..:: Bilimin Tarihçesi ::..

Bilim&Teknik ile ilgili aradıklarınız....
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Uyus
Ayrıcalıklı Üye
Ayrıcalıklı Üye
Mesajlar: 1029
Kayıt: 15 Eyl 2007 [ 10:09 ]

..:: Bilimin Tarihçesi ::..

Mesaj gönderen Uyus »


- Bilim Nedir?


sözlükte bilim söyle tanımlanıyor:

Bilim: "Evrenin ye da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi."

"Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi."

"Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir ereğe yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci."

Bilim ile uğrasan bir kişinin bu tanımları yeterli bulmayacağını söylemeye gerek yoktur. Bu nedenle, bilimin eksiksiz bir tanımını yapmaya kalkışmak yerine, onu açıklamaya çalışmak daha doğru olacaktır.

İnsan doğaya egemen olmak ister!

Derler ki insanoğlu varoluşundan beri doğayı bilmek, doğaya egemen olmak istemiştir. Bu nedenle, insan varoluşundan beri doğayla savaşmaktadır. Son zamanlarda, bu görüsün tersi ortaya atılmıştır: İnsan doğayla barış içinde yasama çabası içindedir.Bence bu iki görüş birbirlerine denktir. Bazı politikacıların dediği gibi, sürekli barış için, sürekli savaşa hazır olmak gerekir.

Gök gürlemesi, simsek çakması, Ay’ın ye da Güneş’in tutulması, hastalıklar, afetler, vb. doğa olayları bazen onun merakini çekmiş, bazen onu korkutmuştur.

Öte yandan, bu olgu, insani, doğa korkusunu yenmeye ve merakini gidermeye zorlamıştır. Korkuyu yenebilmenin ye da meraki gidermenin tek yolunun, onu yaratan doğa olayını bilmek ve ona egemen olmak olduğunu, insan, önünde sonunda anlamıştır. Peki, insanoğlunun doğayla giriştiği amansız savasın tek nedeni bu mudursa Başka bir deyişle, bilimi yaratan güdü, insanoğlunun gereksinimleri midir?

Elbette korku ve merakin yanında başka nedenler de vardır. İnsanin (toplumun) egemen olma isteği, beğenilme isteği, daha rahat yasama isteği, üstün olma isteği vb. nedenler bilgi üretimini sağlayan başka etmenler arasında sayılabilir. İnsanin korkusu, meraki ve istekleri hiç bitmeden sürüp gidecektir. Öyleyse, insanin doğayla savası (barışma çabası) ve dolayısıyla bilgi üretimi de durmaksızın sürecektir.

ilim neyle uğraşır

Bilimin asil uğrası alanı doğa olaylarıdır. Burada doğa olaylarını en genel kapsamıyla algılıyoruz. Yalnızca fiziksel olguları değil, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb. bilgi alanlarının hepsi doğa olaylarıdır. Özetle, insanla ve çevresiyle ilgili olan her olgu bir doğa olayıdır. İnsanoğlu, bu olguları bilmek ve kendi yararına yönlendirmek için varoluşundan beri tükenmez bir tutkuyla ve sabırla uğraşmaktadır.

Başka canlıların yapamadığını varsaydığımız bu isi, insanoğlu aklıyla yapmaktadır.

Bilimin gücü

Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte, çağdaş bilimin dört önemli niteliği oluşmuştur: çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma.simdi bunları kısaca açıklamaya çalısalım.

çeşitlilik: Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ye da kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, irk, ülke tanımaz. Böyle olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sinir konulamaz. Hatta, bu konular sayılamaz, sınıflandırılamaz.

Süreklilik: Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Krallar, imparatorlar ve hatta dinler yasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi hiç durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır.

Yenilik: Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim alanları ortaya çıkmaktadır. dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ye da var olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği kanıtlanan yeni bilgiler eklenir.

ayıklanma: Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes tarafından denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur.

Bilimsel Bilginin Özellikleri

* Bilim olgusaldır. Olgusal olmak demek bilimin gözlenebilir olgulara dayanması demektir.
* Bilim mantıksaldır. araştırma sonuçlarının kendi içerisinde tutarlı olması gerekir.
* Bilim genelleyicidir. Bilim tek tek olgularla değil olgu türleriyle uğraşır.
* Bilim nesneldir (Objektif). Bilimsel bilgi, bireyin kişisel görüsünden bağımsızdır.
* Bilim eleştiricidir.

Bilimin Değeri

Bilim, doğal ve sosyal gerçekliğin daha iyi anlaşılmasını ve belirli ölçüde de olsa denetlenmesini sağlar. Toplumun itici gücünü, üretim biçimini ve gelişmesini belirler. Bir toplumun bilim düzeyi, onun geri, az gelişmiş ye da gelişmiş olduğunun ölçütüdür.

Bilim üç bakımdan değerlidir:

1. Bilimin her şeyden pratik bir değeri vardır. Başka bir deyişle bilim bize hem bireysel ve hem de toplumsal yaşantımızda, teknoloji yoluyla büyük yararlar sağlar. Bilim sayesinde teknoloji üreten insan, dünyadaki yaşantısının süresini uzatabilir, temel problemlerini çözebilir, yaşamını niteliksel olarak ve manevi bakımdan geliştirilebilir. Bilim bundan dolayı, bir toplumun itici gücüdür. Toplumun üretim tarzını ve itici gücünü belirler.

2. Entelektüel değeri vardır. Yani bilim insanin bilme isteğini, merakini tatmin eder. İnsana evreni anlama olanağı sağlar. İnsan bilim sayesinde doğal ve toplumsal gerçekliği anlayabilir.

3. Ahlaki değeri vardır. Buna göre bilim insana belirli bir dünya görüsü oluşturma, belli ilkelere göre düşünme, dünyaya bilimin sağladığı verilere göre bakma olanağı verir. Yani bilim insanlara bilimsel bir zihniyet kazandırır. Bilimsel zihniyet ise, insanlara dürüst ve tarafsız olmayı, karşılaşılan problemleri sabırlı, ayrıntılı ve uzak görüşlü bir biçimde ele almayı öğretir ki bunlar ahlak ve erdemin en önemli özellikleri arasındadır.

Bilimsel zihniyetin, insanların daha erdemli ve yüksek ahlaklı olmalarını sağlayacağını düşünmek bos bir hayal değildir. Yasan sahip olabileceği bilimsel zihniyet yoluyla hem kişisel yasayışını ve hem de toplumsal yasayışını düzenleyebilir; insan bu sayede, içinde yasadığı toplum için çalışmayı öğrenebilir.

Bilim Tarihi Nedir?

Bilim tarihi kısaca bilimin doğuş ve gelişme öyküsüdür. Amacı nesnel bilginin ortaya çıkma, yayılma ve kullanılma koşullarını incelemektir.
Bilim çoğu kez sanıldığı gibi ilk defa ne Rönesans’tan sonra, ne de Bati dünyasında ortaya çıkmıştır. Bilim; insanlığın kafa ürünüdür. Kökleri ilkel toplumların yaş¤¤¤¤¤ kadar uzanır.

Bilimsel yöntem

Amacı evreni anlamak ve açıklamak olan bilimin, bu amaca ulaşmak için izlediği yola bilimsel yöntem adi verilir. Bilimsel yöntem, bilim adamlarının ortaklasa olarak kullandıkları belirleme ve açıklama yollarını kapsayan bir süreçtir.


