilmi, maluma yani bilinen olaylara tabidir , yani önce olan ezeli ilim sonradan olan olaylara tabidir diyorlar, anladın mı
orhan:
okey
kursat:
ama bu bir çelişki değil mi, sonra olan olaylar, yani şu an ki yazışmamız var ya, diyorlar ki bu lafla,
ezeli olan yani önce olan ilim, sonra olan olaylara tabi diyorlar değil mi, anladın mı
orhan:
evet
kursat:
ama mantıken önce olan değil, sonra olanın tabi olması gerekiyordu değil mi, demek ki
bunlar yanıldı değil mi
orhan:
evet yanıldılar
kursat:
özgür iradeciler şunu diyorlar açıkça, “Allah’ın ezeli ilmi bizim hareketlerimize tabidir”
bunu diyorlar, yanlış bu değil mi
orhan:
evet yanlış, Allah’ın ilmi bizim hareketlerimize bağlı değildir
kursat:
peki o zaman şu sonuç çıkmıyor mu, “bizim hareketlerimiz Allah’ın ezeli ilmine tabidir” bu mana çıkıyor değil mi
orhan:
öyle
kursat:
tamam ama bunu kabul edince, sen cebirci oldun demektir, haberin yok, yani “Allah zorla günah işletiyor” demiş oldun
orhan:
hayır öyle demedim
kursat:
sen “olaylar Allah’ın ilmine tabidir” dedin ya
orhan:
dedim
kursat:
bu lafa göre şu sonuç çıkmıyor mu, biz ancak Allah’ın önceden bildiği şekilde hareket edebiliriz
orhan:
tam bir şey diyemiyorum
kursat:
nasıl diyemiyorsun
orhan:
evet dersem, sen, kötü yola da götürüyor diyeceksin ama aralarında kesin bir ayrıntı vardır


*** Dedi: Rızasının olduğu fiillere ecir, rızasının olmadıklarına cezasının olduğunu belirtmektedir.
_Cevap: Peki rızasının olamadığı şeyleri de Allah irade eder mi? Zina gibi mesela?

*** Allah bizim hareketlerimizi ezelde mi takdir etti?

*** Allah günah işlememizi ezelde mi takdir etti?



*** Diyorsun ki alem ezeliyse cennet de, cehennem de, insan da ezeli
olur.
_Cevap: Ben alem dediğimde kasdettiğim şey şudur: Allah’tan başka herşey demektir.
İnsan sonradan olmuştur. Kuran’da bu sabit ve bu akli delile zıt değildir.
Aslında benim şu an en büyük problemim şudur: Ben alemin ezeliliğini savunuyorum ve teselsül’e yani geçmişteki olayların sonsuz sayıda olduğuna inanıyorum. Ama alem sonradandır diyenler, bu konuda çok güçlü bir soru soruyorlar: Saat bir itibariyla düşünürsek, geçmişte sonsuz sayıda mı olay oldu diye soruyorlar. Ben evet diyorum. Soruyor: “Peki saat şu an iki oldu, bir saat geçti; dolayısıyla saat bir’e göre daha fazla sayıda olay mı oldu?” “evet” diyorum. Diyor ki: “Ama sonsuz sayıda olayın sayısı artar mı?” “hayır” diyorum. Diyor ki: “Arttığına göre demek ki geçmişte sonsuz sayıda olay değil, sonlu sayıda olay vardı ve sonlu sayının başı ve sonu belli olması gerektiğinden alemin de başlangıcı vardır. Başlangıcı varsa sonradandır.”
Ben bu delile cevap veremedim. Ancak bu görüşü (alemin sonradan olması) Allah’ın varlığının başlangıcını savunmaya vardığı için bıraktım.


*** Dedi: Tabiki alemdeki kötülükler Allah'ın iradesinden bağımsız değildir. Ama bunlar Allah'ın rızası, emri ya da muhabbeti ile değildir. İyi de, kötü de Allah'tandır.
_Cevap: Genelde ehli sünnet kitaplarında da böyla izah yapılır. Ancak burada gözden kaçan şey şudur: Dikkat edersen bu sözde, Allah’ın rızası olmadığı şeyi de irade ettiğinden bahis vardır. Dolayısıyla zinayı da irade ettiğini kabul vardır. Hal böyle olunca Allah’ın zina fiilini istediğini kabul ettiniz ve sizce Allah’ın irade ettiği fiilin gerçekleşmesi zorunludur. Dolayısıyla kul zorunlu olarak meydana gelecek fiili yapmak zorunda demektir. Hani kulun hür iradesi? Gördüğünüz gibi çok basit.

Buna karşı dedi ki: “Çıkarımının buraya varmaması gerekiyordu. İyi bir çıkarım değil. Kötülük problemine gelecekken, atladın insan fiillerinde özgürlüğe geldin. Ben bu konuda da ehl-i sünnet kaynaklarından yararlanacağım.
Matüridi, insan iradesinin hür ve bağımsız olduğunu kabul etmiştir. Yaratıcı olarak Allah insana cüz’i iradesini vermiş, ancak onun sevk ve idaresi tamamen kendisine bırakılmıştır. Matüridi bu noktada Allah’ın, insan iradesine hiçbir müdahelesinin olmadığı düşüncesindedir. Zira iradenin kullanılmasında herhangi bir müdahele olursa sorumluluğun izahı zor olur. Aslında Matüridi daha da ileri giderek, insanda mevcut cüz’i iradenin yaratılmamış olduğu görüşünü ileri sürmektedir. Matüridi cüz’i iradenin yaratılmadığını söylerken bu hususa işaret etmiş olmaktadır. Yani insan, iradesini Allah’ın hiçbir etkisi olmadan sevk ve idare edebilmektedir. İradesini bu şekilde kullanmakla tam bir sorumluluk altında bulunmaktadır.”
_Cevap: Dedin ki: "maturidi, cüzi iradenin yaratılmadığını söyledi." Emin misin bundan? Nerede okudun böyle dediğini? Ben Maturidi’nin "kitabu-t tevhid" adlı kitabını okudum ve böyle demeyip, tam tersine "her hadis (sonradan olan) mahluktur" dediğini gördüm ve maturidi, cüzi irade ifadesini bile söylemedi. Cüzi iradenin yaratılmadığı ifadesi sonradan bu mezhebe eklenmişti. Kimin eklediği de bellidir. 1500’ lü yıllarda İbn Humam yaptı bunu. Neden? Zira, Ebu Mansur Maturidi, ne dediğini bilmeyen biriydi. Kitabı çelişkilerle doluydu. Hem “insan fiillerini Allah yaratır, herşey Allah’ın iradesiyle olur” diyor; hem de insanın hür iradesini savunuyordu. Ama sonradan gelen Maturidiler, dediler ki “bu böyle olmaz.” Bir çare düşündüler ve "ilim maluma tabidir," "Allah bildiği için yazdı," "Sen istersin, Allah da istediğin fiili yaratır" gibi ifadeleri sonradan eklediler. Cüzi iradenin yaratılmadığı ifadesi bu mezhebe 1500’ lerde eklendi. Yine sonrakiler “imanı Allah yaratmaz” dediler. Hatta Maturidi’nin öğrencisinin torunu olan Pezdevi, Maturidi mezhebinin önde gelenlerindendi. Yazdığı kitapta "imanı Allah yaratmaz" demişti. Neden? Ebu Mansur Maturidi ise imanın mahluk olduğuna dair bölüm bile açmıştı. Yani Maturidi "imanı Allah yaratır" ifadesinin cebr olacağını bile anlamamıştı.


*** Bu yazıyı okuman kader mi? “evet” dersen, demek mecbur okudun öyle mi? “hayır mecbur değildim” dersen, neden bu soruya “evet kader” dedin? eğer “bu yazıyı okumam kader değildi” dersen, bak kadere sen de inanmıyorsun.

*** Dedi: Güneşin etrafında her gezegenin eşit olmayan zaman aralıklarıyla döndüğünü biliyoruz. Eğer evrenin zamansal bir başlangıcı yoksa, o zaman Satürn’ün, Güneş’in etrafında ne kadar sürede döndüğünün cevabı sonsuzdur; Dünya’nın da. Ama birbirinden büyük sonsuzluklar düşünmek saçmadır.Dolayısıyla evren zamansal bir başlangıca sahiptir.

_Cevap: Verdiğin bu delilin benzeri şöyledir: “Gezegenlerin Güneş’in etrafında veya kendi ekseni etrafındaki dönüş hızları farklıdır. Madem alem ezeli ve dolayısıyla bunlar da ezeliyse, bir sonsuz başka sonsuzdan büyük olamaz; o halde bu anlayış batıldır” derler; alemin hudusunu savunanlar. Ancak Meşşailer yani aleme kadim diyenler, eskiden yaşamışlardı ve on akıl teorisi ortaya koydular. (Farabi, İbn Sina) Fakat kabul edilemeyecek bir iddiaydı bu. Buna karşılık ben yine aleme ezeli diyorum. Ancak onların dediği gibi demiyorum. Direkt madde ezeli ve başlangıçsızdı diyorum ve Dünya’nın, Güneş’in sonradan olabileceğini iddia ediyorum. Yani bu alem de Dünya’nın sonradan olması ve sonsuz olaylar silsilesinin bir tarafında yer alabileceğini savunuyorum. Teselsül’ü kabul ediyorum. Alemin hudusunu (sonradan olduğunu) kabul edenler; Allah’ın varlığının başlangıcını savunmaktadırlar. Bunu göremediler. Daha önce defalarca bunu anlattım.


*** Dedi: “Dua kaderi değiştirir.”
_Cevap: Dua kaderi değiştirir öyle mi? söyle bana, kulun dua edeceği de Allah’ın ezeli ilminde belli değil miydi? "belliydi" dersen, buna göre kulun dua etmesi de kader olmuyor mu?

*** Soru: Allah irade ettiklerini bilerek mi yoksa bilmeyerek mi irade etti? "Bilerek" derse, peki bunun bilmekten farkı nedir? Zira, O’nun olacağını bildiği şeyin meydana gelmesi zaten zorunludur. Aksi halde cahil olması gerekirdi. (bu, Allah’ın iradesinin olmadığını gösteren delildir.)


*** Dedi: Bari Allah’ın iradesini kabul et de, ondan sonra özgür irademiz yok de. İki iradeyi birlikte reddetmene ne gerek var?
_Cevap: Başka çare yok. Ezeli ilim kabul edilince, Allah’ın iradesine yer kalmaz.

_Dedi: Ya da irade sıfatını reddetmekle Allah’ın fiilerini zorunlu olarak yaptığını kabul etmiş olursun. Bunu mu kabul ediyorsun.
_Cevap: Evet

_Dedi: Ayrıca iradeye atfedilen özellikleri, sen ilim sıfatına ilave ediyorsun. Bu sefer insanı fiilerinde zorlayan Allah’ın iradesi değil ilmi mi oluyor?
_Cevap: Evet

_Dedi: Allah’ın iradesini reddetmendeki mantık, insan fiillerini özgürleştirmek değilse nedir?
_Cevap: Gerçekçi olma ve ezeli ilmi kabul etme sonrası iradesine yer kalmaması yönündeki akli deliller.

_Dedi: Alemdeki kötülükleri Allah’a atfetmemek mi?
_Cevap: Alemdeki kötülüklerin kaynağı Allah’tır, bilmesidir.

_Dedi: O zaman bu kötülüklerin nedeni insan da değil; insan da özgür değil ve bu kötülükler Allah’tan zorunlu olarak sudur ediyor öyle mi?
_Cevap: Evet zorunlu olarak sudur ediyor. Ancak bir fark var: O’nu bunu yapmaya zorlayan olmaksızın Allah yaptıklarını yapmak zorundaydı. Bundan sonra yapacak olduğu şeylerden başkasını da yapamaz. Ezeli ilimden bahsettiniz, bunun ne demek olduğunu iyi düşünün. Allah bu ilme muhalif bir şeyi yapamaz, dolayısıyla zatı gereği zorunludur ( Mucibun Bizzat) Yaptıklarını hür iradesiyle seçmedi. Filozofların çoğu bu görüştedir. Kelamcılar, Allah’ın iradesini kabul ettiler. Onlar çok geride kaldı.

*** Dedi: O zaman alemin Allah'la birlikte ezelde yoktan yaratıldığını kabul ediyorsun.
_Cevap: Ezelde yoktan yaratma olmaz. Yoktan yaratmadan bahsedildiğinde, bu yaratılan için bir başlangıç kabul etmek gerekir. Oysa "alem ezeli olarak varlıktadır" dendiğinde, bu alemin yokluğunun düşünülemeyeceği demek olur. Yani alemin yoktan yaratılması reddedilmiş olur.

_Dedi: "İlahi fiil, ilahi cevherden zorunlu olarak çıkmıştır." O zaman, alemde bir determinizm var. sebep-sonuç aynı anda var oluyor ve sebep-sonuç arasındaki ilişki zorunlu.
_Cevap: Ben determinizm'e inanmam. Olaylar arasındaki ilişkilerde hakiki fail (yapan) Allah’tır. Ben olayların birbirine hakiki manada etkisini kabul etmem. Mesela ateşin yaktığına inanmam. Yakmayı yaratan aslında Allah’tır. Ama genelde ateşe biz değdiğimizde, bu acı yaratılıyor. (Acının yaratılmasından kastım; ayrıca bir yaratma sıfatıyla yaratma değildir; yine bu acının meydana geleceğinin Allah’ın ilminde oluşu ve bu ilme göre acının meydana gelişidir.) Ve bunlar çok sık olduğundan, artık insanlar bunları hep sebeplere bağlar oldular.


*** Dedi: Teselsül, Hâdislerin ve mümkinlerin, birbirinin müessiri (illeti, doğurucusu) olarak, geriye doğru nihayetsiz devam etmesi demektir.

Teselsülü iptal için sunulan deliller:

1- Önümüzde birbirine tesir etmiş bulunan bir sebep-müsebbep mecmuası vardır. Bu mecmuanın her bir ferdi mümkin olduğuna göre kendisi de mümkindir. Bu mümkin mecmuanın müessiri kimdir, ya mecmuanın tümüdür, ya içinden bir parçadır veya tamamen dışında kalan bir şeydir. Mümkinler mecmuasının müessiri yine kendisi değildir. Çünkü bir şey kendi kendisinin illeti olamaz. Bu mecmuanın illetini, içindeki bir parça da teşkil edemez. Zira o parça mecmuanın tümüne tesir ederken kendisine de tesir etmiş olacak, bu ise batıldır. Eğer bu parçanın, kendisinden başka mümkinler serisine tesir ettiğini, onların da buna tesir icra ettiğini söyleyecek olursak bu takdirde devir lazım gelir ki onun muhal olduğunu isbat etmiştik. Üçüncü şık kalıyor o da müessirin mümkinler serisinin dışında olması. Mümkinlerden olmayan şey vâcip olur. O halde mümkinler nihayetsiz devam edemeyip bir vacibu’l-vücud’ta nihayet bulur.
_Cevap: Bu delil teselsülün batıllığını ispatlamıyor ki, bu fertlerin her birinin sebebinin Allah olduğunu gösteriyor.

