yaşamın neresinde kalmıştık??

Aşk ve sevgi ile ilgili herşey....
Cevapla
Kullanıcı avatarı
MTUĞRUL
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 28 May 2006 [ 12:59 ]

yaşamın neresinde kalmıştık??

Mesaj gönderen MTUĞRUL »

Bir gün durup,
Bir gün dönüp,
"Yaşamın neresinde kalmıştık?" diyebilecek miyim!
Ya da
"Başlamadığım neler var?"
Başlayıp, bitiremediğim… Hayal bile edemediğim.

Çocukların büyüdüğü, cicim aylarının tükendiği, yazların kışları kovaladığı, aşk sanılan debdebenin durulduğu, soba başlarında ısınılan, duraklarda bekleşilen, ölenlerle, doğanlarla dolu yıllar boyunca aklımın bir köşesinden bile geçirmediğim…

Yüzümdeki çizgilere, şakaklarımda belirmeye başlayan beyazlara sıkıştırıverdiğim - bir çırpıda - yaşam(ın) neresinde kalmıştım, ben.

Kentler vardır: insana hiçbir şey düşündürmeyen, yaşanmışlık acılarından başka… Bozkır yüzlü. Yaşlı. Böyle kentleri izlerken şehirler arası yolculuk otobüslerinin camlarından, belki tek istediğiniz şey bir sonraki kente kadar uyuyup sonra birden uyanıvermek olur. O kentler ki; hatıralarınızı kırık birer cam parçasıymışçasına süpürüp atmak isterler. İkinci bir giysileri yoktur. Ruhları yoktur. Gece gündüz, yaz kış hep aynı görünürler insanın gözüne. Ne yeni yeşermiş bir fidan değiştirebilir bunu, ne de göklerinde süzülen; üstünkörü, çocuk elinden çıkmış bir uçurtma… O kentlerde her şey sıradandır. Çocukların büyümesi, cicim aylarının tükenmesi, yazların kışları kovalaması, aşk sanılan debdebenin durulması, ölenler, doğanlar.. Her şey, hem de her şey…

Bir de;
Kentler vardır. İnsana "Yaşamın neresinde kalmıştık?" dedirten. En kötüsü de sürekli böyle bir kentte yaşıyor olmaktır. Sürekli kendine; "Yaşamın neresinde kalmıştık?" diye sormak gerektiğini düşünmektir en kötüsü…

Kentler vardır: insana tüm bunları düşündüren.
Yaşamın omzundan geriye fırlatıp atmış olduğu o insan bedenlerine ait eksikliklerin, yaşanamamışlıkların unutuldukları yerlerden, atılıverdikleri yerlerden bulunup alınması gerektiğini, tozlu raflarından indirilmesi gerektiğini, düşündüren.

Hazır gelmişken…
Hazır düşünmüşken…
"Yaşamın neresinde kalmıştık?"
Diyebilecek miyim ben kendime … Bir gün?
-tüm bunları bana sürekli düşündüren bu kentte yaşarken hem de-

Yaşam, diye yaşadığım bu ara vermişlik uzadıkça, günler; gündoğumu ve günbatımı aralığına sıkıştıkça her defasında, bezginlik, kırgınlık, kızgınlık doldukça günler…
O günü beklemek...
Bu denli özlenebilir mi?

Ufka bakarmışçasına hareketsiz kıldığım gözlerimle; aslında olmayan, hiç olmamış, asla olmayacak bir sevgiliyi vapur iskelelerinde beklercesine, o günü beklemek…
Hiç gelmeme ihtimali ile boğuşmak…
Hiç gelmeme sanısına kapılıp kıvranmak…
Hiç gelmeme korkusu ile dehşete düşmek…
Hiç gelmeme gerçeği ile yüzleşmek…

Ah gün ışığı, ah!
Her vakti geldiğinde; yeniden dolduğun bu dünyada, bana yaşamın neresinde kalmış olduğumu hatırlatabilecek misin, bir gün? Ve günlere bile mektup yazabilecek kadar divane olan ben: o gün, ışıttığın dünyada, yeterince güç bulabilecek miyim tırnaklarımda, bıraktığım yere tutunabilmek için.Yemek kokuları arasından sıyırıp eteklerimi, rüzgâra salıverebilecek miyim? Saçlarım uzayacak mı yeniden?

