Gelmiş Geçmiş En İğrenç Seri Katil

Gözlerinize inanamayacağınız "nasıl olur ya?" dedirten garip olaylar bu bölümde...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
disiBOCEK
Acemi Üye
Acemi Üye
Mesajlar: 6
Kayıt: 01 Şub 2007 [ 12:31 ]

Gelmiş Geçmiş En İğrenç Seri Katil

Mesaj gönderen disiBOCEK »

Sadomazoşizmin koruyucu meleğiyle tanışın.Delilerin büyükbabası Albert Fish, cinsel organına iğneler sokmakdan, anüsüne alevlenen alkollü toplar doldurmakdan, bok yemekden, çocukları öldürüp cesetlerini kaynatmakdan hoşlanırdı.6 çocuk babası Albert, karısı onu başka bir erkek için bırakınca onu kaybetti.

Ümitsiz Al, çocuklarından onu kanayıncaya kadar çivili bir kürekle dövmelerini istedi.İsa olduğunu ve Tanrının ona erkek çocukları hadım etmesini emrettiğini düşünüyordu.Ve Albert aynen ona söyleneni yapdı ve bundan zevk aldı.

Cehennemden gelen bu pis yaşlı adam, her iki cinsiyetten çocukları taciz etmeyi ve onları öldürmeyi alışkanlık haline getirmişti. Kurbanlarından Gracie Budd'ın ailesine gönderdiği, onu yemenin ne kadar keyifli olduğundan söz ettiği mektupdan sonra tutuklandı. 1936'da Sing Sing de ölüm cezasına çarptırıldı."Elektrikli sandalyede ölücek olmam ne kadar da heycanlı.

En büyük heycan bu olucak, tek denemediğimdi."dedi. Elektrotlarda cellatlarına mutlu bir şekilde yardım etti ve mutlu bir adam olarak öldü.Cinsel organına sokduğu 20 iğnenin sandalyesinde kısa devreye yol açtığı doğru olmayan bir mittir.




Edward Budd 18 yaşında atılgan bir gençti. Kendini geliştirmek ve ailesinin eline bakmamak için, 25 Mayıs 1928'de gazeteye ilan vererek iş aramaya karar verdi. Özellikle şehirde çalışmak istiyordu, annesi, babası ve dört kardeşiyle yaşadığı köyün tozundan, toprağından, pisinden uzaklaşmak için...
Ertesi pazartesi 28 Mayıs'da annesi Delia kapıyı açtığında, kendini Farmingdale, Long Island'dan Frank Howards diye bir çiftçi olarak tanıtan, yaşlıca bir adam dürüyordu karşısında. Edward'la iş hakkında görüşmek istiyordu. Delia 5 yaşındaki Beatrice'e gidip arkadaşında olan abisini çağırmasını istedi. Yaşlı adam kıza gülümsedi ve bir çeyreklik verdi. Edward'i beklerken, Delia adamı inceledi. Şefkatli bir yüzü vardı, gri saçları ve gri sarkık bir bıyığı vardı. Bayan. Budd'a hayatını şehirde içmimar olarak kazandığını söyledi. Ama artık emekli olduğunu ve kazandıklarıyla aldığı çiftliğe yerleştiğini anlattı. Altı çocuğu tek başına yetiştirmişti, çünkü karısı onu 10 yıl önce terketmişti. Çocuklarının yardımı, çiflikteki yardımcıları ve isveç aşçısı ile yüzlerce tavuk ve altı tane ineği yetiştiryiordu. Ama şimdi yardımcılarından biri ayrılacaktı ve yerine birini arıyordu.
O sırada gelen Edward boyu-posuyla dikkat çekiyordu ve kendini iyi bir işçi olarak göstermeye çalışıyordu. Bay Howard ona haftada 15 $ teklif etti, bu teklifi büyük bir sevinçle kabul etti. Hatta Edward'ın en yakın arkadaşı Willie'yi de işe almayı kabul etti. Cumartesi hazır olmalarını onları gelip alacağını söyleyerek gitti.

Çocuklar ve aileleri bu kadar çabuk cevap gelmesine ve bu kadar kazançlı bir iş bulmalarına çok sevinmişlerdi. Ama 1 Haziran cumartesi günü kimse gelmedi. Sadece elle yazılmış, meşgul olduğunu ama yarın geleceğini belirten bir not geldi. Ertesi sabah 11'de Frank Howard elinde çiftliğin ürünleri olduğunu söylediği çilek ve taze süzme peynirle geldi. Delia mutlaka öğle yemeği için kalmasını istedi. Baba Budd'da bu sayede oğlunun yeni işvereni ile tanışma ve konuşma fırsatı buldu. Babaları mutlu eden türden bir muhabbetti. Nazik ve müşfik bir adamdı ve coşkuyla 20 dönüm tarlasını, arkadaş canlısı yardımcılarını, doğal ve basit, ama mutlu çiftlik hayatını anlatıyordu. Oğlunun ihtiyacı olan şeyin de bu olduğunu biliyordu. Albert Budd bir hayat sigortası satıcısıydı, hep sakin ve uysal bir insandı. Yaşlı adamın kırışık takımının görünümü hiç hoşuna gitmemişti, ama genel havası inandırıcı ve kibardı. Yemeğe oturduklarında kapıdan içeri şarkı mırıldanan sevimli bir kız geldi, bu 10 yaşındaki Gracie'ydi. Büyük kahverengi gözleri ve koyu kahverengi saçı, açık renk teni ve pembe dudaklarıyla güzel bi tezat oluşturuyordu, ilerde çok can yakacak bir kız olacağı belliydi. Kiliseden geliyordu ve üzerinde pazar kıyafeti vardı: Beyaz ipek elbise, beyaz kısa çorap ve boynunda inciden bir kolye... Bu halde yaşından daha olgun duruyordu.