2- Bürhan-ı tatbik delili: Sebep-müsebbep zinciri geriye doğru, bir dizide sonsuz olarak devam eder. Buna göre bize doğru son ma’lûl, son eser vardır, fakat ilk müessir yoktur. Şimdi biz son eserden başlamak üzere geriye doğru nihayetsiz bir zincirleme düşünelim. Bir de son esere nisbetle, mesela 5 kademe yukarıda olan ikinci bir sonsuz silsile düşünelim. Bu iki ma’lûl silsilesini bize doğru olan başlangıç noktalarından birbirine tatbik edelim, yani çakıştıralım. Birinci silsilenin birinci halkası ile (yani asıl illetler silsilesinin beşinci halkası ile) karşı karşıya gelecektir, ikincisi ikincisinin, üçüncüsü üçüncüsünün karşısına olmak üzere devam edecek. Bize doğru olan başlangıç noktasına nisbetle aralarında dört kademe fark bulunan bu iki ma’lûl zinciri arasında ya tam bir uygunluk bulunacak, yani zincirlerden birinin her halkasının karşısına öbürünün bir halkası gelecek, bu takdirde küll cüz’e müsavi olacaktır ki bu muhaldir; veya eksik silsile nihayete erecektir, o zaman da öbür silsile 4 kademe fazla gelecektir. Nihayetli kemiyetten, muayyen miktarda fazla olan kemiyet de nihayetli olacağından öbür silsile de nihayete erecektir. Böylece sebep-müsebbep zinciri nihayetsiz olmaktan çıkar.
_Cevap: Buna şöyle yanıt veriyorum: Bu tatbik olayını çapraz olarak yapmayı teklif ediyorum. Yani 5 kademe fazla olan silsilenin en son malul'ü (illetli) ile 5 kademe eksik olan ikinci silsilenin en son malulünü çakıştırmayı. Nasılsa bunların ikisinin de başlangıçsız olduğu kabul edilmişti. Böylece çakıştırma devam eder diyorum.

3- Bürhân-i tezâyüf delili: Bu delil, illet ile ma’lûl arasındaki nisbetin incelenmesinden doğmaktadır. İlletler zincirinin sonsuz olarak sürüp gittiğini kabul edersek, ma’lul sayısı illet sayısına nisbetle bir fazla olacak ve illet- ma’lûl dengesi bozulacaktır. Çünkü zincirin her halkası kendinden öncekine nisbetle ma’lûl, kendisinden sonrakine nisbetle de illettir. Halbuki bize doğru son ma’lul sadece malludür, illet değildir. O halde fazladır. Oysaki nihayetsiz düşünülen varlıklarda ziyade ve noksan olamazdı.
_Cevap: Bu silsileyi bir noktada kesmeniz de sizin vehminizdir ve silsile devam ediyor ve edecektir.

*** Kursat dedi: "Allah alemi yoktan mı yarattı? "evet" derse, soru: Bu yokluk durumu sonlu bir süre mi yoksa sonsuz bir süre miydi? "Sonlu bir süre" derse, derim ki: Bu yokluk durumunun sonu alemin varlığa gelişiydi değil mi? "evet" der, derim ki: Peki başı neydi?
_ Not: Bu soruya, "yokluk durumu sonsuz süre sürdü" diyemeyeceğini ve "yokluk durumu sonlu süre sürdü" dediğinde de, bunun Allah'ın varlığının başlangıcını savunma demek olduğunun geniş izahları daha evvelden geçmişti."
_Dedi: Yokluğun başı yine bir yokluk değil midir?
_Cevap: Bu soruyla hasmı: "Yokluk durumu sonlu süre sürdü" demeye mecbur ettim ve şahıs bunu deyince sonlu sürenin başı ve sonunun olması gerekeceğinden dolayı bu yokluk durumunun bir başlangıcını kabul edecek ve çaresiz, bu başlangıç durumuna Allah’ın zatı diyecek ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunduğunu görecek; yani kafir olduğunu.
Bu cevabıma, karşı cevap verdi: “Yokluk bir "şey" değildir ki, zamana konu olsun. Yokluk tanımlanabilir mi? hayır.”
_Cevap: Madem yokluk zamana tabi değil diyorsun; o halde neden Allah alemi yoktan, sonradan yarattı diyorsun?

_Dedi: Madde ezelde varsa, Allah yaratıcı değil, sadece musavvirdir öyle mi?
_Cevap: Aristo’nun dediği gibi demiyorum. Bilmesiyle olaylar olur diyorum. Var eden yine Allah’tır. Ama alem Allah’ın zatından, zaman olarak sonra meydana gelmiş değildir. Alem, Allah’tan zat olarak sonradır, zaman olarak değil. Mesela biri yürür, aynı anda gölgesi de hareket eder. Burada zamansal birliktelik vardır. Ama şerefçe ve zat olarak insanın harekereti gölgesinden öncedir denebilir. Allah’ın aleme önceliği de böyledir.

*** Dedi: Yokluğun başlangıcının olmadığını, sonunun olduğunu söylersem ne olur? Yani yokluğun başlangıcı yine bir yokluk, geriye doğru sonsuz. Yokluğun sonu da varlık, ileriye doğru sonlu. Ki senin "yokluk durumu sonsuz süre sürdü diyemeyeceği" görüşünü kabul etmiyorum!
_Cevap: Yokluk yoktur zaten, ondan bahsederken sanki varlıktan bahsediyorsun; başlangıçsız ve sonlu derken. Böyle dersen, şu soruya cevap vermen gerekir: Başlangıçsız bir yokluktan, sona doğru gidildiğinde sonu var diyorsun; şu sorulur: Yokluğu başlangıçsız kabul ettiğin için bu sonlu dediğin ana varışı sonsuz süre olmuyor mu? “oluyor” dersen, sonsuz süre nasıl geçildi ve bu son ana gelindi?

_Dedi: Alemin ezeliliğini kabul ediyorsan, Tanrı ezelde alemi nasıl yarattı? Senin dediğin görüşe binaen, mutlaka Tanrı ile alem arasında yaratmanın vuku bulduğu bir an olması lazım. Yaratma Tanrı’nın fiiliyse, bu fiili yapması için bir an geçer.
_Cevap: Biz Allah’ın sıfatlarını inkar ettik ve oluşlar, Allah’ın bilmesiyle mecvut bulur dedik ve Allah’ın ilmi de, ki biz ilmi kendisidir deriz, ezeli olduğundan, bilmesi de ezeli yani başlangıçsızdır. Dolayısıyla bilmesiyle oluşan şeyler de, yani maddeler de başlangıçsızdır diyoruz. Yani maddenin oluşumu için bir "ilk" değil, "ilksizlikten" bahsediyoruz.

*** Dedi: "Yaratmakla yapmak bir midir?
_Cevap: Kulun fiillerini Allah yaratmıyor mu? “evet” dersen, kul, Allah’ın yarattığı bir fiili yapmamaya kadir olabilir mi? “hayır” dersen, kul bu zulüm fiillerini mecbur yaptı demektir. Bu fiilleri kul yapıyor ise de Allah zorla yaptırıyor. İnsanları kör eden, sakat bırakan, kötürüm eden, başlarına türlü belaları getiren Allah değil mi? Eğer “evet Allah yapıyor bunları, hayır ve şer Allah’tandır” derseniz; söyleyin bakalım, bu zulüm değil de nedir acaba? Ben namaz kılan biriyim ama neden mi böyle söylüyorum?
_Cevap: Allah’a zalim demezsem, rezil olurum da ondan. “Kötülükleri yapan, yaptıran Allah’tır” demezsem, ben Allah’ı inkar etmiş olurum. Kadere inanmamış olurum. Zaten Ateist’lerin genelde kullandığı yol budur, kötülük problemini kullanırlar. “Allah eğer varsa, bu kötülükler neden var, yoksa O zalim mi?” derler. İnsanların çoğu, “hayır O zalim değil” der. Ateist ise keyifle “eee” der. Diğeri susar. Bunu biliyorum, bu bakımdan Ateistlere koz vermemek için, Allah’a “zalim” diyorum.


*** Dedi: Nasıl bir Tanrı? Yaratıcı değil
_Cevap: Yani yapıcı diyelim.

_Dedi: İradesi yok
_Cevap: Şaşıryorsunuz ama, bunu yüzyıllardır felsefede çok kişi bulmuştu. İbn sina gibi ve batıda da bunu anlayanlar az da olsa vardı. Ben de aldandım bu konuda, ama bulur bulmaz sizinle paylaştım.

_Dedi: Fiilleri yok
_Cevap: Var. Olan olaylar, O’nun fiilidir, yaptıklarıdır.

_Dedi: Zalim
_Cevap: Zulümleri Allah yapmıryor mu, yaratmıyor mu? Hayır, şer Allah’tan değil mi? ve siz Allah’ın iradesinin dışında bir şey olmaz demiyor musunuz? "evet" dersen, peki bu zulümler "şey" değil mi?

_Dedi: Hem fiiller ondan zorunlu olarak sadır oluyor, hem de zalim!
_Cevap: Evet

_Dedi: Aciz
_Cevap: Öyle birşey demedim.

_Dedi: İlmi var ve bu ilmi insanları fiillerin de zorunlu kılıyor.
_Cevap: Öyle

_Dedi: Tanrı, ilmi sayesinde zalim!
_Cevap: Evet

_Dedi: Tanrı’nın ilmi, sadece zalim olmasına yarıyor.
_Cevap: Sadece zalim olmasına değil; iyilikler de Allah’tan zorunlu olarak gelir.

_Dedi: Alem ezeli. Ezelde yaratılmamış, Tanrı’dan sudur etmiş.
_Cevap: Sudur etme ifadesi aslında mecazdır. Zira sudur etme ifadesinden normalde şu anlaşılır: Çıkma, taşma. Bu çıkmanın hep bir başlangıcı olduğunu görürüz. Ancak bu çıkma da başlangıç yok, başlangıçsızlık var. Bu tabir de mecaz aslında.

_Dedi: Tanrı’nın sıfatlarını inkar ettiğin söylüyorsun.
_Cevap: Evet

_Dedi: Sıfatları olmayan bir Tanrı. Böyle bir Tanrı mı?
_Cevap: Detaylı anlatmıştım.

_Dedi: Tanrı’nın kudreti=ilmi değil
_Cevap: Değil, o bakımdan “kudreti yok” dedik.

_Dedi: Ya da başka sıfatları, O’nun ilmiyle açıklanamaz.
_Cevap: O’nun ilmi ezeli olduğu için, fiili ve etkin bir ilimdir. O’nun bildiği olayların olması zorunlu, olamaması imkansızdır. Bu bakımdan zorunlu kılan bir ilimdir.

_Dedi: Alemi, “Tanrı’nın dışında her şey” olarak tarif ediyorsun. Aynı zamanda suduru savunuyorsun. En azından sudur eden varlık, sudur ettiği varlığın özelliklerini almıştır.
_Cevap: Neden almış olsun? "İlmi böyledir" deriz, çıkarız işin içinden.

_Dedi: Yani alem Tanrı’nın doğasından çıktığı için, hem ezeli, hem sonsuzdur. Hatta alem bu anlayışa göre zorunlu olmuş oluyor. Zira alem, Tanrı’nın tabiatından zorunlu olarak çıkmıştır. Bunun tersi imkansızdır. çıkmak zorundaydı; zira Tanrı’nın iradesi yok. O halde alem kadim ve zorunlu oluyor.
_Cevap: Anlamışsın işte.

_Dedi: O zaman senin alemi, “Tanrı’nın dışındaki her şey” olarak tanımlaman yanlış. Tanrı = Alem demelisin.
_Cevap: Alemin tanımı budur: "Allah dışında herşey"

_Dedi: Zamansal açıdan fark yok, ontolojik açıdan farklı dersen de, sudur eden bir varlık, sudur ettiğinin doğasına sahiptir. Sudur eden ve edilen arasında öncelik-sonralık da olmadığına göre?
_Cevap: Neden sudur ettiğinin doğasına sahip olsun? “İlmi böyleymiş” deriz, olay biter.

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Dedi: Allah için önce sonra yok. Öteki dünyada olacak şeyler, insanların konuşmaları Kuran da geçiyor. Bunlar sonradan olacak (yaratılacak) şeyler değil mi? Ama Allah indinde bunlar gerçekleşmiş vaziyette.
_Cevap: Gerçekleşmiş değil, olmadan önce biliyor. Yani öncelik ve sonralık Allah için de geçerlidir. Mesela, Allah şu an için, yani şu an yazı yazmakta olduğum durumda, kıyametin kopmadığını bilmiyor mu? “biliyor” dersen, koptuğunda, koptuğunu biliyor mu? “biliyor” dersen, bak, demek ki bu farklılık Allah için de söz konusuymuş demek ki? Allah’ın şu an da kıyamet koptu diye bilmesi yanlış olur. Çünkü kopmadı. Bundan sonra, ne kadar süre sonra kopacağını da şimdiden bilir.



*** Aslında Allah hiçbir şeyi takdir etmedi. Çünkü takdir etmek; ölçmek, biçmek demektir. Yani irade gerektirir. Ama ezeli ilim buna yer bırakmaz. Çünkü ezeli ilim de hangi olayın gerçekleşeceği başlangıçsız olarak ve değişmez bir şekilde bellidir ve olaylar bu ilme muhalif olarak gerçekleşemez. Bu yönüyle takdire, iradeye ve seçime yer kalmaz.