Yitik yaşamlar görür; tiksinirdim yeniyetmeliğimde. Yitik yaşamların ahı tuttu sonunda biliyorum! İçlerine düştüm bu yüzme bilmez kaderimle, birinin kıyısından, diğerininkine savrulup duruyorum hoyrat, acımasız dalgalarıyla.

O yeniyetmelik ki; arzularımızı besleyip duran bir enerji yoğunluğundan ibarettir yalnızca. Gün ışığının koca bir yaz boyunca tüm kış meyvelerini besleyip, büyüttüğü gibi… Giderek etlenen, giderek kendi olağan rengine kavuşan, giderek sulanan kış meyveleri gibi yeniyetmelik arzuları ile baş başa kalırız yetişkinliğimizin ilk adımlarında. Bildiğimiz tek şey, cesaretin kırmızı bir tülmüşçesine örttüğüdür utancı. Ama bilmeyiz ki; utanç aynı zamanda cılız, masmavi bir dalıdır güvensizliğin. Bir kez budanabildi mi bir daha yeşermeyen!

Ah gün ışığı, ah!
Tüm bunların sorumlusu sen misin yoksa?

Sen isen eğer… bu kadar kudretli isen… bu kadar vahşi… bu kadar soğukkanlı isen; Bu karalanmış defter sayfalarından kurtarıp; bembeyaz, sonsuz bir boşluğa da koyabilecek misin kalemimi, söyle? Sonsuz boşluğu bana, beni sonsuz boşluğa hediye edebilecek misin, o gün? Kışkırtabilecek miyim en sonunda seni tüm bu yazdıklarımla?

Pek tabiidir ki; ne, küçük bir derenin ,dingin serin akan sularında baş vermiş taş parçalarının üzerinden sekip, ıslanmadan karşı kıyıya ulaşmak gibi kolay olacak tüm bunlar, ne de; ılık yaz akşamlarının rüzgârları ile bir o yana bir bu yana, bir ananın kucağına uyumaya yatmış da masum yavrular gibi; hafif hafif sallanan adını bile bilmediğim ağaçların yaprakları kadar olağan hissedeceğim ben kendimi…

Hayatın, üç kuruşluk ruhlarını kafalarından sıyırıp ayırdığı, kendi kendine adak ettiği kalleşler kadar değerim olmayacak mı yoksa gözünde?

Bir gün durup,
Bir gün dönüp,
"Yaşamın neresinde kalmıştık?" diyebilecek miyim!
Ya da
"Başlamadığım neler var?"
Başlayıp, bitiremediğim… Hayal bile edemediğim.

Peki ya…
O güne dek, tüm bu yabancı vücutların yükünü taşıyabilecek miyim, bu sarsak yüreğimde?

Ah gün ışığı, ah!
Giyinmekten, soyunmaktan, susamaktan usanmış olan beni; o gün geldiğinde yeniden diriltebilecek misin, söylesene?

Kırmızı'yı yeniden kırmızı yapabilecek misin gözümde?
Sıcağı, yeniden sıcak!

Bir ipliğin, bir iğne deliğinden geçirilmesi gibi olağan olabilecek mi tüm bu anlattıklarım, sonunda?
O gün,
O gün; ışıttığında, ışıtmandan yorulmamış bu koca dünyayı. Ben bir parçası olabilecek miyim tüm bu anlattıklarımın. Çocukluk günlerimi, çocukluk hayallerimi, anamın babamın bana olan sevgisini çiğ damlalarınla yeşertip tazeleyebilecek misin, söylesene? Rüzgârınla, kırmızı tülleri uçurabilecek misin, arzularım üstünden? Keskin kılıcınla budayıp durmayı kesecek misin masmavi utançlarımı?

Söylesene!
Bir gün durup,
Bir gün dönüp,
"Yaşamın neresinde kalmıştık?" diyebilecek miyim?
Ya da
"Başlamadığım neler var?"
Başlayıp, bitiremediğim… Hayal bile edemediğim!



Cevapla