Gracie Budd

Frank Howard; onunla karşılaşan hemen hemen her erkek gibi uzunca bir süre ondan gözlerini alamadı.
"Bakalım hesabın nekadar iyi" diyerek ona kalınca bir deste para verdi. Budd Ailesi adamın üzerinde bu kadar para taşımasından etkilenmişti.
"Doksan-iki Dolar ve elli Cent" diyerek Gracie parayı iade etti.
"Ne kadar parlak bir çocuk" diyen Howard, ona, kendine ve kızkardeşi Beatrice'e şeker alması için 50 cent verdi. Howard onlara akşama doğru uğrayıp Edward ve Willie'yi alacağını söyledi, ama önce şehire inmesi gerekiyordu, kız kardeşinin çocuklarından birinin doğum günü partisi vardı. Gençlere sinemaya gitmeleri için 2'şer dolar verdi. Tam çıkmak üzereyken, yeğeninin doğumgününe Gracie'yi de davet etti. Ona iyi bakacağını ve akşam 9'dan önce eve döneceklerini söyledi. Delia kız kardeşinin nerde oturduğunu sordu, Columbus'ta 137nci caddede diye adres aldı. Tam emin olamıyordu ve yollamak konusunda karasızdı ki, babası kız için iyi olacağını söyledi.
"Bırak zavalli kız gitsin, eğlenmek için çok fırsatı olmuyor..." Delia, Gracie'ye en iyi mantosunu giydirdi ve gri çizgili şapkasını taktı. Onları kapının önüne kadar geçirdi ve yürüyerek gözden kaybolmalarını izledi. O akşam ne Frank Howards'tan ne de Gracie'den bir iz yoktu. Uykusuz ve habersiz geçen korkunç bir geceden sonra genç Edward karakola kızkardeşinin yokluğunu bildirmeye gitti.
GRİ ADAM
"En kötü kısmı, verdiği adresin yanlış olmasıydı", dedi Polis memuru Samuel Dribber. O nazik adam bir dolandırıcıydı. Ne Frank Howard diye biri vardı, ne de Farmingdale, Long Island'da bir çiflik. Hiçbiri doğru değildi. Normal araştırmalar başlatıldı. Anlattığı herşeyi tek tek kontrol ettiler. Hatta Budd'ların ellerindeki sabıkalıların, sübyancıların ve ruh hastalarının fotoğraflarına bakmaları istendi. Bir sonuca varılamadı. Gracie'den bir iz yoktu. 7 Haziran'da New York polisi ülkedeki her karakola üzerinde Gracie'nin resmi ve "Frank Howard"in tanımı olan 1000 tane el ilanı yolladı. Bu kampanya ve yerel duyurular sonucunda, Gracie'yi gördügünü iddia edenler ve ihbar mektupları furyası yaşandı. Bu davaya atanmış 20'den fazla detektif herbirini ipucu olasılığı için araştırdı. Aralarında bazıları gerçeklere dayanıyordu. Polis el yazması notun Budd Ailesine yollandığı Western Union ofisini ve notu buldu. Yazısına ve gramerine bakılarak, "Howard"ın eğitim almış, ince bir kişi olduğu anlaşılıyordu. Aynı zamanda hediye götürdüğü süzme peyniri de nereden aldığı belirlendi, her iki adres de Doğu Harlem'deydi. Artık araştırmalarını yoğunlaştırabilecekleri bir bölge vardı.

New York polisi çocuk kaçırmalarına yabancı değildi. Hatta bir yıl önce bu olayla hemen hemen aynı başka bir olay daha vardı. 11 Şubat 1927'de 4 yaşındaki Billy Gaffney kapının önünde komşusu olan 3 yaşındaki aynı isimli kişiyle oynuyordu. 12 yaşındaki komşu evde uyuyan kız kardeşine ve bu iki çocuğa dikkat ediyordu. Kız kardeşi ağlamaya başlayınca yanlarından ayrılıp eve girdi, geri döndüğünde ufaklıklar yerlerinde yoktu. Genç Billy'nin babasına haber verdi ve beraber aramaya başladılar. Babası sonunda oğlunu karşı apartmanın en üst katında buldu, çatıdan iniyordu. Billy Gaffney'in nerde olduğu sorusu üzerine, " Onu öcü aldı" diye cevap verdi küçük. Ertesi gün bir sürü detektif gelip olayı araştırmaya başladıklarında kimse 3 yaşındaki tanığın bu basit sözlerini dikkate almadı. Polis çocuğun etraftaki terkedilmiş fabriklaradan birine girdiğini veya daha kötüsü birkaç blok ötedeki Gowanus kanalına düsmüş olabileceğini düşünüyordu. Kanal kurutuldu ve arandı ama Billy'den iz yoktu. Sonunda biri küçüğü dinleyip ondan "öcü adam"in tarifini aldı : zayıf, yaşlıca, gri saçlı ve gri bıyıklı bir adam. Ama polis gene bu tanımın üzerinde çok durmadı ve bir yıl sonraki olayla ve " Gri Adam"la bağlantı kuramadılar.

