Tevbelerinin Kabulü Ayetle Bildirildi!

Ayet ve Hadislerimizi buradan paylaşabilirsiniz...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
dikenüstünde
Süper Yetkili
Süper Yetkili
Mesajlar: 2285
Kayıt: 14 Eyl 2007 [ 07:06 ]

Tevbelerinin Kabulü Ayetle Bildirildi!

Mesaj gönderen dikenüstünde »

Kâ'b bin Malik radiyallahu anh'dan:


"Tebuk harbi hariç, Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'in çıktığı savaşların hiç­birinden geri kalmadım. Gerçi Bedir harbin­de de bulunmadım. Ancak ALLAH Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem Bedir'de bulunma­yanların hiçbirini kınamadı. Zira o, (savaş­mak için değil) Kureyş kervanının yolunu kesmek için çıkmıştı. Nihayet ALLAH onlarla

düşmanlarını beklenmedik bir anda karşı karşıya getirivermişti.

İslâm üzere andlaştığımızda Akabe gece­sinde onunla beraberdim. Halk Bedir savaşı­nı Akabe biatmdan çok anmakta ise de ben akabe'de hazır bulunmayı, Bedir'de hazır bu­lunmaya değişmem, Tebuk'da bulunmama­mın sebebi ise yoksulluğum değildir. Ben hiçbir zaman o günkü kadar güçlü ve zengin olmamıştım.

Çünkü ben iki deveyi ancak o harpte bir araya getirebildim. ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, bir savaşa niyet ettiği zaman kapalı ifadeler kullanarak asıl hedefini belli etmezdi. Fakat bu savaşta öyle yapmadı. Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, sıcak bir mevsimde, uzak bir yerde, kalabalık bir ordu ile karşılaşmak için savaşa çıkacaktı.

Bu durumu müslümanlara açıkladı ve tam manâsıyla savaş için hazırlanmalarını emretti. Herkes elinden geldiğince hazırlandı. Müslü­manlar ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem'in etrafında bayağı bir kalabalık ordu ha­line gelmişti. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Hakkında bir vahiy iner korkusuyla kimse o harbe katılmamazhk ede­medi. Tam meyvelerin olduğu, gölgelerin ço­ğaldığı bir mevsime rastlamıştı o savaş. Ben de meyvelere ve gölgelere vurgundum. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem müslü-manlarla beraber yola hazırlanırken, ben de yanlarına varıyordum; fakat hiçbir hazırlık yapmadan geri dönüyordum.

İçimden 'Ben de bu harbe istersem katıla­bilirim' diyordum. Fakat bir türlü karar vere-miyordum. Böyle kararsızlık içinde kıvranıp dururken iş, ciddiye bindi, ALLAH Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem yanındaki müslüman-larla beraber tam olarak hazırlandı. Ben daha hiç bir şey yapmamış, en ufak bir hazırlıkta bulunmamıştım.

O hal içinde düşünüp dururken, ALLAH Re­sulü sallallahu aleyhi ve sellem beraberinde-

kilerle yola çıktı. Varıp onlara yetişmek iste­dim fakat heyhat! Keşke gidip yetişebüsey-dim! Ne yazık ki bu, bana mukadder ve mü­yesser olmadı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in harbe çıkışından sonra, geride kalan münafık damgalı, ya da harpten affedilen mazur kim­selerle durmanın, onları görmenin cidden be­ni üzeceğini anladım.

Öte yandan ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk'e varıncaya kadar beni anmamış.

Tebuk'ta halkın arasında otururken, demiş ki; 'Hani Kâ'b bin Mâlik nerede? Neden katıl-tnadı?' Selemeoğullanndan bir adam şöyle de­miş: 'Ey ALLAH'ın Resulü! Onu galiba iki hır­kası ile ve o iki çalımlı bakışı alıkoymuştur.'

Ona Muâz bin Cebel şöyle müdahale et­miş: 'Ne kötü konuştun! Ey ALLAH'ın Resulü! Vallahi biz o adamı iyi bir insan olarak tanıyo­ruz.' Bunun üzerine ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem sükût buyurmuş. ALLAH Resu­lü sallallahu aleyhi ve sellem böyle dururken aniden uzakta üstü başı bembeyaz olmuş bir adam görünmüş ve ona: 'Galiba sen Ebû Hay-seme'sin' buyurmuş. Evet hakikaten de o, Ebû Hayseme el-Ensarî imiş. Münafıkların dil ile sataştıkları, sefer hazırlığı sırasında bir sa' hur­mayı tasadduk eden kişi olan Ebû Hayseme.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Te-buk'ten dönüşünü duyunca, beni bir hüzün aldı.

