MEKSİKA SINIRI - ÜLKE TV Cuma 22:00

Burada en sevdiğiniz dizileri ve çok izlediğiniz programları bizimle paylaşabilir yorumlarda bulunabilirsiniz..
Cevapla
Kullanıcı avatarı
dikenüstünde
Süper Yetkili
Süper Yetkili
Mesajlar: 2285
Kayıt: 14 Eyl 2007 [ 07:06 ]

MEKSİKA SINIRI - ÜLKE TV Cuma 22:00

Mesaj gönderen dikenüstünde »

MEKSİKA SINIRI


Resim



Herkesin Bir Meksika Sınırı Olmalı!” sloganıyla yola çıkan ve ismini Şair Mehmet Efe’nin “Meksika Sınırı” Şiirinden alan programı İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf birlikte hazırlıyor ve sunuyor. Hedef her şeyin özgürce konuşulabildiği, tartışılabildiği “güney”e inebilmek ve gündemi ekrana taşımak yerine kendini gündemini yaratmak.

Cuma akşamları 22:00’da ekrana gelen Meksika Sınırı “kurgusuz, kaygısız ve kusurlu” bir TV şovunun peşinde. Konuşulan her konunun daha önce konuşulmayan bir biçimde konuşulacağı özgür tartışma platformu Meksika Sınırı ÜLKE'de…

İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf’un birlikte hazırlayıp sunduğu Meksika Sınırı, sanat, edebiyat, popüler kültür, sinema, sosyoloji ve sporun ağırlıklı olarak konuşulduğu bir platform. Özgür bir tartışma ve paylaşım platformu olarak tasarlanan programda her hafta haftanın getirdiği sanat, edebiyat ve popüler kültüre ilişkin tartışmalar konuşulurken, sinema ve spordaki güncel gelişmeler de aktarılıyor.





Meksika Sınırı ne yana düşer usta?

Selahattin ve İsmail’le birlikte bir program yapma fikri ortaya çıktığı günlerde programın formatı üzerine kafa yorup, neler yapabileceğimiz üzerine düşünmeye başladık.

İsmail’le birlikte vapurla Avrupa yakasına doğru geçerken, programın ismi “Meksika Sınırı” olur mu diye sordum. İsmail ismi beğenince, durumu patrona iletmek için hemen vapurdan Selahattin Yusuf’u aradık.

Selahattin geri döndüğünde programın adı Meksika Sınırı olarak kabul edilmişti. Bu arada Mehmet Efe’nin aynı adı taşıyan şiiri programın meramını ifade eden en önemli sözleri barındırıyor; “bir meksika sınırı lazım her memlekete…”

Sınırı geçince kimse dokunamasın diye ülkemizin ve ülkemizin iyi insanların tümünün bir Meksika Sınırı olsun istiyoruz.

İsmail’in deyişiyle, “dünyanın bütün Amerika’larından, dünyanın bütün Meksika’larına kaçış” imkanını saklı tutabilecek bir programın peşine düşüyoruz.

Meksika Sınırı’nı Selahattin şöyle hayal ediyor; “Televizyonun, vakti öldüren, örgütlenmiş bir cehalet şebekesinin esrarengiz şefi olmasına ısınamıyoruz. Onun içine, daha insana dokunan, gündelik yaşamın yıpratıcılığını, yaralayıcılığını tamir edebilen bir şeyler koymak istiyoruz. Üç kişi bir araya geldiğimizde sohbetimizi açan, içimizi açan, zihinlerimizi açan ne varsa onları koymak istiyoruz. Bu sohbeti, hafta boyunca çalışarak özenli bir hizmet haline sokmaya ve seyircilerimize öyle sunmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla ortaya, düşünmeye kışkırtıcı, gerçekten duygulanmaya kışkırtıcı, gerçekten ilgilenmeye kışkırtıcı şeyler çıkıyor. Bizi, yeryüzünün tamamı ilgilendiriyor. İnsana ait her şey ilgilendiriyor.”

