A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Sağlık ile ilgili tüm bilgileri bu bölümümüzde bulabilirsiniz...
Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

38. Hafta

Evet, artık sınıra girdiniz. Doğumların %75'i 38-42. gebelik haftaları arasında gerçekleşir. Yaklaşık %6 anne adayında doğum ağrıları 42. hafta dolmasına rağmen başlamaz. Geri kalan %20 anne adayı ise bebeğini 38. haftadan önce doğurur. Muhtemel doğum tarihinizi belirlerken son adet tarihinizin ilk gününü girdiğinizden eminseniz, sitenin otomatik hesaplayıcısının size verdiği tarihte doğum yapma şansınızın yalnızca %5 olduğunu bilmelisiniz. Anne adaylarının büyük kısmı bu tarihten beş gün önceki ve beş gün sonraki tarihlerden birinde doğum yaparlar.

Bu haftadan itibaren artık doğum sancıları her an başlayabileceğinden sancıların nasıl bir şey olduğu hakkında bilgi sahibi olmalısınız.

Gerçek doğum sancılarının başladığını ve artık çantanızı alıp hastaneye gitmeniz gerektiğini nasıl anlayacaksınız?

Gerçek doğum sancılarının en önemli özelliği düzenli aralıklarla oluşmalarıdır. Önceleri daha az sıklıkla ancak yine de düzenli aralıklarla gelen doğum sancıları belli bir aşamadan sonra tipik olarak 10 dakikada üç kez ortaya çıkar ve her bir kasılma yaklaşık 50 saniye sürer. Gerçek sancılar istirahat etmekle geçmez. Şiddeti de zaman içinde giderek artar. Kasılmaları karnınıza ellediğinizde rahatlıkla hissedebilirsiniz. Eğer kasılmalarınız belli bir düzene girmişse ve istirahatla geçmiyorsa hastaneye gitme zamanıdır.

"Nişan" denilen hafif kanlı-sümüksü akıntı, serviksteki bebeği koruyucu tıkacın atılmasından ibarettir. Ek bir belirti ya da şikayet yoksa beklemeye devam edebilirsiniz. Genellikle nişandan sonraki ilk iki günde doğum başlar.

Bebeğiniz günde yaklaşık 25-30 gram almaya devam ediyor...

Barsaklarında mekonyum adı verilen ilk dışkı da giderek birikmeye başladı. Bu dışkı normal şartlarda doğumdan sonraki ilk 24 saatte çıkarılır.

40. Hafta

Evet, işte sihirli rakam: 40. Bu haftanın sonunda doğum yapmış olma olasılığınız yüksek. Belki de biraz daha bekleyeceksiniz. Panik olmayın. Olağan doktor kontrollerinize gitmeye devam edin. Doktorunuzun, hastanenin ve gerekli olan diğer telefonların yazılı olduğu kağıdı tetkiklerinizin bulunduğu doğum dosyasına yerleştirin ve bu dosyayı görünür bir yerde bulundurun.

Mutlaka muhtemel bir trafik sıkışıklığı durumunda hastaneye ulaşabileceğiniz kestirmeleri de öğrenmişsinizdir. Arabanın benzin deposu dolu değil mi?

Doğum sancılarınızın başlaması dışında doktorunuza hemen haber vermeniz gereken diğer durumları da hatırlayın: Bebek hareketlerinin azalması, suyunuzun gelmesi, kanama olması, karnınızda şiddetli ağrılar veya normalden farklı bir şeyler olduğunu düşündüğünüz her durumda doktorunuzu arayın.

Yandaki resimde bebeğinizin doğum kanalına girişini görüyorsunuz. Pelvis (leğen) kemiklerinin oluşturduğu "çatı" içinde etrafı kas ve bağdokusu ile kaplı yaklaşık 10X10 cm. çapında bir kanal olan doğum kanalı, bebeğin dış dünyaya açıldığı yoldur. Bu kanalın içi dümdüz bir yol değil, girintili çıkıntılıdır. Uterusun kasılmaları, leğen kemiklerinin oluşturduğu doğal tümsek ve çıkıntılar ona nereden nasıl geçmesi gerektiğini gösterir.

Bebeğiniz leğen kemiklerinin üst sınırlarının oluşturduğu kanal girişine başını yatay sokar, kanalın ortasına geldiğinde başını 90 derece hareket ettirerek yüzünü size doğru döndürür, kanalın çıkışına geldiğinde halen bu pozisyondadır ve bu şekilde başını çıkarır. Baş çıktıktan sonra omuzların da doğum kanalına girebilmesi için başını sizin bacaklarınızdan birinin iç yüzüne doğru döndürür. Bu esnada doğum yardımı yapan kişinin yardımıyla tüm vücut doğurtulur...

Dünyanın her doğum hanesinde şu anda doktorlar ve ebeler doğum başındalar. Siz de henüz katılmadıysanız kısa bir süre içerisinde senaryoya başrol oyuncusu olarak katılacaksınız.

Bu haftanın sonunda bebeğinizin boyu yaklaşık 50 cm. ve ağırlığı 3350 (2770-3900) gram!



41. Hafta

42. haftadan itibaren gebelik miad geçmesi olarak adlandırılır.

Bu haftanın sonunda yani 42. haftaya girdiğinizde henüz doğum başlamamışsa doktorunuz doğumu gerçekleştirmek için size bazı önerilerde bulunacaktır.

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sizin son adet tarihinizin ilk gününü doğru olarak hatırlamanız ve bu son adet tarihinin gebeliğin ilk haftalarında yapılan bir ultrasonla teyit edilmiş olmasıdır.

Tıbbi inceleme ve önceki ultrason incelemelerinizin dikkatli bir şekilde gözden geçirilmesi sonrasında gebeliğin gerçekten 42. haftaya girdiği belirlendiğinde (bu haftanın bitiminde) doğum gerçekleştirilmelidir.
Normal doğuma engel teşkil edecek bir durum saptanmamışsa doğum eylemi suni sancıyla başlatılmaya çalışılır.


Normal doğuma engel teşkil edecek bir durum söz konusuysa doğum sezaryenle gerçekleştirilir.



Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

Artık günümüzde bu sorunun pek anlamı kalmamıştır.Çünkü tıp ilerledikçe doğum daha kolay ve ağrısız hale getirilmiştir.. Fakat iki doğum şekli arasında karar vermek durumunda iseniz her iki doğum şekli hakkında bilgi edinerek sağlıklı bir karar verebilirsiniz.Anne ve baba adaylarını 40 hafta boyunca en çok düşündüren konuların başında doğum şeklinin nasıl olacağı gelmektedir. Özellikle ilk gebelik tecrübesini yaşayan çiftler etrafında tecrübeli saydıkları kişiler tarafından yöneltilmekte ve çoğukez yanlış bilgilendirilmektedirler.Normal doğum ya da sezaryen; Her iki yöntemin de avantaj ve dezavantajları vardır.

Normal Doğum
Normal doğum milyonlarca yıldır bütün memeli varlıkların soylarını devam ettirmekte kullandıkları yöntemdir. En önemli avantajı normal ve fizyolojik olmasıdır.Doğum sonrası anne birkaç saat içinde normal aktivitesine dönebilmekte çok kısa sürede bebeğini emzirmeye başlayabilmektedir. Normal doğumu takiben gebelik öncesi yaşantısına hemen dönebilmekte ve hastanede kalış süresi son derece kısa olmaktadır. Bebek açısından ise avantajı doğum esnasında sıkışıp büzüşen bebeğin akciğerlerinin soluk alıp vermeye daha hazırlıklı olmasıdır. Ayrıca anne ve bebek arasında duygusal temas daha kısa sürede ve güçlü başlamaktadır.

Sezaryen
Sezaryen anne karın boşluğuna girilerek rahimin açılması ve bebeğin bu şekilde doğurtulmasıdır. Son yıllarda sezaryen doğumlarda çok büyük bir artış göze çarpmaktadır. Bu artışta en önemli faktör anne adaylarının normal doğumdan korkması ve kendilerinin sezaryen olmayı istemeleridir. Sezaryenin en önemli avantajı bebek açısından riskleri en aza indirmesidir. Sezaryen doğumda yukarıda normal doğumda bahsedilen risklerin hemen hemen hepsi bertaraf edilmektedir. Ancak sezaryen ile doğan bebeklerde doğum sonrası ilk birkaç günde solunum sıkıntısı gelişme olasılığı biraz daha fazladır. Buna karşılık sezaryen ile doğum anne açısından normal doğuma kıyasla daha problemlidir. Genel anestezi riski çok düşük de olsa bulunmaktadır. Bu risk epidural anestezi ile ortadan kaldırılabilir. Ameliyat sonrası hastanın kendine gelmesi ve bebeğini emzirmeye başlaması 2-3 saati almakta, annenin ağzıdan beslenmeye başlaması ise ortalama 8 saat sonra olmaktadır. Genelde ameliyat sonrası 2 ya da 3 gün hastanede yatması gereken annenin ameliyattan 8 saat sonra ayağa kalkıp dolaşmaya başlaması normal doğuma göre biraz daha problemli olmaktadır. Hastanın normal hayatına dönmesi genelde 4-5 gün kadar sürmektedir. Ameliyat sonrası ilk birkaç saat oldukça ağrılı geçmektedir. Ayrıca yine ameliyattan sonra kişinin en az 6 ay ağır işlerden kaçınması uygun olur. Uzun dönemde ise dikiş yerlerinde zaman zaman ağrılar olması ve karın içinde ameliyat bağlı yapışıklıklar sezaryenin diğer komplikasyonlarıdır.

Doğum sancılarının belirli bir amacı vardır.. Her sancı sizi bebeğinize biraz daha yaklaştırır. Doğum sırasında başvurulan ağrı giderme metodları hakkında biraz bilgi verelim.

AĞRI GİDERME METODLARI

EPİDURAL :Bu anestezi vücudun alt bölümlerine giden sinirleri geçici bir süre uyuşturur. Omurların arasından iğneyle verilir. Özellikle doğumdaki sırt ve bel ağrılarını gidermede yararlıdır. Ama her hastanede uygulanmaz. Normal şekilde etki ederse doğumda hiç ağrı duymazsınız. Doğumdan sonra bacaklarda uyuşma hissi duyarsınız. Bebeğe bir zararı yoktur.
GAZ VE HAVA :Oksijen ve azot oksit karışımıdır. Bu karışımı el maskesi ile solursunuz. Etkisi bir iki dakika içinde görüldüğünden sancıların geldiği zaman gazı solursunuz. Ancak ağrıyı kısmen giderdiği için bazen yeterli olmaz. Üstelik bulantı yapabilir. Bebeğe bir zararı yoktur.
TENS :Belinize küçük elektrik akımları ile vücudun doğal ağrı giderici sisteminin uyarılması ve böylece ağrıların azaltılması yöntemidir. Bu yöntem her hastanede kullanılmaz. Doğum çok ağrılı ise bu yöntem pek işe yaramaz.

DOĞUMDA UYGULANAN YÖNTEMLER
EPİZYOTEMİ :doğumda vajina çıkışına uygulanan bir kesik yırtık oluşmasını önler. Her hastanede ve her zaman uygulanmaz.Yırtıktan sakınmak için doğumda olabildiğince dik durmalı ve pelvis kaslarını nasıl gevşeteceğinizi iyi öğrenmelisiniz.Bu yöntem bebek prematüre ise , sıkıntıda ise , başı büyükse ve makat gelişi ise , ıkınmaları kontrol edemiyorsanız uygulanır.
YARDIMLA DOĞUM :Bebek bazen forseps ya da vakum gibi araçlar yardımıyla yaptırılır. Forseps rahim ağzının bütünüyle açıldığı bebeğin başının görüldüğü evrede uygulanır. Doğum süreci çok uzamışsa ve rahim ağzı tam açılmamışsa vakum kullanılır. Bebek yada siz sıkıntıda iseniz , bebek bir türlü çıkmıyorsa , ters ya da prematüre ise bu yöntemler kullanılır. Etkileri geçicidir.
YAPAY SANCIğumun bazı ilaçlar verilerek başlatılmasıdır. Doğum yavaş gittiğinde doğumu hızlandırmak için de ilaç kullanılabilir. Beklenen doğum tarihi geçmişse , sizi ve bebeği zora sokacak yüksek tansiyon gibi bir sorun varsa uygulanır.
Şunuda unutmayalımki ameliyatın gerçekleşeceği yer , ortam ve doktora göre doğum yöntemleri, uygulanacak işlemler farklı olabilir.Her hastanenin işleyiş tarzı farklıdır.

Kan uyuşmazlığı adından da anlaşılacağı üzere anne ve babanın kan grupları arasında uygunsuzluk olmasıdır. İnsan kan grupları A, B, AB, ve O olarak 4 türdür. Bunun yanı sıra D faktörü adı verilen Rh faktörü de pozitif ya da negatif olabilir. Anne karnındaki bebeğin uyuşmazlıktan etkilenebilmesi için bebeğin kan grubu ile anneninkinin uyumsuz olması, bebeğin kanının anne kanı ile temas etmesi, ve annenin bağışıklık sisteminin bu duruma cevap olarak antikor üretmesi gerekir. En sık rastlanılan uygunsuzluk Rh uygunsuzluğudur. Bu durumda baba Rh(+) iken anne Rh(-)dir. Eğer bebek de Rh (+) olursa bebeğin kanındaki bu Rh faktörü anne kanına geçer ve annenin bağışıklık sitemi Rh faktörünü ortadan kaldırmak için antikor adı verilen maddeler üretir. Bu nedenle ilk bebek durumdan etkilenmez. Rh uygunsuzluğundan sadece Baba pozitif anne negatif iken söz edilebilir. Baba negatif anne pozitif ise uyuşmazlık önemli değildir.

Etki Mekanizması
Rh uygunsuzluğu varlığında (anne (-) baba (+)) eğer bebek de pozitif ise doğum esnasında anne kanı ile bebeğin kanı temas eder ve anne kanına Rh faktörü geçer. Anne buna anti Rh üreterek cevap verir. Bir sonraki bebek eğer Rh (+) olur ise anne kanındaki bu anti Rh lar bebeğe geçer ve bebeğin kanında çökelmelere neden olur. Bazı durumlarda anne ve bebek kanı doğumdan önce de temas edebilir. Bu durumlar

Amniyosentez
Düşük
Gebelik sırasında fazla miktarda kanamalardır
Bazen Rh(-) bir kadına hata ile Rh(+) kan verilebilir. Bu durumda ortada gebelik yokken bile kadının kanında anti-Rh antikorlar bulunabilir ve ilk bebek uygunsuzluktan etkilenebilir.

Belirtiler
Kan uyuşmazığında eğer bebek etkilenmiş işe anneden geçen anti-Rh lar bebeğin kan hücrelerinin parçalanmasına ve çökelmesine neden olur. Bu durumda bebekte kansızlık yani anemi görülür. Buna bağlı olarak ultrasonda bebekte hidrops adı verilen durum tespit edilir. Bebekteki anemi sonucu kalp yetmezliği ve vücut boşluklarında biriken sıvı hidrops tablosunun nedenidir. Hastalığın şiddetine ve yok edilen kan hücrelerinin miktarına bağlı olarak bebekte anne karnında ölüm de dahil olmak üzere her türlü distres belirtisi görülür.

Teşhis
Kan uyuşmazlığının teşhisi için hem anne hem de baba adayının kan grubunun bilinmesi önemlidir. Eğer anne Rh (+) ise babanın kan grubu önemini yitirir. Gebelik takibi esnasında annenin kanında normalde olmaması gereken anti-Rh aranır. Bu teste indirek coombs adı verilir. Doğum sonrası bebekte anneden geçen antikorların aranmasına ise direk coombs testi adı verilir. Bebeğin kan uyuşmazlığından etkilenip etkilenmediğini anlamak için ayrıca kordosentez de yapılabilir.

Tedavi
Kan uyuşmazlığında amaç annenin Rh pozitiflere karşı antikor oluşturmasını engellemektir. Bu nedenle kan grubu Rh(-) eşi Rh (+) olan gebelere 28. haftada anti-D iğnesi yapılmalıdır. Bu ilaçlara halk arasında uyuşmazlık iğnesi adı verilir. Doğumdan sonra bebeğin kan grubu pozitif ise ilk 72 saat içinde yeniden anti-D yapılmalıdır.

Benzer şekilde düşük, dış gebelik, kürtaj gibi durumlarda da müdahaleden hemen sonra anti-D yapılmalıdır. Tanısal amaçlı girişimler olan amniyosentez, kordosentez, CVS gibi işlemleri takiben anti-D yapılması gebeliğin sağlıklı devamı açısından son derece önemlidir

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

Gebelik sırasında beslenme hem annenin sağlığı, hem bebeğin gelişimi hem de yenidoğan sonuçları üzerinde son derece önemli bir etkiye sahiptir.Gebelik boyunca anne vücudu, hem bebeğin gelişimi ve büyümesini sağlamak hem de kendi vücudundaki dengeyi korumak adına pek çok fizyolojik değişikliğe maruz kalmaktadır.

Yapılan çalışmalarda gebelik öncesi beslenme yetersizliği olan kadınlarda gebe kalma şansının daha düşük olduğu ve gebelik durumunda bebekte nöral tüp defekti olasılığının daha yüksek olduğu görülmüştür. Gebeliğin ilk 3 ayında beslenme yetersizliği durumunda ölü doğum, erken doğum ve yeni doğan döneminde ölüm riskinin arttığı gösterilmiştir. Gebeliğin 3. ayından sonra ise düşük doğum ağırlığı ve erken doğum olasılığı artmaktadır. Bebekte anomali oranında nöral tüp defektleri dışında genel olarak bir artış görülmemektedir.

Diğer yan yapılan çalışmalarda yüksek proteinli beslenme veya gebelik sırasında aktiviteye bağlı enerji kaybı ile bebek doğum ağırlığı arasında direk bir ilişki gösterilememiştir. Protein ve enerji yönünden dengeli beslenmenin doğum ağırlığında yaklaşık olarak 30 gram gibi minimal bir artışa yol açtığı gösterilmiştir.

Kalori gereksinimi: Gebelerde, gebe olmayan kadınlara göre, bazal enerji ihtiyacı yaklaşık olarak 15-20 oranında artmıştır. Bu ihtiyaç artışı hastanın kilosu ve aktivitesine bağlı olarak 300 – 500 kcal ( minimum kilogram başına 36 kcal gün) arasında değişmektedir.

Kilo Artışı: Gebelikte tavsiye edilen toplam kilo artışı gebelik öncesi vücut kitle indeksine (VKİ BMI Body mass index kgm2) göre hesaplanır. Gebelik öncesi ağırlığı normal startlarda olan bir gebenin alması önerilen toplam kilo miktarı 11-16 kilogram arasında değişmektedir. Vücut kitle indeksine bağlı olarak kilo alımı 7 ile 18 kg arasında değişebilir. Fazla kilolu kadınların ( gebelik öncesi ağırlığı stardın 20 ’si ve üzerinde olan kadınlar) maksimum alabilecekleri kilo miktarını 11 kg ile sınırlamaları gerekirken, Düşük kilolu kadınlar ( gebelik öncesi ağırlığı stardın 10’u veya daha azı olan kadınlar) 18 ya da daha fazla kilo alabilirler.
İlk trimesterde ( ilk 3 aylık dönem) toplam 1.3-2.7 kg’lık, son iki trimesterde ise haftalık olarak 220-450 gramlık artış olması gerekmektedir.

Eğer bir hasta gebeliğin ilk yarısında 4-5 kg’lık kilo artışını gerçekleştirememişse gebenin beslenme durumu dikkatlice gözden geçirilmelidir.

Hastalar gebelikte kilo kaybına karşı uyarılmalıdır. Obez kadınlarda 6.8 kg’lık kilo artışı yeterli olabilmektedir. Ancak 6.8 kg’ın altındaki kilo artışı, plazma hacmindeki yetersiz genişleme ve intrauterin gelişme kısıtlılığı riski ile ilişkilidir.

Gebelik sırasında ortalama olarak 12.5 kg alındığında, bunun 9 kg’nı bebek, plasenta, artan kan hacmi ve sıvı birkimi oluşturmakta; diğer 3.5 kg vücutta yağ olarak depolanmaktadır.

Yapılan çalışmalarda gebelik sırasında yetrsiz kilo alımı durumunda erken doğum ve düşük ağırlıklı bebek doğurma oranının arttığı, fazla kilo alımı durumunda ise bebeğin büyük olmasına bağlı olarak sezaryen oranının arttığı gözlenmiştir.


GEBELİKTE DOĞRU VE YETERLİ BESLENME
Annenin günlük yaşantısını sürdürecek yeterli enerji ve besin öğelerini alırken fazladan alacağı protein, enerji, vitamin ve mineraller hem kendisi hem de doğacak bebeğin sağlıklı olmasının garantisidir. Gebelikte pek çok vitamin ve mineral açısından artmış ihtiyaç durumu söz konusudur. Demir hariç, bu besin ihtiyaçlarının tümü iyi dengelenmiş bir diyetle karşılanabilmektedir.
Normal bir gebelik sürecinde annenin kendi gereksinimine ek olarak tükettiklerinin bebeğe aktarılması annenin yaklaşık 11-16 kg alması demektir. Bu artışı sağlayabilmek için normal diyete ek olarak, günlük 20 gr. protein, 15-20mg. demir, 500mg. kalsiyum ve ortalama 300 kalorilik enerji alımı gereklidir.
Doğru beslenme ve gebelik durumunun özellikleri nedeniyle gereksinmelerin çeşitli yiyecek guruplarından sağlanması gerekir.
Yiyecekler vücudumuzda çeşitli görevler yaparlar. Aynı görevleri yapan yiyeceklerden besin gurupları oluşturulmuştur. Gurup seçeneklerinden birini tüketmiyorsanız bir diğerini yiyerek de doğru beslenebilirsiniz.
ET, YUMURTA, KURUBAKLAGİL GRUBU: Beyin, kas, kemik ve dişlerin gelişimi ve kan yapımında görevlidir. Protein ve demir gereksinimini karşılarlar.
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ: Kemik, diş gelişimi ve büyüme ile görevlidirler. Protein ve kalsiyum kaynağıdırlar.
SEBZE VE MEYVELER : Büyüme ve gelişme için vitamin ve mineralleri sağlarlar.
TAHILLAR: Enerji ve B gurubu vitaminleri içerdiklerinden büyüme ve gelişmeye yardımcı olurlar.
YAĞLAR VE ŞEKERLER : Sadece enerji içerirler. Enerji gereksinimine yardımcı olurlar.
Yeterli ve dengeli beslenmede dikkatli bir şekilde tüketmek zorunda olduğumuz bu besin guruplarını gebelikte de aynı özenle tüketmeliyiz ki sağlıklı yaşayabilmek için doğru beslenme alışkanlıklarını kazanabilelim.