A. Çin'de Bilim

Çin Uygarlığında bilimsel faaliyetin başlangıcı M.Ö. 2500'lere kadar götürülebilir. Zaman zaman sınırları Hindiçini de içine alan, zaman zaman ise sadece Sarı Irmak civarında ufak bir devlet seklinde görülen Çin, ilk insan kalıntılarının (Sinantropus Pekinensis) bulunduğu yerlerden biridir. Çin uygarlığı, genellikle, kapalı bir uygarlık olarak nitelendirilmiştir. Ancak Türklerle ve Hintlilerle yakın ilişki içinde oldukları bilinmektedir. Bu etkileşim sonucunda Türklerin kullandıkları On İki Hayvanlı Türk Takvimi'ni benimsemişlerdir. Hint uygarlığından ise, özellikle matematik konusunda etkilendikleri bilinmektedir. On ikinci yüzyıldan itibaren yapılan seyahatler sonucunda, matbaa ve barut gibi teknik buluşlar, Avrupa'ya Çin'den götürülmüstür.

Çin'de kullanılan sayi sistemi on tabanlıdır. Ayrıca, işlem yapmalarını kolaylaştıran, abaküs ve çarpım cetveli gibi bazı basit aletler de kullanmışlardır. Diğer uygarlıklardan farklı olarak Çin'de daha çok aritmetik ve cebir bilimleri gelişme göstermiş ve hatta geometri problemleri bile bu iki disiplinden yararlanılarak çözülmeye çalışılmıştır.

Çin astronomisi, diğer uygarlıklardan bazı temel farklılıklar gösterir; takvim hesaplamalarında, diğer uygarlıkların Güneş veya Ay’ı esas almalarına karşın, Çin uygarlığında yıldızlar esas alınmıştır ve diğer sistemlerde yıllık hesaplamalar kullanılırken, burada günlük hesaplamalar kullanılmıştır. Ayrıca Çinlilerin, temel koordinat düzlemi olarak ekliktik düzlemi yerine ekvator düzlemini benimsedikleri görülmektedir. Çin astronomisi, bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, bir yıldız astronomisidir ve gözle görülebilen yıldızların yanında, kuyruklu yıldızlar ve kutup yıldızı hakkında ayrıntılı bilgiler içermektedir. Teknik açıdan da devrine nispetle oldukça gelişmiş bir düzeyde bulunan Çin astronomisinde, Galilei'den önce Güneş lekeleri konusunda bilgi verildiği görülmektedir (M.Ö. I. yüzyıl). Ayrıca astronomi metinlerinde, meteor ve meteoritler ile nova ve süpernovalar hakkında kayıtlara da rastlanmaktadır.

Çin tıbbi, evren, doğa ve insan arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu anlayışına dayanır. Çinli düşünürler, evrenin sürekli bir oluşum içinde olduğuna inanırlar; onlara göre, bu sürekli devinim daima bir başlangıça dönüşü içerir. Evrensel sistemin bir parçası olan insan, ikilem gösteren yine ve yang ilkesinin (iyilik ve kötülük, hastalık ve sağlık gibi) etkisi altındadır. Geleneksel Çin tıbbının tedavi şekillerinden olan masaj ve akupunktur yöntemleri günümüzde de kullanılmaktadır.

B. Hindistan'da Bilim

Hindistan'daki bilimsel etkinliklerin başlangıcını M.Ö. 5000'lere kadar geriye götürmek mümkündür; ancak bilim gibi düzenli bir bilgi topluluğunun oluşumu için yaklaşık M.Ö. 2500'leri beklemek gerekmiştir. Erken dönemlere ilişkin bilgileri Vedik metinlerden ve nispeten daha geç tarihli olan Siddhantalardan edinmek olanaklıdır.

Hindistan'da kullanılan sayi sistemi, on tabanlı (yani desimal) olup, erken tarihlerden itibaren konumsal rakamlandırma yönteminin benimsendiği görülmektedir. Sıfırı ilk defa Hintli matematikçiler kullanmıştır. sayı sistemindeki bu erken tarihli gelişme, aritmetiğin gelişim hızını büyük ölçüde etkilemiştir.

Daha sonra Pythagorasçilara mal edilecek olan Pythagoras Teoremi'nin çözümü ile ilgili erken çözüm örneklerine Hintlilerin geometrik metinlerinde rastlamak mümkündür.

Cebir alanında birinci ve ikinci derece denklem çözümleriyle ilgilenmişler ve trigonometri alanında ise, sinüs ve kosinüs fonksiyonlarını kullanmışlardır.
Daha sonra Hintlilerin aritmetik, cebir ve trigonometri konusundaki bilgileri Sanskrit dilinden Arapça'ya yapılan çeviriler yoluyla İslâm Dünyası’na aktarılacak ve buradaki bilimsel uyanışta önemli bir rol oynayacaktır; on ikinci yüzyıldan itibaren Arapça'dan Latince'ye yapılan çeviriler sonucunda ise, Hıristiyan Dünyası bu bilgilerle tanışacaktır.

Hintlilerin evreni Yer merkezlidir ve astronomiden söz eden metinlerde Ay ve Güneş’in hareketleri ve tutulmaları, Yer, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ün hareketleri, Yer ve Güneş’in birbirlerine uzaklıkları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. M. S. besinci ve on ikinci yüzyıllar arasında konuyla ilgili yapmış oldukları çalışmalarda ise, trigonometrik oranları da dikkate almak suretiyle, Güneş-Yer, Ay-Yer uzaklıklarını, Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin konumlarını ve dolanım periyotlarını hesaplamaya çalışmışlar ve bunlarla ilgili sayısal değerleri içeren eserler bırakmışlardır. Bunlardan Aryabhata adındaki bir astronom ilk defa Yer'in kendi etrafındaki hareketinden söz etmiştir.

Hint tıbbi, başlangıcından itibaren Hint felsefesi ve kozmolojisiyle iç içe gelişmiştir. Onlara göre, canlı varlıklar evrenin küçük bir modelidir ve doğadaki diğer varlıklar gibi, toprak, su, hava, ateş ve eterden meydana gelmiştir. M.Ö. üçüncü yüzyıldan itibaren gelişen tıpla ilgili sistemler konuya yeni bakış açıları getirmiştir. Bunlardan Yoga Okulu, sağlıklı olabilmek için beden disiplinin yani sıra, zihin disiplinini de şart koşarken, yine ayni dönemlerde ortaya atılan bir başka görüş, beden yapısının temelde kimyasal esaslara dayandığını, dolayısıyla tedavinin de ayni esaslara dayanması gerektiği tezini savunmuştur.

Hint uygarlığındaki bilimsel uğraşlar, bilimin gelişimi üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu etki ilk dönemlerde tacirlerin, seyyahların ve askerlerin yardımlarıyla gerçekleşirken, daha sonraki dönemlerde, doğrudan doğruya bilginler ve çevirmenler yoluyla gerçekleşmiştir.

C. Orta Asya'da Bilim

Orta Asya bilim tarihi M.Ö. 8000'lere ve hattâ çok daha eskilere kadar götürülmektedir. Arkeologlar tarafından bugün de sürdürülmekte olan kazılarda, tas devrinden kalma çanak ve çömleklere, çakmak tasından ve tastan yapılmış topuz veya kargı biçimindeki silahlara, buğday ve arpa yetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanmıştır.