*** Dedi: "Nerden merak sardınız teolojiye?"
_Cevap: Ben on yıldır dini ilimlerin içindeyim. Kimseden ders almadım, hep kendim okudum. Önce temelden başladım; fıkıh, hadis, tefsir gibi, 3- 4 yıl böyle devam etti. Ancak kader konusu hep ilgimi çeken bir konuydu. Lakin kitapları okumaya başlayınca içime kasvet çöktü; zira çoğunlukla özgür irade savunuluyordu. Ben ise insanların “hayır, şer Allah’tandır” dediklerine bakıp, çoğunun cebirci olduğunu zannediyordum. Sonra kitapları okuyunca “Bunlar alim, vardır bir bildikleri” deyip, gönülsüzde olsa onlara tabi oldum. Neden mi gönülsüzdüm? Birincisi, kader hadislerine baktığımda cebr itikadı savunuluyordu. Ama kitapların çoğu “cebr sapıklıktır” deniyordu. Arada kaldım, çıldıracak gibiydim. Ama ne var ki, ilim olarak kudretim yoktu ve kitaplarda dönen dolaplara yanıt veremiyordum. Bu bunalımlı dönem dört yıl civarı sürdü. Yirmi yaşında başladım bu ilimlere, sonra yirmidört yaşlarında, artık kitaplardaki kader anlatımlarını ezberlemiş hale geldim. Yani özgür iradeyi nasıl savunduklarını. İşte o aralar, Razi adlı şahsın “Tefsir-i Kebir” diye meşhur olan tefsiri elime geçti ve şok oldum. Zira bu tefsirde, baştan başa insanın özgür iradesi olmadığı anlatılıyordu. Ciddiyetle okudum ve ondan çok şey öğrendim. Ancak bir sorun vardı. Razi 1200’ lü yıllarda yaşamıştı; Gazali’den 100 yıl sonra; ve cebri anlatıyordu. Ama, Mutezile’yi rakip olarak alıyor, onlara yanıt veriyordu. Yani günümüzdeki Maturidilik düşüncesinin verdiği izahlara pek yanıt yoktu. Bu aralar elime bir kitap daha geçti ve şok geçirdim., Kitabın adı “Kaza ve kader” yazarı Muhammed İhsan Oğuz idi. Ancak, bu kitabın şöyle bir farkı vardı; yazar açıkça Maturidiliğin kader konusunda, aslında Mutezile gibi olduğunu ima ediyordu. Şaşırdım ve bu konuların derinine inmem gerektiği anladım. Kelam kitaplarına başladım. Bu sefer bir kez daha şok oldum. Maturidi mezhebine göre, yani hür iradeyi savunanlara göre, “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” görüşü savunuluyordu. Cüzi irade ise, bir şeyi yapma isteğiydi. Yani bir anlamda düşüncemizdi. Ben afalladım. Dedim ki: “Herşeyi Allah yaratmıyor muydu?” Bir de baktım ki, Eşari mezhebi “cüzi iradeyi Allah yaratır” diyordu. Dedim ki: “Zaten bu da Ehli Sünnet, buna geçeyim.” Geçtim Eşariliğe, ama o zamanlar Eşariliğin cebirci olduğunu da bilmiyordum. Sonra çok inceliklere vakıf oldum. Allah’ın görülmesini inkar ettim ve Eşarilikten çıktım. Sonra 2005’te sıfatlar konusuyla ilgilenmeye başladım. İrade konusu çok önemliydi; yıllardır içimde bir yaraydı. Yani Allah’ın iradesi ve ilmini bir türlü uzlaştıramıyordum. Kitaplardaki zayıflıkları görüyordum ama yanıt bulamıyordum, o yanıtı da 2005’ in sonlarında buldum. İradesini inkar etim. Ama bu konu kaderden daha derindi. Sonra bence en derin konu olan “alemin ezeliliği” meselesini anlamak için “Tehafüt” kitaplarının bu bölümünü altı ay inceledim ve alemin ezeli olması gerektiğini anladım. Ama bir ara, bir yerde tıkandım ve bu yüzden üç ay boyunca Allah’ın varlığının başlangıcını bile savunmak durumunda kaldım. Sonra bunu aştım ama, bu da zor oldu. Şu an Samsun da bu konuyu benimle kimse konuşmuyor, tartışmıyor. Ben hocaların odasına girsem, sanki orada yokum, kalkıp gidiyorlar “işim var” diyorlar. Sanki oraya gelmedim. Bir de şu var aslında: “İntikam duygusu.” Çünkü bu sahtekarlıklardan ötürü, bu acıları çektim. Yıllarım böyle geçti ve bunların iç yüzünü öğrendim. Siz misiniz bana bunu yapan diye, ne var ne yok ortaya döküyorum yaptıklarını. Bu da olayın bir yönü galiba.


***

kursat:
bir delil buldum, İbn Sina’nın, hareket eğer maddenin kendisindense o maddede hareketin hiç bitmemesi gerekirdi değil mi
albatros:
hımm, soru bulanık, hareket için enerji lazım
kursat:
eğer hareket maddenin kendisindense maddenin varlığı süresince hareketin kesilmemesi gerekmez miydi, yani konuyu bizim hareketimizin bizden başkası tarafından olduğunu kanıtlama çabasındayım,
madem bu madde için geçerli, bizim için de geçerli olmalı değil mi
albatros:
tabii
kursat:
o halde bizim yaptıklarımızı başkası yaptırıyor demektir, hareket ya maddenin özündendir ya değildir değil mi
albatros:
tamam
kursat:
hangisi
albatros:
özünden
kursat:
eğer özündense bu hareketin hiç kesilmemesi gerekmez mi
albatros:
özünden ise, hareket neden kesilmesin
kursat:
çünkü özü, varlığı süresince devam etmiyor mu
uburi:
özünden işe madde bitmeden kesilmemesi mi lazım
kursat:
tabi, çünkü özü devam ediyor ya
uburi:
evet
kursat:
dolayısıyla hareket özüne bağlı ise, sebebi olan şey varsa, sonuçta vardır, o halde maddenin varlığı süresince biz kendimizde, hep hareket göremiyoruz değil mi
albatros:
öyle, göremiyoruz
kursat:
o halde bu hareketler bizim özümüzden gelmemektedir,


*** Dedi: Musa (A.S.) “ Rabbim! Bana kendini göster de seni göreyim ” demiştir. Eğer Allah’ın görülmesi mümkün olmasaydı Musa’nın bu talebi, bilmeyişinin bir ifadesi olacaktı. Allah’ı bilmeyen ise O’nun elçiliğine layık olamaz. Zira Allah da Musa’yı bu talebinden men etmemiş ve onu ümitsizliğe düşürmemiştir. Bilakis ümit vererek “Eğer dağ yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin ” buyurmuştur. Şayet Allah’ın görülmesi caiz olmasaydı, Musa’nın talebi, küfre varırdı.
_Cevap: Zaten küfür oldu ve Allah onu uyarmadı. Yine sapıklıkta bıraktı. (Allah saptırıcıdır.)

_Dedi: Mâturidi’ye göre Allah’ın idrak edileceğini ( hacimli bir varlık gibi her cephesiyle algılanacağını) söyleyemeyiz. Çünkü Allah “Gözler O’nu idrak edemez” buyurmuş ve rü’yeti değil, idraki nefyetmek suretiyle zatını övmüştür. Mâturidi’ye göre rü’yetullah konusunda aslolan şudur: Nas’da geldiği kadarıyla rü’yeti benimsemek, yaratılmışlık manalarının her birini nefyetmek ve yorum cihetine gitmemek.
_Cevap: Ehli sünnet açıkça şuna inandıklarını söylerler: "Allah’ı ahirette müminler baş gözleriyle göreceklerdir." Bu ise Allah’a cisim demeye varır. Zira ancak cisim olan görülebilir. Ayetlerle ilgili yorumlara Mutezile karşılık vermiştir. Ancak Musa peygamber olayında Mutezile benim dediğimi demedi. Ehli sünnet onları bu soruyla sıkıştırdı; onlar da çok zorluk çektiler.

*** Kuran’ın tamamına yakını insan biçimcidir. Zahiri alınamaz. Siz doğdunuz günden beri işitiyorsunuz "imtihan dünyası" diye, Bu Kuran’da ayettir. (Mülk 2) Ancak on yaşındaki çocuğa bile sorarsan: “Önceden sonucu bilinen birşey için imtihan denir mi?” diye, o bile “olmaz” çoğunlukla der. Ama bunca insan buna inanıyor. Ayette var ya. İşte Allah kullarını böyle açıkça saptırıyor.

*** Dedi: "Allah cisim olmaksızında görülebilir. Nasıl cisim olmaksızın yukarıda arşına istiva etmiş ise.”
_Cevap: Cisim olmayan bir şeye yukarda denir mi? Ve Ehli Sünnet’e göre “Allah yukarda” diyen kafirdir. Bize göre yukarısı Dünya’nın diğer tarafında olan için aşağısı olmuyor mu? Bu yukarısı kime göre yukarı?

*** Dedi: Biz rüya görüyoruz, gördüğümüz şey bir cisim mi? Değil. Bununla kıyaslamayacağım ama bir şeyi görmek için onun cisim olması gerekmiyor. Allah istediği gibi, onu görmeyi bizim görme organımızda oluşturabilir.
_Cevap: Rüya elbette ki cisimdir. Cisim ikiye ayrılır: latif cisim, kesif cisim. Kesif olanı
gözle gördüklerimiz; latif olanı gözle göremediklerimizdir. Melek ve düşünce gibi.

*** Dedi: Yarının başlangıcı yok mu?
_Cevap: Zamanın başlangıcı yok derken onu kasdetmedim. Bu geçen süre diye vasıfladığımız, zaman diye tabir ettiğimiz şey var ya, işte onun başlangıcı yoktur. Neden? Çünkü başlangıcı var denirse, öncesinde zamanın olmadığı bir zaman kabul edilmiş olur. Zira başlangıcı olan her şey için, muhakkak öncesinden bahsetmek icap eder. Eğer "başlangıçlı olan şeyin, öncesinden bahsetmeye gerek yoktur" denirse, o durumda öncesiz olmuş olur ki, bu da zaten benim dediğim olur. Yani zamana ezeli denmiş olur.

*** Peygamber ne yaptı da peygamber oldu? Şeytan ne yaptı da cin oldu? (Kehf 50) Melekler ne yaptı da melek oldu? Bu ayrımcılık olmuyor öyle mi?

*** Dedi: "Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir." NİSA: 30
"Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız ; bu ise Allah'a çok kolaydır." NİSA: 31
"Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız." NİSA: 32
İntihar edenin canını da Allah alıyor değil mi? Ama intihar etmeyi yasaklıyor. Bu ayetleri nasıl açıklayacaksın? İşte sen bunu bir kavrasan zaten sorun kalmayacak. Bütün olayları yaratan meydana gelme oluşumunu yönlendiren Allah'tır. Ancak kula iki yol bildirdi. Birisi günahlarla dolu bir yol. Diğeri de dosdoğru kendine ulaşan ve razı olduğu yol. Kulun bu ikisi arasında tercih yapmasını istedi. Yanlış inananlar ve yanlış düşüncede olanlar cezalandırılacak. Fakat doğruyu düşünenler ve o yola baş koyanlar ise kurtulacak.

_Cevap: Kısaca isnad prensibi şudur: Bir fiili bazı ayetlerde kula, bazı ayetlerde Allah’a izafe etme vardır. Ama aslında bütün fiillerin yaratıcısı, yapıcısı Allah’tır. Ancak kulların fiilini "kul da yaptı" demek yanlış olmaz. Dolayısıyla Allah kullarının bazı fiillerini kullarına nispet etmiştir. Ama bu ayetler kulun hür iradesi olduğu manasına gelmez. Verilen ayetlerden örnek göstereyim:
*"Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.
İzah: Bu ayette batıl yollarla malı yemeyin şeklinde bir yasak var. Ancak aslında kulların bu hareketlerini yaratan yine Allah’tır. Burada kula fiili isnad etme vardır. "Kendinizi öldürmeyin" ifadesi de yine, bir yasaklamadır; ama kula bu intihar fiilini isnad ederek bir yasaklamadır. Yani bu fiili kul da yaratan Allah’tır. Bu yönüyle bu fiili Allah yaptı denebilir. Bu fiilin kul da yaratılması yönüyle, kul bu fiilin mahallidir, yeridir. Dolayısıyla bu fiili "kul da yaptı" denebilir. Yani iki kullanımda doğrudur. O bakımdan iki yönlü ayetler oldukça fazladır.
Gazali bu olaya şu örneği veriyor: Bir padişah birinin ölüm emrini veriyor ve cellat onu öldürüyor diyelim. Bu kişiyi cellat öldürdü denebilir. ama padişah da öldürdü denebilir. İkisi de doğrudur. Emri verme cihetinden padişah, olayı gerçekleştirme cihetinden cellat öldürmüştür. İnsan fiillerini Allah’ın yaratması cihetiyle "Allah yaptı" denebilir. Bu yaratılmış fiilin (insan hareketinin) mahalli, yeri olan insan, bu yaratılmış fiili kazanmış olur. "Kesp" denir buna; ama kulun bu olayda hür iradesine yer yoktur. O sadece kendisinde hangi fiil yaratılırsa o fiili işleyebilir.

*** Dedi: “Bildiği için bildi, dilediği için diledi” demek bu kadar zor mu?
_Cevap: Bunu demelerindeki maksat şudur: Eğer dilediği için diledi derlerse, insanın hür iradesine yer kalmaz. Zira Allah’ın iradesine ezeli dediler. Yani kulun yapmış olduğu şeyler, ezeli olarak Allah tarafından irade edildi demiş oldular. "İlim maluma (bilinen olaylara) tabidir" ifadesini daha önce çok anlatmıştım. Bütün görüşleri bunun üzerinde temellenir. "ilim maluma tabidir" demekle Allah’ın önceden bilmesinin bizi, hareketlerimiz de zorlamadığını anlatmak istediler. Dolayısıyla irade ise, ilime benzemiyordu; burada açıkça cebr vardı. Yine bu cebrden kurtulmak için, mecburen iradeyi, ilme yaslayarak, güya hem Allah’ın iradesini kulların fiillerinde de (hareket) kabul ediyormuş izlenimi verdiler, hem de kendilerince cebrden kurtulmuş oldular.

*** Dedi:"Değirmen taşı ne işe yarar?"
_Cevap: "Bir şeyleri ezmeye."

_Dedi: "Yani bir şeyleri ezmek için değirmen taşları kuruluyor; yani gaye ezmek. Peki dişleri ezmek için kullanmıyor musun? Gaye ezmek değil mi? Seninkine de mantık mı denir? Hangi akla ve mantığa sığdırdırabiliyorsun, değirmen taşının gayesi olsun, dişlerin olmasın?
_Cevap: Dişleri ve hareketi Allah yarattı. Allah’ın gayesi olmaz. Olay iki yönlüdür. Olayı Allah’ın meydana getirmesi açısından bakıldığında, yani Allah için düşünüldüğünde, Allah’ın fiillerinin gayesi yoktur. Ancak bizim açımızdan düşünüldüğünde gaye vardır denebilir. Çünkü bizim irademiz vardır ve daha önce söylediğim gibi, gaye edinmek de acizliktir. Allah aciz değildir. Dolayısıyla gayesi yoktur. Neden gaye edinmek acizliktir? Çünkü gayeye ulaşmak için çaba sarfetmek icap eder ve edinilen gayeye ulaşmak çoğu kere gayeyi edinen için, gayeye ulaşamamaktan iyidir. Gayeye ulaşılmadığında o gayeyi edinen eksik demektir. Zira gaye edinen de, bir müddet gayesine ulaşamamış demektir. Gaye edinen genelde (kendince) gayesine ulaşmakla yükselir, bu da gaye edindiği an da eksik olduğunu ortaya koyar.

*** Dedi: Bir şey yapma isteğini insana Allah mı veriyor? İnsanın istemesi de mi yaratılıyor? Gücün insana Allah tarafından verilmesi cebr mi oluyor? Ama ben insanda bir şey yapabilme gücünün bulunduğuna da inanıyorum.
_Cevap: “Bu isteği Allah yaratır” dersen, bu cebr olur. Maturidiler boşuna bunu inkar etmedi. Neden bu kadar işi yokuşa sürdüler? “Herşeyi yaratan Allah’tır” deyip, isteklerimizin de, düşüncelerimizin de Allah tarafından yaratıldığını söylemek, daha fazla insanları kendi mezheplerine çekici değil miydi? Ama onlar bir şeyi gördü ve bunu diyemedirler. Bunu demenin cebr olduğunu anlamışlardı.