Onun öfkesinden kurtulmak için ne yalan uydurayım diye düşünüp durdum. Ailemden aklı erenlere danışmak istedim. Fakat ne ya­parsam onun elinden kurtulamayacağımı, ya­lanlarımın bir fayda vermeyeceğini anlayınca, böyle bir düşünceden vazgeçtim. Doğrusunu söylemeye karar verdim.

Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in geldiğini haber aldım. O sallallahu aleyhi ve sellem, seferinden döndüğü zaman önce Mescid'e girip iki rek'at namaz kılardı. Sonra oturup insanlarla konuşurdu. Nitekim

bu defada öyle yaptı, insanlarla konuşurken, harbe katılmayanla!' gelip binbir yeminle on­dan Özür dilemeğe başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idiler. Onların özürlerini kabul etti, biatlarını aldı ve onlar için ALLAH'tan bağışlan­ma diledi. İçyüzlerini de ALLAH'a havale etti. Ben gelip selâm verdim, selâmımı kızmış bir halde tebessüm ederek aldı. Sonra "Gel yanı­ma!" dedi; yürüyerek varıp önünde oturdum. Sordu:

'Neden geride kaldın? Sen (Akabe'de) bi­at etmek suretiyle itaat etmeyi yüklenmiş değil miydin?' Cevap verdim:

'Ey ALLAH'ın Resulü! Eğer ben senden başkasmın önünde otursaydım, bin bir yalan uydurarak ve yemin ederek suçumdan kurtu­lurdum. Kendi kendimle çok mücadele ver­dim. Lâkin anladım ki eğer sana bugün yalan söylersem, mutlaka ALLAH sana, bana gazap edeceği bir şey bildirecektir. Doğrusunu söy­lersem, bu defa bana darılıp güceneceksin. Onun için ALLAH'ın affını dilerim, bugün be-

yan edecek makul bir özrüm yoktur. Harbe katılmadığım zaman durumum çok iyi idi, hatla ondan önce durumum o kadar iyi değil­di. Fakat o gün imkânlanm ve hâli vaktim ga­yet yerindeydi.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'İş­te bu, doğru söyledi. Haydi kalk, ALLAH hak­kında hüküm verinceye dek bekle!'

Selemeoğullarından bazıları yerlerinden fırlayıp başıma üşüştüler ve dediler ki: 'Vallahi bugüne kadar hiç suç işlediğini bilmedik ve görmedik. Diğerleri gibi bir özür beyan edemez miydin? Onlar gibi konuşmaktan aciz miydin?

ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in senin için istiğfarda bulunması güna­hının affma yeterdi.'

Benimle o kadar ısrarlı konuştular ki ner-deyse geri dönüp ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e yalan söyleyecektim. Son­ra onlara şöyle dedim:

'Benim gibi harbe katılmayan kimse oldu mu?'

'Evet; iki adamın başına aynı şey geldi. Onlar da senin dediğin gibi dediler. Onlara da sana söylenildiği gibi söylendi.'

'Peki kimdir onlar?'

'Mürâre bin er-Rebî' ile Hilâl bin Ümeyye el-VâkıfP deyip bana Bedir savaşına iştirak etmiş olan iki salih kişiyi zikrettiler. Onlar ör­nek insanlardı. Onların isimlerini duyunca ge­ri dönüp Özür beyan etmekten vazgeçtim. Derken ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem kendisiyle savaşa katılmayanlardan sade­ce üçümüzle konuşmaktan insanları menetti. Herkes bizden uzaklaştı. Kimseden bir güler yüz görmedik, yeryüzü bana dar gelmeye baş­ladı, nereye gideceğimi, kime baş vuracağımı bilemez hale geldim. Tam elli gün böyle kal­dık. Ama o iki arkadaşım evden dışarı çıkma-dılar, devamlı olarak ağladılar. Ben ise onla­rın en genç ve en güçlüsü idim, dışarıya çıkı­yor, insanlarla buluşuyor, namazlara katılıyor, sokaklarda dolaşıyordum, lâkin kimse benim­le konuşmuyordu.

Namazdan sonra yerinde oturmakta olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e varıp selâm veriyordum. İçimden: 'Selâmımı alarak dudaklarım kıpırdatacak mı?' diyordum.

ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'in yakınında namaz kılıyordum, bana ba­kıp bakmayacak mı diye onu gözlüyordum; namaza durduğum zaman bana bakıyordu. Yüz yüze geldiğimizde benden yüz çeviriyor­du. İnsanların ve ALLAH Resulü sallallahu aley­hi ve sellem'in bu tavrı bana çok ağır gelmiş, artık dayanamaz olmuştum. Nihayet gidip çok sevdiğim amcazadem Ebû Katâde'nin bostanına girip selâm verdim, (selâmımı) al­madı. Ona şöyle dedim:

'Ey Ebû Katâde! ALLAH aşkına söyle, Al­lah'ı ve Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'i sevdiğimi biliyorsun değil mi?' dedim, fakat sustu cevap vermedi. Tekrar ona and verdim,

gene sustu. Döndüm, yine and verdim. Bu de­fa şöyle dedi: 'ALLAH ve Resulü bilir.' Bunu duyunca gözlerim dolu dolu oldu. Dönüp du­varı tırmanarak dışarıya çıktım.