Daha sonra, demir kullanılıncaya kadar geçen süre içinde hayvanlar evcilleştirilmiş, bakir ve kursundan çeşitli eşyalar yapılmıştır. İlk defa alaşım olarak bronzu kullanan Türklerdir

Demir devrinden sonra, iklim koşullarının bozulması nedeniyle, Türklerin güneye doğru göç ettikleri görülmektedir. Orta Asya'da atı evcilleştirmişler ve M.Ö. 2800 yılı sıralarında arabayı icat etmişlerdir.

Türkler, evrenin bir kubbe biçiminde olduğunu düşünüyorlardı. Bu kubbe, altın veya demirden bir kazık, yani Kutup yıldızı çevresinde, muntazam bir hızla dönüyordu. Burçları taşıdığı düşünülen ekliktik çarkı ise buna dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu düzen, Yeryüzü'ne de yansımıştı. Kutup Yıldızı’nın tam altında, Yeryüzü'nün yöneticisi olan hakanın oturduğu kent bulunuyor ve Ordug adi verilen bu kentin planı da göksel düzeni yansıtıyordu. Merkezde kesişen iki ana yol vardır. Nasıl gök, kutup yıldızının çevresinde dönüyorsa, toplumdaki isler de hükümdarın çevresinde döner.

Bilinen ilk Türk yazılı anıtı Göktürk devleti (552-745) döneminden kalma Orhun Yazıtları’dır. Göktürkler On İki Hayvanlı Türk Takvimi'ni kullanmışlardır. Takvimde her yıla bir hayvanin adi verilmiştir. Bunlar sıçan, öküz, kaplan, tavsan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek ve domuzdur. On iki yıl süren her devreden sonra ayni adları taşıyan ikinci bir devre baslar. Devreyi teşkil eden hayvanlar devrederken ait oldukları yılların özelliklerini de belirliyordu. Bir gün on iki eşit kısma ayrılır ve her birine "çağ" denirdi. Yani bir çağ iki saate karşılık geliyordu. Bu çağlara da yine on iki hayvanin adi veriliyordu. Gün gece yarısı, yıl da ilkbahar başlangıcı ile baslardı. Dört mevsim vardı. yıl, altmış günlük altı haftaya ayrılmıştı. Bu on iki hayvanlı takvim daha sonra, on üçüncü yüzyılda da kullanılmıştır.


D. Mısır’da Bilim

Nil nehri civarında gelişen Mısır uygarlığı M.Ö. 2700 yıllarından itibaren matematik, astronomi ve tip konularındaki etkinliklerle parlamıştır. Mısırlılar matematiklerinde, kullandıkları on tabanlı hiyeroglif rakamlarıyla, sayıları sembollerle ifade etme safhasına ulaşmışlardır. Bu rakamlarla çeşitli matematik işlemlerini yapabilmişler ve cebir işlemlerine çok benzeyen ve diğer uygarlıklarda da görülen "aha hesabi" adli bir hesaplama yöntemi geliştirmişlerdir. Bu hesaplamada "yanlış yoluyla çözüm" tekniği kullanılmıştır. Geometrilerinde ise alan ve hacim hesapları yapıyorlardı. Mimari alanında Mısırlılardan kalan eserler arasında en önemli yeri piramitler tutar; onlar birer mimari harikasıdır. Mısırlılar gökyüzü olaylarını dinî açıdan yorumlamışlardı. Gök cisimlerini tanrı olarak kabul etmişler ve gök yüzündeki olayların da tanrıların faaliyetleri olduğuna inanmışlardı; yani astronomileri dinî öğelerle iç içe idi. Takvimleri Güneş takvimi idi ve yıl uzunluğu 365 gün olarak kabul ediliyordu. Günümüzde kullanılan takvimin temelinde Mısır takvimi yer alır. Günün 24 saate bölünme geleneğini de Mısırlılara borçluyuz.

E. Mezopotamya'da Bilim

Dicle ve Fırat deltası, Asya, Afrika ve Avrupa arasında köprü vazifesi gören bir kavsak bölge olarak büyük bir uygarlığın gelişmesine çok elverişli bir yerdi. Burada gelişen Mezopotamya uygarlığının başlangıcı M.Ö. 3000 yıllarından öncesine gider. Bu uygarlığı Sümerliler, Akadlilar ve Babilliler ortaya koymustur. Bilimsel faaliyetler olarak daha çok zaman ölçme, alan hesaplama, sulama kanallarını organize etme, değiş-tokuş gibi günlük yasamın gereklerine uygulanan astronomi ve matematik bilgileri ile karşılaşılır.

Modern astronominin temelinde Mezopotamya astronomisi bulunur. Onlar mitolojiye ve dinî inançlara dayanan astronomiden laik ve matematiksel astronomiye gedmeyi başarabilmişlerdir. Evrenin, Yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluştuğuna inanıyorlardı. Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerini ve on iki takım yıldızını tanıyorlardı. Söz konusu beş gezegenin tutulma düzlemi yakınında dolaştığını saptamışlardı. Ay yılına dayanan takvimleri daha sonraki dinî takvimlere ve İslâm Dünyası’ndaki hicrî takvime temel oluşturmuştur. Günü 12 saate, saati 60 dakikaya, dakikayı da 60 saniyeye bölmüşlerdi. Güneş, Ay ve beş gezegene bağlı olarak bir hafta 7 gün olarak kabul edilmiş, ve bu 7 günlük hafta Romalılar vasıtasıyla Avrupa'ya geçmiş ve oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Ay ve Güneş tutulması tahminlerini yapabilecek düzeyde astronomi bilgisine sahiptiler.

Mezopotamyalılar cebimin kurucusudurlar. gelişmiş bir rakam sistemine sahip olmaları cebir konusunu da ilerletmelerine yol açmıştır. Birinci ve ikinci derece denklemlerini belirli gruplar halinde sınıflamışlar ve her grup için ayrı çözüm formülleri vermişlerdir. Geometrileri analitik idi. Yani, geometri problemlerinin çözümü genellikle cebir yoluyla ele alınmaktaydı. Thales Teoremi'ni dik üçgenler için bulmuş, ve kullanmışlardır. Pythagoras Teoremi'ni de biliyor ve kullanıyorlardı. Daireyi 360 dereceye bölen de Mezopotamyalılardır.

F. Anadolu'da Bilim

Coğrafi konumu çeşitli bölgelerle bir köprü niteliğinde olan Anadolu yarımadasından ilk uygarlıkların tarihi M.Ö. 8000'lere kadar götürülmekte olup, bu uygarlığın bugünkü Aksaray ili civarında olduğu belirlenmektedir. Daha geç tarihli olanlar arasında ise Hitit, Urartu, Firik ve Lidya uygarlıkları sayılabilir.

Hititlerin Mezopotamya kökenli "sekel" ve "mina" adli ağırlık birimlerini kullandıkları, en çok bakır ve tunçtan eşyalar yaptıkları, çivi yazısı ve hiyeroglif yazı olmak üzere iki çeşit yazıları oldukları bilinmektedir.

Van gölü civarında gelişen Urartu uygarlığında ise çivi yazısı ve resim yazısı kullanılmış, yapmış oldukları kapların üzerine, onların hacimlerini yazmışlardır.

En önemli merkezleri Gordion ve Midas olan Firigya uygarlığının Fenike alfabesinin Batı’ya yayılmasında önemli rolü olmuştur. Ayrıca, Kybele adi verilen ana tanrıça kültü de bu uygarlıktan Yunanlılara geçmiştir. Bakir-kalay alaşımı olan tunçtan eşyalar yapmışlar, bazı müzik aletlerini icat etmişler (simbal, flüt gibi), kilim dokumuşlardır. Kilim için kullandıkları "tapetes" adi bugün Fransizcada "tapis" biçimini almıştır.

