Fatma K. Barbarosoğlu / Yeni Şafak / 07.04.2010

Köeş yazılarını ve makaleleri bu bölümümüzde paylaşabilirsiniz...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
dikenüstünde
Süper Yetkili
Süper Yetkili
Mesajlar: 2285
Kayıt: 14 Eyl 2007 [ 07:06 ]

Fatma K. Barbarosoğlu / Yeni Şafak / 07.04.2010

Mesaj gönderen dikenüstünde »

Alkışlar aşkını satılığa çıkarmış işini bilen fakir genç için ha!

Haşmet Babaoğlu; fakir ve onurlu gencin kayboluşuna dair yazmış olan Hasan Bülent Kahraman'ın yazısına atıfta bulunarak, fakir ve onurlu gençlerin hâlâ var olduğuna dikkat çekti. Bütün kalbimle katılıyorum, Haşmet Babaoğlu'nun satırlarına.

Hasan Bülent Kahraman, para için aşkından vazgeçen reklam kahramanını olumlu bir örnek olarak değerlendirerek reklam üzerinden şu sonuca varıyor: "...Gerçeklikten uzak, çok ileri, aşırı, sıkı ve tabii gerçek ötesi bir ahlak anlayışına dayalı, hayatın, iyiler ve kötüler şeklinde, tıpkı filmlerin kendileri gibi ak ve kara olarak ayrıldığı bir anlayıştan çok daha gerçekçi bir zemine ulaştık. Bana göre basit, ilkel, içe kapalı, cemaatçi bir ahlak anlayışından çıkıyoruz. Erginleşiyoruz."

"Kapalı cemaatçi ahlâk anlayışından" çıkıp ne yapıyoruz? Seküler kodların ördüğü tüketim ahlakı ile şekillenmiş yeni bir "ahlâk" anlayışına giriyoruz, reklamların dili üzeriden.

Hasan Bülent Kahraman, cemaatçi ahlâk anlayışı ile İslamî ahlâk anlayışını kastediyorsa, bu anlayışın önce Tanzimat romanları sonra da Yeşilçam filmleri üzerinden temsil edilen şablonist bakış açısı ile bir alakasının olmadığını söylemek durumundayız. Bu şablonist bakış bize Batılılaşma'nın armağanı. Çünkü gerek Peygamber Efendimiz'in 'Hadis-i Şerif'lerinde gerekse tasavvufi anlayışta, insanlar siyah ve beyaz olarak görülmezler. Tam tersine siyahın içindeki beyaz, beyazın içindeki siyahlık üzerinde durulur ince ince.

Mesela halk arasında kötü kadın diye bilinen bir kadından bahsederken, Efendimiz, o kadının kavurucu yaz sıcağında ayağından ayakkabısını çıkararak bir köpeğe su verdiğini, bunun için cennetlik olduğunu anlatır. Aynı şekilde gece gündüz ibadet ile meşgul olan bir kadının, kedisinin açlıktan ölmesine sebep olduğu için cehennemlik olduğunu anlatır. Hadislerin anlattığı bu kıssalar ve "her geceyi Kadir, her karşına çıkanı Hızır bil" düstûru, kişiyi zamana ve öteki insanlara karşı duyarlı kılar.

Fakir ve onurlu gençler var. Ne ki, ne edebiyatımız ne de reklam dilimiz bu gençleri görmüyor. Hadi onlar görmüyor. Biz görüyor muyuz?

Görmek derken neyi kastediyorum? Sabahtan akşama kadar helal para kazanmak için üç kuruşluk işinin başını sabır ve umut ile bekleyenleri görüyor musunuz mesela? Görüp alış-veriş ediyor musunuz? Takdir ediyor musunuz? Takdirinizi kalbinizin derinlerinde içinizi yaka yaka bir duaya dönüştürebiliyor musunuz?

Ülkelerin zenginliği zengin bireylerin sayısı ile hesap edilmeye başlandığından beri, zenginler birey, fakirler kurtulunması gereken bir yığın olarak görülüyor.