*** Dedi: Ama bence Allah’ın fiilerindeki gaye, hikmeti ifade eder.
_Cevap: Sizin anladığınız anlamda hikmet, Allah’ın fiillerinde yoktur. Çünkü siz, “hikmet” lafıyla, sebep manasını kasdediyorsunuz. Yani bilemeyeceğimiz bir sebep. Sanki bu sebep, Allah’ı yönlendiriyor. ille bir hikmet olacak. Nedir bu hikmet? Biz bunu da ilim manasına alırız. “Hikmetle yaptı” demek, bilerek yaptı demektir.

_Dedi: "Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım.” Buradaki "diye" yani için anlamı bir gaye ifade etmiyor mu?
_Cevap: Bunu gaye diye alırsan, halbuki kulluk etmeyenler var. Demek ki Allah gayesine ulaşamadı mı? diye soru sorulur size.

***
kursat:
hareketlerimizi kim yaratıyor
darkoff:
Allah
kursat:
peki düşüncelerimizi
darkoff:
bu tamamen irade ile alakalı bir şey
kursat:
soruya net yanıt ver
darkoff:
herseyı Allah yaratır, yaratmak O’na mahsustur, buna istinaden onu da Allah yaratır
kursat:
o halde kulun bütün isteklerini ve seçimlerini de Allah yaratmış demek oluyor öle mi
darkoff:
evet
kursat:
biri Allah’a sövdü diyelim, bu sövme düşüncesinide mi Allah yarattı
darkoff:
evet
kursat:
kul, Allah’ın kendisinde yarattığı düşünceyi düşünmemeye kadir olabilir mi
sorunda ne demek istediğini anlayamadım
kursat:
basit sorayım o halde, kul Allah’ın kendisinde yarattığı düşüncenin meydana gelmesini engelleyebilir mi
darkoff:
hayır
kursat:
kulun hür iradesi nerede kaldı
darkoff:
istediğin şeyi yapabiliyorsun ama bazı durumlar vardır, bunları da Allah bir sebebe dayalı yaratmıştır, mesela kolun felç olduğunda kolunu oynatamazsın
kursat:
ama dediğin laflara göre, Allah sende hangi düşünceyi yaratırsa, ancak onu isteyebiliyorsun
darkoff:
bendekı düşünceleri Allah yaratıyor tamam ama onu da nefis istiyor, tamamen iradeye dayalı birşey
kursat:
nefsin isteklerini kim yaratıyor
darkoff:
Allah
kursat:
eee, anladın mı demek istediğimi
darkoff:
evet anladım


*** Dedi: "Bize düşünme yetisi veren Allah’tır. Ama, Allah benim yerime düşünmüyor!"
_Cevap: Israrla ben şunu soruyorum: Düşünme yetisi değil, direkt olarak düşüncenin kendisinin Allah tarafından yaratılıp, yaratılmadığını soruyorum. Mesela biri Allah’a sövdü, Allah bu şahısta sövme düşüncesini yarattığı için mi bu şahıs sövdü? Israrla bunu soruyorum.

*** Dedi: "Eksiklikler, kulun denenmesi içindir. Dünyayı bir imtihan salonuna benzetirsek, hoşa gitmeyen durumlar birer imtihan sorusudur. Kul isyan mı edecek, şükür mü edecek veya sabırlı mı olacak.
_Cevap: Önceden biliyor ya kimin ne yapacağını, böyle deneme mi olur?

_Dedi: "Zengin bir tüccar düşünelim. Dükkanına gelen iki fakire, sırf merhametinden dolayı iyilik etmek istiyor. Birine gömlek ve pantolon giydirdi. Diğerine ise, bunlara ilaveten ceket ile palto hediye etti. Sadece gömlek ve pantolon alan adam, “Tüccar bana zulmetti, öbür adama fazla verdi” diyebilir mi?
_Cevap: Öyle diyorsun ama, zorla adamı kafir edip ceheneme atmak, bu örneğe uyuyor mu?

_Dedi: "Belalar, ya işlediğimiz bir hatanın sonucudur veya bizim için bir imtihan sorusudur."
_Cevap: Peki, kör ve kötürüm doğan bir insan ne yaptı da böyle oldu?


*** Kürşat dedi: “Peki, kör ve kötürüm doğan bir insan ne yaptı da böyle oldu?”
_Cevap verdi: Allah onun durumunu ezelde bildiği için öyle takdir etti.

Soruyorum: Bu cevapla ne demek istedin? Acaba bu şahsın kör doğmasında Allah’ın etkisi yok muydu?

*** Dedi: İnşaallah Rabbimizin Kuran`da emrettiği gibi iman etmeye niyet edersin.
_Cevap: İnşallah, "Allah dilerse" demektir. Senin lafın şu manaya geliyor: "Allah dilerse iman etmeye niyet edersin." Soruyorum: Ya dilemezse? Daha doğrusu; siz Allah’ın iradesini ezeli kabul ettiğiniz için, şöyle sorayım: Ya dilememişse, ben nasıl iman etmeye niyet edebilirim?

*** Dedi: Allah tüm kainata azap etse, zalim olmaz. Çünkü kainat O’nun mülküdür.
_Cevap: Eş’ariler böyle derler. Ama ben şunu gördüm, bu cevap insanları tatmin etmiyor ve edeceğe de benzemiyor. Allah’a “zalim” demedikçe, bu işin altından kalkamazsınız. Ateistler peşinizi bırakmayacaklar ve sizi sıkıştırdıklarını iddia edeceklerdir. Ne zaman ki "Allah vardır ve zalimdir. O kadar!" derseniz susmak zorunda kalırlar. Aksi halde onları bu hususta asla susturamazsınız. Ateistlerin tamamına yakını zaten bu konularda bilgisizdir. Ancak onlar kötülük problemini kullanarak Allah’ın varlığına inanan insanları, bu yolla sıkıştırıyorlar. Allah’ın varlığına inanan kimseler, haklıyken bir anda "Allah zalim değildir" dedikleri için zor durumlara düşüyorlar. Kötü olayların varlığını açıklamaktan aciz kalıyorlar ve bunu bilen Ateistler de sanki galibiyet kazanmışçasına gülüyorlar. Hem de size "acaba Allah gerçekten zalim mi?" sorusunu da sordurtuyor ve yanınızdan zaferle ayrıldıklarını düşünüyorlar. Bu konuda çok kitap okudum ve Allah’a “zalim” demeyen kimselerin, bir anda zayıf düştüklerini gördüm. Allah’a “zalim” diyorum. Ama bunu kötü niyetle yapmıyorum. Ateistlere koz vermemek ve gerçekçi olduğum için yapıyorum. "Evet Allah var ve zalim. Hadi bakalım!" Ateist şaşıracak. Çünkü onun en güvendiği delil kötülük sorunudur. Senin dediğin cevap, Eş’arilerin cevabıdır. Bu cevap inan bana halkın üzerinde tatminkar olmuyor.


*** Dedi: Bu ayetleri yorumla
"İşte bu, ellerinizin önden gönderdiği şeyler yüzündendir. Allah, kullara asla zulmetmez." [ENFAL SURESİ : 51]

"Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar." [YUNUS SURESİ: 44]

"Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara asla zulmetmez." [FUSSİLET SURESI: 46]"

_Cevap: Size çok kereler Kuran’ın nasıl bir kitap olduğundan bahsettim. İmtihan olmadığı halde imtihandan bahsediyor. (Mülk 2) Mantıken sonucu önceden belli olan şey için (kullarının ne yapacağını önceden de biliyor ya) imtihan denemez. Burada da böyledir. Zulmü yaratan ve kulların kötü ve küfür fiillerini Allah yarattığı halde böyle ayetler de var. Aklen Allah’ın zalim olduğu ortadadır. Ama ayetler böyle. Bu ayetlerle insanları saptırıyor, kafalarını karıştırıyor. Allah’ın zaten saptırıcı olduğu Kuran'da var. (Nahl 93)

*** Dedi: Senin bu şekilde davranacağını Allah ezelde bildiği için dilememiştir.
_Cevap: Peki bilmediği için mi dilemiştir?


*** Dedi: İnsanların aklını karıştırmaktan korkmuyor musunuz? Ettiğiniz bir lafla incecik bir çizgi olan imandan, insanları uzaklaştırmaktan korkmuyor musunuz? Bazı insanlar bazı şeyleri yanlış algılarlar.
Bu yanlış algılamalara vesile olmaktan korkmuyor musunuz?
_Cevap: Zaten bunların tamamına yakını kadere inanmaz. Ben onları şokluyorum, onlara akıllarına gelmeyen soruları sorarak, onları sarsıyorum. İlk etapta bana çok kızarlar elbet. Çünkü onları uykularından uyandırdım. Ama bu ilk sarsılmadan sonra hayatlarında ilk kez ciddi olarak bu konuyu düşüneceklerdir. Ben, onların çevrelerinde dönen dolapları bir bir anlatacağım ve anlattım da. Onlar kendilerini Allah’a samimi olarak inanan biri sanıyorlar. Ama şunu bilmiyorlar; aslında onların savunduğu düşünce Allah’tan başka bir yaratıcıyı kabul etmek demektir. Israrla tekrar söylüyorum: benim anlattığım "cebr" itikadı, yani hür irademizin olmadığı inancı, bence hiçbir dönemde (peygamberimiz dönemi de dahil) genel kabul görmedi ve göreceğe de benzemiyor. Zira insanların geneli bu inanca karşıdır. Çünkü bunu kabul ettiği zaman Allah’a “zalim” demesi gerekir. Bunu ise onlar kolay kolay diyemezler. Bu konuda ayetler de var. "Peki sen nasıl diyorsun?" dersen; ben Kuran’ı iyi tanırım. Nasıl bir kitap olduğunu bilirim. Bunları uzun uğraşlar sonucu öğrendim, bedelini ödedim yani. En basit örnek olarak, “şer (kötülük) Allah’tandır” diyenlerin tamamına yakını, zinaya "şer" dedikleri halde, “zina Allah’tandır” demiyorlar. Zira onlar Allah’ı böyle düşünmek istemiyorlar. Ama bunu yaparken bir şeyi unutuyorlar: İnsanların kötü düşüncelerini kim yaratıyor? sorusunu. Bu şahısların tamamına yakını bu soruyu belki de düşünmüyor. Ama savundukları “hür irade” fikrine göre, düşüncelerimizi Allah’ın yaratmadığını da savunmuş oluyorlar. Zira düşüncelerimizi Allah’ın yarattığını kabul ederseniz, “Allah’a sövme” düşüncesini de kulunda Allah’ın yarattığını kabul etmek zorundasınız ki bu, “Allah kendisine sövdürtüyor” manasına gelir. Ben çok acı çektim, bunları bulmak için, size çekmeyin diye anlatıyorum.


***
kursat:
peygamberimiz çok konuda yanıldı, şöyle bir hadis var Buhari, Müslim’den: “Allah vardı ve hiç birşey yoktu.”
askere gidiyorum
evet
kursat:
ama bu görüş gördüğün gibi yanlış ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunmaya gidiyor değil mi
askere gidiyorum
evet konuştuk, öyle oluyor
kursat:
peki bu kafirlik olmuyor mu
askere gidiyorum
oluyor ama
kursat:
sadece bu değil, mesela: “Akrabayı ziyaret ömrü uzatır” dedi. Bu da Buhari, Müslim’den, Allah kişinin ne vakit öleceğini biliyor değil mi
askere gidiyorum
evet
kursat:
peki, Allah’ın öleceğini bildiği bu vakitte kul ölmeyebilir mi, Allah onun öleceğini bildiği anda kişi o anda ölür, başka yol yok değil mi, yani ölmek zorunda değil mi
askere gidiyorum
evet
kursat:
yani ömrü uzayamaz değil mi, ama peygamber uzar dedi, bu kafirlik değilde ya nedir? millet anlayamıyor, o da bir insan, ilim yapmamış biri
askere gidiyorum
evet insan
kursat:
yanılmasını kabul edemiyorlar, “sadaka belayı def eder” diyor mesela, bu da yanlış değil mi, açıkla bakalım, niye yanlış
askere gidiyorum
Allah’ın ezeli ilminde belanın zaten geleceği belli
kursat:
gelmezse Allah cahil olur değil mi, bak anladın işte,
kursat:
peygamber bu sözleri söylemişse bu konuda hata yaptı değil mi
askere gidiyorum
benim düşünceme göre yaptı


*** Ben Allah’ı birileri bir şey yapmaya zorluyor diyormuyum? Hayır, ne diyorum? İlmi ezeli olunca O'nun olacağını bildiği olayları gerçekleştirmemesi imkansızdır ve iradesine yer kalmaz diyorum.

*** Hayır şer Allahtan mı? zulüm yapmak şer mi? Zulüm yapmak Allahtan mı? hani hayır şer Allahtandı ya..

*** Dedi: Yaratmıyor olsaydı, yaratmayacağını bilecekti.
_Cevap: Bu lafına göre önce olay vuku bulacak, sonra Allah bilecek gibi bir anlayış sezdim. Oysa Allah’ın ilmi maluma (bilinen olaylara) tabi olmaz, aksine malum, Allah’ın ilmine tabi olur.

*** Dedi: “Kursat sen kendi ile çelisen bir adamsın. Allah’ın iradesi yoksa, nasıl zalim olsun? O da bir şeyleri yapmaya mecbur ise bu yaptıkları nasıl zalimlik olabilir?”
_Cevap: Şunun için zalim dedim: Madem ki her şeyin kaynağı, varedicisi Allah’tır; dolayısıyla zulmün de kaynağı Allah’tır. Zulmü yaratan, neden zalim olmasın? Tamam, iradesi yok ama, Allah’ın ilmi aynı zamanda belirleyici bir niteliğe de sahiptir. Çünkü olacak olaylar ezeli ilimde bellidir. Bu yönüyle iradesi yoksa da, zulmün kaynağı olması yönüyle ve insanlara kötülükleri işletip, (kulların fiillerini ve cüzi iradelerini, düşüncelerini yaratması cihetiyle) sonra da cezalandıracak olmasını hesaba katarsak, bence buna zalimlik demek uygundur. Aksi halde çok zor bir durumda kalırız. Zira pek inandırıcı olmaz, diye düşünüyorum.

*** Dedi: Hareketlerimi beynimdeki elektro kimyasal olaylar belirler, bu olaylar da bizatihi ben dediğim şeyle özdeştir. O halde hareketlerimi ben belirlerim. Bu da özgür iradenin ta kendisidir.
_Cevap: Peki beynindeki elektro kimyasal olayların nasıl olduğunu biliyor musun? Eğer bilmiyorsan, sen kendini nasıl bilinçli olarak idare ettiğini ve hür iraden olduğunu söylersin?

*** Dedi: Bu ayetlerden ne anladığını yaz.
"İşte bu, ellerinizin önden gönderdiği şeyler yüzündendir. Allah, kullara asla zulmetmez ." [ENFAL SURESİ : 51]

"Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez . Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar ." [YUNUS SURESİ: 44]

"Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara asla zulmetmez ." [FUSSİLET SURESI: 46]

_Cevap: Daha evvel isnad prensibi adı altında, fiillerin iki yönlü olarak algılanmasını dile getirmiştim. Yani Allah’ın kulların hareketlerini yaratması yönü ve kulların kendilerinde, Allah’ın yaratmış olduğu bu fiilleri yapıyor olmaları. Bu anlayıştan yola çıkarsak ayerlere şu manayı veriyorum:

*"İşte bu, ellerinizin önden gönderdiği şeyler yüzündendir. Allah, kullara asla zulmetmez ." [ENFAL SURESİ : 51]

_İzah: Yani ahirette kullara verilen ceza, kulların dünyada yaptıkları yüzündendir. Verilen ceza bu bakımdandır deniyor. Ancak burada unutulmaması gereken şey şudur: Burada, fiiilleri kullara isnad etme, nispet etme vardır. Aslında kulların yaptığı bu fiilleri yaratan yine Allah’tır. Fiili kullara isnad edip, “siz bunları yaptınız” gibi bir mana var. Bu ise dil kurallarına göre yanlış bir şey değildir.

"Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez . Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar ." [YUNUS SURESİ: 44]

_İzah: Yine burada kulların yapmış olduğu fiillere binaen verilen cezalar için, bunu kul yaptığı için yani kazandığı (kazanmak şu anlamdadır: Allah’ın kulda yarattığı hareketi, kulun yapmasıdır. Buna "kesb" de denir.) için bu bakımdan onlara ceza verilir. Bu ise zulüm olmaz gibi bir mana var.

"Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara asla zulmetmez ." [FUSSİLET SURESI: 46]

_İzah: Yani kim iyilik yaparsa onu görecek, kim kötülük yaparsa onu görecek. Aslında bu kulların yapacakları da yine Allah’ın fiilidir. Yani yaratma yönünden, ama yapma yönünden kulların fiilidir. İki yönlüdür. Dolayısıyla “kul dünyada yaptığı kötüklüklerin cezasını gördüğünde, kendinden başkasını suçlamasın; çünkü onları kul yaptı” gibi bir mana var. Bu yönüyle, Allah’a zalim denemez ifadesi de kullanılabilir.

_Not: “Bu yönüyle, Allah’a zalim denemez ifadesi de kullanılabilir.” Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Kula fiilleri isnad etme olduğundan dolayı böyledir. Yoksa zulmü yaratan yine Allah’tır. Kulların kalbini mühürleyip iman edemeyecekleri anda da iman teklifinde bulunan yine Allah’tır ki bu bence zulüm olarak adlandırılabilir.

*** Dedi: Yaratma bir irade işi değil midir? Zulmü yaratıyorsa, bu O’nun iradesi ve kudretiyle olmuyor mu? Eğer O’nun iradesi yoksa, yaratmayı ve varetmeyi kim irade ediyor?

_Cevap: Zaten ben yaratma sıfatını kabul etmiyorum ki. Yaratma ifadesini kullanırken kasdettiğim şu: Allah’ın ilmine göre olayların meydana gelmesi. Ben de bunu yaratma ile ifade ediyorum. Ayrıca yaratma sıfatı kabul etmiyorum.


*** Atomun kelime manası bölünemeyen demektir. Soruyorum: Bölünemiyorsa nasıl birleşiyor? Eğer atom bölünüyor; elektron, nötron gibi şeyler söylerseniz, sorum yine aynı. Eğer sonuçta bölünemeyen bir parça kabul ediyorsanız, soru ona yine aynen sorulur.

*** Allah geleceği nasıl görür? “Görür” dersen, soru: Peki, Allah gelecekle şu anı birlikte mi görüyordu? “evet” dersen, bu görüntüler karışmaz mı? Çünkü bir an da ancak bir olaya bakılır, çok şeye, çok olaya bakılamaz. Bütün olayları görme düşüncesinde ise, görüntüler karışır, manasız olur. O bakımdan Allah hiç birşey göremez.

*** Dedi: Yaratıkları görecek de, Allah mı görmeyecek???
_Cevap: “Yaratıkları koku alacak ama Allah mı koku almayacak?" sonra da bunu mu diyeceksin?

*** Konu alemin (Allah’tan başka herşey) cisim olarak sonlu mu yoksa sonsuz mu olduğu meselesi :
Soru: Alem cisim olarak sonluysa alemin sınırının ötesinde boşluk mu yoksa doluluk mu vardır? doluluk derse, o zaten cisim demektir. boşluk var derse, soru: bu boşluk sonlu mu sonsuz mu? sonlu derse, soru tekrar edilir, yani bunun ötesinde yine boşluk mu yoksa doluluk mu var? eğer bu boşluk sonsuz derse, dünya cisimdir dolayısıyla sonsuzdan dünya kadar eksilirse buna sonsuz denir mi? gibi devam eder...
Ben eski görüşümü bıraktım. Yani alemin cisim olarak sonsuz olduğunu savunmaya başladım. Eskiden alem cisim olarak sonlu derdim ve şu delili kullanırdım:
Alem, uzay cisimdir. Her cisim sınırlıdır. Her sınırlı olan mahluktur. Dolayısıyla alem de, uzay da sınırlıdır. Bu hususta akli delilim şudur:
_ Kitap: İslam Felsefesinde Allah’ın Varlığının Delilleri Yazar: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu
sayfa 21: Kindi alemin hudusunu ispatlamak için riyazi sağlamlıkta bir takım önermelere dayanmıştır. Ayrıca alemin sonsuz olduğunu farzetmiştir. Daha doğrusu riyazi sağlamlıkta olan önermelere dayanarak alemin sonsuz olacağı faraziyesinin çürüklüğünü göstermiştir. Kindi’nin dayandığı bu önermeler şunlardır:
1- Aynı cinsten olan ve birbirinden büyük bulunmayan iki kemiyet eşittirler.
2- Bütün buutları ve cüzleri ile birbirinden farksız olan kemiyetler bilfiil ve bilkuvve yekdiğerine eşittirler.
3- Sonlu kemiyetler, sonsuz olamazlar.
4- Eşit şeylerden birine aynı cinsten diğer bir şey katılınca eşitlik bozulur. Kendisine katkı yapılan şey, eski halinden daha büyük olur.
5- Sonlu kemiyetlerin bir araya gelmesiyle vücut bulan şey, sonlu olur. Başka bir deyimle aynı cinsten sonlu kemiyetlerden bazısı sonlu olunca tamamı da sonlu olur.
6- Aynı cinsten sonsuz iki kemiyetin biri diğerinden daha az veya daha çok olamaz.
Kindi bu önermelere dayanarak alemin sonlu ve dolayısıyla hadis olduğunu ispatlamıştır. Alemi sonsuz farzederek girişilecek ispatın, böyle bir faraziyeyi muhalle sonuçlandıracağını göstermiştir:
Sonsuz bir cismin bilfiil varlığını farzedelim. Bundan belli ve sonlu bir parça koparıldığını düşünelim. Cismin geriye kalan kısmı ya sonlu olur veya sonsuz olur. Eğer cismin geriye kalan kısmı sonlu olursa, sözü geçen 5 nci madde gereğince cismin tamamı sonlu olmuş olur. O halde burada açık bir çelişki vardır. Çünkü bir cismin hem sonsuz, hem sonlu olduğu sonucuna varıldı.
Şimdi de diğer ihtimal üzerinde duralım: Cismin geriye kalan kısmının sonsuz olduğunu düşünelim. Buna cisimden ayrılan parçayı katınca hasıl olan miktar, bu katkı yapılmadan önceki miktardan ya büyük olur, yahut da ona eşit olur. Eğer büyük olursa, sonsuz olanın, sonsuz olandan daha çok olması gerekir ki bu da bizi sözü geçen 6 ncı madde gereğince muhale götürür. Çünkü sonsuz olan iki kemiyetten birinin diğerinden daha az veya çok olması düşünülemez.
Eğer parçayı katmakla hasıl olan miktar, kendisine katkı yapılan miktara eşit olursa, bir miktara diğer bir miktar katılınca eşitlik bozulmuyor demektir. Bu ise sözü geçen 4 ncü maddeye aykırıdır. Cüz, büyük miktara katılınca aynı büyüklüğün değişmemesi cüzle kül arasında farkın bulunmadığı sonucunu verir. Yahut parça ile bütünün aynı büyüklükte olduğu düşüncesini doğurur. Bu ise açık bir çelişkidir.

*** Allah’ın bağışlamasını da hakiki anlamıyla inkar ettim. Çünkü bu Allah’a hadis (sonradan) irade atfetmek demektir. Yani kul isyan edecek ve Allah sonra bu yaptıklarını bağışlamayı irade edecek gibi bir şey oluyor. Halbuki size göre de Allah’ın iradesi ezelidir.
Dönelim ikinci izaha: Zaten kulun yaptığı isyanın cezalandırılıp, cezalandırılmayacağı yine ezeli ilminde bellidir ve bu ilim de değişme olmaz. O halde bağışlama ifadesi burada uygun olmaz. Peki ne diyeceğiz? Şunu demeliyiz diyorum: "Kuranda geçen bağışlama ile ilgili ayetlerine şöyle mana verilmeli: Kulun yaptığı isyanların cezasız bırakılması olayına, mecazen bağışma denmiştir" denebilir. Yine Allah’ın razı olmasını da reddediyorum. Zira bu yine Allah’a hadis irade atfetmek olur. Düşünsenize kul iyilik yapıyor, Allah razı oluyor. Yine kul peşine isyan ediyor, Allah bu sefer razı olmuyor. Bu kadar insan var, Allah bir razı olacak bir olmayacak, bu kadar insanın her fiiline göre böyle değişecek mi? Böyle şey olmaz. O bakımdan razı olmayı ve razı olmamayı da şu manada değerlendiriyorum: Razı olmak, kulun ahirette mükafatlandırılması, razı olmaması ise kulun ahirette cezalandırılması manasına gelir diyorum.
*** Kursat sordu: “Ama cevap vermiyorsunuz ki. Bir ateist size kalkıp dese ki : Cisim olmayan (şekli olmayan) bir şeye nasıl var dersiniz? Ne cevap vereceksiniz?”

Cevap verdi: Gönül, akıl, gibi cismi olmayan kavramların var olduğuna nasıl inanıyorsan buna da inanabilirsin dersin...

Karşı cevap verdim: Adam derse ki: “Akıl dediğin düşüncedir ve cisimdir. (latif cisim, göremediğimiz) sonuçta bir yerde o, düşünen de. Ama sen buradayken o düşünce Amerikada olmuyor. Demek ki bir mekanda ve yöndedir düşünce. Siz Allah’a yönde ve mekanda değil ama yine de var diyosunuz. Bu ise farklı bi durumdur.”

*** Mantık olarak var olan bir şeyin şekilli olması gerekir. Şekli yoksa ona yok demek gerekmez mi? Şöyle sorayım: Yokluğun şekli var m? yok değil mi? Peki Allah’ın şekli yoksa bu, yokluğun en belirgin özeliğini Allah’a verdiniz demek olmuyor mu? “oluyor” dersen, şunu sorarım: Siz var dediğiniz Allah ile yokluk arasında ne ile ayrım yapacaksınız? “Yaratıcılığıyla, fiilleriyle" derseniz. Ben de size derim ki: Ama hem şekli olup, hem de yaratıcı olması neden size göre imkansızdır? Bunu ne ile delillendirirsiniz?
*** Kursat dedi: “Akıl dediğin düşüncedir ve cisimdir.”
Cevap verdi: “Düşünce nasıl cisim, ağırlığı da var mı o zaman? “Her var olan cisimdir” diyorsun, bunu nerden biliyorsun?”
Cevap: Düşünce cisimdir. İzahı şudur: Düşün bir şey. Düşündün mü? Peki sen neredesin? Mesela İstanbul olsun. Düşüncen nerede? Sende değil mi? Yani düşüncen de İstanbul’da tamam mı? Peki İstanbul, İstanbul dışında herhangi bir yere göre yön mü değil mi? Yön değil mi? Peki yön de olan şey, mekan da demek olmuyor mu? Yani İstanbul’un bir mekanı yok mu? Neresi İstanbul’un mekanı? İstanbul işte! Dolayısıyla İstanbul’un içinde olan düşüncen de bir yönde, yani İstanbul yönündedir. Allah için düşünürsek, siz Allah’ın bulunduğu yön yok diyorsunuz. Ama siz biraz önceki izahlardan anladınız ki düşüncenin yönü var. Yönü varsa, bir mekanda demektir. Mekandaysa mekanı dolduran bir şeydir. Yani cisimdir. Ama siz Allah’ın yönü yok diyorsunuz.

*** Benim üzüldüğüm şey şu: Özgür iradeyi savunanların tamamına yakını aslında, düşüncelerinin Allah tarafından yaratılmasını inkar ettiklerini bilmezler. Bu nokta onlara pek söylenmez. Bilinçli olarak söylenmez. Ancak kelam kitaplarında bunlar yazılıyor. Yoksa piyasada yüzlerce kitap var kader konusunda yazılmış. Genelde birbirlerinin benzeridir; örnekleri anlatımları. Milet de inanır bunlara. Ama millet şu soruyu sormuyor: “Cüzi iradeyi (seçimlerimizi, düşüncelerimizi ) Allah mı yarattı?” Bu soruyu sormayınca, adamlar bin türlü laf oyununu sana getirir. Sen de ağzın açık dinlersin. Ben de cebri anlatınca, onlardan öğrendin ya bir şeyler, var gücünle saldırırsın. Bu üzücü yani.
*** Dedi:"Semud’a da gelince biz onları hidayet ettik. Fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler."

Cevap: Yani Semud kavmine doğru yol peygamberlerle gösterildi. “Ama onlar körlüğü tercih ettiler" ifadesi var. Burada daha önce dediğim olay var. Yani isnad prensibi. Her ne kadar o kişilerin isteklerini, seçimlerini, tercihlerini Allah yaratıyor ise de, sonuçta bu tercihler o kişilerde yaratıldığı için bu kişiler kendilerinde yaratılmış düşünceyi mecburen düşünüyor. Çünkü Allah’ın yarattığı bir şeyin meydana gelmesini kul engelleyemez. Burada ikili olay var. Bu düşünceyi Allah yarattı ama, kulda yarattığı için kul bunu düşündü de, seçti de denebilir. Yani bu fiili kula isnad ediyor Allah. Bu ise yanlış olmaz. Bir örnek vereyim:
Güneş doğdu diyelim. Ne diyoruz: "Güneş doğdu." Güneşin bu hareketlerini Allah yaratmadı mı? Evet, peki neden “güneş doğdu” diyoruz? Çünkü bu hareketleri Güneş’e isnad ediyoruz. Bu yanlış mı? Hayır değil. İşte böyle, nasıl Güneş’in hareketlerini Allah yarattığı halde, "Güneş doğdu" ifadesi yanlış değilse, Ali adlı birinin ayağa kalkma hareketini Allah yarattı ama yine de "Ali ayağa kalktı" demek de doğrudur. Güneş olayını hatırla. Nasıl ki Güneş bu hareketleri yaparken hür değildi, onu yönlendiren Allah’tı. Dolayısıyla Güneş mecburen böyle hareket yaptı, Ali de mecburdu. Kuranda böyle ayet çok sayıdadır. Bu anlattığım inceliği bilmeyen çıldırır. Aslında hepsi isnaddır. Gerçekte hakiki fail Allah’tır.

*** Dedi:Allah imtihan dedi. Demek ki imtihan. Allah biliyor ama yine de imtihan ediyor. Bazen öğretmen bilir ama yine de sorar.