Bati Anadolu'daki Lidya uygarlığının en büyük basarisi ise parayı icat etmiş olmasıdır. Böylece o dönemin ekonomik hayatında büyük gelişme sağlanmış, modern ekonominin temelleri atılmıştır.



Kullanıcı avatarı
Uyus
Ayrıcalıklı Üye
Ayrıcalıklı Üye
Mesajlar: 1029
Kayıt: 15 Eyl 2007 [ 10:09 ]

Mesaj gönderen Uyus »


YUNANLILAR DONEMINDE BILIM


Yunan Dönemi iki kisma ayrilmaktadir. M.Ö. sekizinci yüzyildan Büyük Iskender'in ölümüne (M.Ö. 323) kadar geçen dönem Hellenik Çag ve Romalilarin, Ptolemaios Kralligi'na son verdikleri M.Ö. 30 yilina kadar geçen dönem ise Hellenistik Çag olarak adlandirilmaktadirlar.

Bu dönemde bilim ve felsefe alanlarinda büyük bir atilim gerçeklestirilmis ve Yunan bilginleri ve düsünürleri evren, dünya ve dünyanin üzerinde bulunan canli ve cansiz varliklara iliskin bilgi üretmeye baslamislardir.

A. Hellenik Çag'da Bilim

Bu dönemde doga bilimleri büyük bir gelisme göstermis ve özellikle Aristoteles ve onun yolundan giden Aristotelesçiler bitkilere ve hayvanlara iliskin bilimsel ve yari-bilimsel bilgileri derleyerek botanik ve zooloji alanlarin temellerini atmislardir.

a. Doga ve Bilgi Felsefesi

Bu dönemde önce Varlik Sorunu, daha sonra Bilgi Sorunu gündeme gelmistir. Varlik Sorunuyla ilgilenen Thales, Anaximandros, Anaximenes ve Herakleitos gibi düsünürler, bütün varliklari olusturan ve Arkhe adi verilen Ilk Temel Öge'yi aramislar, Bilgi Sorunu'yla ilgilenen Platon ve Aristoteles gibi düsünürler ise dogru bilginin yapisi ve yöntemi üzerinde çalismislardir.

Bu dönemi önceki dönemlerden ayiran en önemli özellik, dogal varliklarin ve olgularin doga-üstü nedenlerle degil, dogal nedenlerle açiklanmasidir.

* Aristoteles

Aristoteles döneminde politik yapi degismis ve Yunan Dünyasi yavas yavas Makedonyalilarin hakimiyetine girmeye baslamistir.
Makedonya Kralligi'nin güçlenmeye basladigi bu dönemde yasayan Aristoteles, Ege Denizi'nin kuzeyinde bulunan Stageria'da dogmustur (M.Ö. 384-322). O dönemde, Stageria'da Iyon kültürü egemendir ve Makedonyalilarin buralari istila etmeleri bile bu durumu degistirmemistir. Bu nedenle Aristoteles'e bir Iyonya filozofu denilebilir.

Aristoteles'in matematik bilgisi arastirmalarina yeterli olacak düzeydeydi; bilimleri matematik, fizik ve metafizik olarak üç bölüme ayirirken, Platon gibi, matematige - yani aritmetik, geometri, astronomi ve müzik bilimlerine - bir öncelik tanimisti; ancak uygulamali matematikle ilgilenmiyordu. "Esit seylerden esit seyler çikarilirsa, kalanlar esittir." veya "Bir sey ayni anda hem var hem de yok olamaz (üçüncü durumun olanaksizligi ilkesi)" gibi aksiyomlarin bütün bilimler için ortak oldugunu, postülalarin ise sadece belirli bir bilimin kurulusunda görev yaptigini söyleyerek, aksiyom ile postüla arasindaki farkliliga isaret etmisti. Aristoteles'in, süreklilik ve sonsuzluk hakkinda yapmis oldugu temkinli tartismalar, matematik tarihi açisindan oldukça önemlidir. Sonsuzlugun gerçek olarak degil, gizil olarak varoldugunu kabul etmistir.

Aristoteles, astronomiye iliskin görüslerini Fizik ve Metafizik adli yapitlarinda açiklamistir; bunun nedeni, astronomi ile fizigi birbirinden ayirmanin olanaksiz oldugunu düsünmesidir. Aristoteles'e göre, küre en mükemmel biçim oldugu için, evren küreseldir ve bir kürenin merkezi oldugu için evren sonludur. Yer evrenin merkezinde bulunur ve bu yüzden, evrenin merkezi ayni zamanda Yer'in de merkezidir. Bir tek evren vardir ve bu evren her yeri doldurur; bu nedenle evren-ötesi veya evren-disi yoktur. Ay, Günes ve gezegenlerin devinimlerini anlamlandirmak için Eudoxos'un ortak merkezli küreler sistemini kabul etmistir.

Acaba Aristoteles bu kürelerin gerçekten varolduguna inaniyor muydu? Elimizde buna iliskin kesin bir kanit bulunmamakla birlikte, geometrik yaklasimi mekanik yaklasima dönüstürmüs olmasi, inandigi yönündeki görüsü güçlendirmektedir. De Caelo'da (Gökler Üzerine) yapmis oldugu en son belirlemelere göre, en dista bulunan Yildizlar Küresi, yani evreni harekete getiren ilk hareket ettirici, ayni zamanda en yüksek tanridir. Metafizik'te ise, Yildizlar Küresi'nin ötesinde, sevenin sevileni etkiledigi gibi gökyüzü hareketlerini etkileyen, hareketsiz bir hareket ettiricinin bulundugunu söylemistir. Öyleyse Aristoteles, yalnizca gökcisimlerinin tanrisal bir dogaya sahip olduguna inanmakla kalmamakta, onlarin canli varliklar oldugunu da kabul etmektedir. Bu evrenbilimsel kuram, Fârâbî ve Ibn Sinâ gibi Ortaçag Islâm Dünyasi'nin önde gelen filozoflari tarafindan da benimsenecek ve Kuran-i Kerim'de tasvir edilen Tanri ve Evren anlayisiyla uzlastirilmaya çalisilacaktir.

Aristoteles'in olusturdugu bu fizik ve evren görüsü kendisinden sonra az çok degisime ugramissa da uzun yillar egemen olmus ve Galileo'nun yaptigi çalismalarla geçersiz hale getirilmistir.

Aristoteles'ten önce de hayvanlar üzerinde arastirmalar yapan bilginler vardi, ama zoolojinin, yani hayvanlar biliminin kurucusu Aristoteles olmustur. Aristoteles, hayvanlar üzerinde yapmis oldugu gözlemlerden çikarmis oldugu bulgulari, Historia Animalium, (Hayvan Incelemeleri) De Partibus Animalium (Hayanlarin Bölümleri Üzerine) ve De Generatione Animalium (Hayvanlarin Türeyisi Üzerine) adli yapitlarinda toplamistir; bu üç yapit, birbirleriyle baglantilidir; ancak birincisi hayvanlarin tasviri, ikincisi morfolojisi ve üçüncüsü ise üremesi ile ilgilidir.