Vitamin ve Mineral Eksikliğinin Gebelik Üzerindeki Etkileri
Folik Asit............Nöral tüp defektleri
Demir..................Anemi ve kanama
İyot......................Kretenizm
Kalsiyum.............Hipertansiyon, preeklampsi
Çinko...................Anemi, nöral tüp defektleri, düşük doğum ağırlığı, anensefali
A Vitamini...........HIV’nin bebeğe geçiş oranında artış, annede anemi, enfeksiyon ve anne ölümünde artış
D Vitamini...........Neonatal hipokalsemi
K Vitamini...........Hemoraji
Bakır....................Anemi, anensefali, düşük doğum ağırlığı
Selenyum.............Nöral tüp defekti, beyin ve kalp damar sisteminde fonksiyon bozukluğu, düşük olasılığında artış
Magnezyum.........Ka pıhtılaşma eğiliminde artış, preeklampsi, erken doğum
Folik Asit: Folik asitin nöral tüp defektleri dışındaki anomalilerinde riskini azalttığına dair bulgulara rastlanmıştır. Son zamanlarda folik asit eksikliğinin Down Sendromu riskini de artırdığı öne sürülmüştür.
Önerilen Doz: 1. Üreme Çağındaki Kadınlar:400 mikrogramgün
1. Gebeler: 1 mggün
2. Nöral tüp defekti riski olan kadınlar: 4 mggün
Folik asit alımına gebelik oluşumundan 2 ay önce başlanması önerilmektedir. Bu şekilde kullanıldığı zaman nöral tüp defekti görülme riskinde 23 oranında azalma olmaktadır. Epilepsi tedavisi alan kadınlarda folik asitin daha yüksek dozlarda alınması gerekir.
Birçok gebelik planlanmadan gerçekleştiği için gebelik öncesi folik asit alınmamaktadır. Bu nedenle üreme çağındaki bütün kadınlara folik asit verilmesi önerilmekle birlikte, bu konuz tartışmalıdır.
Demir: Gebelikte şiddetli anemi (Hemoglobinin 7 grdl’nin altında olması) düşük doğum ağırlığı, prematür doğum, gebeliğin son 3 ayı ve yeni doğan döneminde ölüm ve anne hastalık ve ölüm riskini artırmaktadır. Gebelerde kan hacmi kırmızı kan hücrelerine oranla daha fazla arttığı için fizyolojik olarak anemi gelişmektedir. Ancak kan hemoglobin düzeyleri normal olan gebelerde rutin olarak demir verilmeyebilir. Ayrıca demir eksikliğ olduğu halde yakınması bulunmayan hastalarda demir verilmeyebileceği üzerinde durulmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde demir eksikliği anemisi sık görüldüğü için rutin demir takviyesi önerilebilir. Biz de bütün gebelere demir tedavisi öneriyoruz.
Önerilen Doz: 60 mggün elementer demir
İyot: Gebelik sırasında iyot eksikliği bebekte geri zekalılığa yol açabilmektedir. Ancak tuz gibi yiyeceklere iyot eklenmesi sayesinde gebelerde iyot eksikliği görülme olasılığı oldukça düşüktür.Bu nedenle gebelik sırasında rutin iyot takviyesine gerek yoktur. Ancak geri zekalı çocuk oranının yüksek olduğu bölgelerde gebelik öncesi ve gebeliğin ilk yarısında iyot takviyesi yapılabilir. Verilecek iyot miktarı iyot eksikliğinin derecesine göre belirlenir. Bu takviye iyotlu yiyecekler veya direk ilaç şeklinde yapılabilir. İyotun aşırı alınması durumunda ise bebekte tiroid fonksiyonlarının baskılanmasına ve guatr’a neden olabilmektedir.
Kalsiyum: Bazı çalışmalarda gebelik sırasında kalsiyum alımının gebelik tansiyonu riskini azalttığı görülmüştür. Bu nedenle özellikle gebelik tansiyonu açısından risk taşıyan gebelerde dışarıdan kalsiyum verilmesiönerilmektedir. Ayrıca günde 2 gram gibi yüksek dozda alınan kalsiyumun bile herhangi bir zararlı etkisi gösterilememiştir.
Önerilen Doz: Gebelikte günlük kalsiyum gereksinimi 1200 mg’dır. Gebelere rutin olarak önerilen vitaminlerin içerisindeki kalsiyum yeterli değildir. Bu nedenle dışarıdan bol kalsiyum içeren yiyecekler veya kalsiyum hapları ile ek takviye yapılması önerilmektedir. Gebelerde kalsiyum alımının annede gebelik tansiyonu riskini azaltması dışında,özellikle riskli hastalarda olmak üzere düşük doğum ağırlığı riskini de azalttığı görülmüştür.
Çinko: Çinko birçok enzimin fonksiyonunda, çekirdek proteinlerinin yapımında, DNA sentezinde, protein sentezi ve hücre bölünmesinde rol oynamaktadır. Gebelikte çinko düzeylerinde oluşan değişiklikler konusunda çelişkili yayınlar bulunmaktadır. Ayrıca doğum ağırlığına etkisi konusunda da net veriler bulunmamaktadır. Aynı karışıklık rahim içi büyüme geriliği, erken doğum ve doğumsal anomaliler için de sözkonusudur. Bu nedenle gebelikte rutin çinko takviyesine gerek olup olmadığı konusunda bir görüş birliği bulunmamaktadır. Genel olarak günlük alınması gereken miktar 15 mg olarak belirtilmektedir.
Bakır: Bakır bazı enzimlerin yapısında, damar oluşumunda ve bağ dokusu sentezinde rol oynamaktadır. Gebelik sırasında kaki bakır düzeyinde bir yükselme görülür. Anne kan düzeyi ile bebekteki kan düzeyleri arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Yapılan çalışmalarda bakır düzeyi ile düşük, erken doğum ve doğum ağırlığı ile bir bağlantı bulunamamıştır.
Selenyum: Selenyum antioxidan özelliğe sahip olup, glutatyon peroxidaz enzimi aktivitesini artırır, vücutta serbest radikal oluşumunu ve DNA değişikliklerini önler. Yapılan çalışmalarda gebelik sırasında selenyum düzeylerinde düşme olduğu görülmüştür. Çocuklarda selenyum eksikliği fetal kardiyomyopatiye neden olmaktadır. Çok az çalışmada ise eksikliğinde nöral tüp defektleri, düşük ve erken doğum riskinin arttığı gösterilmiştir

Diabetes mellitus (Şeker hastalığı) hakkında genel bilgiler
Diabetes Mellitus latince'de "ballı idrar" anl***** gelen bir kelimedir. Şeker hastalığının ilk zamanlarında muhtemelen hastanın idrarının tadına bakılarak tanı konmaktaydı. Kan şekeri çok yüksek olduğunda idrara geçen glikozun idrara şeker tadı verdiğinin keşfedilmesi nedeniyle hastalığa bu isim verilmiş olabilir.

Kan şekeri normalde yaklaşık olarak 100 mililitre kanda 100 gram bulunacak şekilde sabit sınırlar içerisinde tutulur. Yemek sonrası besinlerden kana geçen glikoz (şekerin en ufak yapıtaşı) pankreas organından insülin salgılanmasını uyarır. Salgılanan insülin vücudun tüm hücrelerinin bu glikozdan faydalanmasında aracı görevi görür.

Böylece yemek sonrası oluşan kan şekeri yükselmesi glikozun hücrelerin içine girmesiyle normal sınırlarına geri döner. İnsülin kanda glikoz yükselmesine bağlı olarak salgılandığından kan şekeri normale döndüğünde salgı durur ve böylece kan şekeri seviyesinin aşırı düşmesi engellenmiş olur.

Herhangi bir nedenle (uzun süren açlık gibi) kan şekeri seviyesi düşerse bu sefer glukagon adlı bir hormon salgılanır. Bu hormon ise karaciğer depolarından kana şeker sağlanması yönünde çalışarak seviyeyi normale döndürmeye çalışır.

Diabetes Mellitus vücudun çeşitli nedenlerle kan şekeri seviyesini ayarlamada başarısız olduğu bir hastalıktır. Bunun sonucunda kan şekeri toklukta aşırı yüksek olduğu gibi açlıkta da yüksek seyreder. Kan şekeri seviyesinin yüksek seyretmesi ve yüksekliğin uzun yıllar devam etmesi kan damarları üzerinde birçok yoldan olumsuz etki yaratır. Damarlardaki bozukluk başta göz, böbrek ve kalp olmak üzere tüm organlarda hastalık süresi ile direkt ilişkili olarak çeşitli bozukluklar meydana getirir.

Eğer herhangi bir nedenle pankreastan salgılanan insülin yetersiz olursa Tip I diabet, ya da insülin yeterli olmasına rağmen hücreler glikozu kullanamamaktaysa Tip II diabet ortaya çıkar. Her iki durumda da ortak bulgu kan şekerinin yüksek seyretmesi ve bu durumun hastalığın süresiyle direkt ilişki içinde tüm organlara zarar vermesidir.

Cushing sendromu, akromegali, hiperprolaktinemi gibi hormonal hastalıklarda, başka bir nedenle yüksek doz kortizon tedavisi görenlerde ve diğer birçok ağır hastalığın seyri esnasında da kan şekeri kontrolden çıkabilir. Bu durumlarda hastalığın tedavi edilmesi ya da kortizon tedavisinin bitmesi durumunda kan şekeri genellikle kısa zamanda normale döner. Bu bahsedilen diabete ikincil diabet (başka bir nedene bağlı ortaya çıkan şeker hastalığı) adı verilir.

Hangi nedenle ortaya çıkarsa çıksın şeker hastalığı çok yemek yeme, çok su içme ve fazla idrar yapma şeklinde belirti verir. Genç yaşlarda Tip I diabetin ilk belirtisi kanda aşırı şeker yükselmesine bağlı olarak ortaya çıkan ketoasidoz (şeker koması) olabilir. Bazen ilk belirtiler vücudun çeşitli yerlerinde yaralar çıkması, sık sık vajinal mantar enfeksiyonu oluşması ya da tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu olabilir. Nadir durumlarda ilk belirtiler bozulan organların yaptığı belirtiler (böbrek yetmezliği gibi) olabilir.

Şeker hastalığının tanısında değişmez bulgu açlık kan şekerinin en az iki ölçümde normalden yüksek çıkmasıdır. Bu durumda diabet aşikardır. Latent (gizli) diabet ise OGTT adı verilen şeker yükleme testleriyle ortaya çıkarılabilir.

Tip I diabet genellikle erken yaşlarda belirti veren ve tedavisinde insülin kullanılması gereken bir hastalıktır. Bu yüzden tıp literatüründe "insüline bağımlı diabet" ya da kısaca IDDM (Insulin dependent diabetes mellitus) olarak anılır. Tip II diabet ise genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkar. Bu hastalıkta ise kan şekerinin hücreler tarafından kullanımındaki bozukluğu gidermeye yönelik olarak tablet şeklindeki çeşitli ilaçlardan ya da ileri aşamalarda insülinden faydalanılır.

Şeker hastalığı bazen ilk kez gebelikte ortaya çıkabilir. Buna da gestasyonel (gebeliğe bağlı) diabetes mellitus adı verilir.

Daha öncesinden şeker hastalığı olan ve bu nedenle insülin kullanan gebeler ve mevcut gebeliği esnasında şeker hastalığı tanısı konan gebelerde anne adayı ve özellikle de bebek açısından tehlikeli durumlar ortaya çıkabilir.

GEBELİKTEN ÖNCE VAROLAN DİABET VE GEBELİK

Tanım: Gebeliği öncesinde diabet (şeker hastalığı) tanısı konmuş ve tedavisi süren gebelerde Tip I ya da Tip II diabet sözkonusu olabilir. Ancak gebelerin büyük kısmının genç yaşta olmaları nedeniyle gebelikte Tip I diabet (insülin kullanılan diabet) daha sık görülür.

Diabetli gebelerin tümüne yakını gebelik öncesinde tanısı konmuş hastalardır. Nadir durumlarda tesadüfi olarak Tip I diabet ilk bulgularını gebeliğin ilk yarısında verebilir.

Gebelikte diabetin tehlikeleri nelerdir?

Gebelik esnasında varolan diabet hem anne adayı hem de bebek için oldukça tehlikeli durumların oluşmasına yol açan bir hastalıktır. Bu yüzden gebelikte var olan diabet her zaman ciddiye alınması ve ihmal edilmemesi gereken bir durumdur.

Anne adayı için varolan tehlikeler:

Vücudun normal bir kan şekeri seviyesini sürdürmek için gerekli olan insülin ihtiyacı gebelikle birlikte önemli derecede artar (özellikle 3. trimesterde insülin ihtiyacı %100'e kadar artabilir). Diabetli gebelerde bu ihtiyaç karşılanmadığında kan şekeri çok yükselebilir ve ketoasidoz adı verilen ve komaya kadar varabilen ciddi durum ortaya çıkabilir ("şeker koması").

Kontrolsüz diabeti olan gebelerde pyelonefrit (böbrek enfeksiyonu) gibi ciddi enfeksiyonların olasılığı artar. Dirençli vajinal kandidiyazis (mantar) gelişebilir.

Diabeti olan gebelerde hipotiroidi (tiroid bezinin yetersiz çalışması) sık rastlanan bir durumdur.

Özellikle uzun zamandan beri şeker hastası olan ve damarsal hastalık ya da böbrek hastalığı gelişmiş olan gebelerde preeklampsi ortaya çıkma olasılığı belirgin bir şekilde yükselir.

Bebek için varolan tehlikeler:

Gebeliğin erken döneminde, bebeğin organlarının oluştuğu aşamada kan şekerinin yüksek seyretmesi bebekte ciddi bazı anomalilere neden olabilir. Özellikle kan şekeri kontrol edilmemiş bir şekilde gebeliğe başlayanlarda anomalili çocuk doğurma riski 3-4 kat artar.

Diabeti gebeliğin erken dönemlerinde kontrolsüz kalan gebelerde spontan abortus (düşük) yapma riski de yükselmiştir.

Diabeti olan gebelerin bebeklerinde başta kalp olmak üzere, santral sinir sistemi, iskelet sistemi, genitoüriner sistem (genital organlar ve idrar yolları) ve sindirim sisteminde çeşitli anomaliler meydana gelebilir. Bunların bir kısmı ve özellikle kalpte oluşanlar normal ultrason incelemesinde görülemeyebilir.

Kan şekerinin yüksek seyretmesi gebeliğin tüm dönemlerinde bebeğin anne karnında aniden ölme riskini artırır.

Kontrol edilmemiş diabet bebeğin normalden iri olmasına, amnios sıvısının artmasına neden olabilir.

Kontrol edilmemiş diabeti olan anne adaylarının bebeklerinde akciğer olgunlaşması diğer bebeklere göre daha geç olur.

Preeklampsi gelişen gebelerin bebeklerinde intrauterin gelişme geriliği (IUGG) ortaya çıkabilir.

Kontrol edilmemiş diabeti olan anne adaylarının bebeklerinde antenatal dönemde fetal distres gelişme riski normal gebeliklere göre çok daha fazladır.

Doğum eylemi esnasında da bebek açısından bazı problemler ortaya çıkabilir:

Kontrolsüz diabeti olan gebelerin bebeklerinde antenatal dönemde (doğum öncesi) olduğu gibi intrapartum dönemde de (doğum eylemi esnasında) fetal distres daha sık gelişir.

İri bebeğin doğumu esnasında doğum eyleminin yavaş seyretmesi ya da durması yanında çıkım esnasında omuz takılması problemi ortaya çıkabilir.

Bebek doğduktan sonra da başta hipoglisemi (kan şekeri düşmesi), hipokalsemi (kalsiyum düşüklüğü) ve hiperbilirubinemi (bilirubin yüksekliği) olmak üzere ciddi yenidoğan problemleri ortaya çıkabilir.

Tüm bu sayılanlar gebelik öncesi dönemden başlamak üzere gebeliğin seyri esnasında ve doğum eylemi esnasında kan şekerinin normal sınırlar içinde (60-120 arası) tutulmasıyla büyük oranda başarılı bir şekilde önlenebilmektedir.

Bu nedenle diabeti olan anne adayı gebe kalmayı planladığı dönemden gebe kalana kadar, gebelik boyunca sıkı bir takipte tutulur, normal gebelikten daha fazla sayıda kontrole çağırılır ve daha fazla sayıda tetkik yapılır.

Diabetli gebelerde yaklaşım:

Genel yaklaşım:

Diabet tanısı konan gebelerin takibi normalden farklıdır. Tanı konduktan hemen sonra ya da önceden diabetli olduğu bilinen bir gebede genel gebelik muayeneleri yapıldıktan sonra tüm vücut sistemleri ayrıntılı olarak gözden geçirilir. Göz dibi muayenesi ve nörolojik muayene yapılır. Bu gebeler daha sık aralıklarla antenatal kontrollere çağırılır ve bu antenatal kontrollerin her birinde kan şekeri değerlendirilerek insülin tedavisinin etkinliği gözden geçirilir ve gerekirse insülin dozu tekrar ayarlanır. Belli bir gebelik haftasından sonra fetal iyilik hali testlerine başlanır.

Diabetli gebelerde anomali gelişiminin önlenmesi:

Diabeti olan anne adaylarında anomalili bebek doğurma riskini azaltmak mümkündür. Bunun için anne adayının ilk gebe kaldığı günden birinci trimesterin sonuna kadar kan şekerinin normal seyretmesi sağlanır. Kan şekerini kontrol etmenin en ideal yolu gebe kalmadan önce kan şekerini kontrol altına almak ve bunu sürdürmektir.

Kan şekerinin son zamanlarda nasıl seyrettiğini ortaya çıkarmak mümkündür. Bu amaçla gebeliğin mümkün olan en erken döneminde kanda glikozillenmiş hemoglobin değeri (HbA1C) ya da fruktozamin saptanır. Bu iki inceleme aylar öncesine ait kan şekeri yüksekliklerini yansıtır. Değerin yüksek çıkması uzun zamandan beri kan şekerinin yüksek seyrettiğini gösterir. Ancak bu değerin yüksek olması kesin bir tahliye nedeni değildir. Bu durumda bebekte anomali ortaya çıkmış olma riski yüksek olduğundan bebekte daha ayrıntılı inceleme yöntemleriyle anomali araştırılır.

Diabetli gebelerde bebekte anomali aranması:

Tüm diabetik anne adaylarında ve özellikle de glikozillenmiş hemoglobin değeri yüksek bulunan anne adaylarında bebek ayrıntılı anomali testlerine tabi tutulur. Normal seyreden gebeliklerde tek başına yeterli olan üçlü test incelemesine ek olarak bu gebelerde 18. gebelik haftasında II. düzey ultrason (daha ayrıntılı ultrason incelemesi) ve 20. gebelik haftasında fetal ekokardiografi yapılır.

Üçlü test 16. gebelik haftasında uygulanır ve özellikle Down sendromu ("mongol çocuk") ve nöral tüp defekti (anensefali, spina bifida gibi durumlar) riskini belirler.

II. düzey ultrason ise normal ultrasondan daha iyi çözünürlüğe sahip olan ve deneyimli kişilerce uygulandığında bebeğin "tepeden tırnağa" ayrıntılı bir şekilde incelenmesine olanak veren bir ultrasondur.

Fetal ekokardiografi de yine ultrason prensibiyle çalışan ve deneyimli kişilerce uygulanan bir testtir. Bunda da kalp ve ana damarların anomali açısından ayrıntılı olarak taranır.

Bu testlerden birinde bir anormallik bulunması durumunda amniosentez ya da kordosentez gerekebilir.

Diabetli gebenin ve bebeğinin antenatal değerlendirilmesi:

Diabetli gebe tüm gebeliği boyunca kan şekerini evinde düzenli olarak kontrol etmeli, diyetine uymalı ve insülin tedavisini sıkı bir şekilde uygulamalıdır. Doktorunun çağırdığı aralıklarla kontrole gelmesi çok önemlidir. Kontrollerde insülin dozlarının tekrar ayarlanması gerekebilir. Gözler ve böbrekler başta olmak üzere tüm organlar belli aralıklarla gözden geçirilir.

Kontroller esnasında bebekte irileşme, polihidramnios (amnios sıvısı artışı), gelişme geriliği gibi durumlar aranır. Preeklampsi belirtileri aranır ve preeklampsi gelişmesi durumunda gerekli önlemler alınır.

Belli bir gebelik haftasından sonra (genellikle 32. hafta) fetusun iyilik hali NST ve BFP gibi testlerle haftada bir ve belli bir gebelik haftasından sonra haftada iki kez araştırılır.

Uzun zaman kontrolsüz kalan ya da preeklampsi gelişen gebelerde bu testlere 28.gebelik haftasında başlanır.

Anne adayının bebek hareketlerine duyarlı olması gerekir. Her bebeğin kendine özgü hareket etme alışkanlığı vardır. Anne adayı bebeğinin az oynamaya başladığını farkettiğinde bu durumu hemen doktoruna haber vermelidir.