Temmuz 1924'de, 8 yaşındaki Francis McDonnell, Staten Island'daki Charlton Woods mahallesindeki evinin önünde oynuyordu. Annesi de onun yakınıda oturuyor ve ufak kız kardeşine bakıyordu. Sıska ve yaşlıca bir adamın uzakta caddenin ortasında durduğunu gördü. Yumruklarını sıkıp sıkıp gevşeten bu pejmürde kılıklı yabancı yaşlı adama bakmaya başladı. Adam kendi kendine konuşuyordu, sonra şapkasına dokunarak kadına selam verdi ve gitti. Öğleden sonra daha geç saatte tekrar Francis'i ve arkadaşlarını futbol oynarken seyrettiği görüldü. Francis'i yanına çağırmıştı, diğer çocuklar oyuna devam ediyorlardı. Bir kaç dakika sonra yaşlı adam ve Francis ortadan kaybolmuşlardı. Bir komşu daha sonra Francis'e benzeyen birinin yaşlıca, gri saçlı bir adamla yakınlıktaki ağaçlığa girerken gördüğünü söyledi. Francis'in ortadan kaybolması akşam yemeğine kadar farkedilmedi. Polis olan babası bir arama ekibi kurdu, oğlanı ağaçlıkta birkaç dalın altında buldular. Korkunç bir şekilde tecavüz edilmişti, kıyafetleri parçalanmış, elleri ve ayakları çorap lastiği ie bağlanmıştı. Francis o kadar kötü dövülmüştü ki o "yaşlı " adamın göründüğü kadar yaşlı ve güçsüz olduğundan şüphe duyuyorlardı. Öyle bir şiddetle dövülmüştü ki polis başka bir suç ortağının olup beraber yaptıklarını düşünmeye başladılar. Kısa zamanda Manhattan'ın parmak izi uzmanları ve fotoğrafçıları ve buna ilaveten 250 polis memuru bu davaya atandı. Büyük insan avında onlarca şüphelinin ifadesi alındı, ama hiçbiri gri saçlı, gri bıyıklı yaşlı serseriye benzemiyordu.
Yüzü Francis'in annesi Anna McDonnel'in kafasına kazınmıştı : "Yolun karşısından çarpık çurpuk yürüyerek geliyordu, kendi kendine konuşuyor ve elleriyle tuhaf hareketler yapıyordu. O elleri hiç unutmayacağım, o ellere bakarken tüylerim diken diken olmuştu.... Garip bir şekilde açıp kapıyordu, açıp kapıyordu, açıp kapıyordu. Onun Francis ve diğerlerine bakarken gördüm. Sık gri saçlarını, sarkık gri bıyıklarını gördüm. Herşeyi gri ve solmuş görünüyordu."
Polisin büyük çabalarına karşılık "Gri Adam" sanki ortadan kaybolmuştu.
YAKALANIŞ

Kasım 1934'de, Budd davası resmi olarak hala açıktı ama kimse gerçekten çözüleceğine inanmıyordu. Sadece bir kişi, William F. King, davayı araştırmaya devam etti. Arada sırada gazeteci Walter Winchell'le olayın kapanacağına dair sahte bir ipucu sızdırıyorlardı basına. Winchell de bu aldatmacayı sürdürerek: "Gracie Budd gizemini inceledim. Altı yıl önce kaçırıldığında 8 yaşındaydı. Ve büyük ihtimalle diyebiliriz ki kayıp insan bölümü 4 hafta sonra bu davayı kapatacaktir, veya kapatılacağı bekleniyor." diye yazmıştı köşesine. 10 gün sonra Delia Budd'a bir mektup geldi. Ama eğitimi yetersiz olduğu için kendi okuyamadı ve oğluna verdi okuması için. Edward mektubu okur okumaz fırlayıp detektif King'i bulmaya gitti. Mektup tek kelimeyle dehşet vericiydi:

"Sevgili Bayan Budd,

1894'de bir arkadaşım Steamer Tacoma adlı bir gemide tayfa olarak çalışıyordu. San Fransisco'dan HongKong'a sefer yapıyorlardı. Oraya vardıkarında karaya çıkmış ve içip, sızmışlar. Uyanıp limana gittiklerinde, gemi çoktan hareket etmişti. O yıllarda Çin'de açlık krizi vardı. Etin her türlüsü 1-3 $ dan satılıyordu. Açlık ve acı okadar büyüktü ki en fakir aileler arasında, diğerlerini kurtarmak için 12 yaşın altındaki çocukları yiyecek olarak satıyorlardı. 14 yaşın altındaki hiçbir kız veya erkek çocuk sokaklarda güvende değildi. İstediğin kasaba gidip pirzola veya biftek alabilirdin. Çıplak çocuk bedeninin parçalarını getirip hangi bölümü istersen kesip veriyorlardı. Özellikle de kıçları dana bonfile gibi en pahalı fiyata satılıyordu, çünkü en lezzetli bölümü orasiydi. John orada o kadar uzun kaldı ki, insan etinin tadına karşı bir beğeni kazandı. New York'a döndükten sonra biri 7 biri 11 yaşında iki erkek çocuk kaçırdı. Onları eve götürüp soydu, bağladı ve bir dolaba kapattı. Günde bir kaç kez, hatta bazen geceleri, etleri yumuşak ve lezzetli olsun diye onları sopayla dövüyordu, işkence ediyordu. Önce 11 yaşındakini öldürdü çünkü kıçı daha büyük ve tabii ki eti daha fazlaydı. Kafası, sindirim sistemi ve kemikleri hariç her parçasını pişirip yedi. Onu fırında kızarttı ( Bütün kıçını ), haşladı, yağda kızarttı, ızgara ve güveç yaptı. Küçük oğlan da aynı kadere uğradı. O sıralarda ben 409 E 100 St. da oturuyordum, hemen yan komşusu olarak. Bana insan etinin ne kadar lezzetli olduğunu o kadar çok anlattı ki, sonunda bende denemeye karar verdim.

3 Haziran 1928 Pazar günü sizi aradım ve geldim. Size süzme peyniri ve çilek getirdim. Öğle yemeği yedik. Grace kucağımda oturdu ve beni öptü. O zaman onu yemeye karar vermiştim.