Cevap: Öğretmen kesin olarak bilmez, tahmin eder. Tahmini çok kuvvetli olabilir ama tahmininde yanıldığı da olur. Öğrenci öğretmenden habersiz çok çalışmış olabilir. Ancak Allah için yanılma olmaz. O bakımdan bu kıyasın yanlış.

Kullanıcı avatarı
zxzx
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 53
Kayıt: 01 Ara 2008 [ 16:25 ]

Re: yazdığım kitap

Mesaj gönderen zxzx »

*** Alemin cisim olarak sonsuz olduğunun delili:
Önce alemi cisimsel olarak sonlu kabul edelim. Sorarım: Sonlu alemin ötesinde boşluktan mı yoksa doluluktan mı söz edilebilir? "Doluluktan" derse, doluluk zaten maddedir, dolayısıyla bunu dersen, aleme sonlu diyemezsin. mecburen "boşluktan söz edilebilir" diyecek. Soru: Boşluk var mıdır, yok mudur? "vardır" derse, soru: Boşluğun maddesi var mı? "yok" der. "maddesi olmayan şeye neden var diyorsun" derim, "tamam öyleyse boşluk yoktur" der. Derim ki: "boşluk yoktur" demek, "boşluğun olduğu bir yer yok" manasına gelmiyor mu? "evet, öyle" der. dolayısıyla "boşluğun olduğu bir yer yok" sözü ise, "doluluğun olmadığı bir yer yok" anlamına gelmiyor mu? diye sorarım. "evet, o anlama geliyor" der. "doluluğun olmadığı bir yer yok" demek de, başta kabul ettiğimiz, sonlu alemin ötesinde, boşluğa yer vermeyecek şekilde doluluk olduğu, yani maddesel olarak sonsuz olduğu anlamına gelir.


*** Kitap: Allah’ın İlmi Yazar: H. Hüseyin Tunçbilek

_ Sh. 47: “Sen özgür bir iradeye sahip olman için, her birini yapmama imkanın olan birden çok seçeneğe sahip olmalısın. Bunun anlamı şudur: Sen bir karar almadan önce, mümkün bir süre bir “tereddüt durumu” nun olması gerekir. Yani sen geleceği bilemezsin. Eğer özgür bir iradeye sahip olduğunu iddia ediyorsan, kendi kararını önceden kestirebilecek olsan bile, bu nihai karardan önce fikrini değiştirme imkanına sahip olduğunu kabul etmelisin. Halbuki herşeyi bilen bir varlık için bir “tereddüt durumu” nun olması düşünülemez. O bütün seçimlerini önceden bilir. Bu O’nun, seçimlerini terk etme imkanının olmadığı anlamına gelir. Bu yüzden O özgür bir iradeden yoksundur.

_ Sh. 70: İbn Sina da, Farabi gibi, Vacibu’l Vücud’un şeyleri, şeylerden bilmediği görüşündedir. Aksi durum, O’nun ilmini başkasından elde etmiş olmasını, o şeyin değişmesiyle, ilminin değişmesini ve yok olmasıyla da ilminin yok olmasını gerektirir. Aynı zamanda bu durum, var olmadan önce şeyleri bilmemeyi, zatının başkasıyla – yani bu iktisab edilen objelerle - varlığını devam ettirmesini veya zata daha önce bulunmayan bir durumun arız olmasını da gerektirir. Bu durumda O her yönüyle Vacibu’l Vücud olamaz.

_ Sh. 72: Bu varlıklar vücut bulduklarında, O’nun onlara dair ilmi yenilenmez ki, onların varlığından yeni bir ilim elde etsin.
. . . .
Bizim şeyleri meydana gelmeden önce bilmediğimiz gibi, onların meydana gelmesi O’na olmayan bir bilgi kazandırmaz. Çünkü onların hepsi, O’nun için hazırdır. Zira, O’nun zatı, onların sebebidir ve O zatından gaflet etmez.

_ Sh. 152: (Bu yazı Gazali’nin “el iktisad fi’l – i’tikad” kitabının 65 ve 66. sayfalarından alınmıştır.)
Çünkü Gazali’nin ifadesiyle “Var olma veya varolmama noktasında eşitlik arzeden alemin, var olmasını tercih eden bir tercih edicinin bulunması gerekir. Fiilin kendisi ve kudret, bu tercih için yeterli değildir. Çünkü, var olma ve olmama gibi birbirine zıt iki şeye nispetle, hem fiilin kendisi, hem de kudret birdir. Aynı şekilde ilimde bu hususta yeterli değildir. O halde iki zıt şeyden birini tercih eden, belirleyen ve seçen hangi sıfattır? Şüphesiz bunun cevabı: “irade sıfatıdır” olacaktır. Zira bilgi bilinene tabidir. Dolayısıyla bilgi bilinene olduğu gibi taalluk edip, ona etkide bulunmaz ve kendisini değiştirmez. Allah, alem yaratıldığı zaman, onun varlığının mümkün olduğunu ve bundan sonra veya önce varolmasının da imkan bakımından kendisi için eşit olduğunu bilmektedir. Çünkü bu imkanlar birbirine eşittirler. Burada ilmin fonksiyonu, olduğu hal üzere, aleme taalluk etmektir. Şayet irade sıfatı belirli bir zamanda alemin meydana gelmesini gerektiriyorsa, ilmin, alemin bu zamanda var olacağına taalluk etmesi, iradenin buna taalluku nedeniyledir. Bu durumda irade, belirlemenin nedeni, ilim ise belirlenen bu şeye tabi olan ve ona taalluk edendir. Yoksa alemin var olmasına etki eden değildir.

_ Sh. 155: Henüz işitilen ve görülen yokken, ezelde işitmeyi ve görmeyi kabul etmek , aklın kabul edeceği bir şey değildir.
Görme ve işitme, görülen ve işitilenden duyuların etkilenmesidir veya görme ve işitme bu etkilenmede şart kılınmıştır. Bu ise Allah hakkında imkansızdır.

Yorum: Mutezileye göre “işitme ve görmenin manası, Allah’ın işitilenleri ve görülenleri bilmesidir” şeklinde izahlar okumuştum.

*** Soru: Allah olacağını bildiği bir olayın, isteseydi olmamasını irade edebilir miydi? “Edebilirdi” derlerse, şunu derim: Yani cahil olmasını da irade edebilirdi diyorsun öyle mi?
*** Dedi: Maddenin bir halden başka hale dönüşebilmesi için maddenin belirli bir oranı tayin edene ihtiyacı vardır ve dolayısıyla madde ezeli değildir.
Cevap: Allah ezeli ya, maddeyi yarattı ya, söyle bana: Ezelilikten sonradan olmaya nasıl geçildi? Bu ilk sonranın öncesi var mıydı, varsa, bu neydi? Eğer öncesi yoksa öncesi olmayan şeye nasıl sonradan dersin?
*** Dedi: İrade tercihdir. Allah ilmini irade edemez mi?

Cevap: Peki neyi irade edeceği de yine ezeli ilminde belli değil miydi?
*** Allah’a irade kabul edenlere soru: Size göre her hadis mahluktur ve Allah’ın istemesine göre yaratılır. O halde istemesinin, Allah’ın ilminden farkı nedir?
*** “Bazı şeyleri anlamadıkça, onlara inanmayız; diğerlerini de inanmadıkça anlamayız.” (St. Augustine)
*** Dedi: "O'nun dengi hiç bir şey yoktur" diyor. Bir çok ayette de Allah hiç bir şeye benzemez buntan uzaktır, münezzehtir ve yücedir buyrukları var.
Cevap: Allah başka bir cisme benzemeyen bir cisimdir deriz olur biter. Böylece ne O’nun dengi ne de benzeri olmuş olur.
*** Dedi: Yorum yapmaya değecek birşey göremiyorum. Felsefi anlamda determinizm akıldışıdır. Ben ateist düşünceyi (daha doğrusu Tanrı’nın olmadığını - yoksa ateizm beni ilgilendirmiyor) aklıma dayanarak kabul ediyorum. Neden akla aykırı bulduğum bir akımı yani determinizmi kabul edeyim ki.

Olaylar birbiri arkasına gelir. Bir olay olmadan önce mutlaka başka bir olay vardır elbette. İkinci olay birinci olay olduktan sonra olur ve birinci olay eğer ikinci olayı belirleyen bir durumda ise, ikinci olayın seçenekleri birinci olay tarafından belirlenebilir. İkinci olay olduktan sonra da bir üçüncü olay ikinci olaya bağlı ise elbette ikinci olay ile üçüncü olay arasında bir ilişki vardır ve belki de üçüncü olayın seçenekleri belirlenmiştir. Ama bu felsefi anlamda determinizmin dediği gibi bir belirleme ancak mekanik veya kimyasal tepkime gibi konularda geçerlidir ve bunu tüm hayata yaymak saçmalıktır.

Yani bilardo oynuyorsanız, toplar ve zemin mükemmel ise, birinci topa vurduğunuzda vuruş açınız ve şiddetiniz doğru hesaplanmış ise, o top gider bir ikinci topa belki de bir üçüncü topa vurur. Ama bu her zaman geçerli değildir. Örneğin bir zarımız olsun. Bu zarı ilk attığımızda gelen sayı ile ikinci attığımızda gelen sayı arasında bir bağlantı yoktur.

Bu iki örneği birleştirelim: Bir bilardo masasında 6 tane top olsun. Birinci topun üzerinde 1 rakamı, 2. topun üzerinde 2,... 6. topun üzerinde 6 rakamı olsun.

Zarı attığımızda hangi rakam gelirse ıstaka ile o rakamı üzerinde bulunduran topa vuralım.

Sonuçta masa üzerinde bulunan topların durumu bir önceki durumuna bağlı olmakla birlikte, hangi topa vuracağımız zarı attığımız anda karar verileceği için, bir sonraki durum belirsizdir. Yani topların bulunduğu duruma A durumu diyelim. Zarı attık X geldi ve X nolu topa vurduk ve toplar B durumuna geldi. Burada B durumunu, sadece A durumu değil, aynı zamanda zarı attığımızdaki X sayısı da belirler. Seninde anladığın gibi, burada attığımız zar bizim hür irademizi temsil ediyor. Aslında bunlar basit konular. Bilardo oynayan, zar atmış olan herkes bilir bunu.

Cevap: Burada büyük bir yanılgı söz konusudur. Bu şahsın dediğine göre, zarın hangi numara geleceği önceden belli değil. Soruyorum: Zarı attığında, mesela zar nasıl altı gelecek? Zarın 6 gelmesi için senin hızlı bir şekilde gördüğün o hareketlerin her birinin mutlak surette meydana gelmesi gerekiyor muydu, gerekmiyor muydu? Her birinin meydana geldiği an da meydana gelmesi gerekiyordu. Zira senin hızlı bir hareket olarak gördüğün o zarın yuvarlanmaları, başlı başına bir harekettir ve o hareketinde ayrıca bir sebebi vardır. Ateizme göre konuşuyorum. Zira sebepsiz sonuç olmaz. Dolayısıyla zarın hızlı hareket silsilesinin her bir parçası bir önceki tarafından belirlendi demektir. Bu ateizmin bakış açısıdır. Madem ki sebepsiz sonuç olmaz, o halde ateistler bunu demek zorundadırlar. Aksi halde, yani bu şahsın dediği şudur: Hür iradeyi savunmak için, kendinden önceki olaylarla hiçbir şekilde bağlantısı olmayan yepyeni bir olayın olması gerekir. Siz ateist olarak günlük hayatınızda böyle bir şey görüyor musunuz?

*** Kursat dedi: “Allah kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi? Sorusunun cevabı: Diyeceksin ki: Allah’ın zaten iradesi yok ki, O yaptıklarını yapmak zorundaydı. Çünkü bunların gerçekleşeceği ezeli ilminde belliydi. Eğer ilminde kaldıramayacağı bir taşın varlığı bahis konusu ise, bu böyle olur. Yani kaldıramayacağı taşı yaratabilir” diyeceksin.
Dedi öyle dersen eğer, şöyle demiş olursun: “Allah kendisine belirlemiş olduğu rolu çizdi, sonra o rolün oyunculuğunu oynuyor ve bundan dışarı çıkmaya güç yetiremez.” Böyle bir Allah inancı da olmaz.