Diabetli anne adayı belli bir gebelik haftasından sonra (genellikle 36. haftada) hastaneye yatırılarak izlenir. Bu aşamada fetal iyilik hali testleri sıklaştırılır, kan şekerleri düzenli olarak kontrol edilmeye devam edilir ve gerekirse tekrar doz ayarlaması yapılır. Polihidramnios, iribebek, İUGG ya da preeklampsi gelişen gebeler tanı konduğu andan itibaren hastaneye yatırılarak izlenirler.

Gebeliğin sonuna doğru doğum şekli hakkında karar verilir.

Doğumun zamanı ve şekli konusunda karar verilmesi:

Fetal distres dışındaki bir nedenle 39. haftadan önce doğumun gerçekleştirilmesi gerekirse amniosentez ile elde edilen amnios sıvısında akciğer olgunlaşma testleri yapılır ve sonuca ve gebenin durumuna göre doğum gerçekleştirilir ya da bir süre daha beklenir.

39. bazen de 40. gebelik haftasını dolduran gebede doğum eylemi henüz başlamamışsa doğumu gerçekleştirme girişimleri başlatılır.

İri bebek ya da başka bir nedenle sezeryan gerekli değilse diabetik anne adayı normal doğum yapabilir.

Normal doğum yapmasına izin verilen gebeler doğum eylemi esnasında CTG ile sürekli monitorizasyona tabi tutulurlar ve en ufak bir fetal distres bulgusunda doğum sezeryan ile gerçekleştirilir.

Diabetik anne adayının doğum yapacağı hastanenin yenidoğan ünitesinin diabetik anne çocuğu bakımı konusunda tecrübesi olmalıdır.

Doğumun hemen sonrasında insülin ihtiyacı azaldığından annenin insülin dozları tekrar ayarlanır.

GESTASYONEL (gebeliğe bağlı) DİABET

Tanım:

Daha önceden diabeti olmayan bir gebede ikinci trimester ve sonrasındaki bir zamanda diabet ortaya çıkmasına gestasyonel diabet adı verilir.

Gebelikte fetusun gelişmesini sağlamaya yönelik olarak glikoz metabolizmasında önemli değişiklikler meydana gelir. Plasentadan salgılanan HPL (Human placental lactogen) adlı hormon gebelikte fetusa yeterince glikoz gitmesini sağlamak amacıyla insülinin kan şekerini düşürücü etkisini frenler. Böylece gebelikte doğal bir hiperglisemi eğilimi ortaya çıkar. Bu eğilim bazen patolojik boyutlara ulaşabilir. Özellikle HPL'nin en etkili olduğu 24. gebelik haftasından itibaren anne adayı diabetik hale gelebilir.

Gestasyonel diabet kimlerde görülür?

Gestasyonel diabet tüm gebelerin yaklaşık %5'inde ortaya çıkar. Gebelikle beraber görülen şeker hastalıklarının %90'ı gestasyonel diabet özelliklerini taşır.

Gestasyonel diabet gelişme riskinin yüksek olduğu gebeler:
Daha önce ölü doğum yapmış , anomalili bebek doğurmuş, iri bebek (4000 gram üzerinde) doğurmuş; birden fazla sayıda düşük yapmış olan;
daha önceki gebeliğinde gestasyonel diabet geçirmiş olan;
gebelik öncesi kilosu normalden fazla olan;
yaşı ileri olan (35 yaş ve üzeri);
birinci derece akrabalarından birinde diabet olan;
tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ya da mantar enfeksiyonu olan anne adaylarında mevcut gebelikte gestasyonel diabet gelişme riski artar.
Mevcut gebeliğinde bebeği gebelik haftasına göre daha iri olan;
gebelik esnasında fazla kilo alışı preeklampsiye bağlı olmayan;
nedeni açıklanamayan polihidramnios (amnios sıvısının artması) saptanan;
bebeği beklenmedik bir şekilde ölen;

idrarda glikoz çıkışı saptanan ya da diabet belirtileri gösteren (çok yemek yeme ve su içme, bol idrar yapma gibi) gebelerde de gestasyonel diabet mevcut olabilir ya da gebeliğin kalan kısmında gelişebilir.

Gestasyonel diabet tanısı nasıl konur?

Gebelikte şeker hastalığı tarama testi (PPG):

Gestasyonel diabet tanısı konan gebelerin yarısında yukarıda bahsedilen risk faktörlerinden hiçbiri bulunmaz. Bu nedenle hiç bir şikayeti olmasa bile tüm gebeler 24.-28. gebelik haftalarında yani HPL hormonunun kanda en yüksek seviyelere ulaştığı ve diabet gelişme riskinin en yüksek olduğu dönemde şeker hastalığı tarama testine tabi tutulurlar.

Postprandial glikoz (gıda alımı sonrası glikoz) (PPG) testinde 12 saatlik açlık süresinden sonra damardan alınan kanda açlık kan şekeri ve suda çözünmüş 50 gr saf glikoz içilmesinden bir saat sonra tokluk kan şekeri ölçülür. Testte bozukluk çıkması mutlaka diabet olduğunu göstermez. Oral glikoz tolerans testi (şeker yükleme testi) (OGTT) uygulanarak kesin tanı konur. PPG'de bozukluk çıkan gebelerin ancak %15'lik kısmında gestasyonel diabet saptanır.

Gebelikte şeker hastalığı tanı testi (Şeker yükleme testi) (OGTT):

Yine 12 saatlik bir açlık süresi sonunda açlık kan şekeri ve suda çözünmüş 100 gram glikozun içilmesinden bir, iki ve üç saat sonra damardan kan alınarak tokluk kan şekeri ölçümü yapılır. Bu dört ölçümden iki ya da daha fazlasının yüksek çıkması durumunda gestasyonel diabet tanısı kesinleşir.

Ölçümlerden yanlızca biri patolojik çıkan anne adayları yakın takibe alınır. Bu anne adaylarında belli bir süre sonra OGTT tekrarlanır.

Gestasyonel diabet gelişme riski yüksek olan anne adaylarında tanı için şeker tarama testi (PPG) değil, direkt olarak şeker yükleme testi (OGTT) yapılır. Test normal çıksa bile 32.-34. gebelik haftaları arasında tekrarlanır.

Gestasyonel diabetin yarattığı tehlikeler nelerdir?

Gestasyonel diabet tanısı konduktan sonra tedavi ya diyetle ya da insülin kullanılarak yapılır. Tablet şeklindeki şeker düşürücü ilaçlar gebelikte kullanılmazlar.

Özellikle insülinle tedavisi gereken gestasyonel diabetli hastalarda istenmeyen durumların ortaya çıkma riski yanlızca diyetle kontrol altına alınabilen gestasyonel diyabete göre belirgin şekilde yüksektir. Ancak diyetle kontrol altına alınan gebelerin %10'luk bir kısmında antenatal kontrollerin birinde diyete uyamama ya da diyetin yetersiz gelmesi nedeniyle insülin tedavisi başlamak gerekebilir.

Anne adayı için varolan tehlikeler:

Gestasyonel diabette Tip I diabetin aksine ketoasidoz ("şeker koması") daha az görülür.

Gestasyonel diabet uygun bir şekilde kontrol altına alınmazsa piyelonefrit (böbrek enfeksiyonu) gibi ciddi enfeksiyonların ortaya çıkma olasılığı artar. Dirençli vajinal kandidiyazis (mantar) gelişebilir.

Gestasyonel diabette ve özellikle de diyet ile kontrol altına alınabilen tipinde preeklampsi gelişme riski normal gebeliklerle eşittir.

Bebek için varolan tehlikeler:

Gestasyonel diabet organ gelişimi tamamlandıktan sonra ortaya çıkan bir durum olduğundan bu anne adaylarının bebeklerinde anomali ortaya çıkma riski normal gebeliklerle eşittir.

Kan şekerinin yüksek seyretmesi gebeliğin tüm dönemlerinde bebeğin anne karnında aniden ölme riskini artırır. Bu risk özellikle insülinle kontrol altına alınmaya çalışılan gestasyonel diabetli gebelerde veya kontrolü aksatan gebelerde daha yüksektir.

Kan şekeri yüksekliği kontrol altına alınamayan gestasyonel diabet bebeğin normalden iri olmasına, amnios sıvısının artmasına neden olabilir.

Gestasyonel diabetlilerin, özellikle de kan şekeri diyetle kontrol altına alınabilen anne adaylarının bebeklerinin akciğer olgunlaşmasının normal gebelere göre daha geç olduğuna dair bir bilimsel veri yoktur.

Kontrol edilmemiş gestasyonel diabeti olan anne adaylarının bebeklerinde antenatal dönemde fetal distres gelişme riski normal gebeliklere göre çok daha fazladır.

Gebelik öncesinden varolan diabette olduğu gibi gestasyonel diabette de doğum eylemi esnasında bebek açısından bazı problemler ortaya çıkabilir. Bu gebelerin bebeklerinde antenatal dönemde (doğum öncesi) olduğu gibi intrapartum dönemde de (doğum eylemi esnasında) fetal distres daha sık gelişir.

İri bebeğin doğumu esnasında doğum eyleminin yavaş seyretmesi ya da durması yanında çıkım esnasında omuz takılması problemi ortaya çıkabilir.

Bebek doğduktan sonra da özellikle doğum eyleminin hemen öncesinde ya da doğum eylemi esnasında kan şekeri yüksek seyreden annelerin bebeklerinde başta hipoglisemi (kan şekeri düşmesi), hipokalsemi (kalsiyum düşüklüğü) ve hiperbilirubinemi (bilirubin yüksekliği) olmak üzere ciddi yenidoğan problemleri ortaya çıkabilir.

Tüm bu sayılanlar gestasyonel diabet tanısı konduktan sonra diyet ya da gerektiği durumlarda insülin kullanılarak kan şekerinin etkili bir şekilde kontrol altına alındığı durumlarda daha az sıklıkla ortaya çıkar.

Bu nedenle gestasyonel diabeti olan anne adayı tanı konduktan sonra tüm gebelik boyunca sıkı bir takipte tutulur, normal gebelikten daha fazla sayıda kontrole çağırılır ve daha fazla sayıda tetkik yapılır.

Gestasyonel diabetlilerde yaklaşım:

Diabetli gebenin ve bebeğinin antenatal değerlendirilmesi:

Diabet tanısı konan gebelerin takibi normalden farklıdır. Tanı konduktan hemen sonra ya da önceden diabetli olduğu bilinen bir gebede genel gebelik muayeneleri yapıldıktan sonra tüm vücut sistemleri ayrıntılı olarak gözden geçirilir. Bu gebeler daha sık aralıklarla antenatal kontrollere çağırılır ve bu antenatal kontrollerin her birinde kan şekeri değerlendirilerek diyetin ve/veya insülin tedavisinin etkinliği gözden geçirilir. Gerekli durumlarda tek başına diyet tedavisinden vazgeçilerek diyet+insülin tedavisine geçilir. İnsülin tedavisi yetersiz geldiği görülen gebelerin insülin dozları tekrar ayarlanır. Belli bir gebelik haftasından sonra fetal iyilik hali testlerine başlanır.

Gestasyonel diabeti olan anne adayı gebelik boyunca kan şekerini evinde düzenli olarak kontrol etmeli, verilen diyete ve alıyorsa insülin tedavisine uymalı ve doktorunun çağırdığı aralıklarla kontrole gelmelidir. Kontrollerde insülin dozlarının tekrar ayarlanması, ya da dietin tekrar ayarlanması veya yanlızca diyet alanlarda diyete ek olarak insülin tedavisine geçilmesi gerekebilir.

Kontroller esnasında ultrason incelemesiyle bebekte irileşme, polihidramnios (amnios sıvısı artışı) aranır.

Belli bir gebelik haftasından sonra (genellikle 36. hafta) fetusun iyilik hali NST ve BFP gibi testlerle haftada bir ve belli bir gebelik haftasından sonra haftada iki kez araştırılır.

Diyetle kan şekeri kontrol altına alınan gebelerde fetal iyilik hali testlerine daha geç bir dönemde başlanabilir.

Anne adayının bebek hareketlerine duyarlı olması gerekir. Her bebeğin kendine özgü hareket etme alışkanlığı vardır. Anne adayı bebeğinin az oynamaya başladığını farkettiğinde bu durumu hemen doktoruna haber vermelidir.

Gestasyonel diabeti olan ve insülin kullanan anne adayı belli bir gebelik haftasından sonra (genellikle 38. hafta) hastaneye yatırılarak izlenir. Bu aşamada fetal iyilik hali testleri sıklaştırılır, kan şekerleri düzenli olarak kontrol edilmeye devam edilir ve gerekirse tekrar insülin doz ayarlaması yapılır. Gebeliğin sonuna doğru doğum şekli hakkında karar verilir.

Doğumun zamanı ve şekli konusunda karar verilmesi:

Gestasyonel diabetli anne adayının kan şekeri diyetle kontrol altına alınabiliyorsa doğum eyleminin kendiliğinden başlaması beklenir. Normal gebeliklerde miad geçmesi durumundaki yaklaşım şeması bu gebeler için de geçerlidir.

Ancak gestasyonel diabetli anne adayının kan şekerleri insülinle kontrol altında tutuluyorsa gebelik süresinin 40 haftayı geçmesine genellikle izin verilmez. Bu gebelik haftasına gelinmesine rağmen doğum eylemi başlamazsa indüksiyon (suni sancı) ile doğum gerçekleştirilmeye çalışılır.

İri bebek ya da başka bir nedenle sezeryan gerekli değilse gestasyonel diabetli anne adayı normal doğum yapabilir.

Normal doğum yapmasına izin verilen gebeler doğum eylemi esnasında CTG ile sürekli monitorizasyona tabi tutulurlar ve en ufak bir fetal distres bulgusunda doğum sezeryan ile gerçekleştirilir.

Diabetik anne adayının doğum yapacağı hastanenin yenidoğan ünitesinin diabetik anne çocuğu bakımı konusunda tecrübesi olmalıdır.

İnsülin kullanan gestasyonel diabetli annelerde doğumun hemen sonrasında insülin ihtiyacı azaldığından insülin dozları tekrar ayarlanır.

Gebeliklerinde gestasyonel diabet tanısı konmuş annelere lusalık bitiminde 75 gram glikozla OGTT (şeker yükleme testi) uygulanır. Bu test normal çıksa da annenin sonraki gebeliklerinde ya da hayatının ileriki dönemlerinde şeker hastalığına yakalanma riskinin diğer insanlara göre daha fazla olduğunu bilmesi gerekir.

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

Sigaranin genel olarak saglik üzerindeki olumsuz etkileri iyi bilinmektedir. Sigara kullanimi ile akciger kanseri, kalp-damar hastaliklari, kronik akciger hastaliklari, mesane kanseri, mide-barsak kanserleri ve rahim agzi kanseri gibi birçok hastaligin riskini artirdigi birçok çalismada gösterilmistir. A.B.D’de yilda 450.000 ölümden sorumlu nedenler arasinda sigara da yer almaktadir. Ayrica sigaranin neden oldugu hastaliklar nedeniyle yapilan harcamalarin 157 milyar dolar oldugu belirtilmektedir. Bu istatistikler sigaranin gerek saglik, gerekse ekonomik açidan ne kadar önemli bir sorun oldugunu net olarak göstermektedir.

Gebelik sirasinda sigara kullaniminin hem kadin, hem de bebek üzerinde çok önemli olumsuz etkileri bulunmaktadir. Gebelikte sigara kullanimi göbek kordonu ve plasentada degisiklikler, plasentanin asagi yerlesmesi, dis gebelik, bebekte gelisme geriligi, düsük, erken dogum, düsük dogum agirligi, idrar yollari anomalileri, bebekte dogum öncesi ve sonrasi ani ölüm gibi önemli hastalik ve durumlarin riskini artirmaktadir. Ayrica süt vermede sorunlari, bebegin fiziksel gelisimi, sinir sistemi fonksiyonlarinda bozukluk, bebegin entellektül gelisimi ve ruhsal durumunda bozulmalara neden olabilmektedir. Solunum sistemi, sinir sistemi, duyu organlari, deri ve idrar yollari hastaliklari sigara içen annelerin çocuklarinda daha sik görülmektedir.

Sigarada nikotin disinda karbon monoksit, siyanid, anilin, metanol, hidrojen sülfit, arsenik, kursun ve kadmiyum gibi birçok toksin bulundugu için potansiyel olarak bebekte enomalilere neden olabilecegi düsünülmektedir. Sigaranin içerisinde 3000’nin üzerinde toksin bulunmaktadir. Simdi bu riskleri biraz daha istatistiksel bilgilerle ortaya koymak istiyorum.

Düsük dogum agirligi nedenlerinin % 20-30’nun annenin sigara kullanimina bagli oldugu düsünülmektedir. Genel olarak sigara kullanan annelerin bebekleri 200-250 gram daha düsük agirlikta ve 1 cm daha kisa dogmaktadir. Ayrica dogum kilosu düsük olan bebeklerin kronik bir hastaliga yakalanma ve dogumdan sonraki ilk 1 ay içerisinde ölüm riski 40 kat artmaktadir. Dogum agirligindaki düsüs ile içilen sigara sayisi arasinda direk bir baglanti bulunmaktadir. Yani çok yaygin bir inanis olan 5 sigarani zarari yoktur düsüncesi tamamen yanlis olup, sigaranin zararli etkileri ilk sigara ile birlikte baslamaktadir. Gebeligin ilk 16 haftasinda sigarayi birakan anne bebeklerinde dogum agirligi normal olmaktadir.

Sigara içen gebelerde düsük ve erken dogum olasiligi 2 kat artmakta ve dogumdan sonraki ilk 1 yil içerisinde ölüm riski artmaktadir. Dogumdan sonra 2-5. aylar arasinda “ani bebek ölümü” en önemli bebek ölüm nedeni olup, sigara içen annelerin bebeklerinde bu risk içilen sigara sayisina bagli olarak 2-6 kat artmaktadir.

Gebelik sirasinda sigara birakildigi zaman dogum sonrasi bebek ölümlerinde %10 ve gebeligin son dönemleri ile dogum sonrasi erken dönemde bebek kaybi riskinin ise %12 düzeyinde azalacagi tahmin edilmektedir.

Gebelikte sigara kullanimin bir diger önemi de bebegin sinir sistemi gelisimi üzerindeki olumsuz etkileridir. Yapilan çalismalarda dogum öncesi sigaraya maruz kalan bebeklerde hiperaktivite, dikkat eksikligi, heceleme ve okuma zorluklarinindaha sik oldugu görülmüstür. Yine bazi çalismalarda bu bebeklerde entellektüel gelisimde yetersizlik ve bazi davaranis bozukluklarinin daha sik oldugu gösterilmistir. Bunun sonucunda dikkat eksikligi, okuma ve matematik problemlerinin ögrenilmesi ortalama olarak 4-5 ay daha geç olmaktadir.

Sigara içerisindeki karbonmonoksitin beyin proteinleri, DNA, noradrenalin ve seratonin konsantrasyonlarini azaltmasi, dopamin dolasimini degistirmesi ve nikotinin beyin oksijenlenmesini azaltmasinin yukarida sözettigimiz etkilerden sorumlu oldugu düsünülmektedir.
Gebelik, tiroid bezi hastalıkları açısından kritik ve bu yüzden de araştırılması gereken bir dönemdir. Genç kadınların gebelik dönemlerinde guatr oluşumu ve mevcut olan guatrın hızlı büyüdüğü ve daha belirgin hale geldiği bilinmektedir. Bu olay iyot ek***liği olan coğrafi bölgelerde oldukça sıktır. Gebelik dönemindeki kadınların iyot ihtiyaçları diğer genç insanlara göre çok daha fazladır. Genellikle gebeler gebelik dönemlerinde çocuğa zarar verir gerekçesiyle ilaç kullanmaktan kaçınırlar. Ancak iyot ek***liği durumlarında gebelerin gereken iyot ihtiyaçları karşılanmalıdır. Bu yüzden bu durumdaki gebelerin iyot tabletleri almaları gerekir. Şu unutulmamalıdır ki; iyot ek***liği de çocukta zararlı etkilere neden olur.

Gebelerdeki iyot ek***liğinin nedeni ise artmış iyot kaybıdır. Kısmen çocuğa, kısmen de idrarla iyot atılımının artmasına ve sonuçta iyot dağılım alanının çoğalmasına bağlıdır. Gebelikte günlük iyot ihtiyacı ve gıdalarla alınan iyot miktarı arasında mevcut olan fark iyot ek***liğinde daha da artmaktadır.

Gebelerde Guatr:

Yeni oluşan guatr veya var olan guatrın hızlı büyümesi genç ve gebe kadınlarda sıktır. Nedeni ise günlük ihtiyaç ile günlük alınan iyot miktarı arasındaki farkın artmasıdır. Tiroid bezinin uyum mekanizmasından dolayı guatr oluşur.

İyot ek***liğinin fazla olduğu 2. gebelik haftasında çocukta guatr oluşma riski vardır. Buna yenidoğan guatr'ı denir. Bu hastalıkta iyot ek***liğinin olduğu coğrafi bölgelerde sık görülür. Gebe kadınların bu iyot ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için iyotlu tuz tüketimi önerilmez. Çünkü çok yüksek miktarlarda iyotlu tuz almaları gerekir. Bu da gebelerde yüksek tansiyon gelişme ve ödem oluşma riskini arttırmaktadır. Bu yüzden de gebeler günlük 200 mikrogram'lık tabletler halinde iyot almalıdırlar. Bu tedavi sayesinde annede yeni guatr oluşumu ve var olan guatrın büyümesi önlenir. Ayrıca çocuktaki iyot ek***liği de giderilip yenidoğan guatr oluşumu engellenir.