Onu parti bahanesiyle götürecektim ve sen, evet gidebilir, dedin. Onu Wenchester'daki daha önceden seçtiğim boş bir eve götürdüm. Oraya vardığımızda ona dışarda beklemesini söyledim, o da kır çiçekleri toplamaya başladı. Üst kata çıktım ve bütün kıyafetlerimi çıkardım, çünkü çıkarmazsam kan olabilirlerdi. Hazır olduğum zaman camdan onu çağırdım ve gelene kadar bir dolaba saklanıp bekledim. Beni çırılçıplak gördügü zaman bağırmaya başladı ve merdivenlerden aşağı kaçmaya çalıştı. Onu yakaladım, beni annesine söyleyeceğini söyledi. Önce onu soydum. Nasıl da tekmeledi, ıssırdı ve tırmaladı. Onu ölene kadar boğdum, sonra da etini odama taşıyabilmek için kücük parçalara ayırdım. Onu pişirip yedim. Kücük kıçı fırında kızardıktan sonra nasıl da lezzetli ve yumuşak olmuştu. Bütün vücudu bitirmem 9 günümü aldı. Onu becermedim, isteseydim yapabilirdim. Bakire olarak öldü."
Kimse bu mektubun gerçek olduğuna inanmak istemiyordu. Sadist ve sapık bir ruh hastasının sanrıları gibiydi bunlar. Ama Detektif King, Aile ile tanışma konusundaki yazılanların gerçek olduğunu biliyordu. Adamın el yazısı da 6 yıl önce yaşlı adamın Western Union'da yazdığı nottaki el yazısıyla aynıydı.
Bu mektubun üzerinde önemli deliller vardı, üzerindeki N.Y.P.C.B.A. amblemi New York Özel Şöförler Yardımsever Derneğine aitti. Dernek başkanının yardımıyla üyeler arasında bir acil durum toplantısı yapıldı.. Aynı zamanda polis başvuruları inceliyor ve el yazısını karşılaştırıyordu. Detektif King el yazısı tutmayanlardan dernek kağıtlarından alanları bildirmelerini istedi. Genç bir hizmetli öne gelerek kendisinin dernek kağıt ve zarflarından aldığını, ama çıkarken onları eski dairesinde bıraktiğini söyledi. Adresi alan polisler oraya gittiğinde evsahibi olan bayanla karşılaştı ve tarif ettikleri kişinin gerçekten de orda aylarca kaldığını ama birkaç gün önce ayrıldığını öğrendiler. Eski kiracısı kendini Albert H. Fish olarak tanıtmıştı. Hatta ayrılırken Kuzey Carolina'daki Civilian Conservation Corps'ta ( sivil koruma birliği ) çalışan oğlundan bir mektup beklediğini, mümkünse onun için saklamasını, gelip alacağını söylemişti. Oğlu yaşlı adama düzenli olarak para gönderiyordu. Sonunda bölge postanesine Albert Fish adına bir mektup gelmişti. Ama Fish eski evsahibini aramamıştı ve polis onu bir şekilde korkuttup kaçırdığını düşünmeye başladı. Ama 13 Aralık 1934'de evsahibi polisi aradı ve Albert Fish'in mektuplarına bakmak için daireye geldiğini söyledi. Detektif King geldiği sırada, yaşlı adam oturmuş bir fincan çay içiyordu. Fish ayağa kalktı ve King ona Albert Fish olup olmadığını sordu. Birden Fish elini cebine attı, bir ustura çıkardı. King öfkeyle atlayarak Fish'in elini sertçe yakaladı, usturayı alarak saf dışı bıraktı. Sonunda yakalanmıştı.




İTİRAFLAR

Albert Fish´in itirafları birçok savcı ve psikyatrist tarafından dinlendi. İyice düzeltilmiş haliyle gazetelerde çıktı. Sapık ve ahlaksız bir beynin içinde bir yolculuktu. Önceleri inanılmaz geliyordu, ama zamanla tüm detaylar yerine oturmaya başladı. Olay, adamın ne kadar kocamış ve zararsız göründügü dikkat çektikçe, iyice şaşırtıyordu. Kambur ve güçsüz duran, 65 kilo ve 1.65 boylarında bir adamdı.
İlk itirafları detektif King aldı. Fish ona 1928 yazında "Kana susuzluğunun", öldürme isteğinin onu ele geçirdiğini söyledi. Edward'in gazetedeki ilanına cevap verdiği zaman asıl istediği o gençti, Gracie değil. Aslında Edward'ı uzak bir yere çekip, bağlayıp, penisini kesip, orda kanamadan ölmesi için bırakmak istemişti. Evi ilk ziyaretinden sonra gençleri öldürmek için ihtiyacı olan malzemeleri temin etmişti : satır, testere ve kasap bıçağı. Eve ikinci ve son kez gelmeden önce bu cinayet aletlerini bir çantada gazeteciye bırakmıştı. Fish kendini, tam bir erişkin olan iri yarı Edward'i ve arkadaşı Willie'yi, ikisini de alt edebileceğine inandırmıştı. Bu konuda yeterince tecrübesi vardı. Ancak Gracıe'yi gördügü zaman fikrini ve planını değiştirdi. Şimdi mutlaka öldürmek istediği kişi oydu. Birşeyden şüphelenmeyen Gracie ile gazeteciye geri döndü ve malzemelerle dolu çantasını aldı. Sonra Bronx'a giden bir trene bindiler, ordan da Worthington, Winchester'e aktarma yaptılar. Gracie için sadece gidiş bilet alınmıştı. Kız tren yolculuğundan büyülenmişti. Sadece iki kere şehire inmişti. Bu onun için harika bir zevkti. Fish dehşet dolu planına o kadar gömülmüştü ki, Worthington durağında, malzeme çantasını trende unuttu, ne komiktir ki zavallı Gracie farketti ve hatırlattı. Ormanlık kesime doğru üzünce bir süre yürüdüler ve ağaçlar altındaki iki katlı Wisteria Evine ulaştılar. Gracie kendisini dışarda çiçek toplayarak oyalarken, Fish yukarı çıkıp soyunmuştu, malzemelerini çantadan çıkartıp hazırladı. Sonra Gracie'yi yukarı çağırdı. Kız elinde buket yaptığı kır çiçekleriyle eve girdi ve yukarı çıktı. Yaşlı adamı çıplak görünce, anne, diye bağırdı ve kaçmaya çalıştı. Ama Fish onu yakaladı ve boğarak öldürdü. Onu boğmarken cinsel açıdan bir zevk alıyordu. Kafasını eski bir boya tenekesinin üstünde kesip, kanın neredeyse tamamını tenekeye akıtmıştı. Sonra kanı arka bahçeye döktü. Kafasız vücudu soydu, kasap bıçağı ve satır ile ikiye ayırdı. Bazı bölümlerini gazeteye sarıp yanına aldı, gerisini evde bırakti. Birkaç gün sonra dönüp, malzemelerini ve vücuttan geri kalanları arka bahçedeki duvarın öbür yanına attı. Bu itiraflardan sonra detektif King son bir soru sordu:
"Bu korkunç şeyleri yapmana ne sebep oldu ?"
Fish :"Biliyorsun, bunun için bir sebep gösteremem" diye cevap verdi.
Yüzbaşı John Stein aileye o iğrenç mektubu niye yazdığını sorduğunda, gene bilmediğini söyledi,
"İçimde bir yazma tutkusu vardı."
O gün polis Wisteria evine gitti ve Gracie´nın artıklarını çıkarttılar. Fish yanlarında duruyordu ama hiçbir duygusal tepki göstermiyordu.
O gece saat 22'de Fish Bölge savcısı P. Francis Marro tarafından sorguya çekildi. Marro, Fish'e Gracie'yi neden öldürdügünü sorduğunda,
"Kana susadığını" bu susuzluğun onu ele geçirdiğini söyledi. Olay bittikten sonra pişman olduğunu "Geri kalan hayatımı bir yarım saat için vermeye hazırdım, eğer yaptıklarımı geri alabilseydim"
Marro tecavüz edip etmediğini sorduğunda, sertçe "Aklımdan bile geçmedi" dedi.
Mektupda bahsedilen yamyamlık konusunda ne polis herhangi birşey sordu o zaman, ne de kendiliğinden bahsetti. Polis bunun gerçek olamayacak kadar çılgınca olduğuna karar vermiş olmalı. Veya bu konu gündeme gelirse savunmanın davayı, "akıl sağlığı yerinde olmadığı" nedeniyle düşürmek isteyeceğini tahmin ediyorlardı. Albert Fish'in yakalanması ertesi gün gazetelere çıkmıştı ve bir gazeteci ordusunu Budd Ailesinin evine çekmişti. Aynı gün Detektif King, Bayan Budd ve oğlu Edward'i adamı teşhis etmeleri için karakola getirdi. Edward adamı teşhis etmekten fazlasını yaptı. Kendini adamın üzerine attı
"Seni yaşlı ****! Pis O. çocuğu!"
Bayan Budd Fish'in soğukkanlılığı karşısında şaşırmıştı,
" Beni tanımadınmı?" diye sordu.
"Elbette" dedi Fish " Sen Bayan Budd'sın"
"Ve sen evime misafir olarak gelip, kızımı kaçıran adamsın" dedi gözyaşları içinde.

