Dağlarca Ölmüş Kimin Umurunda!

En güncel haberler burada....
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Veda
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 3335
Kayıt: 11 May 2008 [ 19:04 ]

Dağlarca Ölmüş Kimin Umurunda!

Mesaj gönderen Veda »




Dağlarca Ölmüş Kimin Umurunda!

ALİ ÇOLAK

Şu meslekte bir hülyam vardı: Bir gün, bu sayfaya, '100 yaşında bir Türk şairi!' başlığını atabilmek... Türkçe'nin çağımızdaki en büyük şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın yüz yaşını görmesini ne çok istemiştim.

90'ından sonra her yeni yaşına girdiğinde, az kaldı, diyordum, dayan Dağlarca! Hülyam yıkıldı, 'Çocuk ve Allah' şairi, 94'ünde dünya defterini kapatıp gitti.

Bir hayalim daha vardı. Onun ölüm haberini gazetelerin manşetinde görebilmek... Mümkün olmadı. Başka bir ülkede, Dağlarca gibi bir şairin ölümü, bütün gazetelere manşet olurdu. Perşembe günü Türk gazetelerine baktım, birinci sayfalarda, şu beylik 'çınar...' sözcüğüyle, küçücük bir yer edinebilmişti. Çok önemli (!) bir haber vardı çünkü. Paşa öfkelenmiş ve manşetler ona ayrılmıştı.

Can Bahadır Yüce, Washington'dan yakınıyordu: "İnternetteki hiçbir haber sitesinde, hiçbir haberi atlamayan Guardian'da, NY Times'ta vs. bile Dağlarca'dan tek satır haber yok. Türk şiirinin dünyadaki yeri bu demek ki!.." Ne kadar hüzün verici değil mi? Peki, kendi ülkesinde, 'ses bayrağım' dediği kendi dilinde saygı görmeyen, yüceltilmeyen bir şair, başka ülkelerde nasıl önemsenecekti?

Dağlarca öldüğünde yer yerinden oynar sanırdım. Yanılmışım, kimse umursamadı. Televizyon kanalları klişe cümlelerle duyurup geçti. İki üç gazete dışında tam sayfa ayıran olmadı. Şairler, yazarlar Frankfurt Kitap Fuarı'ndaydı ve sorulunca, alışılagelmiş cümleler söylediler onun için. Etrafıma baktım, kimsenin aldırdığı yoktu. Dağlarca ölmüştü ve hayat her zamanki işleyişinde akıp gidiyordu. Duyarsızlık, insanın kederini koyulaştırıyor...

Uzun, upuzun yaşamanın cilvesi miydi bu? O, galiba yaşarken unutturmuştu kendini. Çoğu sıradan insan, hatta kimi edebiyat öğretmenleri bile çoktan ölüp gittiğini sanıyordu. Öyle ya, yaşıtı sayılacak şair ve yazarlar dünyadan göçeli neredeyse yarım asır olmuştu! Son yıllarda aldığı ödüller ve yeni yayımlanan kitapları vesilesiyle ortalıkta görününce yaşadığı fark edilmişti. Oysa Dağlarca, Kadıköy'de 'gizli mabed'i andıran evinde bir şiir adası kurmuş ve orada, o görkemli yalnızlığında, biricik gıdası şiir olan esatiri bir varlık gibi yaşayıp gidiyordu. Evet, gıdası şiirdi; çünkü o şiirden başka meslek ve başka ifade biçimi bilmiyordu. Konuşurken de şiir söyleyebilen tek şairdi belki de. Bizim sözcüklerimizle konuşmuyordu o, kendi gezegeninden seçip getirdiği sözcükleri vardı. Söyleşilerinde ettiği sözler, insanı ürpertecek kadar dolu, canlı ve dokunaklıydı. Bir fâni bunları nasıl söyler, diye hayretlenirdiniz.

Dağlarca artık yok! Eti kemiği sözcüklerden, dizelerden mürekkep o esatiri şiir yaratığı adasını terk etti.

Şimdi onun şiiri üstüne konuşmak, yazmak anlamsız geliyor bana. Ölümlerden sonra en çok hatıralardan söz açılıyor. Böylesi iyi geliyor insana. Bir gün, 'Dağlarca' soyadını nasıl bulduğunu anlatmıştı. Kışlaya emir gelmiş, akşama kadar herkesin bir soyadı bulması istenmiş. Fazıl Hüsnü, şaire yaraşır bir sözcüğün peşine düşmüş. Dağlara çıkıp yitiğini arar gibi gezinmiş, ağaçlarla, derelerle söyleşmiş. Bağırıp sesinin yankısını dinlemiş. Ve akşama doğru bulmuş: Dağlarca... Dilinde o dolu, o çağıltılı sözcükle koşarak inmiş tepelerden. Boyuna tekrarlıyormuş: Dağlarca, Dağlarca!.. Türk dilinde bulunmuş en güzel soyadıydı onunki. Soyadı en görkemli şairdi o.

Stefan Zweig, Rilke'nin ölümü üstüne kaleme aldığı bir yazıda şöyle diyordu: "Bütün bu üzüntü sırasında tek avuntumuz, bizler onunla yaşadık, diyebilmek..." Şükür ki bizler de Dağlarca ile yaşadık; onunla aynı çağda, aynı şehirde... Bunlar yeter avunmak için. Şimdi biz de Zweig'ın Rilke'ye söylediği övgülerle selamlayalım Dağlarca'yı: 'Şan ve şeref olsun, Fazıl Hüsnü Dağlarca, erişilmez o aşk uğruna dilin hiç bitmeyen katedralinde çalışmış olan taş ustasına... Şan ve şeref olsun Türk dilinde hep kalacak olan o mısraların ve tüm eserlerin için...'

Pazartesi günü Kadıköy'den sonsuzluğa uğurlayacağız onu. Ölümünde yaşanmayan, cenazesinde olur mu dersiniz? Gönül öyle istiyor. Dilinde ondan bir dize kalanlar, şairler, sanatçılar, öğrenciler, öğretmenler, işçiler, askerler, ev kadınları, gençler, çocuklar, illa ki çocuklar akıp gelsin. Bir insan seli büyüsün caddelerde. Balkonlardan, pencerelerden karanfiller yağsın üstüne, beyaz güller... Omuzlarda bir kuğu gibi gezinsin şairin tabutu. Sonra dualara karışan dizeler arasında, Kadıköy'den sonsuzluğa doğru süzülüp gitsin Dağlarca.





Cevapla