Açıkçası bir şeyler yapmak istiyoruz bu programla. Yusuf Kaplan’ın, Nazmiye Yılmaz’ın, Arda Uskan’ın ve aklı başında kimi tv eleştirmenlerinin program değerlendirmeleri bu noktada kayda değer duruyor.

Peki Meksika Sınırı programıyla ne oldu?

Oturduk ve okuduğumuz kitapları, dinlediğimiz müzikleri, izlediğimiz filmleri masaya koyduk. Kafa yorduklarımızı, kalbimizden geçenleri masaya koyduk.

İyi de oldu.

Hiçbirimizin beklemediği şeylerle karşılaştık program başladıktan kısa bir süre sonra. Klişe ifade olduğunun farkındayım ama yine de söyleyeyim, Türkiye’de son yıllarda yan yana oturup sohbet edebilme kabiliyetini yitirmiş farklı kesimden insanlar Meksika Sınırı üzerinden bir şeyler söylemeye başladılar.

Cürmümüz kadar yakıyoruz televizyon ortamını.

Kalbimiz kadar, aklımız kadar yakıyoruz.

Bunu hafife almak mümkün ve fakat artık Türk televizyonlarında bir şeyler yapmak isteyen insanlar için Meksika Sınırı diye bir olgu var.

Artık anlaşıldı ki bu ülkenin insanları, içinde felsefe, sanat, din barındıran cümleler geçen bir programı izliyorlar. Kabaca söyleyelim, “tv böyle entelektüel muhabbetler kaldırmaz” itirazına sığınanlara karşı, Meksika Sınırı kazanılmış bir mevzidir.

Eleştirecek bir şey yok mu programda?

Var.

Bir sürü şey var söylenecek. Ağız dolusu eleştiri var Meksika Sınırı için sarf edilmesi gereken. Bunları duydukça, okudukça değerlendiriyoruz.

Ancak bizim üzerimizden kendini tatmin çabasına girilmesine izin vermeyeceğimizi de usulünce bu yazıya iliştirivereyim.

Bu arada Tarık Tufan programda adidas giyiyormuş!

Allah Tarık’ı ıslah etsin.

Tarık Tufan


LİNKİ GÖREBİLMEK İÇİN LÜTFEN KAYIT OL VEYA GİRİŞ YAP!





Meksika Sınırı’nda Muhabbet… / İsmail Küçükkaya


Bize has bir yaşantının adıdır muhabbet. Maalesef geride bıraktığımız, unutulmaya yüz tutmuş bir tecrübenin adı.

Bir zamanlar bu topraklarda muhabbet yaşanırdı. Batı kültüründe olmayan, bize ait bir ruhsal ve zihinsel beraberliktir, bir zaman ve mekân birlikteliğidir o. Aklıselimin de dahil olduğu bir gönül beraberliğidir.

Aklım, nicedir Srebrenitsa’dan canlı yayınlanan bir “muhabbet programı”na takılı kaldı. Yirminci yüzyılın en kanlı soykırımının kurbanlarını, şehitliğin önüne kurulan kameralarla, uçuşan binlerce mavi kelebek eşliğinde anıyorlardı. Balkanlar deyince, Bosna’dan bahsedince oldum olası kalbimi bir heyecan kaplar.

Üç genç adam, bir toplumun kahraman lideri ve aynı zamanda büyük bir şair olan Aliya İzzetbegoviç’in şiirsel mücadelesini bize hatırlatıyordu.

Öncesinde de ilgimi çekmişti ama o günden itibaren “ortak tarih ve kültürden gelmenin iç sevinci ve telaşını yansıtan bu programı” iple çeker oldum. Adı: Meksika Sınırı, bir kültür programı, Ülke TV’de yayınlanıyor.