Genç kadınlarda gebe kaldıkları sırada guatrları mevcutsa bu tedavi guatrlarının büyümesini engelleyemez. Bu yüzden de bu hastalar da tiroid hormonu preparatları kullanılmalıdır. Bu tedavinin çocuğa hiçbir yan etkisi ve zararı yoktur. Çünkü tiroid hormonları plasentadan geçemez.

Sonuç olarak guatrsız gebelerde mutlaka iyot tedavisi uygulanmalı, guatrlı gebelerde ise buna ek olarak tiroid hormon tedavisi de uygulanmalıdır. Bu tedavi çocuğa zarar yerine fayda getirir. Eğer tedavi uygulanmazsa çocukta guatr gelişme riski yüksektir.

Gebelerde Hipotiroidi:

Belirgin hipotiroidisi olan kadınlar nadiren gebe kalabilirler. Kısırlık nedenleri içinde önemli bir yer alır. Gebe kaldıkları taktirde de önceden gördükleri tiroid hormon tedavilerine devam edilir. Gebelik esnasında hipotiroidizm oluşursa da hormon tedavisine başlanılır. Hipotiroidili gebe kadınlar gebelikleri sürece tedavi görmezlerse erken doğum , düşük vs. istenmeyen sonuçlarla karşılaşabilirler. Bu hormon tedavisi ile bu olaylar minimal gözlenir. Bu tedavinin de çocuklar üzerine hiçbir zararlı etkisi yoktur. Aksine faydaları çoktur.

Gebelikte Hipertiroidi:

Hipertiroidi, gebelikte nadiren görülür ve bu durum sevindiricidir. Çünkü hipertiroidili bir gebenin tedavisi guatrlı ve hipotiroidili gebeninkinden oldukça zor ve sorunludur. Bunun nedeni de annenin tiroid bezini frenlemek için kullanılan ilaçların plasentadan geçip çocuğun kan dolaşımına geçmesindendir. Ancak bu geçişin, kullanılan ilaçların dozlarına bağlı olduğu biliniyor. Bu ilaçların yüksek dozları çocukta hipotiroidi ve guatr oluşturmaya yeterlidir. Bu kesinlikle istenmeyen bir durum olup, çocuğun zihinsel ve motor gelişimini kötü yönde etkiler. Belirli bir dozun altında da çocuğun tiroid bezine etki etmediği biliniyor. Sonuçta bu tür, hipertiroidili gebelere mümkün olan en düşük doz ilaç verilmelidir. Öte yandan tedavi edilmeyen hipertiroidili gebelerde düşük, erken doğum, plasentanın erken ayrılması gibi istenmeyen olayların sıklığı artar. Ayrıca çocuklarda anomali oluşma sıklığı da artar.

Basedow hastalığı olan gebelerin tedavisi sonucu çocuklarında % 3 doğumsal guatr ve yaklaşık % 1 doğumsal hipotiroidi geliştiği gözlenmiştir. Bunlar tamamen tedavi sonucu oluşur. Oysa Basedow'lu gebelerin çocuklarında % 1-3 oranında doğumsal hipertiroidi görülme olasılığı var. Bu durum tedaviden kaynaklanmaz. Annedeki tiroid bezini stimüle (uyaran) eden antikorların çocuğa geçmesiyle oluşur.

Sonuçta hipertiroidili kadınların gebelikleri yüksek riskli gebelik grubuna girer. Mutlaka kadın-doğum ve Endokrinoloji uzmanının denetimi altında olmalıdırlar
Son zamanlarda yapilan bir çalismada ise sigaraya maruz kalan bebeklerin daha hiperaktif oldugu, stressle basa çikmada daha çok sorun yasadiklari, daha az uyuduklari, daha sik soluduklari, beslenme sorunlarinin daha sik oldugu, daha çok terledikleri ve daha sik ateslendikleri gösterilmistir.

Sonuç olarak gebelikte sigaranin bebek üzerinde dogum öncesi ve sonrasi dönemde çok önemli yan etkileri bulunmaktadir. Genel olarak saglik üzerindeki olumsuz etkileride gözönünde bulunduruldugunda sigara birakmanin önemi açikça görülmektedir. Burada direk olarak deginmemekle birlikte sadece aktif degil, pasif içicilikte ayni olumsuz etkilere yol açmaktadir.

Gebelikte Sigara Birakmanin Yollari

Gebelik dönemi kadinlarin sigarayi birakma konusunda en motive oldugu dönemdir. Ancak buna ragmen birçok kadin sigara birakma konusunda basarisiz olmakta veya hiç birakma girisiminde bulunmamaktadir. Burada hekime de çok önemli görevler düsmektedir. Öncellikle sigaranin bebek üzerindeki olumsuz etkileri hastaya detayli bir sekilde anlatilmali, hastaya sigarayi birakma yollari konusunda bilgi verilmeli ve gerekirse bir psikiyatrist veya psikolog ile konsulte edilmelidir.

Birçok hasta gebelikte 5 sigaranin hiçbir zarari omadigini düsünmekte ve yine birçogu bu bilgiyi direk olarak bir hekimden aldigini belirtmektedir. Bu kesinlikle dogru olmayip, daha önce de belirttigim gibi sigaranin olumsuz etkileri ilk sigara ile birlikte baslamaktadir.

Sigara birakma yollari benim direk olarak alanima girmedigi için sadece basliklar seklinde vercegim:

1. Sigara birakmanin motive edilmesi: Bunun için hastaya sigrayi birakmanin önemi ve sigaranin riskleri anlatilmali, sigaranin birakilmasi ile elde edecegi ekonomik kazançlar anlatilmali ve gerekirse hasta belirli araliklarla klinige çagrilmalidir.
2. Ilaçlar: Bupropion SR (Zyban): Uzun dönemde sigara birakma oranini 2 kat artirmaktadir. Tek basina veya nikotin replasman tedavisi (yapistirma, sakiz, sprey gibi) ile birlikte kullanilabilir.
3. Nikotin Replasman Tedavisi: Bunun için yapistirma, sakiz, solunum yolu veya burun spreyi seklinde alinabilir. Nikotin yapistirma bantlari sigarayi birakma oranini 2 kat artirmaktadir. Yine yapilan çalismalarda nikotin sakizlarinin sigarayi birakma oranini %30-80 artirdigi gösterilmistir. Burun spreyinin en önemli avantaji ise sigarayi birakmaya belirtileri hizli bir sekilde hafifletmesi ve kilo aliminin daha geç görülmesidir. Yani kilo alimini önlememekte, ancak daha geç ortaya çikmaktadir.
4. Diger tedaviler: Daha az kullanilmakla birlikte Klonidin ve Nortriptilin gibi ilaçlarda sigarayi birakmak için kullanilmaktadir.
5. Bilissel-Davranisçi Tedaviler: Öncellikle sigara istegi uyandiran durumlarda sigara içilmemesi saglanmalidir. Içilen sigara sayisi tek tek kaydedilmeli ve sigaranin zararlari her defasinda hastaya animsatilmalidir. Sigara içilmesini tesvik eden nedenler ve çevresel etkenmeler mümkün oldugunca azaltilmali ve hastanin sigara içmedigi dönemdeki psikolojik etkilerini nasil azaltabilecegi konusunda bilgi verilmelidir. Sigara birakma konusunda bir gün belirlenmeli ve bir eksersiz progr----- baslanmalidir.

Hemoroid nedir, belirtileri nelerdir?

Gebelik, hemoroid oluşumunu ya da varolan hemoroidlerin yarattığı şikayetlerin artmasını kolaylaştıran bir durumdur. Ancak alacağınız bazı önlemlerle gebeliğinizi bu açıdan hiçbir sorun yaşamadan atlatmanız mümkündür.

Hemoroid (basur, mayasır), anüs ve rektum (kalınbarsağın son kısmı) bölgesindeki toplardamarların bir tür varisidir. Varis, toplardamarlardaki kıvrılmalar ve bölgesel olarak kan akımının ileri derecede yavaşlaması sonucu cilde veya hemoroid durumunda mukozaya yakın toplardamarların belirginleşmesidir. Bu belirginleşen toplardamar pakeleri ("toplulukları") dışkılama esnasında ve özellikle de kabızlık ve dışkının sert olmasına bağlı ıkınmada kolaylıkla yırtılarak kanar.

Hemoroidin ilk belirtisi genellikle dışkılama esnasında görülen taze kandır. Bu kanama genellikle kısa zamanda durur ancak her dışkılama esnasında yineler. Kanama dışında görülen diğer belirtiler bölgede dolgunluk ve özellikle dışkılamayla başlayan ve uzun süre devam eden ağrıdır. Bunun dışında temizlik esnasında ele kitle gelmesi diğer bir belirti olabilir. Hemoroidlerin içinde kan akımı ileri derecelerde yavaşladığından bazı durumlarda damariçinde bir pıhtı oluşup damarın tümüyle tıkanmasına neden olur. Bu durum çok şiddetli ağrıya yolaçar ve tedavi edilmediği sürece ağrı devam eder.Gebelikte hemoroidler kan kaybına yolaçarak demir eksikliği anemisine neden olabilirler. 15 mililitre kan kaybı bir günlük demir ihtiyacını tüketir.

Gebelikte neden hemoroid daha sık oluşur?

Gebelikte kan hacminin artmasına bağlı olarak özellikle vücudun alt yarısında toplardamar içi basınç artmıştır. Büyüyen uterusun ana toplardamarlara (vena cava inferior) baskı yapması bu basıncı daha da artırır ve akım yavaşlar. Akım yavaşladığında yüzeyel toplardamarlarda varisleşme ortaya çıkar. Progesteronun damar düz kaslarını gevşetici etkisi bu varisleşmeyi kolaylaştırır. Sonuç olarak bacaklarda, vulvada ve anüs bölgesinde varisler ortaya çıkar.Hemoroid gebelikte en sık görülen varis şeklidir, bunu bacaklardaki varisler takipeder. Vulva varisleri ise ender görülürler.

Gebelikte hemoroid belirtileri için ne gibi tedaviler uygulanabilir?

Hemoroid için temel olarak iki tedavi şekli vardır. Cerrahi tedaviyle hemoroidlerin çıkarılması ve ilaçla tedavi. İlaçla tedavi de belirtilerin şidetine göre bölgesel krem ve fitil uygulaması şeklinde olabileceği gibi, ağızdan alınan uzun süreli tablet tedavisi şeklinde de olabilir.

Gebelikte belirtiler tedavi gerektirecek kadar şiddetli olduğunda ilk olarak lokal (bölgesel) tedavi tercih edilir. Bu tedaviye aşağıdaki önlemler de eklendiğinde tedavi genellikle başarılı olur. Yanıt alınamayan durumlarda gebeliğin üçüncü ayından sonra tablet şeklinde tedaviye geçilebilir.

Gebelikten sonra hemoroidlerde önemli derecede iyileşme meydana geldiğinden cerrahi, gebelikte hemoroid tedavisi için son seçenektir.

Gebelikte anne adayının hemoroid sorunlarını azaltmak için alabileceği önlemler nelerdir?

Kabızlığın önlenmesi: kabızlık dışkılama esnasında daha çok ıkınılması nedeniyle hemoroid belirtilerini kötüleştiren bir durumdur. Lifli gıdalarla beslenerek, bol su içerek, düzenli egzersizlerle ve gerekli durumlarda ilaç kullanılarak kabızlık mutlaka önlenmelidir. Kabızlık önlenmediği ve dışkılar yumuşatılmadığı sürece hiçbir hemoroid tedavisi başarılı olamaz.

Pakelerin içeri itilmesi: Pakeler (hemoroid "memeleri") bazen dışkılama sonrasında dışarı çıkar ve orada kalırlar. Bu durumlarda parmağınızı vazelinle kayganlaştırdıktan sonra bu pakeleri tekrar içeriye ittirmelisiniz. Dışarıda kalan pakeler içlerindeki damarların daha kolay tıkanmasına ve kuruma nedeniyle daha çok ağrı oluşmasına neden olur.

Kegel egzersizleri: bu egzersizler perine (perine vajina girişi ile makat arasında kalan bölgedir) kaslarını güçlendiren egzersizlerdir ve hemoroid tedavisinde ek bir önlem olarak uygulanabilir. Günde en az 50-100 adet Kegel egzersizi yaparak bölge kan akımının hızlanmasına yardımcı olabilirsiniz. Kegel egzersizi yapmak çok basittir: bir parmağınızı vajinanın girişinden içeriye hafifçe yerleştirdikten sonra kaslarınızla parmağınızı sıkıştırmayı deneyin. Bu sıkıştırma hareketi Kegel egzersizidir. Bu egzersiz esnasında perinede bulunan tüm kaslar bir bütün halinde çalışırlar.

Eczanede satılan oturma banyoları da belirtilerin hafiflemesine yardımcı olur.

Hemoroidler normal doğuma engelmidir?

Hemoroidler normal doğuma nadiren engel olurlar. Ancak büyük ve kolay kanayan hemoroidler zorlu bir doğumda aşırı ıkınmaya bağlı olarak kanayabilirler ve doğum sonrası şiddetli ağrılara neden olabilirler. Bunun için hemoroid tedavisinin doğum eyleminden çok önce başlanmasında fayda vardır. Doğum sonrası hem hemoroidler hem de belirtileri hızla geriler. Tek başına hemoroid varlığı vajinal doğum için bir engel değildir

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

Dış Gebelik


Uterus (Rahim ) dışında, tüpler veya karın içerisinde gebeliğin gelişmesidir. En sık olarak tüplerde yerleşir. Daha az sıklıkla yumurtalıklar, karın içi ve rahim ağzında görülebilir.Yaklaşık 100 gebenin 1 ila 5’i dış gebeliktir.

Tüplerin hasar görmesi veya fonksiyonunu yapamadığı durumlarda dış gebelik görülme riski artar. Bu duruma yol açan sebeler : Daha önce geçirilmiş pelvik enfeksiyonlar, Spiral (Özellikle progesteron içerenler), ameliyatlara bağlı yapışıklıklar, daha önce dış gebelik ameliyatı, endometriozis.

Tüplerde görülen dış gebelik olasılığını azaltmak için jinekolojik enfeksiyon gelişmemesi için önlem alınmalıdır ( Birden fazla partner, Prezervatif kullanmama gibi). Eğer enfeksiyon gelişirse erken teşhis ve tedavi edilmelidir.

Kasık ağrısı, adet gecikmesi veya ağrılı, fazla ve uzun süreli adet kanaması, omuz ağrısı, bulantı, memelerde gerginlik hissi.Teşhiste gecikme olur ve dış gebelik rüptür ( tüpün yırtılması) olursa ani şiddetli karın ağrısı, baş dönmesi, bayılma, solukluk görülür.

Jinekolojik muayenede kasık bölgesinde hassasiyet ve ağrı görülür. İdrar ve kanda yapılan (B-hCG) gebelik testleri pozitif çıkar. Vaginal yoldan yapılan ultrason incelemesinde uterus içerisinde gebelik izlenmez. Dış gebeliğe ait diğer belirtiler görülebilir. Kürtaj yapılır ve parça patolojik incelemeye gönderilirse uterus içine ait bir gebelik bulgusu görülmez.Erken dönemde konulan tanı ile hasta laparoskopik (kansız-bıçaksız ameliyat) olarak opere edilir. Genelikle tüplere zarar vermeden sadece gebelik ile ilgili parçalar çıkarılır.Ancak bazı olgular geç dönemde görülür ve karın içine kanama olmuştur. Bu şok durumunda acil olarak kan verilmesi, hastanın ısıtılması, oksijen verilmesi ve hastanın ameliyata alınarak kanamanın durdurulması gerekir.


Dış gebelik kimlerde daha sık görülür?

Dış gebelik, gebelik ürününün uterus içine ulaşım yolunun tıkanmasıyla meydana gelen bir durumdur. Dış gebelik oluşabilmesi için tüplerde meydana gelen daralma öyle bir şekilde olmalıdır ki, sperm vajinadan uterusa ve buradan da tüplere geçip yumurta hücresini dölleyebilmeli, fakat döllenme sonucu oluşan embriyo tüp içinde ilerleyerek uterus içine ulaşamamalıdır. Yani tüp içinde ya kısmi tıkanıklık oluşmalı (tam tıkanıklık olursa döllenme de gerçekleşemez), ya da tüplerin "dalgalar" şeklinde embriyoyu uterusa götürücü doğal hareketleri yavaşlamış olmalıdır. Bu durumların oluşumuna yol açan tüm etkenler tüplerde dış gebelik oluşmasına neden olabilir.

Ancak birçok dış gebelik olgusunda aşağıda sayılan etkenlerden hiçbirinin olmadığını da vurgulamak gerekir.

Geçirilmiş salpenjit

Salpenjit kadınlarda cinsel yolla bulaşan hastalıklar grubunda yeralan PID (Pelvic Inflammatory Disease; Pelvik enflamatuar hastalık) seyrinde görülen bir durumdur. Çeşitli etkenlere bağlı olarak (en sık klamidya ve gonore (gonore: erkeklerde belsoğukluğu yapan bakteri)) tüplerde ve tüplerin çevresinde oluşan enfeksiyon, tüplerde tam tıkanmaya yolaçabileceği gibi, tüplerin kısmen tıkanmasına ve/veya içindeki "dalgasal" hareket özelliğinin azalmasına neden olur. Tıkanma ya da kısmi daralma hem tüplerin iç yapısının bozulmasından, hem de salpenjit esnasında etraf dokularda oluşan yapışıklıkların tüplere dışarıdan bası yapmasından ve tüpleri sıkıştırmasından kaynaklanabilir. Salpenjit her iki tüpü de tıkadığında yumurta hücresi spermlerle hiç karşılaşamayacağından infertilite (kısırlık) oluşur. Bu durum kadına bağlı kısırlık nedenleri arasında en üst sıralarda yeralır. Tüplerdeki hasar tam tıkanma şeklinde gerçekleşmediğinde ise geçirilmiş salpenjit yukarıda anlatılan mekanizmayla dış gebelik oluşma riskini artırır. Geçirilen salpenjit atağı sayısı arttıkça kısırlık veya dış gebelik geçirme riski de artar.

Tüplerin etrafında varolan yapışıklıklar

Tüplerin etrafındaki yapışıklık önceden geçirilmiş salpenjite bağlı olarak oluşabileceği gibi özellikle bu bölgede yapılan operasyonlar (kist ameliyatları, daha önce geçirilmiş dış gebelik ameliyatları, tüplere yönelik "tüpleri açma" ameliyatları, tüplerin bağlanması) tüpler etrafında yapışıklık yaparak dış gebelik riskini artırabilir. Geçirilmiş apandisit ise zamanında ameliyat edilmiş ise (yani apendiks henüz patlamadan önce yapılmışsa) ileri derecede yapışıklık yapması beklenmez. Sezaryan operasyonu ise yapışıklıklara neden olmasına karşın dış gebelik riskini artıran bir durum olarak kabul edilmez.

Daha önce dış gebelik geçirilmiş olması

Daha önce bir kez dış gebelik geçirmiş olmak takipeden gebeliğin de %10 olasılıkla dış gebelik şeklinde gelişmesine neden olur.

"Kısırlık" tedavisi

Gerek ilaçlarla (yumurtlamayı sağlayıcı ilaçlar), gerekse müdahalelerle (tüplere yönelik operasyonlar, IVF (tüp bebek)) "oluşturulan" gebeliğin dış gebelik olma riski, kendiliğinden oluşan gebeliklere göre yüksektir. Bunun en önemli nedeni kısırlık tedavisinde çoğul embriyo oluşma olasılığının artmasıdır. Böylece dış gebelik riski, varolan embriyo sayısı doğrultusunda katlanır ve istatistiksel dış gebelik olasılığına daha "hızlı" ulaşılır.

Dünyada IVF (tüp bebek) yöntemi ile sağlanan ilk gebelik bir dış gebeliktir. IVF'de bu durum embriyonun uterus içine "yüksek" yerleştirilmesinden de kaynaklanabilmektedir.

Yaş faktörü

Yaş, tüplerin hareketliliğini azaltır ve böylece gebelik ürününün uterusa ulaşmadan tüpün içinde yerleşme ve gelişme olasılığını artırır.

Çok sayıda kürtaj geçirmiş olmak

Usulüne uygun olarak gerçekleştirilmiş ve sonrasında herhangi bir anormal durum oluşmamış isteğe bağlı kürtajların sayısı ne olursa olsun dış gebelik riskinin artması beklenmez. Çok sayıda kürtaj geçirmiş olmak daha çok uterus iç tabakasında yapışıklık ve buna bağlı olarak düşük riskinde artış ya da gebe kalmamaya neden olur.

Ancak yasal sınırı aşmış haftalarda yapılan tahliyelerde, ya da herhangi bir kürtaj sonrasında ciddi enfeksiyonlar gelişmesi durumunda daha sonraki gebeliklerde dış gebelik gelişme riski artar. Kürtajın yasal olmadığı ülkelerde kendi kendine yapılan düşük girişimleri de ciddi enfeksiyonlara neden olabilmektedir.

Bazı kontrasepsiyon (korunma) yöntemlerinde oluşan gebelikler

Etkinliği yüksek olan yöntemler (tüplerin bağlanması, doğum kontrol hapları, "iğneler", progesteron ağırlıklı haplar, acil kontrasepsiyon ve spiral, gebe kalma riskini azalttığı için sayısal olarak dış gebelik riskini azaltır. Ancak bu yöntemlerden herhangi birinin başarısızlığı durumunda ortaya çıkan gebeliğin dış gebelik olma riski oldukça yüksektir (doğum kontrol haplarında meydana gelen başarısızlıklar hariç). Bunun en tipik örneği tüplerin bağlanması sonrasında oluşan gebeliktir. Tüplerin "bağlanmış" olmasının yarattığı tüp hasarı dış gebelik oluşumuna zemin hazırlar ve oluşan gebeliklerin %30-40'ı dış gebelik şekinde gelişir.