* Milet Okulu

Yunanlilardaki bilimsel çalismalar, Izmir'in güneyinde, Söke-Milas yolunun batisinda, bugünkü Balat koyunun yakinlarindaki Milet kentinde baslamistir. Gezginler ve tacirler araciligiyla Dünya'nin uygar ülkelerinden tasinan bilgiler ve beceriler burada yeniden islenip degerlendirilmis ve yeni bir kimlige kavusturulmustur.

* Homeros

M.Ö. 8. yüzyilda Izmir yöresinde veya Sakiz adasinda yasadigi sanilan Homeros, Yunan duygu ve düsüncesinin ilk ürünleri olan Ilyada ve Odysseia adli destanlarin derleyicisidir. Troya savasina iliskin söylenceleri toplayan Ilyada'da eski Yunanlilarin gelenek ve görenekleri, dinî ve felsefî inançlari ve Çanakkale yöresinin tarihî cografyasi hakkinda önemli bilgiler vardir. Konusu, kurulusu ve anlatim yöntemleri bakimindan Ilyada'dan farkli olan Odysseia'da ise Troya'nin yikilisindan sonra, yurdu Ithake'ye dönmek üzere yola çikan Akha önderlerinden Odysseus'un on yil süren yolculugu sirasinda basindan geçen olaylar anlatilir. Bu destanda da ayni türden bilgilere rastlamak mümkündür.

MÖ. 4. yüzyilda Atina'da yaziya aktarilan Homeros destanlarindaki dinî anlayis Atinalilar tarafindan aynen benimsenmis ve Ilyada ve Odysseia Yunan egitiminin temeline yerlestirilmistir. Bunlarin Yunan toplumundaki islevi, M.Ö. 4. yüzyilda Platon'un Devlet'inde elestirilinceye degin hiç sorgulanmamistir.

* Parmenides

Ksenofanes'in yetistirmis oldugu ögrencilerin en önemlilerinden birisi Parmenides'ti. Parmenides, görüneni degil, görünenin arkasindakini ariyordu; çünkü gerçek orada saklanmisti. Ona göre, gerçege, gözlem ve deney ile degil, mantiksal düsünmeyle ulasilabilirdi. Bir matematikçi gibi, "yokluk, bos bir mekandir; mutlak bosluktur; yokluk yoktur ama düsünülebilir" diyordu.

Parmenides, evrenin sinirli oldugunu söylüyordu; evren, bütün uzayi doldurur ve küreseldir; degismez ve ölmez. Degisme ve bunun nedeniymis gibi görünen hareket gerçek degildir. Algilarimiz bizi aldatmaktadir.

* Platon

Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yilinda Atina'da dogmus ve iyi bir egitim görmüstür. 20 yasinda Sokrates'le karsilasinca felsefeye yönelmis ve hocasinin ölümüne kadar (M.Ö. 399) sekiz yil boyunca ögrencisi olmustur; hocasi ölünce, diger ögrencilerle birlikte Megara'ya gitmis ama burada uzun süre kalma¤¤¤¤¤ önce Misir'a, oradan da Pythagorasçilarin etkili olduklari Sicilya ve Güney Italya'ya geçmistir. Bir ara korsanlarin eline düsmüs, fidye vererek kurtulduktan sonra, kirk yaslarinda Atina'ya dönmüstür. Atina'da Akademi'yi kurarak dersler vermeye baslayan Platon, M.Ö. 347 yilinda 81 yasindayken ölmüstür.

Platon'un amaci, ögrencilerine bilgi askini asila¤¤¤¤¤, onlari filozof bir yönetici olarak yetistirmektir; bu yüzden ahlak ve siyasete agirlik vermis, ancak bunlari mantik ve matematikle temellendirmeyi ihmal etmemistir.

Platon'a göre, insanlar bir magaranin içinde yasarlar ve yüzleri magara girisinin karsisinda bulunan duvara dönük oldugu için sadece ve sadece buraya düsen gölgeleri görebilirler; duyumlarimiz yoluyla varligindan haberdar oldugumuz bu görünümler, gerçek degil, gerçegin iyiden iyiye bozulmus gölgeleridir; gerçegi görmek isteyen bir kimsenin, akil yoluyla duyusal zincirlerden kurtularak basini magaranin girisine çevirmesi ve orada geçit töreni yapmakta olan idealari, yani görüntülerin olusumunu saglayan gerçek biçimleri seyretmesi gerekir. Bu nedenle bu alemde duyumsadigimiz varliklar birer gölgedir ve asil var olan seyler, bu gölgeler ve bu yanilsamalar degil, onlarin ardindaki ölümsüz idealardir. Mesela bir at ne kadar olaganüstü olursa olsun, zamanla bozulur ve kaybolur; oysa at ideasi ezelî ve ebedîdir, degismez.

Öyleyse, degisim içinde bulunan görüntülerin bilgisini bir yana birakarak, hiçbir zaman degismeyen idealarin bilgisine ulasmak gerekir; felsefenin amaci bu olmalidir; gerçek bir filozof, bu aldatici görünümlerin ardina saklanmis olan mutlak bilgiyi, yani idealarin bilgisini yakalayabilen kisidir. Platon böylece bilginlerin yolunu da çizmis olmaktadir; çünkü Ilkçag ve Ortaçag'da bilim ve felsefe birbirlerinden ayri birer etkinlik olarak görülmemistir.

Yapitlarindan anlasildigi kadariyla, Platon daha çok ahlak ve siyasetle ilgileniyordu. Devlet, Yönetici ve Kanunlar adli kitaplarinda ideal bir devletin nasil olmasi gerektigini sorgulamis ve savundugu görüsler, daha sonra Fârâbî ve Ibn Sinâ gibi Islâm filozoflarinin siyaset anlayislarinin biçimlenmesine büyük katkilarda bulunmustur.

Matematik, Platon'un gözünde çok önemli bir bilimdi; çünkü onunla gerçek bilgiye, yani Tanri Ideasi'na ulasmak olanakliydi; zaten Tanri'nin kendisi de bir matematikçiydi.

Platon'a göre, matematik, gölgeler alemi ile idealar alemi arasinda bir ara alem veya iki alemi birbirine baglayan bir geçittir. Platon Akademi'nin kapisina "Geometri bilmeyen bu kapidan girmesin." diye yazdirmistir. Platon uygulamali matematigi sevmemis ve bu nedenle cetvel ve pergelin disinda bir araç kullanmaya yanasmamistir.

Platon da dogaya Pythagorasçilar gibi bakar ve gerçegin kilidini açacak anahtarin aritmetik ve geometri olduguna inanir. Matematikle ilgili orijinal denebilecek bir çalismasi yoktur; katkilari daha çok felsefîdir. Platon'un matematige iliskin görüsleri ve çalismalari sonucunda, matematik, diger bilimler arasinda seçkin bir konuma yerlesecek ve yüzyillardan beri süregelmekte olan bilimsel egitim ve ögretimin esas ögesini olusturacaktir.

Platon'a göre evren küreseldir ve merkezinde Yer bulunur; Yer, küresel ve hareketsiz bir gökcismidir ve evren, Yer'in de merkezinden geçen eksen çevresinde 24 saatte bir dönüs yapar; Günes, Ay ve gezegenler bu hareketle tasinirlar ama onlarin da kendilerine özgü hareketleri vardir. Iste bu hareketleri yüzünden, gezegenler, ekliptik kusagi üzerinde spiral dolanimlar yaparlar.