Fish'in sabıka dosyasından, 1903'te çekilmiş bir resim

Albert Fish'in polislere yabancı olmaması çok şaşırtmadı. Sabıka kaydı büyük çapta hırsızlık yapmaktan tutuklandığı 1903'e kadar uzanıyordu. O zamandan beri müstehcen mektuplar yazma ve küçük çapta hırsızlık gibi ufak tefek suçlardan 6 kere tutuklanmıştı.
Bunların yarısı Gracie'nin kaçırılması dönemine rastlıyordu. Ama her seferinde davalar düştü. Çok kez de akıl hastanesine yatmıştı.
Geçmişi sorulduğunda ;

"19 Mayıs 1870 Washington doğumluyum. B Street N.E.de oturuyorduk. Babam Kaptan Randall Fish'di, 32.dereceden Mason. Meclis mezarlığında yatıyor. Potamoc Nehri gemisi kaptanıydı. D.C. ile Virginia Marshall Hall arası çalışıyordu. 15 Ekim 1875 de öldü, beni de St.John yetimhanesine yerleştirdiler. Dokuz yaşıma gelene kadar oradaydım. Ve benim doğrulardan sapmam o zaman başladı. Acımasızca kamçılanırdık orda. Yapmamaları gereken şeyler yapan çok erkek çocuk vardı. Koroda sopranoydum 1880-1884 arası. Sonra New York'a geldim. İyi bi boyacıydım, iç mekanlar veya heryer."

"Bir daire tuttum ve annemi yanıma aldım. 76 Batı 101nci caddede oturuyorduk, karımla da ordayken tanıştık. Altı çocuğumuz doğduktan sonra, beni terketti. Bütün mobilyaları aldı ve çocukların üzerinde yatabileceği bir minder bile bırakmadı." "Hala çocuklarım için endişeleniyorum" dedi. Yaşları 21 ile 35 arası değişiyor. "Yaşlı babalarını hapishande bir kez olsun ziyarete gelmediler."

Albert Fish hem Manhattan hem de Wetchester'de suçlandı. Önce Manchester'de birinci dereceden cinayet sonra da Manhattan'da çocuk kaçırmadan dava edildi.
Bu arada polis gerçekten büyük bir ilerleme kaydetti. Brooklyn tramvayının batmanı Fish'in resmini gazetede gördügünü ve onu 11 Şubat 1927'de kucağındaki kücük çocuğu susturmaya çalışan sinirli adam olduğunu hatırladı. Joseph Meehan, emekli batman, ikisini dikkatle izlemişti, cünkü çocuğun üstünde bir mont bile yoktu. Annesini isteyerek ağlıyordu ve adamın elinde tramvayın içinde sürükleniyordu. Bu çocuğun kaçırılmış Billy Gaffney olduğu ortaya çıktı. Eninde sonunda Fish, Billy Gaffney'e yaptığı ağıza alınmayacak şeyleri itiraf etti.