Diğer yöntemler de (spiral, progesteron ağırlıklı "haplar" ve "iğneler", acil kontrasepsiyon) rahimiçi gebeliği önlemede oldukça başarılı olmalarına karşın tüplerdeki gebeliği önlemede başarısızdırlar ve oluşan "kaçak" gebeliğin dış gebelik olma riski yüksektir.

Sigara kullanımı

Sigara tüplerin "dalgasal" hareketlerini yavaşlatan bir etkendir. Bu yüzden özellikle günde bir paketten fazla sigara içen anne adaylarında dış gebelik oluşma riski artar.

Tüplerde doğumsal kusurların bulunması

Nadiren bu da bir etken olabilir.

Genital kitleler

Tüplere dışarıdan baskı yapabilecek olan büyük miyom ya da over (yumurtalık) kistleri dış gebelik oluşumuna zemin hazırlayabilirler.

Dış gebelik ne sıklıkta görülür?

Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere 30 yıldır dünya genelinde dış gebelik oransal olarak artmaktadır.Amerika'nın son verileri tanısı konmuş gebeliklerin 1000'de 16'sının dış gebelik olduğunu ve bu sayının 1970'e göre beş kat arttığını göstermektedir. Aynı veriler dış gebeliğin görülme aralığının en sık 35-44 yaş olduğunu, anne ölümlerine dış gebelik katkısının %15 olduğunu ve anne ölümlerinde dış gebeliğin ikinci sık görülen neden olduğunu göstermektedir.

Dış gebelik neden artıyor?

Dış gebeliğin artış göstermesinin en önemli nedenleri cinsel yolla bulaşan hastalıkların sıklığındaki artış, tüp bebek ve diğer kısırlık tedavilerinin daha sık uygulanması ve gelişmiş teknolojiyle daha çok hastada dış gebelik tanısının konması ve böylece aşağıda anlatılacak olan "kendi kendine iyileşen" dış gebelik olgularının da saptanabilmesidir.

Dış gebelik nasıl belirti verir?

Dış gebeliğin belirtileri aşamalar şeklinde değerlendirilebilir. En erken aşamalarda dış gebelik hiçbir belirti vermez. Normal bir gebelik gibi adet gecikmesi olur ve gebeliğin diğer belirtileri de olabilir. Ancak kısa zamanda gebeliğin büyümesiyle birlikte tüp gerilmeye başladığı andan itibaren hastalarda "müphem" ağrılar olur. Bu müphem ağrılar duyarlı bir hastanın doktora başvurmasını sağlar ve en erken dönemde tanı koymak mümkün olabilir.

Gebelik ilerledikçe bu ağrılar şiddetlenir. Bunun da nedeni embriyonun tüpün içinde büyümeye devam etmesi ve gerilmeye bağlı olarak ağrı uyandırmasıdır. Bu aşamada başvuran bir kadında da henüz tüp yırtılmadan tanı koymak ve tedavi etmek mümkündür.

Gebelik daha da ilerlediğinde gebeliğin yerleştiği tüp gerginliği daha fazla kaldıramaz ve bir yerinden yırtılır. Yırtık giderek büyür ve bölgedeki damarlardan karıniçine kanama başlar. Bu dönemde hastanın şikayetleri de değişim gösterir. Artık ağrının yerini kan kaybına bağlı belirtiler almaya başlar. Oluşan kan kaybının miktarına göre hafif başdönmesinden bayılmaya ve çok ileri dönemlerde kan kaybına bağlı şok gelişimine bağlı belirtiler görülür. Yırtılma sonrasında gebelik ürününün gelişimi durduğundan kandaki gebelik hormonları da hızla azalır ve hormon desteğini yitiren endometrium (rahim iç tabakası) vajinal kanamayla birlikte dökülmeye başlar.

Ne yazık ki tüm dünya genelinde dış gebelik, kadının şikayetlerini gözardı etmesi veya eşinin doktora götürmemesi nedeniyle en sık bu aşamada yakalanabilmektedir.

Bazı durumlarda ise tüp içinde başlayan dış gebelik tüpün içinde ters yönde ilerleyerek tüpün ağzından karnın içine "düşmekte" ve burada kendi kendine "eriyerek" kaybolmaktadır. Bu tür durumlara bazen takiplerimizde rastlamakla beraber bu olguların çoğu kadının farkında olmadan kendi kendine seyretmektedir.

Dış gebelik tanısı nasıl konur?

İleri aşamalara gelmiş ve iç kanaması devam eden bir dış gebeliğin tanısını koymak zor değildir. Kan kaybı belirtileriyle birlikte gebelik testinin müspet olması ve muayene ve ultrasonda karıniçinde serbest kan saptanması tanı koymak için yeterlidir.

Henüz bu aşamaya gelmeyen dış gebeliğin tanısı ise bu kadar kolay değildir. Bunun için seri beta HCG ölçümlerine başvurmak gerekebilir. Bu amaçla yapılan seri ölçümlerde kanda beta HCG seviyesinin belli bir zaman aralığında yükselme hızına bakılır. Normal bir gebelikte 48 saat aralıkla yapılan iki ölçümde beta HCG hızı yaklaşık iki kat artar. Dış gebelikte ise bu artış olmaz. Seri ölçümler kesin tanı aracı değildirler ve ölçüm belli bir aşamaya gelmesine karşın ultrasonda intrauterin (rahimiçi) gebeliğe ait bulguların görülmemesi gebeliğin bir dış gebelik olduğu yönünde oldukça değerli bir bulgudur. Vajinal ultrasonda beta HCG seviyesi 2000 (dikkat: laboratuarın referans değerlerine göre değişebilir!) ve üzerinde olduğunda, abdominal (karından yapılan) ultrasonda ise 6500 ve üzeri olduğunda (dikkat: laboratuarın referans değerlerine göre değişebilir!) uterus içinde gebelik kesesi mutlaka gözlenmelidir. Gözlenemiyorsa gebeliğin yerini araştırmak için komple bir jinekolojik muayene sonrası sıklıkla laparoskopiye başvurulur.

Laparoskopide pelvis dikkatli bir şekilde incelenir ve sıklıkla da dış gebeliğin tüplerden birinin içinde yerleşmiş olduğu görülerek dış gebeliğin kesin tanısı konur ve tedaviye geçilir.

Çok ender durumlarda gebelik kesesi ve içinde bulunan embriyo net olarak uterus dışında gözlenebilir. Bu durum dış gebeliğin kesin tanısını koyduran diğer bir bulgudur.


Dış gebelik nasıl tedavi edilir?

Dış gebelik tanısı erken konduğunda, yani henüz tüp yırtılmadan yakalandığında hasta henüz kan kaybetmeye başlamadan laparoskopik yöntemle tedavi şansı oldukça yüksektir. Dahası laparoskopik tedavinin hastanın tüpünün alınmadan "tüpün içinin boşaltılarak" tedavi edilmesini ve böylece tüpünün korunmasını sağlama gibi bir avantajı vardır. Laparoskopi cihazlarının olmadığı yerlerde aynı işlem laparotomi (karnın açılması) ile de yapılabilir.

Yine erken dönemde kullanılan diğer bir tedavi yöntemi de metotreksat adı verilen ilaçla tedavidir. Belli kriterler yerine geldiğinde, hastanın genel durumu da uygun şartları taşıyorsa tek ya da birkaç doz metotreksat ile dış gebelik ameliyat gerektirmeden tedavi edilebilir.

Fallop tüpü yırtılıp iç kanama başladığında ise genellikle tek ve en uygun tedavi laparotomi adı verilen işlemle karnın ameliyat edilerek açılması ve yırtılmış tüpün kısmen çıkarılarak kanamanın durdurulmasından ibarettir.

Dış gebeliğin nadir görülen diğer şekilleri

Abdominal gebelik

Dış gebeliğin karın içinde yerleşmesi durumudur. Gebelik ürünü mesane, barsak veya diğer organlardan birinin dış yüzeyine yerleşerek burada yaşamını sürdürür. Nadir görülen, tanısı nispeten zor ve oldukça tehlikeli bir dış gebelik şeklidir.

Servikal gebelik

Dış gebeliğin serviks (rahimağzı) içine yerleşmesi durumudur. Bu da oldukça nadir görülür.

Heterotopik ektopik gebelik

Gebeliğin çoğul (en sık ikiz) olması ve bir embriyonun normal rahimiçi, diğerinin ise ektopik yerleşim göstermesi durumudur. Nadir bir gebelik şekli olmakla beraber çoğul gebelik olasılığının yüksek olduğu kısırlık tedavileri riski artırır.

TEKRARLAYAN DÜŞÜKLER

Daha önceki gebeliği düşükle sonlanan kadınların sonraki gebeliklerininde düşükle sonlanma ihtimali vardır. Örneğin ileri yaş en önemli düşük nedenlerinden biridir. En elverişli üreme çağı 20-34 yaş arasında ki dönemdir, bu döneminde dışında gebeliklerin düşükle sonlanma şansı daha yüksektir. Önceden düşük yapmış olmasına rağmen, normal ve miyadında doğumla sonlanan gebeliği olan kadınların normal bir hamilelik geçirme şansı daha yüksektir. Yirminci gebelik haftası öncesi ve bebek 500 grama ulaşmadan önce gerçekleşen iki ve daha fazla sayıda ki düşükler tekrarlayan düşükler olarak adlandırılır. Bu durum üreme çağındaki çiftlerin %2-5'inde çocuk sahibi olamanın nedenidir. Çiftlerde büyük bir p***olojik çöküntüye ve anne adayının vücüdunda tekrarlayan yıpranmalara neden olan bu durum günümüzde değişik yöntemler ile tedavi edilebilmektedir.

Son dönemlere dek kromozomal bozukluklara, hormonal problemlere veya rahimdeki anomalilere bağlı olmayan düşükler, nedeni izah edilemeyen düşükler olarak değerlendirilirdi. Son yıllarda İmmunoloji (Bağışıklık Bilimi) alanında ki gelişmelerden sonra yapılan araştırmalar, nedeni izah edilemeyen düşüklerin %80'ninin bağışıklık sistemindeki bozukluklara bağlı olabileceğini ve bunların bir çoğunun yeni tedavi yöntemleri ile önlenebileceğini göstermiştir.

Ardarda görülen üç düşükten sonra araştırma yapılmağa başlanır. Değişik testler ve incelemeler yapıldıktan sonra nedene yönelik tedavi yapılır. Nedeni belirlenemese dahi gebelikleri tekrarlayan düşükle sonlanmış kadınların % 40'ı tedavi görmeksizin sağlıklı bir çocuk sahibi olabilir.

NEDENLERİ VE TEDAVİSİ

Rahimdeki bozukluklar
Tekrarlayan düşük yapan kadınların % 10 - 15'inde rahim yapısında bozukluklar görülür. Birçok kadında rahim boynu cerrahi işlem uygulanmadan hamileliğin devamını sağlayamaz. Rahim boynunda ki yetersizlik saptanıp cerrahi ile düzeltildikten sonra bu kadınlar gebeliklerini miyada kadar sürdürebilirler.

Rahim yapısında ki bir diğer bozukluk ise septat uterus denen ve bir septumun (perde) rahimin içine doğru uzanması ile oluşan anomalidir. Kadınların %3'ünde görülen bu anomali tüm hastalarda düşüklere neden olmaz. Septat uterusu olan kadınların %50 si normal gebelik geçirebilir. Rahimde görülen bu septum bebeğin gelişimi için gereken kanlanmanın sağlanmasını engelleyebilir.

Histerosalpingogram (HSG) denen özel görüntüleme yöntemi ile uterustaki bozukluklar ve Fallop tüpleri değerlendirilebilir. Rahim ağzından özel boya verildikten sonra seri filmler çekilerek yapılan bu inceleme ile organların iç yapısı değerlendirilir. HSG adet kanamasının bitiminden hemen sonra yapılmalıdır. Hastalarda hafif kramplara neden olabilen basit bir işlemdir

Histeroskopi yönteminde histeroskop denen teleskopik cihaz ile rahim boynundan girilerek rahim içi değerlendirilebilir ve saptanan anomaliler giderilir. Bu işlem lokal veya genel aneztezi altında uygulanabilir.

Hormonal Nedenler

Tiroid bezinin fazla veya az çalışmasının düşüklere yol açtığı öne sürülmüştür. Kanda ki hormon düzeylerinin belirlenmesi tanısı konabilen bu hastalıklar kolayca tedavi edilebilir.

Luteal faz yetmezliğide diğer bir düşük nedenidir. Menstruel ***lusun yumurtlamadan sonraki ikinci döneminde yani luteal fazda endometriumun (rahmin iç tabakasının) yeteri kadar gelişmemesi ile ortaya çıkar. Progesteron hormonu rahmi döllenmiş embryonun tutunabilmesi için uygun hale getirir, progesteron düzeyinin düşük olması kısırlık ve düşüklere yol açar.

Prolaktin hipofiz bezinden salgılanan ve süt üretimini uyaran hormonun yüksek düzeyde olmasıda yumurtlama ve lteal faz bozukluklarına yol açabilir. Bu hormonun yükselmesi emzirmeyen kadınların göğüslerinden süt gelmesine yol açabilir. Kanda prolaktin düzeyine bakılarak hastalığın tanısı konur ve tedavi edilir.

Endometrial biopsi ile rahimden alınan küçük bir parça mikroskopta incelenerek luteal faz ve endometriumun progesterona cevabı belirlenebilir. Endometrial biopsinin adet kanaması başlamadan hemen önce yapılması gerekir. Çok basit olan bu işlem ile yumurtalıklardan progesteron salınımı ve endometriumun progesterona cevabı belirlenir.

Luteal faz yetmezliği klomifen sitrat ve/veya progesteron ile tedavi edilebilir. Klomifen sitrat tableti menstruel ***lusun başında verilerek yumurtalık hormonları uyarılır. Hormonlar endometrium tabakasının gelişmesini sağlar. Luteal fazda progesteron enjeksiyonlarına başlanır ve gebelik elde edilirse gebeliğin dokuzuncu haftasına dek devam edilir. Bu dönemde rahmin döllenmiş yumurtanın tutunmasına hazırlanmasında ve gebeliğin devamında progesteron önemli rol oynar.

Genetik

Gebeliğin ilk üç ayında görülen düşüklerin % 40-60'ının genetik bozukluklara bağlı olduğu gösterilmiştir. En sık rastlanan genetik bozukluk kromozom sayısında görülen anormalliklerdir. İlk düşükde plasentada normal sayıda kromozom varsa, bir sonraki gebelikde kromozom sayısının anormal olma riski % 50'dir. Fakat ilk gebelikde genetik bozukluk olması bundan sonraki gebelikde de genetik bozukluk olması riskini arttırır.

Tekrarlayan düşüklerde ki genetik nedenlerin belirlenebilmesi için, varsa düşük materyalinde ve eşlerden alınan kanda karyotip tayini yapılır. İki veya daha çok sayıda gebeliğin düşükle sonladığı çiftlerde kromozom analizi yapılmalıdır. Çiftlerin %5'inde kromozomal bozukluk vardır.

Eğer eşlerin kromozal incelemeleri anormal ise bu kalıcıdır ve bundan sonraki gebeliklerinde düşükle sonlanma ihtimali yüksektir. Genetik danışmanlık gerekir.

Enfeksiyon

Klamidya enfeksiyonları tüplerde tıkanıkların oluşmasına ve düşüklere yol açar. Mikoplazma enfeksiyonlarınında düşüğe yol açabileceği düşünülmektedir. Tekrarlayan düşükleri olan hastalar enfeksiyon yönündende kültürler alınarak değerlendirilir ve enfeksiyon varsa antibiyotik tedavisi uygulanır.

Bağışıklık Sistemi

Bağışıklık sistemi, insan vücudunun hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan karmaşık bir sistemdir. Bu sistem proteinleri normal veya yabancı olarak gruplar. Yabancı olarak grupladığı proteinlere karşı savaş açar.

Hücrelerin tanıdık veya yabancı olarak algılanması hücre yüzeyinde bulunan ve antijen olarak adlandırılan proteinler sayesinde olur. Bu antijenlere karşı vücuttaki beyaz küreler (lökositler) antikor adı verilen kompleks bileşikleri üretir. Bu sistemin çalışmasının en güzel ve basit örneği mikropların vücudumuza girdiğinde onlara karşı antikorların oluşması ve bunlarla savaşılmasıdır, aynı mikropla tekrar karşılaşıldığında bu antikorlar bizi hastalanmaktan korur.

Bağışıklık sisteminin antikor cevabındaki bozukluklar tekrarlayan düşüklere neden olur. Bağışıklık sisteminde ki bozukluklara bağlı nedenler ikiye ayrılır;

Otoimmün problemler; annenin kendine ait proteinleri yabancı kabül ederek bunlara karşı antikor ürettiği ve bunlarla savaştığı durumlardır. Temel olarak üç değişik otoimmün problem tekrarlayan düşüklere neden olur. Bunlar;

Antifosfolipid antikorların varlığı; Fosfolipid denen maddeler bölünen hücreleri bir arada tutan yapışkana benzeyen maddelerdir. Bu maddelere karşı üretilen antikorlar kanın pıhtılaşmasına neden olarak tekrarlayan düşüklere yol açmaktadır. Anne ve bebek arasında ki kan akımı ve beslenmeyi sağlayan damarlarda ki pıhtılaşma bebeğin beslenmesini bozar ve gebeliğin sonlanmasına neden olur.
Antinükleer antikorların varlığı; Hücre çekirdeğinin normal parçalarına karşı üretilen antikorlarda düşüklere neden olur.
Antitiroid antikorların varlığı; Tiroid bezi ile ilgili olan bu antikorlarda tekrarlayan düşüklere neden olur.

Otoimmün bozukluklara bağlı düşüklerin tedavisi

Otoimmün bozukluklara bağlı düşüklerin tedavisinde aspirin, düşük doz heparin (kanın pıhtılaşmasını engelleyen ilaç), ve prednizon (kortizon) kullanılmaktadır. Bu hastalar bu ilaçlar ile tedavi görürken çok yakından takip edilmeli, labarotuvar testleri sık sık tekrarlanmalıdır.

Bu grup hastada uygulan diğer bir tedavi ise hastalara immünglobulin verilmesidir. İmmünglobulinler verilerek annede oluşan zararlı antikorların gelişmekte olan bebeğe verdikleri zarar azaltılmaya çalışılır.

Otoimmün bozukluklara bağlı düşük yapan kadınlarda uygulanacak ilk tedavi bebek aspirini ve düşük doz heparin tedavisidir. Bunlara cevap vermeyen hastalarda prednizon kullanılabilir. Prednizon erken doğum, gebeliğe bağlı diabet (şeker hastalığı) gibi komplikasyonlara neden olduğu için çok dikkatli kullanılması gereken bir ilaçtır.

İmmünglobulin tedavisinin bebeğe zararı yoktur, uygulama sırasında gebe kadında başağrısı, eklem ağrısı ve ateş gibi yakınmalara neden olabilir.

Alloimmün bozukluklar;

Bebeğin babadan gelen proteinlerine karşı annede oluşan reaksiyonlardır.
Gebeliğin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi bloke edici antikorların varlığına bağlıdır. Bloke edici antikorlar gebelik sırasında annenin bağışıklık sistemi tarafından oluşturulan ve bebeğin yabancı olarak algılanmasını engelleyen antikorlardır. Tekrarlayan düşüklerle sonlanan gebeliklerde bu antikorların oluşmadığı görülür. Son günlerde yapılan çalışmalarda bu antikorlar ile reaksiyona giren ve plasenta yüzeyinde bulunan R80K adı verilen antijenler tespit edilmiştir.
Alloimmün bozukluklardan şüphelenilen hastalarda çeşitli lökosit antikorlarının, ve diğer bağışıklık hücrelerinin belirlenmesi için testler yapılabilir.

Alloimmün bozuklukların tedavisi

Alloimmün bozukluklara bağlı tekrarlayan düşük yapan kadınlara Paternal Lenfosit İmmünizasyon tedavisi uygulanır; bu tedavide erkek eşden kan alınır ve özel besi yerleri kullanılarak alınan kan örneğindeki lenfosit adı verilen hücreler ayrıştırılarak lenfosit aşısı hazırlanır. Bu aşı gebelik öncesinde iki veya üç kez uygulanır, ve gebelik elde edildiğinde bir doz daha verilebilir. Bu uygulama ile alloimmün bozukluklara bağlı görülen düşüklerin ve yine bu bozukluğa bağlı ana rahmindeki bebeklerde görülen büyüme geriliğinin başarı ile tedavi edilebildiği gösterilmiştir. Bu hastalarda bu tedavinin yanında bebek aspirini kullanılmasıda önerilir.

Lenfosit aşısı tedavisi ilk kez 1980'li yıllarda gündeme gelmiş ve sadece belirli merkezlerde kullanılmıştır. Günümüzde üreme sağlığı ve immünoloji konusundaki gelişmeler ile tekrarlayan düşükle sonlanan gebelikler ve yardımcı üreme teknikleri ile ısrarla gebelik elde edilemeyen vakalarda bağışıklık sisteminin önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Bu tedavi yöntemi günümüzde bir çok gelişmiş merkezde başarı ile uygulanmaktadır. Ayrıca bu hastalarda immünglobulin tedaviside uygulanabilir. İmmünglobulin tedavisine, istenilen gebelik öncesinde başlanır ve ayda bir kez olmak üzere gebeliğin 28. haftasına dek devam edilir. Bu tedavi yöntemide başarılı sonuçlar vermektedir.

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

ÖZET

Yeni düşük yapmış kimseler kendilerini çaresiz hissedebilir. Bir hamileliğin düşükle sonlanma riskinin az olmadığı bilinmelidir. Tekrarlayan düşük yapan hastaların % 40'ında herhangi bir neden saptanamaz. Bu hastaların sağlıklı bir gebelik geçirme olasılığı % 50'den fazladır.

