Bilmeden Konuşmak / Ahmet Kurucan / Zaman / 01.07.2010

Köeş yazılarını ve makaleleri bu bölümümüzde paylaşabilirsiniz...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
dikenüstünde
Süper Yetkili
Süper Yetkili
Mesajlar: 2285
Kayıt: 14 Eyl 2007 [ 07:06 ]

Bilmeden Konuşmak / Ahmet Kurucan / Zaman / 01.07.2010

Mesaj gönderen dikenüstünde »

Bilmeden konuşmak

Sağlam temel üzerine oturmayan bilgi, bilgi değildir. Böylesi bilgilerle konuşan herkes kaybetmeye mahkûm olduğu gibi, kendisine kulak asan herkesin kaybetmesine de vesile olur.
Çocukluğumuzda dede ve ninelerimizin şuursuz ilaç kullanımından kaynaklanan kayıplarını düşündüğümde yukarıda söylediğim tespitlerin hakikatine bir kez daha inanıyorum. 'Sırtım ağrıyordu, şu ilacı kullandım iyi geldi, al sen de kullan' ile başlayan hastalık tedavi süreçleri önü alınmaz ve zaman zaman ölümle neticelenen nice vak'aların başlangıç noktasını teşkil etmiştir.

Akl-ı selim şunu emrediyor: Bilgin olmayan meselelerde konuşmayacaksın. Hele konuşulan alan, din gibi insanın hem dünya hem de ukbasını alakadar eden bir saha ise çok daha dikkatli olmak şarttır ve elzemdir. Kur'an, "Bilmediğin şeyin ardına düşme" ayetiyle bunu bize emrediyor. Te'vil ve tefsir istemeyen, sarih bir beyan bu. O zaman Kur'an emrediyor diye namaz kılan, zekât veren, oruç tutan, hacca giden Müslüman, yine aynı mantıkla, Kur'an emrediyor diye bilmediği meselelerde konuşmamalıdır.

Konuşursa ne olur? Başta ifade ettik; dünyada da ukbada da hem kendisi hem de kendisini dinleyenler kaybeder. Dünyevi kayıp meydanda; ahiret için ise Kur'an aynı ayetin devamında şunu söyler: "Çünkü kulak, göz, kalp var ya, bunların hepsi konusunda sorguya çekileceksiniz." (17/36)

Kimsenin rencide olmasını istemediğim için bire bir dile getirmediğim mevzu aslında muhtevadan anlaşılıyor. Ama anlaşılmama ihtimaline binaen bir cümle ile ifade edeyim; üzerinde durduğumuz mevzu, din ekseninde çoklarının kendisini müftü addedip sağda-solda ahkâm kesmesi. Bu kısa ve zaruri açıklamadan sonra başa dönelim ve din ekseninde bilgi nedir diye soralım?

Bu manada bilgi, kendisi üretmemiş olsa dahi, konuşan, sorulan, açıkçası fetva veren insanın kabullendiği görüş, kanaat ve hüküm demektir. Bu hükümler ise en genel tasnife göre ya okuduğu, duyduğu bir bilgiye, ya habere, ya gözleme ve tecrübeye ya da tasdikini Kur'an ve sünnetten alması gereken akla dayanır. Eğer dile getirilen bu görüşler başkasının görüşü ise, bir başka tabirle konuşan şahıs sadece nakledici pozisyonda ise nakilde sıhhat şartı aranır. Yani sözün yetkili şahsa ait olduğunun isbatı şarttır. Kur'an şöyle buyurur: "Size fasık bir adam haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın."(49/17)

Eğer, şahıs kendisine özgü bir görüş ileri sürüyorsa, o zaman da delil istenir kendinden. Çünkü bir görüş ileri sürme, son tahlilde bir iddia, bir tez ortaya koymak demektir.

O halde karşımızda iki yol var; bir üçüncüsü yok. Nakilde sıhhat ya da iddiada delil. Dile getirdiği görüşlerini bu ikisi ile temellendirmeyen insanların ahkâm kesmesinin doğru olduğunu söylemek çok zor. Bu önemli ve son tahlilde herkesin ferdan ferda vereceği bu kararı, akıl, mantık, muhakeme ve vicdan terazisinde tartarak vermesi en büyük dileğimizdir. Bu hem şahsın kendi hem de muhatap aldığı şahıs ve gruplar için hayati derecede öneme sahip bir karar olacaktır.

Efendimiz'in bir hadisi ile bitirelim. Başka söze ihtiyaç bırakmayacak ölçüde, sanki bugünlerimizi görmüş de söylemiş diyebileceğimiz tarzda bir hadis bu. Buyururlar ki Allah Rasulü (sas): "Allah size ilmi verdikten sonra zorla geri almaz. Ancak sizden ilmi; alimlerin ölümüyle söküp alır. Hiçbir âlim kalmayınca insanlar da cahil kimseleri, idarecileri (rüesa) olarak seçerler. Bunlara bir şey sorulduğunda, ilim sahibi olmadıkları halde cevap verirler; böylece hem kendileri sapıtırlar hem de insanları saptırırlar." (Buhari, İlim, 100)



Cevapla