Meksika Sınırı, televizyon kanallarındaki sıradanlaşmış, ağır ve sıkıcı tekrarların klişeler halinde bize dayatıldığı diğer programlardan farklı.

Haber programları dahil olmak üzere, sanat ve kültüre ayrılmış yayınlar maalesef, “gerçeğin bir show business haline dönüştürülmesiyle” seyirciyi manipüle ediyorlar. Çoğu, yeni çıkmış bir albümün PİAR çalışmasından öteye gidemiyor.

Muhabbet bir iklim, kültür ve terbiyeyi içerir. Kimse kendini dayatmayacak, katılımcılar egolarını ve kim olduklarını unutacaklar, sadece söylenene dair samimiyetin ve sahiciliğin yaşanmasına tanıklık edecekler.

Niye “Meksika sınırı?” dediler diye düşünüyorum, belki de “popüler kültürün gelip dayandığı ama içeri sızamadığı, küresel gündemin giremediği, sanatın endüstri olarak sunulduğu noktaya sınır koymayı” istediler. “Popüler kültürün bir kitle endüstrisi biçiminde pazarlandığı; sanatı, edebiyatı, sinemayı tüketilen bir ürün haline getiren anlayışın sessiz bir isyan biçiminde protesto edildiği bir ada yaratmak” peşindeydiler, kim bilir?

Değişen televizyonculuk…

Üç genç adamın iki saate yakın bir süre muhabbetini izliyoruz. Aslında biz de katılıyoruz. Gerçek bir muhabbet. Sanki televizyonda değiller de bizimle beraberler. Sıcak, insani, yüz yüze ilişki içindeler.

Öncelikle gülümseyerek konuşuyorlar. Bakışlarında bir ekran cinliği yok. Oldukları gibiler. Sanki kamera onların muhabbetini gizlice aktarıyor. Hiç birinin egosunun kendisini bilgili veya sevimli göstermeye, ekranda kendini parlatmaya dair bir çabası olmadığını hemen hissediyoruz. Konuşuyorlar, sanattan edebiyattan, kültürden, tasavvuftan, aşktan ve hayattan… Marks’tan İbni Arabi’ye, Tanpınar’dan Dostoyevski’ye, Cervantes’ten Sadi’ye, Paul Valery’den Ece Ayhan’a uzanan bir yolculuk. İlk defa duyduğunuz müzikleri ekrana getiriyorlar. Ortaasya’dan bir halk sanatçısını konu ediyorlar, şiir alıntıları yapıyorlar. Mesela bir filmden İsrail anonim ezgisini ilk defa orada duyuyorsunuz, gidip o filmi satın almadan edemiyorsunuz.

İnsana, topluma, hayata, doğaya ve metafiziğe ait bir âlemde dolaşıyor, beraber coşkuyla düşünüyorlar.

Üslupları sade, dilleri tumturaklı değil, yumuşak. Kesinlikle özgünler. Diğer televizyon programlarına neredeyse bir yapı söküm uyguluyorlar, böyle bir amaçları olmadığı besbelli olmasına rağmen. Modern dünyanın insanın içini ve hayatın değerlerini boşaltan ezici gücünün karşısına muhabbetleriyle çıkıyorlar. Konuları entelektüelize etmiyorlar ama siz onları izlerken entelektüel bir haz ve ruhsal bir doygunluk yaşıyorsunuz.

Televizyonculuk da değişecek. Ekran camı kırılıyor, yayıncılık interaktif hale dönüşüyor. Samimiyet galip gelecek, “rol yapa yapa ikinci karakterlere sahip olan televizyon yıldızları” sönecekler. Sahihlik her zaman bir değer olarak hayatımızda kalacak. Düşünmede samimiyet güçtür.

21.08.2008
AKŞAM GAZETESİ İsmail Küçükkaya


LİNKİ GÖREBİLMEK İÇİN LÜTFEN KAYIT OL VEYA GİRİŞ YAP!



Cevapla