Modern öncesi dünyada bütün kültürlerde fakirler sevimli gösterilirdi. İslam ahlakında fakirler bilhassa "değerli" kabul edilmiştir.

Tasavvuf kitaplarında fakirlik bir bahis olarak vardır mesela.

Fakirin en önemli özelliği dünyaya meyletmeyişidir: "Dünyaya rağbet etmemek fakirin vasfı ve hükmüdür. Eğer dünyaya rağbet etmesi zaruri ise bunun kifayet miktarını (asgariyi) geçmemesi gerekir."

Modern zamanlarda tüketim kodları üzerinden şekillenen anlayış ise ekonominin tüketime ayarlı hızını düşürdüğü için, fakirleri gözlerden uzak tutmak ister.

Fakirleri... Yeterince tüketme kapasitesi olmayan yaşlıları...

İnsanlar sadece tüketebilme kabiliyetleri oranında kentin bir parçası olabilirler.

Çok mu nostaljik geldi yazdığım satırlar?

Reklamların dili üzerinden başladığımız bu yazıya reklamların dili üzerinden devam edelim. Bir sigorta reklamı var ekranlarda. 1924 Erzurum-Pasinler depreminde yıkıntılar arasında oturan yaşlı bir adam. Devlet heyeti Mustafa Kemal önderliğinde köyü ziyaret ediyor. Yaşlı adam ile konuşuyor Mustafa Kemal. "Yaralarınız sarılacaktır" diyor. Yaşlı adam Çanakkale'den arta kalan bir onur ile dimdik ayakta.

Çok mu nostaljik geldi satırlarım!?

Rüyada ne görülmez, şarkıda ne söylenmez sözüne bir bahis de siz ekleyip, "Reklam bu, her duyguya yer var" mı diyorsunuz? "Bu kadar da saf olmayınız" diye mi eşlik ediyorsunuz harflerin gövdesine yüklemeye çalıştığım duygularıma?

Peki!

Ben bu reklamın gerçek hayattaki çehresini gördüm. Birkaç gün önce üstelik.

Ankara'da yaşlı bir teyze... Biyolojik yaşı 104, lakin zihin yaşı ve yüzünün çizgileri en fazla 70. Yaşadığı yer tam da fakirliğin resmi. Bir göz oda. Duvarları dökülüyor. İki ayak parmağı kesilmiş. Yatağın içinde şikâyetsiz yatıyor. Kendisini ziyaret edenleri ayaklarındaki ıstırap ile değil yüzünde tebessüm, dilinde şiirlerle, dualarla karşılıyor. Başucunda iki şey asılı. Biri Mushaf, diğeri Çanakkale Gazisi eşi Hüseyin Gülsaçan'ın gençlik fotoğrafı.

Boğazından yara almış merhum Hüseyin Gülsaçan. Ölümünü beklerken, kendisini tedavi eden doktor "Uzun yaşayacaksın, çok hayrın olacak bu vatana" demiş. Uzun yaşamış. Tam 114 yıl. Devletin gazi maaşını reddetmiş: "Ben vatanım için savaştım. Bedelini Ahret'te almak isterim."

104 yaşındaki Emine teyze de reddediyor devletin yardımını. Tıpkı sigorta reklamındaki yaşlı amca gibi.

Reklamların "birey"ini boş verin.

Hayatımızdaki "insan" ı görüyor muyuz ondan haber verin!

Diyorsunuz ki Çanakkale kuşağı tamam. Asıl sen bu günden haber ver. Bu gün var mı böyle örnekler. Var! Sütün doldu. Sözüm söz! Size fakir ama onurlu,fakir ama haram lokmadan korkan müminlerin hikayelerini anlatmaya devam edeceğim.



LİNKİ GÖREBİLMEK İÇİN LÜTFEN KAYIT OL VEYA GİRİŞ YAP!



Cevapla