Açıklanamayan gebelik kayıplarının %80'inde ve nedeni bulunamayan kısırlık vakalarının %40'ında bağışıklık sisteminde ki bozuklukların önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bağışıklık sisteminde ki bozukluklara bağlı tekrar düşük yapma riski yapılan her düşük ile artar. Dolayısı ile 2 ve daha fazla sayıda tekrarlayan düşüğü olan çiftlerin vakit kaybetmeden incelenerek gerekli testlerinin yapılması ve uygun tedaviye başlanması gerekir.

Yardımcı üreme teknikleri ile tedavi gören ve anne adayına iyi kalitedeki embryoların transfer edilmesine rağmen ısrarla gebeliğin elde edilemediği ve implantasyon başarısızlığının (embryoların tutunamaması) olduğu durumlarda, detaylı immünoljik incelemelerin yapılarak bu hastalarada immünolojik tedavi uygulanması çalışmalarına başlanmıştır. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar umut vericidir.

Bağışıklık ve üreme sağlığı konusundaki yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiler arttıkça immünolojik tedavinin (bağışıklık bilimi) gebelik kayıplarının önlenmesinin anahtarı olabileceği düşünülmektedir

Gebeliğin erken dönemlerinde (sıklıkla 6. gebelik haftasından itibaren) bulantıya sıklıkla rastlanır. Bu bulantılar kusmayla, iştahsızlıkla ve belli kokulara karşı aşırı hassasiyetle beraber olabilir. Bulantı ve kusmalar genellikle sabah daha şiddetli olduğu için bu duruma İngilizce'de "morning sickness" (sabah hastalığı) adı verilmiştir.

Gebelikteki bulantı ve kusmanın gün boyunca sürmesi, ayaktan ilaç tedavisine cevap vermemesi, anne adayının normal beslenmesini, günlük faaliyetlerini engellemesi, genel durumunu bozması ya da kilo kaybına yol açması durumunda Hyperemesis Gravidarum ("gebeliğin şiddetli bulantısı") söz konusu olur. İleri inceleme ve tedavi gerektiren bir durumdur. Gebelikte bulantı ve kusmaya nispeten sık rastlanırken bu denli normaldışı seyir gösteren bulantı ve kusmalara gebeliklerin ancak binde 4'ünde rastlanır.

Hyperemesis gravidarum genellikle genç yaşta ilk gebeliğini yaşayanlarda daha sık görülür. "Şişman" olanlarda, çoğul gebeliği olanlarda ve sosyokültürel seviyesi yüksek olanlarda nispeten daha sıktır.

Nedenleri

Gebeliğe bağlı olarak ortaya çıkan fizyolojik estradiol ve HCG hormonları artışının normalden fazla olması ya da seviyeler normal sınırlar içinde olmasına karşın bireysel duyarlılığın yüksek olması bulantılara ve kokulardan tiksinme gibi diğer bazı belirtilere neden olmaktadır. Mol gebeliği ve çoğul gebelik gibi durumlarda HCG normalden çok fazla üretildiğinden hyperemesis'e sık rastlanır.

Ayırıcı Tanı

Her bulantı ve kusmayı gebeliğe bağlamak doğru değildir. Özellikle çok şiddetli olan ve tedaviye zayıf cevap veren bulantı ve kusmalarda, birinci trimester bitiminde devam eden ya da ikinci trimesterde yeni başlayan bulantı kusmalarda aynı belirtilere yol açabilecek diğer hastalıklar da aranır. Bunlar arasında en önemlileri mol gebeliği, hepatit (karaciğer iltihabı), pankreatit (pankreas iltihabı), kolelityazis (safra kesesi taşı), kolesistit (safra kesesi iltihabı), peptik ülser (mide ve oniki parmak barsağı ülseri), pnomoni (zatürre), hipertiroidi (tiroid bezinin aşırı çalışması), over kisti torsiyonu (over kistinin boğulması), sindirim sistemi tıkanmaları, IDDM (insüline bağımlı diabet hastalığı) başlangıcı ve beyin tümörleridir. Bu hastalıklar gebe olmayan kadınlarda bile nadir görüldüklerinden gebelerde çok daha ender olarak görülürler.

Hyperemesis Gravidarum'un anne adayı ve fetus üzerine etkileri

Erken gebelikte aşırı bulantı ve kusmaları olan anne adaylarının gebeliklerinin daha sağlıklı geçtiği ve düşük yapma oranlarının da azaldığı sıklıkla gözlenen ancak bilimsel olarak nedeni aydınlatılamayan bir durumdur. Ancak hyperemesis gelişen ve yetersiz tedavi gören ya da tedaviye cevap vermeyen anne adaylarında bu durum tersine dönebilir. Kilo kaybı, elektrolit dengesizlikleri, besin ve vitaminlerin yetersiz alınması durumunda bebekte gelişme geriliği gelişebilmektedir.

Hyperemesis gelişen anne adayının sık sık hastaneye yatmak ve tedavi görmek zorunda kalması uygun tedavi gördüğü sürece gebeliğinin ileri dönemlerini olumsuz etkilemesi söz konusu değildir.

Tanı konması ve Tedavi yaklaşımı

Şiddetli bulantı kusmayla başvuran her anne adayının genel sistem muayenesi yapıldıktan sonra ultrason incelemesiyle gebelik haftası belirlenir. Ultrasonda çoğul gebelik ya da mol gebeliği gibi etkenler kolaylıkla ortaya konabilir. Mol gebeliği saptanması durumunda tedavi daha farklı bir yön kazanır.

Tam idrar tetkikinde aç kalınan süre dolaylı olarak ortaya konabilir. Açlık süresi arttıkça idrarda başta aseton olmak üzere keton maddeleri artış gösterir. Keton idrarda ne kadar yüksekse hyperemesis o kadar ağır demektir. Tam idrar tetkikinde ölçülen idrar yoğunluğu ve idrarın gözlenen rengi de vücudun genel sıvı durumu hakkında bilgi verir. Normal idrar yoğunluğu 1020, normal idrar rengi açık sarıdır. Vücut susuz kaldığında böbreklerin idrar üretimi de azaldığından idrarın rengi daha koyu ve yoğunluğu da daha yüksek olur. Tam idrar tetkikinde idrar yolu enfeksiyonu da saptanabilir.

Kan elektrolitleri de vücudun su durumu hakkında detaylı bilgi verir. Vücut susuz kaldığında kan yoğunlaştığı için kandaki sodyum ve potasyum miktarı artar. Elektrolitlerin artmış bulunması hyperemesisin çok şiddetli olduğunu gösterir ve acil tedavi gerektiren bir durumdur. Elektrolit dengesizliği yaratacak kadar ağır seyreden hyperemesis olguları çok nadirdir.

Hyperemesis Gravidarum tedavisinde üç ayrı tedavi yaklaşım şeklinden biri uygulanır:

1-Ayaktan ilaçsız tedavi

2-Ayaktan ilaçlı tedavi

3-Yatarak serum ve ilaç tedavisi

Anne adayının şikayetleri hafifse ayaktan ilaçsız tedavi denenebilir: Ayaktan ilaçsız tedavide amaç anne adayının bulantılarla kendisi başa çıkmasını sağlamaktır.

Bu amaçla anne adayına şunlar önerilir:

* "Yatağınızın kenarında kraker ya da bisküvi benzeri gıda maddelerini hazır bulundurun. Sabah bunları yedikten sonra yataktan kalkın.

* Günlük öğününüzü üç öğünde değil beş ya da altıya bölerek alın.

* Sıvıları yemekler arasında alın. Yemekler esnasında fazla sıvı almayın.

* Midenize ve barsaklarınıza dokunan yiyeceklerden uzak durun

Bu önlemlerle şikayetleriniz geçmezse doktorunuza tekrar başvurun."

Anne adayının şikayetleri günlük faaliyetlerini engelliyorsa, ilaçsız tedaviye cevap vermiyorsa ayaktan ilaç tedavisi denenir. Bulantı giderici olarak anne adayına verilen tablet ya da fitil şeklindeki ilaçlar yıllardır kullanılan ve bebek üzerinde hiçbir olumsuz etki yapmadığı bilinen ilaçlardır. Ek olarak B vitaminlerinin ön planda olduğu bir vitamin tedavisine başlanır. Ayaktan ilaç tedavisine karar verildiğinde anne adayı ilaçlarını kullanırken yukarıda bahsedilen önlemlere de uymalıdır.

Anne adayının şikayetleri ayaktan ilaç tedavisine cevap vermiyorsa, genel durumu bozuksa, kilo kaybı varsa, tetkikler vücuda uzun süredir besin maddelerinin alınmadığını gösteriyorsa (idrarda keton cisimleri yüksek bulunursa) ya da vücudun susuz kaldığı yönünde bulgular varsa (idrarın yoğunluğu artmış, rengi koyu bulunursa, kan elektrolitleri dengesizse) anne adayı hastaneye yatırılır ve serum tedavisine başlanır. Serum tedavisinin amacı anne adayına kaybettiği sıvı, elektrolit ve besin maddelerini intravenöz yolla (damar yoluyla) geri vermektir. Bulantı giderici ilaçlar ve vitaminler de kalçadan ya da serumun içine katılarak verilir.

"Serum tedavisiyle" anne adayı genellikle bir hafta içinde kendini toparlar. Nadir durumlarda bir haftadan daha uzun süre hastanede yatması gerekebilir. Taburcu edilirken anne adayına evde kullanmak üzere ilaçlar verilir.

Hyperemesis genellikle gebelik haftasının büyümesine paralel olarak hafifler ve birinci trimester sonunda veya ikinci tirmesterin başlarında (14. haftada) biter. Hiç bir tedaviye cevap vermeyen ve gebeliğin sonlandırılmasını gerektirecek kadar şiddetli olan hyperemesise çok ender rastlanır

Fertil olan, yani gebelik oluşturma potansiyeli olan bir çiftin korunmasız bir ***lusta yeterli sayıda ilişkide bulunması durumunda kadının gebe kalma şansı yanlızca yaklaşık %20-25'tir. Böylece gebeliği planlayan bir çiftin bunu 4-5 ayda başarması gerekir. Ancak elbette her kadında bu süre içerisinde gebelik oluşmaz. Böyle bir durumda en muhtemel etken bu çiftte bir problem olması değil, çiftin bu %20-25'lik şansı yakalayamama "şansızlıklarıdır". Çift deneme süresini artırdığında muhtemelen gebelik oluşacaktır.

Denemelerine karşın gebelik oluşturmayı başaramayan çiftlerin bir kısmı ise "subfertil" kategorisinde yeralırlar. Burada subfertil kelimesi, "fertilitesi", yani "gebelik oluşturabilme kabiliyeti nispeten daha düşük", basit bir anlatımla "zor gebe kalan" anlamında kullanılmaktadır. Böyle bir çift korunmasız bir ***lusta düzenli olarak ilişkide bulunsa da kadının ***lus başına gebe kalma olasılığı %2-3 civarına kadar inebilmektedir. Böyle bir çift tedavi edilmediğinde
muhtemelen ancak 4-5 senelik bir deneme süresi içinde gebelik oluşacaktır.

Diğer bir grup çift ise gebe kalma açısından %0 kategorisindedir. Böyle bir çiftte gebeliğe engel olan etkenler tedavi edilmediğinde gebelik oluşma olasılığı yoktur.

Bu %0 kategorisi "infertil" çiftlerin çok ufak bir kısmını oluşturur ve muhtemel nedenler kadında her iki Fallop tüpünün tıkalı olması, kadında döllenecek yumurta oluşmaması, erkeğin sperm sayısının çok düşük olması ya da hiç spermi olmaması, ya da tüm bunların bir kombinasyonudur.

"İnfertilite"nin tanımı

İnfertilite ("kısırlık") 12 ***lus (***lus: kadında bir adetin ilk gününden, sonraki adetin ilk gününe kadar geçen süredir) boyunca, korunmadan ve yeterli sayıda cinsel ilişkide bulunulmasına karşın gebelik oluşmamasıdır. Önceden hiçbir şekilde gebelik oluşmaması durumunda primer (birincil) infertilite, daha önceden en az bir kez gebelik oluşmuş olması durumunda ise sekonder (ikincil) infertilite sözkonusudur. Türkçe'de "kısırlık" olarak tabir edilmesine karşın bu yazıda infertilite deyimi kullanılacaktır.

İnfertilitenin tanımından da anlaşılacağı gibi kendinizde ve/veya eşinizde bir kusur olduğundan şüphelenmeden önce 12 ***lus (yaklaşık bir yıl) denemenizde ve bu süre sonunda doktora başvurmanızda yarar vardır. Bu bir yıllık bekleme süresinde gebe kalma şansını yakalayabilir ve infertilite için yapılan tetkiklerin getireceği p***olojik, fiziksel ve maddi yüklerden kurtulmuş olursunuz.

12 ***lus beklemeden başvurması gereken çiftler de vardır: Anne adayının 35 yaş ve üzerinde olması, çiftlerden birinde gebeliğe engel olacağı bilinen bir durumun varlığı söz konusu olduğunda bu çiftlerin doktora daha erken başvurmasında fayda vardır.

Gebe kalamama nedenleri

Gebelik oluşmaması durumunda en sık görülen nedenin aylık %20-25'lik şansı "bir türlü yakalayamamak" olduğundan bahsetmiştik.

Elbette ki deneme süresini uzattıkça gebelik şansını yakalayabilirsiniz. Belli bir süre sonunda (en az 12 ***lusluk deneme sonunda) gebelik oluşmadığında doktora başvurmalısınız. Yapılacak muayene ve değerlendirmeler gebelik oluşmamasının neden(lerin)i ortaya çıkarmak için gereklidir.
Gebelik oluşturmayı başaramayan bir çiftte infertilite nedenleri araştırıldığında ve bir problem saptandığında %40 durumda problem kadında, %40 durumda erkekte, %20 durumda da hem kadın hem de erkekte bulunmaktadır.


İnfertilite için tetkik yapılan çiftlerin yaklaşık %10'unda ise gebelik oluşmaması için bariz bir neden bulunamaz. Bu çiftlerde tetkikler yumurtlama olduğunu göstermesine, Fallop tüpleri açık bulunmasına ve spermiyogram normal olmasına karşın gebelik oluşmamaktadır. Bu durumda "açıklanamayan" infertilite tanısı konur. Açıklanamayan infertilite kategorisine giren çiftlerin oranı giderek azalmaktadır. Çünkü teknoloji geliştikçe, yeni bilimsel ilerlemeler kaydedildikçe "açıklanamayan" olgularının bir kısmı aydınlanmaktadır.

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

Tekil bir gebelikle karşılaştırıldığında, çoğul gebelik, hem anne adayı hem de bebek için tekil gebeliklerde olmayan bazı yeni riskleri beraberinde getirmekte ve gebelikte oluşması muhtemel muhtemel normaldışı durumların ortaya çıkma riskini de artırmaktadır.
Erken gebelik döneminde kan hacmini artırıcı etkisi çoğul gebeliklerde çok daha fazla olur. Kan hücrelerindeki artış ise bu hızlı artışı takip edemediğinden gebeliğin erken dönemlerinden itibaren "kanın sulanmasına bağlı olarak" kansızlık ortaya çıkabilir. Çoğul gebeliklerde kan hücresi yapımı da belli bir süre sonunda tekil gebeliklere göre daha hızlı olacağından alyuvar yapımında kullanılan demir ve folik asit ihtiyacı belirgin bir şekilde artar. Bu artış dışarıdan verilen ilaçlarla yerine konmadığında alyuvarların yapımının aksaması sonucu kansızlık ve buna bağlı belirtiler daha da şiddetlenebilir.
Çoğul gebeliklerde preeklampsi ortaya çıkma riski tekil gebeliklere göre daha yüksektir ve bu risk bebek sayısıyla doğru orantılı olarak daha da artar.
Özellikle tek yumurta ikizi taşıyan anne adaylarında bu riskin, çift yumurta ikizi olan annelere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
Çoğul gebeliklerin yaklaşık %10'unda amniyos sıvısı normalden fazla olabilmektedir.
Çoğul gebeliklerde sitenin muhtelif bölümlerinde anlatılmış olan nedenlerle sezaryan ile doğum riskinde belirgin artış söz konusudur.
Rahimin tekil gebeliklere göre normalden daha fazla gerilmiş olması ve toplam plasenta yüzeyinin nispeten geniş olması, çoğul gebeliklerde doğum sonrası hem "normal kanama" miktarında artışa hem de plasenta çıktıktan sonra rahimin etkin kasılamaması nedeniyle aşırı kanama riskinde artışa neden olmaktadır

Hastane ve kliniklerde röntgen odasının kapısında hamilelerin girmemesi için uyarı yazısı bulunur ama aslında hamilelikte röntgen çektirmenin sakıncalarını tam olarak bilmeyiz.

Hamilelik döneminde röntgen çektirmenin sakıncalı olduğunu herkes bilir ama tehlikenin boyutları pek bilinmez. MR konusunda da anne adaylarının çekinceleri vardır.
Radyasyon nedir?

Radyasyon, düşük dalga boyu ve yüksek enerji özelliği taşıyan X ve gamma ışınları şeklindeki iyonize ışınlar için kullanılan terimdir. X ışınları biyolojik olarak elektrokimyasal reaksiyonla doku hasarına yol açmaktadır. Yüksek dozda X ışınları hücre ölümü, hücre değişikliği, kanser ve gelişimsel bozukluklara sebep olabilmektedir.

Hamilelikte radyasyona maruz kalmanın zararları nelerdir?

Yüksek dozda radyasyona maruz kalmak embriyonun rahim duvarına yerleşiminden önceyse öldürücü etki yapmaktadır. Organ gelişiminin gerçekleştiği ilk 8 haftada da benzer şekilde embriyoda öldürücü, teratojenik (embriyoda kalıcı hasar) ya da büyümeyi sınırlayan etkiler gösterebilmektedir. Gebeliğin 10. haftasından sonra yüksek doz radyasyona maruz kalmak ise büyüme geriliği ve beyinde anormal gelişime sebep olabilmektedir.

Hamilelikten kısa bir süre önce röntgen çektirmek sakınca yaratır mı? Hamilelikte çok zorunlu hallerde röntgen çektirilebilir mi? Hamile olduğunu bilen bir anne adayı röntgen çektirirse ne yapılmalıdır?

Tanısal bir radyolojik işlem uygulaması nedeniyle gebeliği sonlandırmak gerekmemektedir. Aynı şekilde hamilelik esnasında da çok zorunlu hallerde röntgen çekilebilmektedir. Amerikan Radyoloji Birliğinin açıklamasına göre hiçbir tanısal radyolojik işlem gelişmekte olan embriyo ve fetüse zarar verecek yüksek doz radyasyon içermemektedir.

MR çektirmek mümkün müdür?
Gebelikde MR çekimi oldukça yararlıdır, çünkü bebek üzerinde zararlı etkileri bulunan iyonize radyasyon kullanılmamaktadır. MR'ın insan üzerinde herhangi bir zararlı etkisi rapor edilmemektedir. MR tetkiki gerekli görülmüşse gebeliğin herhangi bir evresinde uygulanabilmektedir.

Ultrason neden sakıncalı değildir?
Tanısal ultrasonda değişik frekanslarda ses dalgaları kullanılmaktadır. Ultrasonda termal indeks adı verilen ses dalgalarının ısı arttırcı etkisi önemlidir ve 1.0'in altında olduğu sürece potansiyel risk taşımamaktadır. Tanısal ultrasonda düşük yoğunlukta dalgaların 35 yıldan fazla süreli kullanımı ile fetüs üzerinde herhangi bir risk gösterilmemiştir

Uyumakta güçlük çekiyorum, ne yapmalıyım?

Arka arkaya geçen uykusuz geceler kendinizi giderek daha yorgun hissetmenize neden olabilir. Gündüz uyumamanız, akşam yemeğini erken yemeniz, ılık bir banyo ve ılık süt içmeniz daha rahat uyumanıza yardımcı olabilir. Gebelik döneminde uyku ilaçlarının kullanılması kesinlikle uygun değildir.

- Sadece 28 haftalık hamile olmama rağmen göğüslerimden süt geliyor. Bu durum normal mi?

Bu gebelikte sık görülen bir durumdur, memeleri emzirmeye hazırlayan hormonlar doğumdan önce süt salınmasına ve göğüslerden süt gelmesine neden olabilir. Bu ilk önce sadece cinsel ilişki sırasında olabilir. Sıvı beyaz ve temiz görünümlüdür. Kanlı ve koyu renkli akıntılar hemen değerlendirilmelidir. Doğumdan önce göğüslerinden süt gelen gebelerin bu sütü sağmaması gerekir, çünkü bu işlem erken doğum eylemine neden olabilir. Göğüs ucuna koyacağınız pedler ile giysilerinizi koruyabilirsiniz.

- Cinsel ilişkide bulunmam bebeğime zarar verir mi?

Gebeliğin son dönemlerinde çiftlerin % 50'si cinsel ilişkide bulunmayı durdurur. Eğer eşiniz enfeksiyon taşımıyorsa, cinsel ilişkide bulunmak bebeğin enfeksiyon kapmasına neden olmaz ve bebeğe zarar vermez. Erken doğum tehdidi ile istirahat önerilen gebelerin cinsel ilişkide bulunmamaları gerekir.

- 28 haftalık gebeyim ve lekelenmem oluyor, normal mi?

Hayır normal değildir. Bu doktorunuza hemen haber vermenizi gerektiren bir durumdur. Plasentanın (bebeğin eşinin) öne yerleşimli olmasına veya lekelenmeye ağrı da eşlik ediyorsa plasentanın rahim duvarından ayrılmasına bağlı olabilir.

Hamileliğin son aylarında bebeğin hareketlerinde azalma ve lekelenme en önemli uyarıcı işaretleridir. Mutlaka doktora haber verilip incelenmesi gerekir.

- Bebeğimin ara sıra ritmik olarak sıçradığını hissediyorum, normal mi?