Karşı cevap verdim: Rolü O çizmedi. Başlangıçsız olarak bunlar ilminde belliydi. Başlangıçsız ilmi yok mu?
*** Allah hırsızlara, yemelerini yasakladığı çalıntı malları rızık yapıp, bu adamların kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden yemelerini yasaklamış mıydı?
*** Zulmü yaratan kim?
*** Kitap: metafizik Yazar: Aristoteles
_Sh. 66: Ancak ortadan kalkabilir olmayan iki şey vardır: Değişme ve zaman. Zaman ne varlığa gelmiş olabilir, ne de varlıktan kesilebilir. Çünkü bu, zamanın var olmasından önce, bir zamanın olduğu veya zamanın ortadan kalkmasından sonra bir zamanın olacağı anlamına gelir.
_Sh. 497: Zaman ezeli – ebedidir. Çünkü önce ve sonra kavramları zamandan bağımsız olarak tasarlanamazlar. Zamanın dışında ne önce ne sonra vardır. Zaman hiçbir zaman başlamamıştır ve hiçbir zaman ortadan kalkamaz. Çünkü eğer başka türlü olsaydı, zamandan önce bir zamanın olduğunu ve zamandan sonra bir zamanın olacağını söylemek gerekirdi.
*** Kitap: Varlık Hakkında Ana Düşünceler Yazar: Cavit Sunar
_Sh. 133: Aynı şekilde biz Allah’a irade de izafe edemeyiz. Çünkü her irade, her cehd bir eksiklikten doğar. Tam ve mükemmel olan cehd etmez; irade etmez. Akıl ve irade insan ruhuna has bazı sıfatlardır.
_Sh. 295: Bedeninin mütehayyiz (mekanda) olmasından çıkaracağımız önemli sonuç şudur: Hayyizsiz beden olamayacağı gibi bedensiz hayyiz de (mekan) olamaz. Başka bir deyişle; boş mekan mevcut olamaz. Mekan ve cisim aynı şeydir.
*** “Cesur kuramlar ortaya at, acımasızca sına.” (Bir yerden aldım ama nereden…)
*** Ne zaman evlenmeli? sorusuna şu cevabı veren bilgelerden sayılır: “Genç bir adam, henüz değil; yaşlı bir adam, artık değil.” (Bir yerden aldım ama nereden…)
*** “Eğer öğrenmek istiyorsan, kendini önemsemekten vazgeçmelisin.” (Don Juan)
*** Elhamdülillah ifadesiyle ne kasdediyorum? Mesela “elhamdülillahi rabbil alemin.” “Alemlerin rabbine hamdolsun” diye tercüme ediliyor. Ben şu manayı anlıyorum: Alemin nedeninin Allah olduğunu ikrar etmek.
*** Dedi: Aslında, Kürşat’ın geldiği düşünsel düzeyi oldukça başarılı bir şekilde yansıtıyor bu soru. Kürşat yanılmıyorsam "sünni" bir anlayış ile büyümüş. Onun Allah anlayışı "herşeye muktedir, ezelden beri var olmuş, ebediyen var olacak ve herşeye hakim" bir İlah anlayışı. En azından yola bu anlayışla çıktı. "Zaman" kavramı ile ilgili düşünce egzersizleri ve "kainatın ne zaman yaratıldığı" sorusuna yanıt araması sonucunda şu çelişkiyi farketti: Sonsuz ezeli Allah, belli bir anda kainatı yaratıyor. Ama sonsuz önceden, kainatın yaratılmasına kadar geçen süre de sonsuz olmalı. Bir de madem Allah kainatı yarattı neden ve neyi sonsuz bir süre bekledi. Çünkü eğer Allah mükemmel bir varlıksa herşeyi en baştan biliyorsa, beklemesine ne gerek var? Bu sorulara ilk önce "Allah’ın başlangıcı vardır" şeklinde yanıt verdi. Eğer Allah’ın başlangıcı varsa yukarıdaki sorunlar gerçekten çözülüyor. Ama başka bir sorun geliyor. Allah’ın başlangıcı varsa, bu nasıl başladı, kim başlattı? Bu önceki durumdan daha karmaşık bir durum. O zaman yanıtını değiştirdi: Maddenin ezeli olduğuna karar verdi. Bu düşüncesiyle elbette islamın "Allah kainatı yarattı ve sonra yok edecek. İnanmayanları cezalandıracak, inananları mükafatlandıracak" savından ayrılmış oldu.
Neyse, devam edelim. Düşünsel alanda bir adım daha atınca, yani ezeli maddenin, ebediyyen var olacağını kavradığında, (bir şok geçirmiş olmalı) karşısında "ezeli olan ve ebediyen var olacak" bir şey yani madde, kendi deyimiyle "cisim" gördü. Onun için "Allah cisim midir değil midir" diye soruyor. Şimdiki yanıtı "Allah cisimdir."
*** Dedi: Ben sana sorayım: Hz. Muhammed iyi insan olduğu için mi peygamber yoksa peygamber olduğu için mi iyi insan?
Cevap: Ben iyi insan demiyorum. Kaderi inkar edici sözleri var. Mesela "sadaka belayı defeder" ve "akrabayı ziyaret ömrü uzatır." Halbuki ömür uzamaz ve bela engellenemez bunlar zaten Allah’ın ilminde bellidir.
*** Dedi: Allah yaratmadıklarını da biliyor mu?
Cevap: Eğer Allah gerçekleşmeyecek şeyleri bilir denirse bu bence çok saçma birşey. “Allah bunu gerçekleşecek olarak mı yoksa gerçekleşmeyecek olarak mı biliyordu?” diye sorarım. Adam "gerçekleşecek olarak biliyordu" derse bu olmaz. Çünkü o olay gerçeleşmeyeceğinden dolayı bu denirse Allah’a cahil denmiş olur. Eğer "gerçekleşmeyecek olarak biliyor" denirse, Bende derim ki: O zaten gerçekleşmeyecek, onu bilmek ne demektir?
Biraz daha açayım: Mesela ben sandalyede oturuyorum. Ayağa kalktım, sağa doğru baktım. Eğer Allah gerçekleşmeyecek olanları da bilir denirse, bakın şimdi olaya: O halde Allah benim kalktığım anda, kalkmayacak olma durumumun meydana gelmeyeceğini de biliyor ve kalktıktan sonra da, sağa baktığım anda, sola bakmayacağımı, havaya zıplamayacağımı, konuşmayacağımı ve eğilmeyeceğimi vesaire..
Milyarlarca alternatif söylenebilir. “Bunların meydana gelmeyeceğini de biliyordu” demek gerekir. Bu bence çocukluktur. Çünkü bir şey meydana geliyorsa, o anda onunla beraber gerçekleşemeyecek olan şeyler zaten meydana gelemez. Bu açık bir mantık kuralıdır. Onları da ayrıca "meydana gelmeyecekler" diye bilmesinin bir manası yoktur.
*** İradesi olmayan beklemeyi irade edemez, isteyemez. Beklemeyi irade edemeyen, isteyemeyen ise beklememiştir.
*** “Allah zamandan münezzehtir” ifadesi ne demektir?
*** Zamansız bir değişimden bahsedilebilir mi?
*** “Zaman sonradan yaratıldı” diyenlere, soru: Zamanın yaratılması zaman alır mı? Zamanın yaratılması zaman içinde mi oldu? Zamandan önce zamansızlık mı vardı? “Evet” dersen, “önce” kavramı da zaman kavramı değil mi?
*** “Allah affetsin, bağışlasın” ifadesine şu manayı veriyorum: “Şu masiyetin, isyanın cezalandırılmaması Allah’ın ilminde olabilir. Ben bilemem.”
*** Allah ilminden başka bir şey değildir. Ama ilmi de cisimdir.
*** “Beynimle ya da ruhumla düşünüyorum” diyenlere cevap: Nasıl düşündüğünü biliyor musun? Genelde “bilmiyorum” der. Derim ki: Bir fiili bilinçli bir şekilde yapmak için (bilgisayarı kullanmak gibi) onun nasıl yapıldığını bilmek gerekmez mi? “gerekir” der. Derim ki: Nasıl düşündüğünü bilmiyorsun da, nasıl hür bir iradeyle düşündüğünü iddia ediyorsun.
*** Dostoyevski “Ecinniler” adlı romanında, Stavrogin için şöyle demiş: “Eğer inanırsa, inandığına inanmaz. Eğer inanmazsa, inanmadığına inanmaz.”
*** Aleme “hadis” diyenlere soru: Alemin yaratılmasıyle (onlara göre zaman da alemle beraber sonradan yaratılmıştır) Allah’ın zatı arasında zaman geçti mi? Bizim ölçülerimize göre bir saniye bile olsa. Bir kısmı diyor ki: “Hayır, arada zaman geçmedi. Çünkü zaman alemle birlikte başladı; ondan önce zaman yoktu.”
Cevap: O halde alem kadim olmaz mı? Çünkü demenize göre, Allah’ın zatı ile alemin varlığa gelmesi arasında zaman geçmedi. O halde siz neden aleme hadis diyorsunuz? Bununla ne kasdediyorsunuz? diye sorunca, bir kısmı der ki: “Allah, alemden zaman olarak değil, zat olarak öncedir.” Derim ki: Ezeliliğin manası, öncesinde zamanın olmadığı şey” demek değil mi? İşte, siz de diyorsunuz ki: “Alemin öncesinde zaman geçmedi.” Bu laf ise, “alem hep vardı” manasına gelir. Zira “Allah, alemden zaman olarak değil, zat olarak öncedir” demek şu demektir: “Allah alemden zaman olarak önce değil” manasına gelir. Bu da şu sonucu çıkarır: O halde Allah, ya alemle beraber varlıktaydı ya da alemden sonra varlıktaydı. “Alemden sonra varlıktaydı” denemeyeceği için, tek seçenek olarak “Allah alemle beraber varlıktaydı” demek kalır. Yani “alem ezelidir” demek gerekir.
*** Zamandan önce zaman olur mu?
*** Dedi: “Sevgiyi, merhameti, bağışlamayı yaratan da Allah; Allah, Kullarını sever, merhametlidir ve bağışlayıcıdır diyebiliyor musun?”
_Cevap: Sevmesi yoktur, zira sevilecek şeyleri yaratanda Allah’tır. Merhameti yoktur. Zira merhamet, acımak demektir. Oysa insanları acınası duruma getiren de yine Allah’tır. Bağışlaması da hakiki manada yoktur. Çünkü kimin ahirette ne ceza göreceği ve ne mükafat alacağı Allah’ın ezeli ilminde bellidir. Bu değişmez. Allah’ın bağışlamasıyla ilgili ayetleri şu manaya alıyorum: Kulunun yaptığı isyanların ahirette cezasız bırakılacağı ilminde varsa ( olaylar bu ezeli ilme göre olduğundan), buna mecazen bağışlama denmiştir diyorum.
*** Allah’ın ilmi mi iradesini belirliyor, iradesi mi ilmini belirliyor? Bildiği için mi irade etti yoksa irade ettiği için mi bildi? İlmi mi iradesini gerektiriyor yoksa iradesi mi ilmini gerektiriyor?
*** Allah’ın iradesi kesin ve değişemez bir irade midir? “evet” der.
Peki, Allah isteseydi, yaptıklarından başkasını yapabilir miydi? “evet” der.
Hani Allah’ın iradesi değişemez bir iradeydi?
*** “Bir fenomende (görüngü) kararsızlığın var olduğunu ileri sürmek, bu fenomenin, kendisini belirleyecek bütün öteki fenomenlerden bağımsız olduğunu kabul etmek demektir.” (Bachelard)
*** Allah bildiği için mi diledi yoksa dilediği için mi bildi? Allah, dileyeceğinden dolayı mı bildi, yoksa bileceğinden dolayı mı diledi?
*** Allah neyi bileceğini mi dilemişti yoksa neyi dileyeceğini mi bilmişti? Olacağını bildiği şeyleri dilemek zorunda mıydı veya dilediği şeyleri bilmek zorunda mıydı? Olacağını bildiği şeyleri dilemeyebilir ya da dilediği şeyleri bilmeyebilir miydi?
*** Ben, Allah’ın bilgisiyle bu olaylar oluyor demiştim ve Allah cisim dedim ya; bu iki söylemi birleştireceğim. Peki biri sorarsa: Öyle diyorsun ama, Allah’ın bilgisi cisim değil mi? Müthiş bir soru bu! Êvet, Allah’ın bilgisi cisimdir. Dolayısıyla Allah’a cisim demiştim ya, kastettiğim o cisimle, bu ilminin cisimliği aynı şeydir. Ayrı ayrı değil. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Yani Allah’ın zatı ayrı bir cisim, ilmi ayrı bir cisim değil; ikisi de bir tek cisimdir. Kısacası zatı, ilmidir.
*** Dedi: "Ezeli ve ebedi alem yaratılmış mıdır?" Bence “ezeli ve ebedi alem yaratılmamıştır” diyeceksin. Çünkü “ezeli ve ebedi olan yaratılmış olamaz” diyeceksin.
Cevap: Ben yaratmayı şu manada alıyorum: Olayların Allah’ın ezeli bilgisine uygun olarak varlık sahasına çıkması. Alem, Allah’ın fiilidir bu yönüyle. Bu sadece benim değil, Meşşailerin de görüşüdür.

Dedi: Bu alemin kendisi ezeli ve ebedi. Neden bir Allah’a gerek olsun? Sen de diyeceksin ki, Allah zaten alemin kendisi.

Cevap: Öyle demiyorum. Ben panteist değilim. Alemin sebebi Allah’ın ilmidir diyorum.

Dedi: Ben de diyeceğim ki: Alem zaten ezeli ve ebedi. "Yaratıcı" ya gerek yok.

Cevap: Bir etkileyen olmadan alemin varlığını açıklayamayacağını hala öğrenemedin mi?
*** Elektrik teline dokunuyorsun ve seni çarpıyor ya, peki sen baktığında o telde elektrik görüyor musun? Görmüyorsun. Peki seni çarpan elektrik, bir yönde mi? “evet” der. Peki elektrik cisim mi? Yönde olduğunu kabul ettiğine göre, mekanı olduğunu da kabul etmen gerekir. O halde cisim, yani yer kaplayan demelisin. İşte Allah da böylece yer kaplar.
*** Zulmü yaratan Allah mı? “evet” dersen, o halde Allah zalim olmuyor mu? "Hayır, zulmü Allah yarattığı halde yine de zalim değildir" derseniz, bana anlatın, hem zulmü yaratıp hem de zalim olmama nasıl oluyor? Benim aklım bunu almıyor..
*** Zamanın yaratılmadına kanıt istendi. Sizce yaratmak zaman alır mı? Yaratmak zamanda mıdır? Eğer zamandaysa, zaman nerede? Bir yerde olmayan şeye nasıl mahluk (yaratılmış) denebilir?

***

kursat:
Allah cisim mi yani şekli var mı? yok derseniz deliliniz nedir?
fatih:
Allah cisim değildir, Allah soyut bir şeydir, somut bir şeylerin cismi olur
kursat:
düşüncede soyut ama cisim
fatih:
düşünce cisim mi
kursat:
evet
fatih:
düşünce yer mi kaplıyor
kursat:
bir şey düşün nerede bu düşünce sen de mi
fatih:
nasıl bende mi
kursat:
soru bu kadar
fatih:
aklında
kursat:
sende yani öyle mi
fatih:
evet
kursat:
sen neredesin hangi il
fatih:
istanbul
kursat:
peki başka şehirlere göre istanbul bir yönde mi
fatih:
evet
kursat:
peki yönde olan şey mekanda mıdır
fatih:
ne demek bu
kursat:
mekan yer demektir
fatih:
evet, istanbul mekan
kursat:
yani düşüncen mekanda öyle mi
fatih:
evet mekanda
kursat:
mekanda olan şeyin mekanı işgal etmesi gerekmez mi
fatih:
evet
kursat:
yer işgal eden yere sen cisim demedin mi
fatih:
evet
kursat:
eee
fatih:
bu kadar mı
kursat:
düşüncen de cisim olmuyor mu o halde
ne mutlu merhametli olanlara!:
yani varsa mekanda yer kaplamaz mı diyorsun
fatih:
olmaz
ne mutlu merhametli olanlara!:
niye olmaz
fatih:
sen düşünceyi cisim olarak kabul edersen dogru ama, düşünce somut değil cisim değil yer kaplamaz
kursat:
iki türlü cisim vardır: Latif cisim, kesif cisim ve kesif cisim gözle görebildiğimiz, latif cisim ise gözle göremediğimizdir. Melek ve cin gibi; bir örnek vereyim; mesela x ışınını görüyor musun? Hani vücudun içini gösteriyor ya..
ne mutlu merhametli olanlara!:
röntgen
kursat:
evet o
fatih:
eee
kursat:
x ışını var ya onu gözle görebiliyor musun
fatih:
hayır
kursat:
ama var değil mi
fatih:
evet
kursat:
aletle görülüyor
fatih:
ama yer kaplamıyor
kursat:
kaplamaz olur mu
fatih:
ışının olduğu yere başka bir şey koyamıyor musun
ne mutlu merhametli olanlara!:
kaplıyor ama hızlılığından belli olmuyor, maddeye etkisi yok
fatih:
cisim dediğin yer kaplar değil mi
kursat:
evet, melek cisim değil mi
fatih:
değil, melek soyut, yer kaplamıyor
kursat:
peki melekler hareket etemiyor mu? savaşa katıldı ya
fatih:
hareket etsin, hareket eden cisim mi oluyor
kursat:
tabi ki
fatih:
gördün mü, tuttun mu, elledin mi
kursat:
hareket etmek bir yerden başka bir yere gitmek değil mi
ne mutlu merhametli olanlara!:
evet
kursat:
bu ise mekanda olmayı gerektirir değil mi
fatih:
rüzgar cisim mi, rüzgarda hareket ediyor
kursat:
elbette cisim

*** Neden Allah’ın adil olması gerekmektedir?
*** Allah’ın meleklerini saptırıp, yani yanlış inancı onlarda yaratıp, bununla beraber onları cehennem azabına sokmaması neden olmasın?
*** Kitap: İslam Düşüncesi Hakkında Araştırmalar Yazar: İbrahim Agah Çubukçu
_Sh 135: Suhreverdi zaman hakkında da fikir yürütmüştür: Zaman hareketin miktarıdır. Zamanın başlangıcı ve sonu yoktur. Çünkü zaman için başlangıç düşündüğümüz takdirde, bu başlangıçtan önce, içinde zaman olmayan bir zamanın varlığını kabul etmek gerekir. Bu düşünce ise çelişiktir. O halde zaman hem ezelidir, hem de ebedidir.
*** Allah hiçbir şeyi bir şey için yapmaz
*** “İnsanlar nankör, yalancı, iki yüzlü; tehlike karşısında korkak, kazanç karşısında çıkarcıdırlar.” (Macchiavelli)
*** Mühim bir soru sormak istiyorum: Ben cebiriciyim ya, sizce ben kadere inanmıyor muyum? "Herşey kaderledir" diyene mi kadere inanmıyorsun diyeceksiniz
*** Dedi: “Bir şey meydana geliyorsa, o anda onunla beraber gerçekleşemeyecek olan şeyler zaten meydana gelemez” demiştin. “Meydana gelebilir mi?” diye sormuyorum. "Gerçekleşemeyecek olan şeyler" var mıdır? Yaratılmayacakları malum. İlmen var mıdır? Yani, zıplamayacak olsan da, zıplaman Allah’ın bilgisinde var mıydı, mümkün müydü? Sonuç olarak, “ister zıplatırdı, ister zıplatmazdı” diyeceğim. İlmindeki sonsuz alternatifler arasında bu ikisi de vardı. Demek ki seçti. Demek ki irade etti.