"Onu Riker Caddesinde boş duran bir eve götürdüm. Kaçırdığım yere çok uzak değil. Onu soydum ve elleriye ayaklarını bağladim, ağzını da çöpten aldığım kirli bir gazete parçasıyla tıkadım. Sonra kıyafetlerini yaktım. Gece 2 de tramvayla 59uncu caddeye geldim ve ordan eve yürüdüm. Ertesi gün öğlen 2 gibi, aletler aldım. Güzel dokuz uçlu bir kamçı, ev yapımı ve kısa saplı. Bir tane kemerimi ortadan ikiye kestim ve uçlarını da altı adet 20 santimlik parçalara ayırdım. Çıplak kıçından kan akana kadar bunun ikisiyle onu kamçıladım. Kulaklarını ve burnunu kestim, ağzını bir kulaktan diğerine kadar yardım. Gözlerini oydum. O zaman öldü. Sonra bıçağı karnına batırdım ve ağzımı dayayıp, akan kanını içtim. 4 eski patates çuvalı aldım ve biraz taş topladım. Bir çanta vardı yanımda, kulaklarını, burnunu ve göbeğinden birkaç dilimi bunun içine koydum. Sonra bedenini karnından ikiye ayırdım. Bacaklarını kalçasının 5 santim altından ayırdım, bunları da çantaya koydum. Kafasını, ayaklarını, kollarını ve dizlerinden aşsağısını kestim. Bunları çuvala koydum ve taşlarla ağırlaştırdıktan sonra Kuzey Beach'in ilerisindeki çamurlu sulara attım. Etlerle eve geldim. En sevdiğim vücudun ön kısmı elimdeydi şimdi. Aleti, testisleri ve güzel yağlı kıçı. Bunları fırında kızartıp yiyecektim. Kulakları, burnu ve yüzü ile karnının geri kalan kısımlarıyla da güveç yaptım. İçine soğan, havuç, şalgam, pırasa, tuz ve biber ekledim. Bayağı lezzetliydi. Sonra kalçasının iki tarafını açtım, aletini ve testislerini kestim ve yıkadım önce. Poposunun her yanağının üzerine domuz pastırması koydum ve fırına verdim. Sonra 4 tane soğan hazırladım, et 15 dakika pişince, üstüne sos için yarım litre su ve soğanları ekledim. Yemeğin güzel ve sulu olması için aralıklarla tahta kaşıkla üzerini yağladım. 2 saat içinde güzelce kızarmıştı, içi de pişmişti. Şimdiye kadar hiç bunun yarısı kadar bile lezzetli birşey yememiştim, hindi bile. Her lokmasını zevkle yedim ve tamamı 4 günde bitti. Hayaları da çok güzeldi ama penisini çiğneyemediğim için tuvalete attım."

Günler sonra Staten adalarından bir adam gelip, Fish'i tanıdığını söyledi. 8 yaşındaki kızını yakındaki ormana çekmeye çalışmıştı. Aynı ormanlıkta Francis O'Donnel 3 gün sonra öldürülmüstü (1924). Şimdi gençliğinde olan kız, onu hücresinde görünce tanıdı. "Gri Adam" bulunmuştu. Fish'in aynı zamanda 1932'de 15 yaşındaki Mary O'Connor cinayetiyle de bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Kızın çürümüş cesedi Fish'in boyadığı bir evin yakınında ormanda bulundu. Değişik eyaletlerde bu kadar farklı suçlama olmasından dolayı, serbest bırakılması olası değildi. İdamdan kurtulmasının tek yolu ise adli psikyatristlerin veya psikologların onu deli ilan etmeleriydi.
AKIL HASTALIKLARI UZMANLARI

Dr. Frederic Wertham "The Show Of Violence" (Şiddet gösterisi) adlı kitabında Albert Fish'le tanışmasını anlatıyor. Adamın ne kadar uysal, kibar, yardımsever ve terbiyeli olması karşısında şaşkınlığa düşmüştü. "Çocuklarını emanet edecek birini arıyorsan, onu seçerdin." diyordu hatta. Fish'in bulunduğu durum karşısıdaki tavrı kendini tamamen soyutlamaktı. "Yaşamak için bir isteğim yok, öldürülmek için bir isteğim yok. İkisi de benim için farketmiyor. Tamamen haklı olduğumu düsünmüyorum."
Dr. Wertham bununla deli olduğunu mu kastettiğini sorunca, "Tam olarak değil, ben kendimi hiç anlayamadım."

Fish'in ailesinde psikozların cirit attığı ortaya çıktı.
"Amcası dini bir psikoz yaşıyordu ve bir akıl hastanesinde öldü. Bir üvey erkek kardeşi aynı şekilde bir tımarhanede öldü. Bir kardeşi gerizekalıydı ve hidrosefalden öldü. Annesinin de biraz tuhaf olduğu söyleniyor ve bazı şeyler görüp duyduğunu iddia ediyordu. Bir halasının tamamen delirmiş olduğu biliniyor. Bir erkek kardeşi alkolikti. Bir kız kardeşi de zihinsel acı, melankoli çekiyordu."

Gerçek adının Hamilton Fish olduğunu söyledi, Başkan'ın genel sekreteri olan uzak bir akrabasına ithafen. Bu isim yüzünden alay konusu olmaktan bıktığı için Albert ismini almış. 26 yaşında, 19 yaşındaki bir kızla evlenip 6 çocuk sahibi oldu. En genç olanı 3 yaşına geldiğinde, karısı başka bir adamla kaçtı ve Fish'i çocukların yetiştirilmesilye yanlız bıraktı. Bunun üzerine 3 kere daha evlendi ama hiçbiri resmi değildi çünkü ilk karısından hiç boşanmamıştı. Dr.Wertham Fish'in sapıklığının psikyatri ve suç tarihinde eşine rastlanmadığını belirtiyor: "Çocuklara, özellikle erkek çocuklarına yöneltilmiş sado-mazoşizm, Fish'in cinsel gelişimine daha doğrusu gerilemesine önderlik ediyordu."

Fish: "Başkalarına ve hatta kendime acı çektirme arzusu vardı hep içimde. Canımı yakan herşeyden zevk alıyor gibiydim." diyordu. Fish her türlü salgı ve dışkı ile deney yapmış, alkole batırılmış pamukları makatından sokup ateşe vermişti. Bunu kurbanı olan çocuklara da yaptığı biliniyor. Fish, Wertham'a yaptığı en az yüz çocuk avını da itiraf etti, onları para veya şekerle kandırıyordu. Genelde afro-amerikan ırktan çocukları seçiyordu, çünkü polisin onların kayıp veya kaçırılmış olmasına daha az dikkat edeceğine inanıyordu. Asla aynı mahalleye dönmüyordu. Farklı 23 eyalette yaşamış ve herbirinde en az 1 çocuk öldürmüş olduğunu söylüyordu. Bazen de boyacılık yaptığı yerlerde çocuk cinayetiyle veya taciziyle ilgisi olduğu düşünüldüğü için işini kaybediyordu. Bazen de içinde müstehcen mektuplar yazmak için bir baskı, bir zorlayıcı duygu oluşuyordu ve o da sık sık yazıyordu. Dr. Wertham'a göre "Tipik, bir insanın fantezilerini ve düşlerini anlattığı türden mektuplar değildi bunlar. Bunlar içinden gelen davranışları başkalarının da uygulayabilmesi için ve beraber yapmak için teklifler, şekilli ve ayrıntılı anlatımlardı." Aslında psikyatrist Fish'in bazı konularda yalan söylediğine inanıyordu, özellikle de acı çekmek için kendi kendine makat ve hayaları arasına iğne batırması konusunda şüpheleri vardı.