Bunlar hıçkırıklardır. Diaframın kasılmasına bağlı olarak oluşan hıçkırıklar akciğerlerin gelişimi için önemli olabilir. Başladıktan bir süre sonra kendiliğinden kaybolur.

- Doğum derslerine katılmalı mıyım?

Bu iyi bir fikir olabilir. Böyle dersler süresince bilgi ve deneyimler de paylaşılacağı için kendinizi doğuma daha kolay hazır hissedebilirsiniz.

- Non-stres test nedir?

Non-stres test yarım saat kadar süren ve bebeğin incelendiği bir testtir. Bu test süresince bebeğin kalp atışları ve rahmin tonusu kaydedilir. Reaktif test bebeğin sağlığının iyi olduğunu gösterir. Bu test hipertansiyon veya şeker hastalığı olan annelerde, bebekte büyüme geriliği olduğu durumlarda ve miyadı geçen gebeliklerde sık sık tekrarlanır.

- Kaç haftadan sonra doğan bebekler yaşayabilir?

Gebeliklerin %10'u erken doğum ile sonlanır. Yeni doğanlar için yoğun bakım ünitelerinin olduğu merkezlerde 26 haftalık doğan bebekler yaşabilir. 28 haftadan sonra doğan bebeklerin yaşama şansı daha yüksektir.

- Erken doğumun başladığını nasıl anlayabilirim?

Bir saat içinde dörtten fazla kasılmanız oluyorsa ve bu durum bir saatten fazla devam ediyorsa erken doğum eyleminin başlamasından şüphelenilir. Vajinal akıntı miktarında artma ve sırt ağrısı da erken doğumun habercisi olabilir. Bu bulguların varlığında hemen doktorunuza başvurmanız gerekir.

- Hemoroidler için ne yapabilirim?

Hemoroidler gebelik döneminde artar, şiddetli ağrı ve kanamaya neden olabilir. Gebelik döneminde pelvik bölgede kanın göllenmesine bağlı olarak hemoroidler büyür.

Fazla su içmek, erik suyu gibi sulu gıdalar almak, lifli besinlerden zengin beslenmek, bol taze sebze ve meyve yemek yakınmaları azaltabilir. Çok şiddetli ağrı olduğu durumlarda ağrı kesici özelliği olan pomadlar kullanılabilir.

- Bu güne kadar suçiçeği geçirmemiştim. Suçiçeği geçiren bir çocuk ile aynı yerde bulundum. Ne yapabilirim?

Suçiçeği enfeksiyonları herhangi bir bulgu vermeden de geçirilebildiğinden birçok kadın enfeksiyonu önceden geçirdiğini bilmez. Gebelerin % 95'i enfeksiyonu önceden geçirerek doğal yoldan bağışıklanmıştır. Enfeksiyonu geçirmemiş % 5 'lik grup için risk vardır. Suçiçeği geçiren biriyle temas edildiğinde hemen bir kan testi yapılarak enfeksiyonun önceden geçirilip geçirilmediği doğrulanmalıdır. Bu testler 24 saat içinde sonuç verir. Enfeksiyonu önceden geçirmediğiniz tespit edilirse bu virüse karşı immunglobulin (antikorlar) verilerek hastalığı hafif geçirmeniz sağlanır.

Hastalığı geçirirseniz bebeğinizin etkilenme şansı % 2'dir. En sık görülen problem de bebeğin kol ve bacaklarının normal gelişmemesidir.

- Otuzdört haftalık hamileyim. Şiddetli sırt ağrılarım var. Ne yapmalıyım?

Gebelik döneminde sağlıklı duruş çok önemlidir. Hatalı duruş gebelikten dolayı sırta binen yükü arttırarak sırt ağrılarına neden olur. Gebeliğin son dönemlerinde bebeğin aşağı yerleşmesi ile siatik ağrısı da başlayabilir. Sağlıklı duruş ve sert zeminde yatmak ağrıyı azaltabilir. Doğumdan sonra sırt ağrıları azalır.

- Aniden bebeğimin aşağıya indiğini hissettim. Daha rahat nefes almama rağmen kasıklarımda basınç hissediyorum. Bu durum normal mi?

Bu 36. haftadan sonra birçok gebede görülen bir durumdur. Bebeğin aşağıya yerleşmesi sizin daha rahat nefes alabilmenizi sağlar fakat daha sık idrara gitme ihtiyacı hissedersiniz. Önceden doğum yapmış kişilerde bebeğin aşağı yerleşmesi doğuma kadar gerçekleşmeyebilir.

- Doğum sırasında bebeğimin monitörize edilmesine gerek var mı?

Bebeğin sağlıklı olduğunu doğrulayabilmek için monitörize edilmesi gerekir. Doğum sırasındaki monitörizasyonun sürekli olmasına gerek yoktur. Ancak gebenin şeker veya kalp hastası olduğu durumlarda ve bebekte gelişme geriliği görüldüğünde monitörizasyonun sürekli olması gerekir. Bebeğin kalp atışlarında herhangi bir bozulma saptanırsa monitörizasyona sürekli devam edilir.

- Nişanenin atıldığını nasıl hissederim?

Hamilelik boyunca rahim ağzında biriken salgılardan oluşan nişane rahim ağzı yumuşamaya ve dilate olmaya (gevşemeye) başladığında atılır. Gebeler hafif kasılmalar ve ardından jelatinimsi, kalın bir sıvının vajinadan geldiğini hisseder. Bazı gebelerde ise gebeliğin son bir iki haftasında vajinal akıntıda artış olur, bu rahim ağzındaki salgılardan oluşan nişanenin yavaş yavaş gevşeyerek incelmesine bağlıdır. Nişanenin atılması doğumun başladığını gösterir.

- Gerçek doğum sancılarıyla yalancı doğum sancılarını nasıl ayırırım?

Karnın alt kısmında hissedilen ve genellikle ağrısız olan kasılmalara Braxton-Hicks kontraksiyonları (kasılmaları) adı verilir. Bunlara nişanenin atılması ve sırt ağrıları eşlik etmez. Doğum sancıları ise giderek daha az aralıklarla, şiddetlenerek ve düzenli olarak gelen ve bir-iki dakika süren ağrılardır. Bu ağrılar her beş dakikada bir gelmeye başladığında hastaneye başvurmanız gerekir.

- Stres testini neden yaptırmalıyım?

Bu testte rahim kasılması sağlanarak bebeğin bu kasılmalara nasıl cevap verdiği incelenir. Meme uçları uyarılarak veya ilaç verilerek rahmin kasılması sağlanır. Rahmin her kasılması ile bebeğe giden kan akımında bir miktar azalma olur. Sağlıklı bebekler bunu iyi tolere eder. Eğer kasılmadan sonra bebeğin kalp atışlarında yavaşlama oluyorsa test pozitif olarak değerlendirilir bu da bebeğin streste olduğunu gösterir. Bu durumda bebek hemen doğurtulmalıdır.

- Amniyon sıvısı nedir ve ne işe yarar?

Bebeğin içinde yüzdüğü sıvıya amniyon sıvısı denir ve bu sıvının büyük bölümünü bebeğin idrarı oluşturur. Bebek nefes aldığında bu sıvıyı yutar ve bu sıvı akciğerlerin gelişmesi için önemlidir. Böbreklerinde problem olan bebeklerde bu sıvının miktarı az olabilir. Amniyon sıvının miktarı plasentanın durumu hakkında bilgi verir. Plasentanın yaşlandığı ve bebeği besleyemediği durumlarda amniyon sıvının miktarı azalır.

- İdrarımda şeker bulundu, ne olabilir?

Gebelerin bir çoğunda özellikle yemeklerden 1-2 saat sonra idrarda az miktarda şeker bulunması normaldir. Fakat bu durum gebeliğe bağlı gelişen şeker hastalığında da görülür. Gebeliğin 24-28. haftaları arasında oral glukoz tolerans testi yapılarak gebeliğe bağlı şeker hastalığı tespit edilebilir. Gebeliğe bağlı şeker hastalığı tespit edilirse özel diet uygulanır.

- Bacağıma kramp giriyor ne yapabilirim?

Gebeliğin son döneminde çok sık görülen bir yakınmadır. Yeterli kalsiyum ve potasyum aldığınızdan emin olun. Kalsiyum süt ve süt ürünlerinde, potasyum ise muz ve turunçgillerde bulunur. Yatmadan 10-15 dakika önce bacaklarınızı germeniz krampları azaltabilir.

- Çok sık midem ekşiyor, ne yapabilirim?

Yemek borusunun alt kısmında tonus azalmasına bağlı olarak midedeki asit yemek borusuna geri kaçar. Az ve sık yemek, acı ve baharatlı yiyeceklerden kaçınmak ve yatmadan önce kesinlikle yemek yememek şikayetinizi biraz azaltabilir. Antiasit ilaçlar kullanılabilir.

- Doğum için ne zaman hastaneye gitmeliyim?

Önceden doğum yapmamış gebelerin sancıları 5-10 dakika aralıklar ile düzenli olarak gelmeye başladığında hastaneye başvurmaları önerilir. Önceden doğum yapmış gebelerde doğum daha hızlı gerçekleşir. Sancılar 10 dakika ara ile gelmeye başladığında hastaneye gidilmelidir.

- Rahim ağzı silinmesi ne demek?

Gebeliğin son döneminde rahim ağzı yumuşamaya başlar, buna rahim ağzı silinmesi denir. Rahim ağzı açılmaya uygun hale gelir.

- Doğumda poşun (zarların) açılması ne demektir?

Doğum eylemini başlatmak için poş açılabilir. Bununla birlikte prostaglandin olarak adlandırılan maddelerin salınması ile kasılmalar başlar ya da şiddetlenir.

- Suni sancı ne demektir?

Damardan verilen ilaçlar ile kasılmalar başlatılabilir. İlaç verilerek başlatılan doğumlar genellikle uzun sürer.

Vajinal yoldan uygulanan prostaglandin içeren jeller de rahim ağzının silinmesini ve doğumun başlamasını sağlar. Bu jeller genellikle damardan ilaç verilmeden önce uygulanır.

- Bebek kordonu bebeğin boynuna dolanınca ne yapmalı?

Bu durum yeni doğanların %15'inde görülebilir. Genellikle bebeğin başı çıkarılırken düzeltilir veya kordon hemen kesilir. Eğer doğum sırasında kordon çok sıkışırsa bebeğin kalp atışlarında düzensizliğe neden olur.

- Mekonyum nedir?

Doğumdan önce bebeğin sindirim sistemi mekonyum ile doludur. Bebeğin bağırsak hareketleri ile mekonyum amniyon sıvısına karışır. Bu özellikle miyadı geçmiş gebelerde görülür. Bebeğin nefes alması ile mekonyum akciğerlere gidebilir ve mekonyum aspirasyonu olarak adlandırılan tehlikeli durum oluşur.

- Vajinal yoldan doğum yapıp yapamayacağımı nasıl anlarım?

Genellikle doğum eylemi başlayana dek vajinal doğum yapılıp yapılamayacağı belli olmaz. Günümüzde doğumların % 20'si sezaryen ile gerçekleşmektedir.

- Doğum sırasındaki sancıyı azaltmak için ne yapabilirim?

Ağrıyı azaltmak ve kasılmalar arasında gebenin dinlenmesini sağlamak için narkotik ilaçlar damardan kullanılabilir. Genelde bu ilaçlar düşük dozda kullanıldıkları için doğumun uzamasına neden olmazlar. Epidural anestezi de doğumdaki ağrıyı azaltmak için kullanılabilir. Sırta yerleştirilen ince bir kateter aracılığı ile verilen anestezik maddeler ağrıyı azaltır.

Bu tip anestezi bazen doğumu yavaşlatabilir. Epidural anestezi rahim ağzı açıklığı 4 cm'den fazla olduğunda ve bebek pelvise yerleştikten sonra verilirse doğum eylemi uzamaz.

- Epizyotomi nedir?

Bebeğin başının çıkışını ve doğumu kolaylaştırmak amacı ile vajinal kanalın alt kısmında yapılan kesiye epizyotomi denir. Epizyotomi açılmadığı zaman özellikle doğum hızlı olursa yırtıklar oluşabilir.

- Forseps ve vakum uygulamaları zararlı mıdır?

Tecrübeli ellerde zararlı değildir. Her ikisi de bebeğin çıkışını kolaylaştırmak için uygulanır. Bebeğin kafasında bir süre sonra kaybolan izler bırakır.

DOĞUM SONRASI DÖNEM

- Doğumdan sonra hastanede ne kadar kalmalıyım?

Doğumdan sonra hastanede kalış süreleri giderek kısalmaktadır. Bundan 30 yıl önce doğumdan sonra hastanede 1 hafta kalınırken günümüzde en fazla 2-3 gün kalınmaktadır. Bebeğin ve annenin sağlığı açısından doğum sonrası hastanede 48 saat kalınması genellikle yeterlidir.

- Bebeğimi emzirmeli miyim?

Yeni doğanın beslenmesinde en güzel yol anne sütü verilmesidir. Anne sütü hem ucuz, hem besleyici hem de anne ile bebek arasındaki yakın bağın kurulmasında önemlidir. Anne sütündeki antikor dediğimiz maddeler bebeğe geçerek bebeğin hastalıklardan korunmasını sağlar. Birçok kadın doğumdan hemen sonra bebeğini emzirmek ister, fakat annenin ve bebeğin emzirmeye alışması birkaç gün veya daha uzun sürebilir. Birçok anne ilk günlerde bebeğinin yeterli besini alamadığı ve aç kaldığı endişesine kapılır. Bebeğin günde 8-12 kez altını ıslatması yeteri kadar sıvı aldığını gösterir.

İlk 10-14 günden sonra emzirme ile ilgili problemlerin birçoğu ortadan kalkar ve emzirme zevkli hale gelir.

Göğüsleri küçük olan kadınların endişelenmesine hiç gerek yoktur. Süt üretimi göğüslerin büyüklüğü ile ilgili değildir. Hormonal uyarılar ve bebeğinizin emmesi genellikle yeterli sütün üretilmesini sağlar.

- Emzirmek için göğüslerimi nasıl hazırlamalıyım?

Emzirmek için göğüslerin hazırlanmasının gerekli ve yararlı olduğu tartışmalıdır. Eğer meme uçları içe dönük ise yararlı olabilir. Doğuma 6-8 hafta kaldığında meme uçlarının parmaklar arasında birkaç dakika süre ile döndürülmesi ve bu işlemin günde 4-6 kez tekrarlanması yararlı olur. Her banyodan sonra meme uçlarının sert bir havlu ile sert bir şekilde kurulanması da meme uçlarının emzirmenin başladığı ilk dönemlerde çatlamaya karşı daha dayanıklı olmasını sağlar.

- Doğum sırasında tüplerimi bağlatabilir miyim?

İstedikleri kadar çocuk sahibi olan çiftlere cerrahi sterilizasyon yani tüplerin bağlanması önerilebilir. Gelişmiş ülkelerde üreme çağındaki çiftlerin yaklaşık %17'si doğum kontrol yöntemi olarak tubal sterilizasyonu (tüplerin bağlatılması) seçmektedir. Güvenilirliği %99.8 olan tubal sterilizasyonun kadının cinsel yaşamına ve ruh sağlığına olumsuz hiçbir etkisi yoktur. Doğum sezaryen ile gerçekleşiyorsa aynı anda, eğer normal yoldan gerçekleşmişse basit bir cerrahi girişim ile gerçekleştirilebilir.

- Hastaneden çıktıktan sonra hangi aktivitelerimi kısıtlamalıyım?

Günlük yaşamınızı çok fazla kısıtlamadan belli aktivitelerden kaçınmanız yeterli olur. Ağır kaldırmaktan iyileşene kadar kaçınmanız gerekir. Hamilelik döneminde kadının duruşu ve sırt kuvvetinde azalma olur, ağır kaldırdığınızda sırtınıza zarar vermeniz çok kolaylaşır. Cinsel ilişkide bulunmaktan da 4-6 hafta süresince kaçınılmalıdır. Genital organlarınız tamamı ile iyileştikten sonra cinsel ilişkide bulunabilirsiniz.

- Doğum sonrası kontrol için ne zaman gitmeliyim?

Doğumdan altı hafta sonra kontrole gitmeniz gerekir. Bu dönemde genital organlarınız gebelik öncesi haline döner.

- Doğum kontrol haplarını kullanmaya ne zaman başlamalıyım?

Bebeğinizi emziriyorsanız doğumdan iki hafta sonra başlayabilirsiniz. Bir çok kadın doğumdan 4 hafta sonra cinsel ilişkiye girmeye başlar ve hemen tekrar gebe kalabilir. Cinsel ilişkiye girmeye başladığınız andan itibaren korunmanız gerekir. Emziren annelerin doğum kontrol hapı kullanmasının bebek açısından herhangi bir sakıncası olmadığı düşünülmektedir. Fakat doğum kontrol hapları içerdikleri östrojene bağlı olarak sütün azalmasına hatta kesilmesine neden olabilir.

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

Sezaryan oranı neden artıyor?
· Sezaryanın riskleri...
· NEDEN SEZARYAN ILE DOĞUM?..
· Isteğe Bağlı Sezaryan...

Anne doğum için hastaneye yatalı 6 saat olmuştu. Sancılar oldukça şiddetli geliyordu. Başlangıçta herşey yolundaydı. Doğum ilerliyordu. Ancak son 2 saattir bazı şeyler ters gidiyor gibiydi. Kuvvetli sancılara rağmen Can'ın pozisyonunda bir değişiklik olmamıştı. Aynı yerde duruyordu. Sonunda Anne'nın hekimi kararını verdi. Kemik çatı yeterince geniş değildi ve bebeğin kalp sesleri sıkıntı belirtileri gösteriyordu. Doğumu sezaryan ile sonuçlandıracaktı. Bu durum Anne'nin ve Baba'nın pek hazırlıklı olmadığı bir karardı. Kendilerini hep normal vajinal doğuma hazırlamışlardı. Aylarca nefes egzersizleri yapmışlar, konu ile ilgili birçok kitap okumuşlardı. Acaba başka çare yok muydu?
Evet her doğum eyleminin sezaryan ile sonlanma olasılığı vardır. Hamileliğin son günlerinde en çok merak edilen konu doğumun ne şekilde olacağıdır. Genelde normal doğum istenir.
Normal Doğum Nedir?
Normal doğum Can'nın başının önde olarak vajinal yoldan olduğu doğumdur. Bir vajinal doğumun normal olup olmayacağı Can doğana kadar kesin olarak kestirilemez. Son anda bile bazı şeyler ters gidebilir. Ancak önceden yapılan muayenelerle doğumun normal olma şansı hakkında hekim bir kanı edinebilir.
Özellikle Ülkemizde sezaryana karşı bir korku vardır. Sezaryanla doğan kadınların yarım kalacağı ( O'da ne demekse?), iyileşmesinin çok güç olacağı, karnının şiş kalacağı söylentileri dolaşır durur. Bunların hiçbiri gerçekleri yansıtmaz.


Sezaryan nedir?
Sezaryan ile doğum Can'ın ve sonunun , Anne'nin karnından uterusu açarak çıkartılmasıdır. Can'ın ve Anne'nin sağlığını tehdit eden her durumda ya da vajinal yolla doğumun imkansız olduğu durumlarda sezaryan yapılır.
Sezaryan ameliyatı dünyanın bildiği en eski ameliyatlardandır. Tıbbın ve teknolojinin ilerlemesiyle ameliyat tekniği çok gelişmiştir. Ameliyatların mikropsuz koşullarda yapılması, kan verilebilmesi, kuvvetli mikrop kırıcı ilaçlar, modern cerrahi malzeme ve genel anestezi vermeden belden yapılan uyuşturma sayesinde ameliyatın tehlikesi çok azalmış, nerdeyse normal doğum kadar tehlikesiz olmuştur.
Normal koşullarda ameliyat 45 dakika kadar sürer. Can ameliyat başladıktan yaklaşık 10 dakika sonra çıkarılır. Sonra kesilen katlar dikilir. Can'a ulaşmak için cildden başlayarak 8 kat tabaka kesilmekte ve sonra dikilmektedir.
Bu tabakalar sırasıyla...
- Cilt,
- Cilt altı yağ dokusu...
- Kasların koruyucu kılıfı...
- Kas tabakası...
- Karın iç zarı...
- Uterus zarı...
- Uterus kası...
- Amnion zarı...


Sezaryan oranı neden artıyor?
Son yıllarda tüm dünyada ve ülkemizde sezaryan ile doğan bebek oranı hızla artmaktadır. Bugün birçok gelişmiş ülkede sezaryan oranı %20-25 arasında seyretmektedir. Yani her 4 veya 5 bebekten biri artık sezaryan ile doğmaktadır. Halbuki oran 1970 de %5.5, 1980 de ise %16.5 idi. Bu da sezaryanın birçok hekim ve aile tarafından yaygın bir şekilde benimsendiğinin göstergesidir.
Sezaryan oranının artışında bir başka neden hekimlerin eğitimlerindeki değişikliklerdir. Örneğin eskiden Can'ın ters gelişlerinde vajinal doğum daha çok uygulanan bir doğum şekli idi. Böyle olunca eğitim gören hekimler vajinal yoldan ters doğumları yapmakta ustalaşırdı. Ama yavaş yavaş sezaryan oranı arttıkça vajinal yoldan doğan Can sayısı azaldı. Uzmanlık eğitimi gören hekimler ters gelen bebeklerin vajinal doğumunu öğrenemeden uzman olmaya başladılar. Bu durumda bugün nerede ise hemen her ters doğum sezaryan ile doğurtulmaya başlandı.
Aynı eğilim forseps doğum içinde geçerli oldu. Forsepsi eline bile almadan uzmanlık eğitimini tamamlayan bir hekim doğal olarak her zorlu doğumda sezaryan ile doğuma yöneldi.
Artan her sezaryan sayısı daha sonraki doğumlarında sezaryan ile olmasına neden olur.
Yani sezaryan sayısının artışı bir kötü daire şeklinde çalışır durur. Bu kötü daireyi kırmak için son yıllarda daha önce sezaryan ile doğum yapmış Annelerı daha sonraki doğumlarında vajinal yolla doğurtmak eğilimi artmaktadır.