(Bir gün) Medine pazarında öyle üzgün üzgün dolaşırken, Medine'ye bir yiyecek sat­maya gelmiş Şam ahalisinden bir Nabatî adam:

'Bana Ka'b bin Mâlik'i gösterecek kimse yok mudur?' diye seslenmiş, halk da beni gös­termiş; adam gelip bana Gassan kralından bir mektup getirip verdi.

Okur yazardım. Açıp mektubu okudum, meklub aynen şöyleydi:

'Duyduğuma göre arkadaşın Muhammed sana cefa ediyormuş, sığınacak yer mi yok, kalk bana gel! Ülkemde kal, rahat edersin.' Bunu duyunca dert ve belâm bir kat daha art­tı. Hemen o mektubu fırına atıp yaktım. Ara­dan tam kırkgün geçmiş ve ben hakkımda vahyin geleceğini bekliyordum. Baktım ki Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in gön­derdiği bir adam bana geliyor. Dedi ki: 'ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem karını uzaklaştırmanı sana emrediyor.' Dedim ki: 'Boşayayım mı? Ne yapayım!' 'Boşama, sa­dece ondan uzak dur!' dedi. O İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş.

Bunun üzerine hanımıma: 'Haydi babanın evine git, ALLAH bu hususta hükmünü verince­ye kadar orada kal!' dedim.

Derken Hilâl'in karısı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellenı'e gelip dedi ki: 'Hilâl perişan bir durumdadır, hizmetçisi de yoktur, benim ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün?'

'Hayır, lâkin sana yaklaşmasın' buyurdu.

'Vallahi onun yaklaşacak bir durumu yok, çok bitkin bir halde. Vallahi bu hadise başına geldiği günden beri ağlıyor.' Ailemden biri bana dedi ki: 'ALLAH Resulü sallallahu aleyhi

ve sellem'den hanımına, sana hizmet etmesi için izin vermesini isleyebilirsin. Zira Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem Hilâl'İn hanımına, ona hizmet etmesi için izin vermiş­tir.' Ben de şöyle dedim: 'Bu hususta ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den izin îs-leyemcm, izin istediğim zaman ne diyeceğimi de bilemem; sonra ben gencim, kendi işimi kendim görürüm.'

On gün daha aradan geçti; böylece bize konuşma yasağı konulmasından bu yana tam elli gün tamamlanmış oldu. Ellinci günün sa­bahında, sabah namazını evlerimizin birinin üstünde kıldım.

ALLAH'ın da hakkımızda zikrettiği gibi (Tevbe, 117-119) yeryüzü bize dar gelmiş bir hal üzere otururken, avazının çıktığı kadar yüksek sesle bağıran Sela' dağı üzerine biri­nin çıkmış şöyle dediğini duydum: 'Ey Kâ'b bin Mâlik, müjde!'

Hemen şükür secdesine kapandım. Bu sı­kıntıdan artık kurtulduğumu anlamıştım. ALLAH Resulü sallallalıu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdığında, Allalı'm bizi affettiği­ni halka ilan etmiştir. Herkes bize müjde ver­mek için koşuşmuş. İki arkadaşıma da müjde­ciler gitmiş. Bana Eslem'li birisi atını dörtnal koşturup gelerek ve dağın tepesinden, attan daha hızlı giden bîr sesle 'Müjde ey Kâ'b bin Mâlik!' diye bağıran bir adam gelmiş.

Bana bu müjdeyi veren kişi gelince, se­vinçten elbiselerimi çıkarıp müjde olarak ona verdim. Kendim başka bir yerden ödünç elbi­se alıp giydim, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i ziyaret etmek amacıyla yola ko­yuldum. Yolda insanlar beni fevc fevc karşıla­dılar. Hepsi beni kutladı, 'Ne mutlu sana Al­lah senin tevbeni kabul edip yaılığadı' dedi­ler. Nihayet Mescid'e girdik. Baktım ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafını halk çevirmiş. Hemen Talha bin Ubeydullah yerinden fırladı, gelip benimle musafaha edip, beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden, ondan başka hiç kimse (benim için) ayağa

kalkmadı. —Kâ'b, Talha'nın bu inceliğini hiç unutmazdı—

ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e selâm verdiğimde yüzü sevinçten panldıyordu. Şöyle buyurdu: 'Annen seni doğurduğu günden bugüne kadar karşılaşmadığın bir ha­beri sana müjdeliyorum.' Dedim ki:

'Bu ALLAH'tan mı, yoksa senden mi ey Al­lah'ın Resulü?'