Kullanıcı avatarı
Uyus
Ayrıcalıklı Üye
Ayrıcalıklı Üye
Mesajlar: 1029
Kayıt: 15 Eyl 2007 [ 10:09 ]

Mesaj gönderen Uyus »


Gezegenlerin düzgün dolanimlari bir Tanri'nin var oldugunu ilham eder. Nasil bir saatin mekanizmasi ve düzenli isleyisi, onun bir yapicisi ve bir ustasi oldugunu ama bu yaraticinin saatin içinde degil disinda bulundugunu düsündürürse, gezegenlerin dolanimlari da, tipki bunun gibi, gezegenlerin birer tanri olmadiklarini, ancak bu düzenli dolanimlarinin ardinda akilli ve becerikli bir ustanin, yani bir Tanri'nin bulundugunu sezdirir. Bu görüs, sonralari Hiristiyan ve Müslüman filozoflari ve ilahiyatçilari tarafindan Tanri'nin varliginin en önemli kanitlarindan biri olarak kullanilacaktir.

Platon, ideal bir devlet tasarimindan önce, bir toplumun nasil dogdugunu incelemistir; ona göre, toplumlarin olusma nedeni, insanlarin kendi kendilerine yetmemeleridir; kisacasi, insan ancak yardimlasarak yasayabilen bir varliktir; bu durum firinci, tacir, çoban, çiftçi ve mimar gibi çesitli mesleklerin dogmasina ve bu meslek erbabinin yardimlasmasina neden olur.

Fakat insanlar, kendilerinin ve yakinlarinin geleceklerini güven altina almak için, daima gereksinimlerinden fazlasini isterler; daha çok altin, daha çok gümüs ve daha çok fildisi biriktirmeye çalisirlar. Yavas yavas üstünde yasadiklari topraklar kendilerine yetmez olur ve komsularinin topraklarina tecavüz ederler. Savaslar çikar; öyleyse bir de koruyuculara ve bekçilere gereksinim vardir.

Giderek, yurttaslar arasindaki anlasmazliklari giderecek mahkemeler ve hastalari iyilestirecek hastaneler gibi daha karmasik kurumlar belirir; ancak Platon, adaleti mahkemelerde aramaya karsidir. Bu konuda söyle der :

"Insanlarin dogruyla egriyi kendi kendilerine ayiramayip mahkeme ve yargica basvurmalari, adaleti baskalarindan beklemeleri çirkin bir sey degil midir?"

Platon hekimlerle ilgili olarak da bir seyler söyler; bir hekimin görevi, hastalarini en kisa sürede iyilestirmektir, yoksa hasta bedenlerini sürüklemelerine yardimci olmak degildir:

"Iste Asklepios, bu gerçegi biliyordu. Bu nedenle, hekimligi, yalnizca bedenleri saglam olup da geçici bir hastaliga tutulmus insanlar için kullandi."

Sagliksiz bireylere ise, hayat hakki tanimiyordu:

"Hekimler, yurttaslar arasinda bedenleri ve ruhlari iyi olanlara bakmali, böyle olmayanlari ise ölüme terketmelidir."

Platon, halki bir koyun sürüsüne benzetir; yöneticiler bu sürünün çobanlari, koruyucular, yani askerler ise çoban köpekleridir. Öyleyse, insanlari yönetmek aslinda bir sürüyü yönetmekten farkli degildir; Sâmî dinlerinde de bu anlayisa rastlanmaktadir.

Bu kalitsal oligarsiyi koruyabilmek için çözülmelere ve bozulmalara karsi direnmek gerekir. Çözülmelerin ve bozulmalarin baslica nedeni, maddî ve cinsî istahtir. Bu nedenle Cumhuriyet'in seçkinleri, yalnizca serveti degil, fakat ayni zamanda esleri ve çocuklari da toplumsallastirmalidir. Platon'a göre bu ahlaksizlik degildir; çünkü bu yolla herkes birbirine sevgili ve herkes birbirine kardes olacaktir; çocuklar, toplumun çocuklari oldugu için devlet tarafindan yetistirilecek ve kisacasi devlet ile aile özdeslesecektir.

Platon'a göre, zenginlik ve fakirlik, iyi insanlari bozar ve ise yaramaz bir hale getirir; kisacasi bunlar devlete sokulmamasi gereken iki büyük düsmandir. Biri insani sefahate ve atalete sürükler, digeri ise bayagilastirir ve asagilastirir.

Yönetici olacak bir kisinin, öncelikle filozof olmasi gerekir; çünkü filozoflar, idealar alemine yükselmis ve orada dogrunun ve iyinin gerçek örneklerini görmüslerdir. Böylece devletin basinda olanlar, gölgeler için çarpismayacaklar, basa geçmek büyük bir ayricalikmis gibi kim basa geçecek diye birbirlerini yemeyeceklerdir. Platon devletin basina geçeceklere öncelikle matematik ve astronomi bilimlerinin ögretilmesi gerektigini söyler :

* Sokrates

Bütün insanlik tarihinin en saygin kisilerinden birisi olarak taninan Sokrates de aslinda bir sofisttir. Atina'da dogmus (M.Ö. 470) ve iyi bir egitim görmüstür. Babasi, onu kendi mesleginde, yani bir heykeltiras olarak yetistirmek istedigi halde, Sokrates felsefeye ilgi duymustur. Meydanlarda, tiyatrolarda ve yollarda felsefî tartismalarin yapildigi bir ortam içinde böyle bir istek gayet dogaldi. Sokrates, aritmetik, geometri, astronomi ve politikaya iliskin yeterli düzeyde bilgiye sahipti. Çok basit bir yasam sürmüstü. Her ne kadar görüslerinin çok etkili oldugu kabul edilmisse de, hiçbir yapit kaleme almamistir. Onu iki ögrencisi, Platon ve Ksenofanes'in yazdiklarindan tanimaktayiz.

Sokrates diger sofistlerden çok farkliydi. Düzenli bir ögretim yapmiyor ve ögrencilerinden ücret almiyordu. "Kendini bil!" ilkesi dogrultusunda, düsünürlerin bakislarini evrenden insana çevirmisti. Evreni anlamlandirmadan önce kendimizi anlamlandiralim; "Biz kimiz?" bu sorunun yanitini verelim diyordu. Bu nedenle, yalnizca bir tarlayi ölçebilecek düzeydeki geometri bilgisini yeterli buluyor, daha zor matematik problemleriyle ugrasmanin yararsiz olduguna isaret ediyordu. Ona göre, insanlara, pratik ahlak kurallarini ögretmek daha isabetli olacakti. Böylece Sokrates, kuramsal bilim ve uygulamali bilim tartismasini da açmis oluyordu.

Sokrates ilk anlambilimcidir; anlamlari belirlenmemis kavramlarin ve terimlerin kullanilmasinin sakincalarina temas etmistir. Her çesit bilgide, kavramlarin ve terimlerin açik ve seçik bir biçimde tanimlamalarinin yapilmasi gerektigini savunmus olmasi, dolayli yoldan da olsa, bilimin ilerlemesine küçümsenemeyecek ölçüde katkida bulunmustur.

* Thales

Thales M.Ö. 624 yilinda dogmus ve M.Ö. 548 yilinda ölmüstür. Varlikli bir tacirdi. Yunanli yedi bilgeden birisi olarak kabul edilmekteydi.
Ilk Yunan matematikçisi Thales'tir.
Thales'le birlikte geometri ilk defa dedüktif (yani tümdengelimsel) bir bilim dali haline geldi.