Fish'in röntgen filmi

"Bunu başkalarına, yanı çocuklara da yaptığını anlattı. Önceleri bu iğneleri batırıp batırıp çıkartıyordu. Ama zamanla bazılarını o kadar derine batırmıştıki, çıkartamamıştı."
Doktorun yaptığı röntgen muayenesi sonucunda o bölgede 29 iğne bulununca, şüpheler ortadan kalktı. 25 yaşından itibaren halüsinasyon ve hayaller görmeye başlamış.
"İsa ve meleklerini gördüğünü sanıyordu. Kendini dini hayallere kaptırmıştı. Günahlardan ve yaptığı haksızlıklardan arınmak için, acı çekmesi gerektiğine, kendini cezalandırması gerektiğine ve insan kurban etmesi gerektiğine inanıyordu. Kendi cümlelerini, incilden cümlelerle birleştirip, sonu gelmeyen alıntılarla kendini haklı çıkartmaya çalışıyordu. Fish tanrının ondan işkence etmesini ve erkek çocuklarını iğdiş etmesini beklediğine inanıyordu, ve bunu da birçok çocuğa yapmıştı." Wertham, Fish Billy Gaffney'in vücüduna yaptıklarını anlattıkça, hayrete düsüyordu. "Yaptıklarını her ayrıntısına kadar anlattığı sıradaki akli durumu kendine özgü ve tuhaf bir karışımdı. Olayları sıradan birşeymiş gibi anlatıyordu, sanki bir ev kadınının yemek tarifi vermesi gibi... Ama yüz ifadesi ve ses tonu bir nevi tatmin olma ve kendinden geçme yansıtıyordu. Kendime şunu dedim: Tıbbi veya adli delilik sınırlarını nereye koyarsanız koyun, bu adam onların çok ötesinde."

Fish'in dini pskiozlar çektiği sadece Dr.Wertham'ın fikri değildi. Çocukları onu çıplak vücudunu kan çıkana kadar, çivi batırılmış bir kürekle vurduğunu seyretmişti. Aynı şekilde yalnız tek başına bir tepeye çıktığını, ellerini havaya açıp, "Ben İsa'yım !" diye bağırdığını söylüyorlardı. Fish: "Yaptığım doğru olmalıydı, eğer yanlış birşey yapıyor olsaydım, bir melek beni durdururdu, Hz.İbrahim'i kendi oğlunu kurban etmeden durdurduğu gibi..."dedi. Dr.Wertham, savunmanun doktoru, Fish'in kesinlikle aklı dengesinin yerinde olmadığını savunuyordu. "Kişiliği içe dönük ve son derecede çocuksu. Anormal ruhi görünümünü ve hastalığını Paranoyak Psikoz olarak tanımlayabilirim. Fish hayallar görüyordu ve cezalandırma, günah, kefaret ödeme, din, işkence, kendini cezalandırma fikirleriyle aklını bozmuştu. Çarpık, isterseniz çılgınca deyin, bir doğru ve yanlış tanımı var. Bunu kıyaslama şekli de, yanlış birşey yapsaydı, İbrahim'ın durdurulduğu gibi bir melek tarafından durdurulacağı inancıydı."

Wertham gerçekten de 15 çocuğu öldürdüğüne ve başka yüzlercesini taciz ettiğine inanıyordu. Diğer iki doktor da Fish'in aklı dengesinin yerinde olmadığını söylüyordu. Savcılığın çağırdığı 4 psikyatrist ise Fish'in akli dengesinin yerinde olduğunu savunuyordu. Fish'in bir ara gözlem için yattığı akıl hastanesinin müdürü ve bu doktorların başı olan doktor onu zararsız ve aklı başında olarak tanımlamıştı, bu dönemde Budd cinayetini ve birkaç başka cinayet daha işlemiş bulunuyordu.


DURUŞMA

Albert Fish'in Grace Budd'i kasıtlı olarak öldürmekten yargılanması 11 Mart 1935, Pazartesi günü White Plains'de Hakim Frederick P. Close'un yönetiminde başladı. Bölge başsavcısı Elbert F. Gallagher davacı taraf, savunma avukatı James Dempsey savunmadaydı. Dempsey, Bellevue Hastanesinin yeterliliğine sorgulamayı düşünüyordu, çünkü onlar Fish'i 1930 akli idengesi yerinde diye taburcu etmişlerdi. Aynı şekilde Fish'in klasik boyacı hastalığı olarak bilinen "Kurşun Sancıları" denilen akıl hastalığına yakalanmış olduğunu ispatlamaya çalışacaktı. Gallagher' in ana stratejisi duruşmanın başında özetlenmişti:

Fish ve avukatı James Dempsey

"Bu davada ya deli katil, ya da aklı başında olma durumu var." Fish adli olarak da akli dengesi yerinde, doğru ve yanlış farkını ve davranışlarının kaynağını ve niteliğini biliyordu. Akli durumunda bir kusur yok. Yaşına göre olağanüstü bir hafızası var. Etrafında olan biten olayların tamamen farkında. Akli gerileme veya bozukluk söz konusu değil. Ama cinsel tercihleri kesinlikle anormal, tıbbi açıdan cinsel sapık veya cinsel psikopat olarak sayılabilir. 3 Haziran 1928'de küçük kızı evinden kaçırması, cinayet aletlerini önceden hazırlaması, onu Westchester Eyaletine getirmesi, ormanlıkla çevrili boş eve sokması.... Bunların hepsinin yanlış olduğunu biliyordu ama gene de yaptı. Akli durumu kesinlikle yerindedir ve yaptıklarının cezasını çekmelidir."