'ALLAH'tan' dedi.

ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bir şeye sevindiği zaman, mübarek yüzü Ay parçası gibi parıldardı. Biz (sevincini) bundan anlardık. Önünde oturunca, dedim ki:

'Ey ALLAH'ın Resulü! ALLAH'ın beni bağış­lamasından ötürü tüm malımı ALLAH yolunda bağışlayayım mı?'

'Bir kısmını yanında alıkoy. Bu senin için daha iyi olur' buyurdu.

Dedim kî: 'Öyleyse Hayber'de elde etti­ğim malımı tutayım.' Sonra şöyle dedim: 'Ey ALLAH'ın Resulü! ALLAH benî doğru söylediğim için kurtardı. Öyleyse sağ olduğum müddetçe doğruluktan ayrılmayacağıma ALLAH'a söz ve­riyorum. Doğru sözlerinden dolayı ALLAH'ın hiç kimseyi benim kadar (doğru konuştuğum için) ödüllendirdiğini bilmiyorum. Vallahi Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e söy­lediğim günden bu yana hiçbir yalana teves­sül etmedim. Çok ve ama çok mutluyum. Bu­günden sonra da ALLAH'ın beni ölünceye dek yalandan korumasını dilerim.'

Bunun üzerine ALLAH şu âyetleri inzal bu­yurdu:

"Andolsun ALLAH, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir.

Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece ALLAH’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz ALLAH, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.

Ey iman edenler, ALLAH'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun."(Tevbe, 117-119)

ALLAH'ın beni İslâm'a hidayet ettiği gün­den beri bu kadar büyük bir nimete ve mutlu­luğa nail olmamıştım. Hele ALLAH Resulü sal-lallahu aleyhi ve sellem'e karşı doğru dav­ranmamın semeresini elde etmem yok mu, bana bambaşka mutluluk vermiştir. Çünkü ben de ötekiler gibi yalan söyleseydim onla­rın âkibetine uğrayacaktım, onlar gibi helak olup gidecektim; zira ALLAH onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

'Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için ALLAH'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının kar­şılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile Al­lah, yolundan çıkmış kimselerden razı olmaz,' (Tevbe, 95-96)

İşte biz üç kişi yemin ettiklerinde ALLAH Resulünün yeminlerini kabul ettiği kişilerden değildik; ALLAH Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de onların biatlerini kabul edip onlar için istiğfar etti. Fakat bizim işimizi ALLAH'a havale etti. ALLAH'ın hükmüne bıraktı. ALLAH da 'geri kalmış üç kişi' kavl-i şerifinde belir­tildiği gibi bizi affetti. Bizi yalan yere yemin edenlerden ayırdı, bizim harpten geri kalma­mızdan söz etmedi. Buna karşılık Peygambe­rimizin bizi o yemin edenlerden, özürlerini kabul ettiği kimselerden ayırıp geri erteleme­si ve ALLAH'ın hükmünü hakkımızda bekleme­sinden söz etti."

-Diğer rivayet:

"Benim en önem verip kaygılandığım şey; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den önce Ölüp de onun benim namazımı kılmama­sı ya da, ALLAH Resulü sailallahu aleyhi ve sel-lem'in ben böyle perişan halimdeyken ölme­si. Çünkü şu anda benimle hiç kimse ne konu-

şuyor, ne selâm veriyor ve ne de bana kimse dua ediyor.

Ben böyle düşünüp dururken, gecenin an­cak üçte biri kaldığı zaman, Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem, benim işimle ilgilenen çok iyi bir kadın olan Ümmü Seleme 'nin ya-nındayken ALLAH levbemizi kabul edip bizi af­fettiğine dair âyeti indirdi. Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: 'Kâ'b af­fedildi.' Ümmü Seleme dedi ki: 'Hemen ona haber salıp müjde vereyim mi?' Şöyle buyurdu:

'Şimdi bunu yaparsan, insanlar başına üşüşür, sizi rahat bırakmaz ve gecenin kalan kısmındaki uykunuzdan olursunuz'."

-Diğer rivayet:

"Kâ'b, yahut Ebû Lübâbe ya da ALLAH'ın dilediği (başka) kimse şöyle dedi:

'Benim tevbem ancak, günah işlediğim kavmimin yurdunu terk etmem, yahut da tüm malımı sadaka olarak dağıtmamdır' (dediğim­de) şöyle buyurdu:

'Malının üçte birini sadaka olarak dağıt­man sana yeter'."

[Mâlik hariç, altı hadis imamı.]



Cevapla