Thales astronomiyle de ilgilenmis ve tarih kitaplarina ilk Yunan astronomu olarak geçmistir. Gökyüzündeki yildizlari gözlemlerken bir kuyuya düstügünü herkes bilir. 28 Mayis 585 yilinda gerçeklesen Günes tutulmasini daha önceden tahmin etmis olmasina ragmen, Yer'in bir disk biçiminde oldugunu düsündügünden, Ay ve Günes tutulmalarinin nedenlerini bilmesi olanaksizdi.

Misirlilardan yilin 365 gün oldugunu ögrenmisti. Kuzey yönünün bulunmasinda Küçük Ayi'nin kullanilabilecegini biliyordu ve Yunan gemicilerine Küçük Ayi takim yildizini gözlemleyerek seyahat etmelerini önermisti. Nitekim denizci bir millet olan Fenikeliler de Büyük Ayi'yi kullaniyorlardi.

Thales her seyin aslinin su oldugunu söylüyordu; su, kati, sivi ve gaz olmak üzere üç durumda bulunabilirdi. Suyun olmadigi yerde hayatin da olmayisi, bu maddenin aslî olusunun en güçlü kanitlarindan biriydi. Thales, bu görüsleri ve Homeros'un hikayelerini bir yana birakan gözlemsel düsünceleri nedeniyle bilimin dogusunda önemli bir rol oynamistir.

Aristoteles'e göre, Thales, miknatisin demir tozlarini çekmesi nedeniyle canli olduguna inaniyordu. Nasil bir yorum getirirse getirsin, miknatistan söz eden ilk kisi de Thales'ti.

* Zenon

Bu okulun diger bir temsilcisi de Zenon'dur. Parmenides'le birlikte Atina'yi ziyaret etmistir; orada önemli matematikçilerle karsilasmis olmasi muhtemeldir.

Zenon'a göre, Pythagorasçilara ait olan bir dogrunun noktalardan olustugu görüsü, beraberinde zorunlu olarak sonsuz bölünebilirligi de getirmektedir; ama su paradokslar göz önünde bulundurulacak olursa bunun olanakli bir sey olmadigi hemen anlasilir :

1. Stadyum Paradoksu: Bir noktadan diger bir noktaya ulasmak için, öncelikle bu iki nokta arasindaki mesafenin yarisini geçmek gerekir; ancak bu yeni mesafeyi geçmek için de, önce onun yarisi geçilmelidir ve bu böylece sonsuza kadar sürdürülebilir. Öyleyse, sonsuz sayidaki noktayi, sonlu bir sürede geçmek olanaksizdir.

2. Asil Paradoksu : Yunanlilarin ünlü kosucularindan Asil, bir kaplumbagaya bir miktar avans verdikten sonra kosmaya baslarsa, asla ona yetisemez. Asil'in kaplumbagaya yetisebilmesi için, öncelikle avans olarak vermis oldugu mesafeyi kosmasi gerekir, ama bu süre içinde kaplumbaga bir miktar daha yol almis olacaktir. Asil bu mesafeyi de kostugunda, kaplumbaga biraz daha ilerde bulunacak ve mesafe sonsuz noktalardan olustuguna ve sonsuz sayidaki noktalar sonlu bir sürede geçilemeyecegine göre, Asil hiçbir zaman kaplumbagaya yetisip yarisi kazanamayacaktir.

3. Ok Paradoksu : Yaydan firlayan bir okun hedefe ulasabilmesi için, yayla hedef arasindaki noktalarda tek tek duraklamasi gerekir; bu noktalar sonsuz sayida olduguna göre, ok asla hedefi bulamayacaktir. Öyleyse hareketten ve harekete bagli olarak meydana gelecek olan degismelerden söz etmek olanaksizdir.

b. Matematik

Bu dönemin en önemli matematikçisi Pythagoras'tir. Dik üçgenlere iliskin teoremiyle taninan Pythagoras, varliklari ve varliklar arasindaki iliskileri sayilarla ve sayilara karsilik gelen çizgilerle açiklama egiliminde oldugu için, aritmetik ve geometri bilimleri büyük bir önem kazanmistir.

Ayrica bir açinin üç esit parçaya bölünmesi, bir küpün iki kati hacmindeki bir küpün bir kenarinin uzunlugunun bulunmasi ve bir dairenin alanina esit olan bir karenin bir kenarinin uzunlugunun bulunmasi gibi üç geometrik problem üzerindeki çalismalar da geometrinin gelisimini büyük ölçüde etkilemistir.

c. Astronomi

Bu dönemde gezegenlerin ve yildizlarin gökyüzündeki konumlarini ve devimlerini anlamlandirmaya yönelik göksel kuramlari olusturulmus ve özellikle Eudoxos'un kurgulamis oldugu Ortak Merkezli Küreler Kurami sonraki dönemlerde çok etkili olmustur.

d. Cografya

Yunanlilar Akdeniz kiyilarinda yeni koloniler kurmuslar ve bu koloniler arasindaki ticarî ve askerî seferler sirasinda Avrupa, Asya ve Afrika'nin Akdeniz kiyilarini yakindan tanimislardi.

Herodotos ve Surlu Marinos'un yapitlari fizikî cografyanin, beserî cografyanin ve matematiksel cografyanin gelismesinde etkili olmustur.

e. Tip

Bu dönemde insan bedeninin yapisi da Yunan düsünürlerinin ilgisini çekmis, saglik ve hastalik durumlarinin açiklanabilmesi için yari-bilimsel kuramlar gelistirilmistir. Sonraki çaglari en çok ekleyen Koslu Hipokrates bu dönemde yetismistir.

f. Teknik

Bu dönemde yeni yapi teknolojileri gelistirilmis ve özellikle kent planlamasi sorunuyla ilgilenilmistir.

Kullanıcı avatarı
Uyus
Ayrıcalıklı Üye
Ayrıcalıklı Üye
Mesajlar: 1029
Kayıt: 15 Eyl 2007 [ 10:09 ]

Mesaj gönderen Uyus »


B. Hellenistik Çag'da Bilim

Hellen birligini saglayan Makedonyali Philip'in öldürülmesinden sonra yerine geçen oglu Büyük Iskender, MÖ.334-323 yillari arasinda bilinen Dünya'nin büyük bir kismini fethederek Avrupa'dan Hindistan'a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmustu. Büyük Iskender'in askerî seferleri, siyasî yönden oldugu kadar kültürel yönden de çok önemli sonuçlar dogurmustur; çünkü bu seferler sonucunda, Yunan uygarligi, Uzak Dogu'ya kadar yayilmis ve bu bölgedeki Misir, Mezopotamya, Iran ve Hint uygarliklariyla karisarak ve kaynasarak, yeni bir uygarligi, yani Hellenistik uygarligi olusturmustur.