Savunma avukatı Dempsey Fish'in sıradışı hayatının, kendini iğneli bir kürekle kamçılamasının ve iğneler sokmasının üzerinde yoğunlaştı. Sonra da Fish'in babalık yeteneklerini ve çocuklarına olan sevgisini gündeme getirdi. "Bütün yaptığı şiddete, suçlara ve bozuk eğilimlerine rağmen, bu adamın ikinci bir yönü daha var. Çok iyi bi babaydı. Bütün hayatı boyunca asla herhangi bir çocuğuna eli kalkmadı. Her yemeklerinde şükrettiler. 1917'de altı çocuğun en küçüğü 3 yaşındayken, karısı onu terketti. Ve o tarihten, 1928'deki Grace Budd cinayetine kadar o çocuklara hem anne hem babalık yaptı." Sözlerini "Çocukları öldürüp yiyen bir insanın nasıl akli dengesi yerinde olabilir, bunu ispatlamak savcılığa düşer" diyerek bitirdi.

Grace'in ailesi de ifade verdi. Dempsey hem annesi Delia'nin hem de babası Albert Sr.'un, Gracie'nin onunla doğumgününe gitmesine izin vermeleri üzerinde durdu. İfade sırası babasına geldiğinde adam dayanamadı ve yüksek sesle ağlamaya başladı. Duruşmanın 3.günü, savunmanın şiddetli itirazlarına rağmen, Grace Budd'dan kalanlar mahkemeye delil olarak getirildi. Detektif King'de bunlardan yola çıkarak Grace Budd'ın nasıl öldürüldüğünü tekrar canlandırıyordu. Sonra Gallagher kutunun içinden kızın küçük kafatasını çıkardı. Çok etkileyici bir andı. Dempsey duruşmanın yanlış yapıldığından dolayı davanın düşmesini istedi.

Akli dengesinin yerinde olmadığını ispatlamak için üzerine en çok gittiği konu yamyamlıktı. Fish'in kızın bedeninin bazı bölümlerini yemesini ispatlamaya çalışacaktı, ve bunu da aklı başında kimse yapmazdı. Ama bunu saptama konusunda başarılı olamadı ve Fish'in gerçekten de yaptığını söylediği şeylerin yapıldığını ispatlayamadı. Fish duruşmaya tamamen kayıtsız kalıyordu. Sadece bir ara avukatına yaşamak istediğini, yaşaması gerektiğini söyledi, çünkü "Tanrı'nin hala bana yaptıracağı işler var. " diyordu.

Dempsey, Fish'in çocuklarını da onun tuhaf davranışlarını anlatmaları için ifade vermeye çağırdı. Kendini kamçılama, kendine iğneler batırma ve dini sanrılarını anlattılar. Ama aynı zamanda onlara hiçbir zaman onlara kötü davranmadığını, tam tersine iyi bir baba olduğunu da söylediler. Onun garip davranışlarına bir örnek olması için de ondan sürekli müstehcen mektuplar alan bir kadın mahkemeye çağırıldı, bu sapıkça açıklamalar okunurken bütün kadınlar mahkeme salonunu terketmişti.

Başka bir savunma tanığı Mary Nicholas'tı, Fish'in 17 yaşındaki üvey kızı, Fish'in kız ve erkek kardeşlerine öğrettiği bir oyunu anlattı.
"Odasına gidip kahverengi erkek mayosunu giyip gelirdi. Yanında bir boya fırçası vardı ve ellerinin ve dizlerinin üzerine çökerdi. Birimiz onun üzerine ters oturup havaya parmak kaldırırdık. Kaç tane parmak kaldırdığımızı bilmesi gerekiyordu, bilirse vurmazdık... Ama asla bilemezdi, hatta bazen sahip olduğumuzdan daha fazla parmak söylerdi. Eğer bilemezse havaya kaldırdığımız parmak sayısı kadar ona fırçayla vurmamız gerekiyordu. Bazen de boya fırçansının yerini bir saç fırçası alırdı."
Çocukların önünde tırnak diplerine iğne batırdığı da olurdu. Aslında Dempsey'in savunma doktorlarına karşı bir kozu daha vardı. Dr Charles Lambert, Fish'le 3 saat konuştuktan sonra, onun "Psikopat kişilikli bir insan ama psikoz yaşamıyor." demişti.
Dempsey Lambert'e, "Bu adamın sadece kızı öldürmekle kalmayıp, aynı zamanda yemek için etini kestiğini de düşün. 9 gün boyunca insan eti yiyen bir insana hala psikoz yaşamıyor nasıl denebilir ?" diye sordu.
Lambert, "İnsan yemek zevki için sorumlu tutulamaz, Mr.Dempsey." dedi.
Dempsey'ın "O zaman bana tecrübelerinize dayanarak insan eti yiyen kaç kişiye rastladığınızı söyleyebilirmisininz ?" diye ısrarı üzerine,
"Hmm, sosyetenin ünlü simalarını tanıyorum.... Birini de özellikle iyi biliyorum, ve hepinizin de bildiği gibi kimin salatasına ekleme olduğunu da..." diye ifade verdi. Dempsey'in Fish'in davranışlarında psikoz izleri bulan akıl hastalıkları uzmanlarından birinde şansı daha iyiydi.
Duruşma 10 gün sürdü ama jüri 2 saatten daha az zamanda kararını verdi.
"Davalıyı suçlu buluyoruz." Fish bu durumdan çok memnun değildi, ama elektrikli sandalyeye bağlanacağını duyunca bundan etkilenip heyecanlandı. Bir gazetecinin yazdığına göre
"Sulu gözleri birden parladı. Kendine acı ve zevk vermek için kullandığı alevlerin çok daha etkilisiyle yanmak fikri onu cezbetmişti."
Fish jüriye elektrikli sandalye cezasına çarptırıldığı için teşekkür etti.
16 Ocak 1936'da Albert Fish idam edildi.



Cevapla