Cevap: Sonsuz alternatifler içinden seçti öyle mi? Peki şu soruma yanıt ver: Allah’ın ezeli ilminde bu sonsuz alternatifler içinden hangisinin meydana geleceği de ezeli olarak belli miydi? “evet” dersen, sana sorarım: “Sonsuz alternatif” ifadesi havada kalmadı mı?
*** Dedi: Bir "etki" den bahsetmişsin. "Alem" in bu etki sonucunda olduğunu söylüyorsun. Yani "Alem" etkiden sonra geliyor. Ezeli Alem "ne zaman" bir etkileyen tarafından etkilenmiş de "ezeli alem" olmuştur? Ezeli varlığın, varlık sahnesine çıkması ne demektir? Çıktıysa ne zaman çıkmış? Çıkmadan önce nasılmış?

Cevap: Bunları daha öncede söyledim. Bunlar mecazi ifadeler. Varlık sahasına çıkma, sonradanlığı akla getiriyor. Doğru ama, bunlar mecaz. Şu örnekler veriliyor: Güneşten ışığın çıkışı, parmaktaki yüzüğün elin hareketiyle hareket ermesi ya da insan gölgesinin kendi hareketiyle birlikte hareketi gibi. Zamansal sonralık olmaksızın bunlar varlıktadır deniyor. Bunlar suduru açıklayan örnekler. Bunun gibi Allah, zat olarak alemden önce ama, zaman olarak değil deniyor. Bilmesiyle olaylar oluyor. Bilmesi ezeli olduğundan, olaylar da ezelidir deniyor.

*** Dedi: Kader konusunun geçtiği ayetler müteşabih midir mesela?

Cevap: Hayır

Dedi: Ya da nesh ayetleri?

Cevap: Hayır

Dedi: Allah cisimse eğer, beyni var mıdır?

Cevap: Sanmam

Dedi: İnsanda bilgi, irade, akıl vs. beynin ürünü olduğuna göre,
Cevap: Bunu kabul etmiyorum, bu düşüncelerin Allah’ın bilmesiyle mevcut olduğuna inanıyorum

Dedi: İnsan, Allah'ın sureti midir?

Cevap: Ayete göre O’nun benzeri yok. Demek ki Allah başka cisimlere benzemeyen bir cisimdir.
Dedi: Meleklerde, şeytanda cisim var mıdır?
Cevap: Vardır.

Dedi: Allah ve alem ezeli ise, Allah alemi nasıl etkilemiştir?

Cevap: Sudur nazariyesinde detaylı açıklandığı gibi. Ama on akıl teorisini kabul etmiyorum. Basitçe inanıyorum. Ezeli ilmiyle, bilmesiyle alem oldu. Ama ilk akıl, ikinci akıl gibi şeyleri kabul etmiyorum. Onun yerine; "ilk maddeden bahsedilemez. İlksizlikten bahsetmek lazım gelir. Zira ilk madde denirse, o maddenin başlangıcından da bahsetmek icap eder ki, aleme ezeli deme kapısı kapanır. Nasıl ki Güneşin ışığının suduru, çıkışı Güneş’ten zamansal olarak sonra değilse, Allah’tan da, alemin suduru, zamansal sonralıkta değildir. Bilmesiyle olaylar varlığa gelir. Bilmesi ezeli olduğundan, madde de ezelidir.

Dedi: Sonlu bir zaman önce ise, bu Allah'ın ve alemin ezeli olduğunu değiştirir mi sana göre?

Cevap: Eğer Allah’a alemden zaman olarak öncedir denirse, Allah’ın varlığının başlangıcı savunulmak durumunda kalınır ki ben de dört ay bunu savunmak durumunda kalmıştım. Bunu neden savunmuştum biliyor musunuz? Aleme “ezeli” demediğim için. Halbuki çoğunuz aleme ezeli demiyor, sonradan oldu diyor değil mi? Ama siz, düşüncenizin buraya vardığını göremiyorsunuz. Çünkü alem (Allah’tan başka herşey) “sonradan” derseniz ve alemden sonlu süre önce Allah varlıktaydı diye eklerseniz, "bu sonlu süreden daha önce Allah varlıkta değildi" demiş olursunuz. Ancak bu konu çok detay olduğundan, aleme "sonradan oldu, yoktan yaratıldı" diyenler dedikleri sözlerin bu manaya geldiğini göremiyorlar.
*** Allah’ın ilmi imkansıza taalluk eder mi?
*** Kitap: İrade ve Hürriyet Yazar: Hüseyin Atay
_Sh 105: Kelamcılar hele Eşari ve Maturidi, istedikleri gibi, düşünmeden, taşınmadan işin nereye varacağına bakmadan; bulutlar üstünde konuşup durdular ve duruyorlar. Yere inip de insanların ne yaptıklarına ve ne yapamadıklarına hiç baktıkları yok. Fikirleri hep metafiziki, zihinsel işlemlerle meşgul. Kainatla, insanla meşgul değil. İlerde Kuran ayetlerine dayanarak pratik ve işlemle, eylemle ilgili olanları göreceğiz. İnsanı, Allah’ın kurulu oyuncağı saymak, Allah’ın yüceliğine delil olmaz. Şimdi, makine oyuncaklarını çocuklar kuruyor, oyuncak kendi kendine oynuyor. Ama oyuncak kendi istediğine göre oynamıyor. İçinde olan, makineyi kurmuş olanın isteğine göre oynuyor ve sonra makine durunca kendi de duruyor. Ne oynamakta, ne de durmakta oyuncağın bir isteği, iradesi ve gücü de yoktur. İşte tam Cebriyye budur. Eşari ve Maturidi bu fikre karşı çıkan sınırlı, kendisine Allah’ın verdiği gücü ölçüsünde eylemde bulunmanın insana verildiğini kabul eden Mutezile’ye de karşı çıktılar. Cebriyye, anlatılan şekilde idiyse, etkisinden öyle olduğu anlaşılıyor. Onu cevaplamak çok kolaydır. Ama Mutezile’nin haklılığını inkar edeceklerine, onlardaki bazı ifadeleri daha olumlu hale getirmeleri en doğru yol olurdu. Cebriyye’ye güya karşı çıkarak, aslında onu arkalarına alarak, Mutezile’yi yere sermeye çalıştılar ve serdiler de. Eşari ve Maturidi mezheplerinde büyük alimler geldi; ama öncekilere tanıdıkları yanılmazlık ve kutsallık zihniyeti, kendi kendilerine bir yol tutmalarına imkan vermedi. İlk imamların sözlerine bazı yorumlar ve açıklamalar getirmeye çalıştılarsa da tam başarı gösteremediler. Arkadan, Cebriyyecilik yaptılar ama bunu güya Cebriyye’ye karşı yaptılar. Ne oldu? İnsandan sorumluluğu aldılar, gerisin geriye Allah’a verdiler. İslam toplumlarında, sorumlu Allah’ı yaptılar. Oysa Allah’ın insana güç ve irade vererek, sorumluluğu insana verdiğini, peygamberler göndererek, kitap göndererek, açı açık bildirmiş olduğunu, imamlar düşünceden kaldırdılar. Kuran’a göre düşünmeyi, anlamayı yasaklayıp, milleti de uykuya yatırdılar.
_Sh 110: Eşari diyor ki; inkarı yapan, gerçekten inkarcının kendisinin olması mümkün değilse ve inancı yapan, oluşturan gerçekten inananın kendisi değilse, onu yapan elbette Allah’ın olması zorunlu olur. İşte Eşari böylece, inkarı da, inancı da Allah’ın yaptığını savunuyor. İnsana hiçbir yapım işi düşmüyor. O zaman bunun Cebriyye’den ne farkı kalıyor? Yalnız isimde değişiklik oluyor. Aynı manayı Cehm b. Safvan söylerse, Cebriye, Eşari söylerse Sünni oluyor.
_Sh 111: Bu ifadelerde Eşari’nin demek istediği şudur: Nasıl ki insanın soğuktan, hastalıktan sıtmadan dolayı titremesini Allah yaratıyorsa, bunda insanın iradesi de ,gücü de yoksa, bu zorunlu bir hareket olarak Allah tarafından yapılıyorsa; insanın edinme (iktisap) işi de Allah tarafından yaratılıyor ve yapılıyor. Diğer bir deyimle, Allah insanın hem işini yaratıyor hem de insanın kesbini (edinimini) yaratıyor. Böylece Eşariyye, insana yapılacak bir iş bırakmıyor. Edinimi (kesbi) insana isnad etmekten de vazgeçiyor, onu da Allah yapıyor. Bunu çok değişik ifadelerle anlatmayı sürdürdüğü için, müslümanların zihninde öyle yerleşiyor ki, müslümanların önce zihinlerini, sonra bedenlerini felç ediyor, uyuşturuyor. Bazı kimseler de Eşari ve Maturdi ortaya çıkınca, Cebriyye’nin tutunacak durumu ve gücü kalmadığından söndü gitti diyorlar. Oysa farkında olamadıkları şudur: Cebriyye’nin yerini Eşari aldı, onun yerine geçti ve Cebriyye’ye gerek kalmadı. Mutezile’den öğrendiği felsefi düşünceyi ve cedeli, Cebriyye’nin yayılmasına, İslam’ın temel inanç ilkesi olmasına harcadı.
_Sh 132: İlimde üç konu vardır. Bilen, bilme, bilinen (alim, ilim, malum). “İlim maluma tabidir” demek, malum, ilimden yani bilinen bilmekten önce gelmiş oluyor ki ontolojik olarak yanlıştır. Yani bilinen nesne önce var olacak, sonra o bilinecek. İnsan bilgisine göre bu doğrudur. Çünkü insan var olmayan nesneyi, yok’u bilemez. Bunu Allah’a uyguladığımız zaman, Allah bir şeyi, o şey var olduktan sonra bilir demek, o şeyi başka biri var etti, sonra Allah onu bildi olur ki bu Allah’ın mutlak ilmine de aykırı olur. Ama bunu tarihte Mabed Cuheni, “işler olduktan sonra bilinir” demiş ve kabul görmemiştir. “Güneşin yarın ne zaman doğacağını insanın bilmesi, güneşin doğmasına etki etmez” sözü ne kadar saçmadır. Önce, güneşin doğuşu kanuna bağlıdır. Ona göre doğması zorunludur. Biz zorunlu olarak doğacağını biliriz. Eğer bizim bilgimiz doğmasına etki etmiyorsa, şöyle demeleri daha mantıklı olurdu: Biz güneşin doğmasını biliyoruz, ama bizim bilgimiz ona etki etmeyeceği için doğmayabilir. O zaman bizim bilgimizin etki etmediği anlaşılır. Bizim bildiğimiz gibi doğuyorsa, bilgimiz ona etki ediyor demektir. Çünkü onun sebebini biliyoruz. Sebep meydana gelince, sonuç da meydana gelir. Şimdiye kadar bu saçma delile cevap verene rastlamadım.
*** Kader hakkında uydurma bir hadis:
Aişe’den: “Resulullah’ın eline su döküyordum. Su kabı elimden düşüp kırıldı. Bunun üzerine ben: “kırılması mukaddermiş!” deyince, Resulullah: “Öyle ise ben niye gönderildim, peygamberler niye gönderildi?” diyerek (bu işi kadere bağlamama) kızdı.”
*** Teselsülü kabul edebilmek için bir görüş:
_Kitap: Felsefeye Giriş Yazar: John Herman Randall, Justus Buchler
_Sh. 118: Genellikle ortaya konduğu biçimde bu kanıt, ayrıca her olayın bir nedeni olduğunu kabul etmesiyle, nedenler dizisinin bir başlangıcı olmasının zorunlu olduğunu varsaymaktadır. Eğer bu, böyle bir sava karşı çıkmanın çelişkiye düşmek olacağı anlamına geliyorsa, burada da temelsiz bir iddia karşısında bulunuyoruz demektir. Bir nedenler dizisinin başlangıcının olup olmadığı bir sorundur. Ancak onun bir başlangıcı olması gerektiği, hiç de zorunlu bir şey değildir. Matematik, bir ilk terimi olmayan bir dizi kavramının, hiç olmazsa tutarlı bir şey olduğunu göstermektedir. Örneğin, …-5, -4,- 3,- 2,-1, 0, 1,2, 3,4, 5… gibi bir dizide her terimden önce, bir terim vardır ve arkadan da başka bir terim gelmektedir. Ama bu dizinin ne bir ilk, ne de son terimi vardır.
Yorum: Bu aslında zayıf bir savunmadır. Zira denebilir ki: Bu bahsedilen sayı zincirinin sonsuzluğu, varsayılan bir şeydir. Gerçekliği yoktur. Oysa alemin ezeliliğini savunanlar, gerçek maddeden bahsediyorlar.
_Sh. 130: Tanrı mutlak kudretli olduğuna göre, iyinin niteliği niçin kötü tarafından tamamlanmaya ve arttırılmaya ihtiyaç göstermeyecek bir biçimde değildir?
Yorum: “Kötülük vardır. Çünkü böyle olunca iyilik daha iyi anlaşılır, değeri bilinir ve daha güzel bir iyilik olur.” Tarzında ifade edilen görüşe karşı bir cevap.
*** Körler rüya görür mü?
*** Kötülük Allah’ın kaza ve kaderiyle midir?
*** Korku karşısında sağdan sola
Yalpaladığında, dedim ki ruhuma:
Hooop korkma korktuğundan!
Yeterince konakladın bence zira!
(İbn Bacce)

Cevapla