Büyük Iskender, 323 yilinin Haziran ayinda Babil'de ölünce, kurmus oldugu Dünya Imparatorlugu generalleri arasinda paylasilmistir. Misir valisi Makedonyali Ptolemaios burada kralligini ilan etmis ve M.Ö. 30 yilina kadar Misir'a hakim olacak Ptolemaios sülalesini yönetime getirmistir. Hellenistik dönem uygarligini yaratanlar Ptolemaios ailesi olacaktir. Ptolemaios kralligi yöre halkinin din ve kültürüne saygi göstermis, onlarla siki iliskiler kurmustu. Hellen kültürü ile Dogu kültürleri arasindaki etkilesim daha çok dinî ve edebî konularda gerçeklesmis, bilimsel konular ise genellikle Yunanlilarin hakimiyeti altinda kalmistir.
Bu dönemde matematik, astronomi, fizik, biyoloji ve cografya gibi alanlarin bagimsiz bir disiplin olarak temelleri atilmistir.

a. Doga ve Bilgi Felsefesi

Bu dönemde Plotinos, Platon ve Aristoteles sistemlerini uzlastiran yeni bir sistem gelistirmistir. Sonradan Yahudi, Hiristiyan ve Islam inanç önermeleriyle beslenen ve "Bir" olarak adlandirilan Mutlak Varlik'in asama asama açilimi ile bütün varliklar aleminin olustugunu savunan bu sistem düsünce tarihinde oldukça etkili olmustur.

b. Matematik

Eukleides Elementler adli yapitinda tanim, aksiyom ve postüla çerçevesinde kendisinden önceki geometri bilgisini derlemis ve Tümdengelimsel Yöntemi kullanmistir. Böylece geometriye gerçek anlamda kanitlama düsüncesini getirmistir. Pergeli Apollonius ise Koni Kesitleri adli yapitinda daire, elips, koni, parabol ve hiperbolü geometrik olarak tanimlamistir.

c. Astronomi

Bu dönemde Aristarkhos Günes Merkezli Evren Kurami'ni, Hipparkos ise Yer Merkezli Evren Kurami'ni gelistirmislerdir. Gözlem ve matematiksel yöntemin birlesmesi, Hellenistik Çag astronomisinin en belirgin özelligidir.

* Aritarkus

Aristarkus’un (M.Ö. 310-230) “Ay ve Günes’in Büyüklükleri ve Uzakliklari” adli yapiti astronomi problemlerini üstün geometri bilgisiyle çözmeye çalistigi bir eserdir. Ay’in tutuldugu ve yarim ay oldugu siralarda yaptigi gözlemlerden Günes’in çapinin Dünya’nin 7 kati oldugu sonucunu çikarmisti. Bu rakam yanlis olmakla birlikte Günes’in Dünya’dan daha büyük oldugunu göstermesi bakimindan önemlidir.

Aristarkus Günesin sabit oldugu ve dünyanin günes çevresinde çembersel bir yörünge izleyerek döndügü iddiasini da ortaya atar. Bu görüs zamanina göre oldukça ilerde bir görüstür.

d. Fizik

Bu dönemde Archimedes statik ve hidrostatik alanlarinda yapmis oldugu çalismalar sonucunda matematiksel fizigin temellerini atmistir.

e. Biyoloji

Aristoteles'in ögrencisi olan ve onun ölümünden sonra Lise'nin basina geçen Teophrastos botanige iliskin Bitkilerin Tarihi Üzerine ve Bitkilerin Nedenleri Üzerine adli yapitlariyla bu bilimin temellerini atmistir. Herophilos ise insan ve hayvan bedenlerini karsilastirmali olarak incelemistir.

f. Herophilos

Iskenderiye Okulu'nun ilk biyologlarindan olan Herophilos'un (M.Ö.280) hayvan ve insan vücudunu karsilastirmali olarak inceledigi söylenmektedir. Bu amaçla insan vücudunda disseksiyon yapmistir. Beyni sinir sisteminin merkezi olarak gören Herophilos'a göre, zekâ da burada bulunmaktadir.

Onun kullanmis oldugu anatomi terimlerinden bazilari bugün bile kullanilmaktadir. Mesela beynin arka tarafinda ana venlerin karsilastigi yere torcular demistir ki bu terim Herophilos torculari biçiminde bugün de geçmektedir. Herophilos, anatomi alaninda yapmis oldugu arastirmalar nedeniyle, anatominin babasi olarak taninmistir.

g. Cografya

Yeryüzünün çevresini ölçülmesine iliskin çalismalarin bu dönemde yogunlastigi ve Eratostenes ile Posidonios'un bu amaçla ölçüm yöntemleri gelistirdikleri görülmektedir.

* Archimedes

Archimedes hem bir fizikçi, hem bir matematikçi, hem de bir filozoftur. Archimedes'in mekanik alaninda yapmis oldugu buluslar arasinda bilesik makaralar, sonsuz vidalar, hidrolik vidalar ve yakan aynalar sayilabilir. Bunlara iliskin eserler vermemis, ancak matematigin geometri alanina, fizigin statik ve hidrostatik alanlarina önemli katkilarda bulunan pek çok eser birakmistir.

Archimedes'in en parlak matematik basarilarindan biri, egri yüzeylerin alanlarini bulmak için bazi yöntemler gelistirmesidir. Bir parabol kesmesini dörtgenlestirirken sonsuz küçükler hesabina yaklasmistir. Sonsuz küçükler hesabi, bir alana tasavvur edilebilecek en küçük parçadan daha da küçük bir parçayi matematiksel olarak ekleyebilmektir. Bu hesabin çok büyük bir tarihî degeri vardir. Sonradan modern matematigin gelismesinin temelini olusturmus, Newton ve Leibniz'in buldugu diferansiyel ve entegral hesap için iyi bir temel olusturmustur.

Archimedes Parabolün Dörtgenlestirilmesi adli kitabinda, tüketme metodu ile bir parabol kesmesinin alaninin, ayni tabana ve yükseklige sahip bir üçgenin alaninin 4/3'üne esit oldugunu ispatlamistir.

Ilk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adami da Archimedes'dir. Bu çalismalarina dayanarak söyledigi "Bana bir dayanak noktasi verin Dünya'yi yerinden oynatayim." sözü yüzyillardan beri dillerden düsmemistir.

Archimedes, kendi adiyla taninan sivilarin dengesi kanununu da bulmustur. Söylendigine göre, bir gün Kral Ikinci Hieron yaptirmis oldugu altin tacin içine kuyumcunun gümüs karistirdigindan kuskulanmis ve bu sorunun çözümünü Archimedes'e havale etmis. Bir hayli düsünmüs olmasina ragmen sorunu bir türlü çözemeyen Archimedes, yikanmak için bir hamama gittiginde, hamam havuzunun içindeyken agirliginin azaldigini hissetmis ve "Buldum, buldum" diyerek hamamdan firlamis. Acaba Archimedes'in buldugu neydi? Su içine daldirilan bir cisim tasirdigi suyun agirligi kadar agirligindan kaybediyordu ve taç için verilen altinin tasirdigi su ile tacin tasirdigi su mukayese edilerek sorun çözülebilirdi.

Archimedes'in arastirmalarindan önce, tahtanin yüzdügü ama demirin battigi biliniyordu; ancak bunun nedeni açiklanamiyordu. Archimedes'in bu kanunu dogada tesadüflere yer olmadigini, her zaman ayni kosullarda ayni sonuçlara ulasilacagini göstermistir. Archimedes, yirmi üç yüzyil önce, modern bilimsel yöntem anlayisina çok yakin bir anlayisla, bugün de geçerli olan statik ve hidrostatik kanunlarini bulmus ve bu katkilariyla bilim tarihinin en büyük üç kahramanindan birisi olmaya hak kazanmistir.

Kullanıcı avatarı
köstek02
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 10
Kayıt: 04 May 2013 [ 12:23 ]

..:: Bilimin Tarihçesi ::..

Mesaj gönderen köstek02 »

bilim olmasa biz ne yapardık

Cevapla