Aileler sezaryanı neden benimsiyor?
Çağdaş aileler günümüzde küçük kalmak istiyor. En fazla iki çocuk düşünüyor. Bu nedenle daha garanti gördükleri sezaryanı tercih ediyor. ikinci operasyon esnasında da tüplerini bağlatarak bir daha gebe kalma korkusundan kurtulmuş oluyorlar.
Sosyoekonomik koşulları iyi olan aileler sezaryanı daha fazla tercih ediyorlar. Çünkü bu ailelerin özel hastanelerde, özel hekimlerle doğum yapma şansları fazla. Tercihlerini daha iyi belirliyorlar. Ekonomik koşulları kötü olan aileler ise devlet ya da sigorta hastanelerinde doğum yapıyorlar. Bu hastanelerde çok gerekmedikçe sezaryana fazla başvurulmuyor. Bu eğilim sadece Ülkemizde değil, dünyada da böyle.
Bu nedenle özel hastanelerde sezaryan oranı kat kat fazladır. 30 yaşın üstündeki Annelerde ve yüksek öğrenim görmüş Annelerde sezaryan tercihi çok daha fazladır
Sezaryanın üstünlükleri...
Birçok durumda sezaryan ile doğum tercih edilir. Bugün gelişmiş ülkelerde her 4 doğumdan biri sezaryan ile olmaktadır. Bunun nedenleri şunlardır.
Sezaryan tehlikesiz bir doğum şekli haline gelmiştir.
Normal doğum sırasında Can uzun süreler oksijensiz kalır. Sancılar sırasında olan bu durum uzun sürerse Can'da bazı hasarlar olabilir. Sezaryanda böyle bir tehlike yoktur.
Normal doğum sırasında ıkınmalara ve zorlanmalara bağlı olarak rahim ve idrar kesesi sarkmaları olur. Uterus ağzı yırtıklara bağlı akıntı şikayetleri olabilir. Rahim ağzının genişlemesine bağlı olarak cinsel ilişkide eski zevk kalmayabilir. Sezaryan ile bu sakıncalar ortadan kalkmıştır.
Çoğu zaman normal doğum sonrası çekilen sıkıntılar sezaryan'a göre daha fazla olur. Epizyotomi dikişleri şişer, mikrop kapabilir. Anne otururken ve dışkılarken siddetli sancı yapabilir. Dikişler iltihap kaparsa epizyotomi kesisi açılabilir ve aylarca süren sıkıntılar doğurur.
Sezaryan esnasında uterus veya yumurtalıklarda mevcut myom, kist gibi oluşumları çıkarma şansı doğar, Anne ikinci bir ameliyat olasılığından kurtulur.
Sezaryan ile daha zeki bebekler...
Ancak sezaryan ile doğumun en büyük amacı doğacak çocukların zeka ve akıl yönünden geri kalmamasını sağlamaktır.
Can anne karnında uterus içinde bulunmaktadır. Can Anne'ye göbek kordonu ve plasenta aracılığıyla bağlıdır.
Doğum eylemi başladıktan sonra sancılar sırasında göbek kordonu sıkışabilir ve bebeğe giden kan ve oksijen miktarı azalabilir. Bu durumda Can'ın beynindeki hücreler ölmeye başlar. Bu olay zamanında farkedilmeyip gerekli önlem alınmazsa bebek tüm ömrü boyunca sakat ya da geri zekalı olabilir. Bu geri zekalılık çoğu zaman farkedilmeyecek kadar hafif olur. Ancak çocuk büyüyüp okula gitmeye başladıktan sonra zeka eksikliği belirmeye başlar. Derslerde, okullara giriş sınavlarında başarı gösteremez.

Sezaryanın riskleri...
Herşeye rağmen sezaryan bir operasyondur. Karın açılmaktadır. Karın içi iltihaplanma riski her zaman vardır. Dikişlerde, ciltaltında kanama ve iltihap ile karşılaşılabilir.
Sezaryan ile kan kaybı normal doğuma göre daha fazladır. 2. veya 3. kez yapılan sezaryanlar 1. lere göre daha risklidir. Çünkü ilk sezaryandan yapışıklıklar kalmıştır. Idrar kesesi yukarı kaymış olabilir. Idrar kesesinin veya idrar yollarının zedelenme riski vardır.
Sezaryan sonrası dikiş bölgesindeki sancılar 3-4 gün devam eder ve Anne'nin hareketlerini ve emzirmesini güçleştirir.
Genel anestezi ile yapılan sezaryanlarda anesteziye bağlı sıkıntılar olabilir. Bu şekilde sezaryan ile doğum yapanlarda Anne ölüm oranı vajinal doğuma göre 3-4 kat fazladır.


NEDEN SEZARYAN ILE DOĞUM?..
Baş-Çatı uyumsuzluğu...
En sık sezaryan nedeni Can'ın başı ile Anne'nin kemik çatısının birbirine uymamasıdır. Ya Can'ın başı çok büyük olmakta ya da Anne'nin kemik çatısı ileri derecede dar olmaktadır. Ya da baş ile çatı birbirine uyar büyüklüktedir. Ancak başın kemik çatıya oturuş şekli başın çatıdan geçişini engeller.
Bazan doğum ilerler. Baş iyice kemik çatının içine yerleşir. Ama pozisyonu ters oturur. Bir türlü son hareketi yapıp dışarı çıkamaz. Bu durumda sancılar ne kadar güçlü olursa olsun Can'ın başı belli bir noktadan ileri geçemez. Sezaryan yapılmadığı takdirde hem Anne'nin hem de Can'ın yaşamı tehli***e girer. Hamilelik sırasında yapılan kontrollerde bu uyuşmazlığı önceden saptayabilmekteyiz. Böylece gereksiz sancı çektirmeden planlı sezaryan ile doğum yaptırmaktayız.
- Can Sıkıntı da...
Ikinci sık neden Can'ın sancılar başladıktan sonra sıkıntıya girmesidir. Bu durum Can için bir çeşit nefes darlığıdır. Bu durum daha çok gelişmesi geri kalmış ve Anne karnında iyi beslenememiş Can'larda görülür. Ayrıca doğum gününün geçmesi, kordonun Can boynuna dolanması, ya da düğümlenmesi bu sıkıntıya neden olabilir. Bu durumun oluşabileceği düzgün ve dikkatli yapılan kontrollerle anlaşılabilir ve uygun zamanda Anne'yi normal doğuma bırakmadan sezaryanla doğurtmak gerekir.
Gelişme geriliği olan, yeteri kadar Anne karnında beslenememiş Can'ların eylem sırasında sıkıntıya girme oranı yüksektir. Bu nedenle belirgin gelişme geriliği olan Canları fazla sıkıntıya sokmadan sezaryanla doğurtmak en uygun yol olur.
Bazen Can sağlıklıdır ve doğum normal ilerlemektedir. Ama bir süre sonra Can'ın sıkıntıya girmeye başladığını gösteren belirtiler ortaya çıkar. Kalp sesleri bozulmaya, Can'ın dışkısı suyun içinde gözükmeye başlar. Bu durumda ya kordon sıkışmıştır, ya da plasentada ayrılmalar olmaktadır. Kordonu kısa olan Can, aşağı doğru hareket edince sıkıntıya girer. Böyle durumlarda doğum yakınsa Anne'ye oksijen vererek, pozisyonun değiştirerek ve doğuma aktif olarak yardım ederek vajinal yoldan doğurtma şansı değerlendirilebilir. Ama Anne uzun sürecek bir doğum sürecinin başında ise sezaryan yeğlenmelidir.
Kanamalar...
Üçüncü önemli sezaryan nedeni kanamadır. Eğer Can'ın sonu önde yerleşmişse ya da doğum bitmeden son ayrılmaya başlamışsa çok şiddetli kanamalar olur. Düzenli kontrole gelen Annelerde bu tehlikeler önceden farkedilebilir ve zamanında sezaryan yapılarak hiç bir tehlike yaşamadan hamilelik sonlandırılır. Yüksek tansiyonu olan veya son aylarda tansiyonu yükselmiş hamilelelerde son ayrılma riski daha fazladır. P>
Ters Duruşlar...
Dördüncü önemli neden Can'ın uterusta ters ya da yan durmasıdır. 100 hamilelikten %95'inde en geç son ayda Can'ın başı aşağı doğru dönerek kemik çatıya yerleşir. 100 hamileden 5'inde ise Can bu dönüşü yapamaz ve poposuyla kemik çatıya yerleşir. Burada ters geliş söz konusudur.
Doğum eylemi sırasında baş önden ise doğum yolunu açar. Başın geçtiği her yerden gövde rahatlıkla geçer. Çünkü gövde başa göre daha esnektir. Bu nedenle popo önde giderken doğum yavaş ilerler. Poponun geçtiği yerden baş geçemeyebilir.
Ters gelişte vajinal yoldan doğum yaptırmaya çalışmak, Can'ın geleceği ile kumar oynmaktır. Doğumun son anına kadar neler olacağı bilinemez. Can'ın vücudu doğup kafası içeride sıkışabilir. Can canlı bile doğsa ileride bir çok sakatlıklar ortaya çıkabilir. Onun için ters gelişlerde doğum sancılarını beklemeden sezaryan yapmak en uygunudur.
Diğer nedenler...
Can'ın çok iri olması, Anne'ye ait şeker, tansiyon gibi hastalıklar, sonun önde gelmesi, ikiz hamilelikler, erken doğumlar sayılabilir.
- Eski Sezaryanlılar...
Bu konudaki genel eğilim daha önce sezaryanla doğum yapmış Anneleri yine sezaryanla doğurtmaktır. Öncelikle ilk doğumda sezaryana yol açan neden sürüyorsa sezaryan kararı verilir. Bu neden ortadan kalkmış olsa bile eski dikiş yerlerinin zorlanmasından ve açılmasından korkulur. Bu nedenle yerleşmiş bir deyiş vardır."Bir kez sezaryan, daima sezaryan". Ancak bu yaklaşım son yıllarda değişmiştir. Gelişmiş ülkelerde sezaryanla doğumun maliyeti normal doğuma oranla çok fazladır. Bu nedenle özellikle özel sağlık sigortası yapan şirketlerin de zorlamasıyla daha önce sezaryanla doğum yapmış Annelere ikinci hamileliklerinde vajinal doğum denenmesi yaygınlaşmaktadır.
Son yıllarda ABD'de eski sezaryanlıların %60 a yakını vajinal yoldan doğurtulmaya başlanmıştır. Iyi seçilmiş olgularda vajinal doğum şansı oldukça yüksektir. O korkulan rahim yırtılmasının görülme sıklığı da fazla değildir. Ancak ülkemizin koşulları henüz bu yaklaşımın çok uzağındadır. Çünkü bu hamilelerde doğum eyleminin çok dikkatli izlenmesi gerekirki bu özel hastanelerde bile mümkün değildir. Ayrıca Ülkemizde hastalara kendilerine yapılan işlemleri anlatan epikriz dediğimiz tıbbi raporun verilmesi yaygın değildir. Bu durumda ilk sezaryanın gerekçeleri bilinemez. Uterusa yapılan kesinin yeri önemlidir. Eğer kesi biraz yukarıdan yapılmış ise vajinal doğum sırasında yırtılma riski aşağıdan yapılmış kesilere göre daha fazladır.


Isteğe Bağlı Sezaryan...
Hiçbir tıbbi gereklilik yokken isteğe bağlı sezaryan yapılması ne kadar doğrudur? Bu oldukça tartışmalı bir konudur. Bazı hekimler ***fi sezaryana karşıdır. Gerekmedikçe sezaryan yapmazlar. Ama çoğu hekim ***fi sezaryanı benimsemiştir. Bana göre de bir ailenin sezaryan tercih etme hakkı olmalıdır. Bir kişi vücuduna ne gibi girişimlerde bulunulabileceği hakkında karar verebilir. Annede normal doğum yerine sezaryanı yeğleyebilir
Epidural anestezi ile sezaryan,
1) Anne uyumadığı için Can'ını çıktığı anda görebilir.
2) Uyuşturucu verilmediği için Can çok sağlıklı doğar.
3) Genel anestezide Can'ın az ilaç alması için çok hızlı çıkarılması gerekir. Bu nedenle kan kaybı fazla olur, dokular daha fazla zedelenir. Oysa epidural anestezide aceleye gerek yoktur. Böylece ameliyat sonrası iyileşme daha çabuk olur.
4) Genel anestezi alındığında, alınan gazlara bağlı olarak Can çıktıktan sonra uterus iyi kasılamaz ve kan kaybı fazla olur. Epidural anestezide ise böyle bir risk yoktur.
5) Ameliyat sonrası ağrı duyulmaz. Çünkü sadece kesilen yerler uyuşmuştur. Gaz sancısı oluşmaz

Şiddetli ve sürekli baş ağrısı


Uzun süren mide ağrıları


Görmede bulanıklık



Kanama


Su boşalması


El ayak ve yüzde şişme


Çok sık kusma


38 Derecenin üstünde ateş
7. Aydan sonra bebeğinin 12 saatte 10 defadan az oynaması


GEBELERİN UYMASI GEREKEN GENEL KURALLAR
# Özel bir sakınca yoksa gebelik normal yaşantınızı etkilemez.Normal yaşantınızı sürdürün.

# Düzenli olarak gebelik kontrollerinizi yaptırın.

# Doktora danışmadan ilaç kullanmayın.

# İlk üç ay içinde röntgen çektirmeyin,röntgen çekilen
alanlarda durmayın.

# Ateşli ve döküntülü hastalardan uzak durun.

# Kan grubunuzu mutlaka öğrenin.

# Tetanoz aşınızı yaptırın.

# Meme bakımınıza gebelikte başlayın.

# Alkol ve sigara içmeyin.

# Beslenmenize dikkat edin.

# Diş bakımına önem verin.

# Geceleri en az sekiz saat uyuyun.

# Rahat,geniş ve doğal giysiler kullanın.


# Sık sık banyo yapın.

# Cinsel organ temizliğine dikkat edin.


# Uzun yolculuklardan kaçının.

# Çok ağır iş yapmayın.

# Yürüyüş ve hareket yapın.

# Doğumunuzu bir sağlık kuruluşunda yapın.

Lo husalık; doğumdan sonraki 6 hafta (42 gün) sonunda gebeliğin kadında yarattığı fizyolojik ve psikolojik değişimlerin gebelik önceki haline dönmesidir. Bu süreç her organ ve sistem için farklı zamanlar alır. Halk arasında "lo husanın mezarı 40 gün açık kalır" sözü yaygın olarak kullanılır. Bu söz bir yerde gerçekleri yansıtmaktadır. Çünkü doğum ve lo husalık döneminde ortaya çıkan hastalıklar hayatı tehdit edici boyutlarda olabilir.

Çok erken lo husalık doğumdan sonraki ilk 24 saati, erken lo husalık ilk 1 haftayı, geç lo husalık da geri kalan süreyi temsil eder. Üreme organları 6 haftada normal haline döner ve emzirmeyen annelerin büyük bir kısmı bu dönem sonunda adet görmeye başlar. Emzirenlerde ise adetlerin normale dönmesi 6 ayı bulabilir, hatta bu süreyi bir miktar daha aşabilir.Doğum sonrası belirgin olarak fark edilebilen ilk değişiklik rahmin eski haline dönmesi yani küçülmesidir (involusyon).

Rahim (Uterus) involüsyonu

Rahim involüsyonu; rahimin doğumdan sonra gebelik öncesi durumuna dönmesine verilen isimdir.Gebelik süresince rahim ağırlık olarak yaklaşık 20 kat büyür, ancak doğumdan sonra hızla küçülmeye başlar. Bebek doğduktan hemen sonra yaklaşık 20. gebelik haftasında olduğu boyuta iner. Bu evrede ağırlığı yaklaşık 1 kg kadardır. Birinci haftanın sonunda 12. gebelik haftasındaki büyüklüğüne dönen rahimin hacmi 6 hafta sonunda gebelik öncesi büyüklüğündedir.

Vücudumuzda ağırlık ve hacmi bu kadar çok büyüyüp sonrasında küçülen ikinci bir organımız bulunmamaktadır. Uterusun bu özelliği bilim dünyasını günümüzde dahi şaşkınlığa uğratmaya devam etmekte ve halen bilimsel yönden tam olarak açıklanamamaktadır.Doğumdan hemen sonra rahim kasılmalarının gücü doğum sırasındaki güçlerden çok daha fazladır. Bunlara “takip eden ağrılar (afterpains)” adı verilir. Bu ağrılar 2-3 gün kadar devam edebilir. Daha önce doğum yapmışlarda (multiparlarda) daha fazla hissedilir. İlk 12 saatte sıklıkları daha fazladır, bu saatten sonra gerek sıklığı gerekse şiddeti giderek azalır.

Özellikle lo husanın bebeğini emzirmesi sırasında, uyarıyla beyinden salgılanan “oksitosin” hormonuna bağlı olarak rahim kasılması sonucu kasık ve karın bölgelerinde ağrılar hissedilebilir.Doğumda plasentanın ayrılmasından hemen sonra, plasentanın uterusa yapıştığı alan yarı yarıya küçülür. Bu küçülme sayesinde açıkta olan damar uçları kapanır ve kanama azalır. Rahmin içini döşeyen ve "endometrium" adı verilen zar tabakasının normale dönmesi 3 haftayı bulurken plasentanın yerleştiği alan 6 haftada iyileşir. İyileşmenin tam olamadığı durumlarda ise kanamalar görülebilir.

Doğum sonrası vajinal akıntılar (Löşi, Lochia)

Doğumdan sonra rahim içinden gelen akıntıya "Löşi (lochia)" adı verilir. İlk gelen taze kırmızı kan "löşi rubra" olarak adlandırılır. Bu sıvının içinde kan ve doku parçacıkları bulunur. Birkaç gün içinde miktarı azalır, rengi açılır ve yani "löşi seroza" ya dönüşür. 2. haftadan sonra ise daha koyu kıvamlı ve açık renkli "löşi alba" gelmeye başlar. Doğumdan yaklaşık 4 hafta sonra bu tüm bu vajinal akıntılar kesilir.Löşi içeriği açısından enfeksiyona çok müsait bir ortamdır. Bu nedenle hijyene çok dikkat edilmelidir.

Doğum sonrası serviks (rahim ağzı), vajen ve diğer değişiklikler

Doğum esnasında 10 cm açılan ve tamamen incelip kağıt gibi olan serviks (rahim ağzı) açıklığı bir hafta sonunda yaklaşık 1 cm'ye iner. Rahim ağzı normal doğum yapmışlarda artık yuvarlak değil yassı bir görünüm alarak doğum yapmayanlardan ayrılır. Serviksin tamamen iyileşmesi yine 6 haftalık bir zaman alır.

Doğum sırasında çok fazla zorlanan ve esneyen vajina dokusu yavaş yavaş iyileşmeye başlar ve 3 hafta bitiminde son halini alır, ancak asla doğum yapmadan önceki gerginliğine gelemez.

Gebelik boyunca genişleyen ve esneyen karın kasları ve pelvik kaslar 6 hafta sonra toparlanır ve bu dönemden sonra egzersiz önerilir. Dolaşım, boşaltım, endokrin gibi diğer sistemlerde olan değişiklikler de 6 hafta sonunda normal haline döner.

LO HUSALIK PROBLEMLERİ

Doğumdan hemen sonra ciddi ve ani problemler görülebilir. Bu yüzden lo husa en az 24 saat gözlem altında tutulmalıdır. Sık aralıklarla tansiyon ölçümleri yapılmalı, kanama kontrol edilmelidir.

Kanama

Erken lo husalığın en önemli komplikasyonu kanamadır. Normal doğumdan sonra 500 mililitreden fazla kanama olması anormal olarak kabul edilir. En önemli ve ciddi nedeni "atoni"dir.

Atoni doğumdan sonra rahmin kasılmaması ve dolayısı ile açıkta olan damarların kapanamamasıdır. Son derece acil ve hayatı tehdit eden bir durum olup, çok kısa zamanda aşırı miktarda kanama ile karakterizedir.

Uygun ortamlarda yapılmayan doğumlarda, atoni gelişirse ve acil ameliyat şartları yoksa anne kaybedilebilir. Bu nedenle evde yapılan doğumlar son derece risklidir.

Tedavide önce elle rahim masajı yapılır ve damar yolu ile rahim kasılmasını sağlayan ilaçlar verilir. Eğer tedavi sonuç vermez ise acil bir operasyon gerekebilir.

Emboli

Anne hayatını tehdit eden başka bir durumda amniyon mayii embolisidir. Burada bebeğin amniyon sıvısı annenin kan dolaşımına geçerek akciğerler, beyin gibi organlara giden damarlarda tıkanıklığa yol açar. Anne çok kısa bir sürede hayatını yitirir.

Maalesef tanı ve tedavisi çok güçtür. Modern obstetrideki en önemli anne ölüm nedeni amniyon mayii embolisidir.

Enfeksiyonlar

"Lo husalık humması" olarak adlandırılan durum doğumdan sonraki ilk 24 saatten sonra ortaya çıkan ve yüksek ateşle seyreden bir durumudur. En sık nedenler üreme, idrar yolları ve memelerin enfeksiyonudur. Doğum eyleminin uzaması, zarların erken açılması gibi durumlar enfeksiyon riskini arttırır.

En sık görülen enfeksiyon rahim içinin iltihaplanmasıdır ("endometrit"). Genelde 3. gün ortaya çıkar ve ateş 40 dereceye kadar yükselebilir. Löşi oldukça kötü kokuludur. Olay karın boşluğuna kadar yayılabilir ("peritonit").

Muayenede rahim oldukça hassas ve ağrılıdır. Enfeksiyonun kan yolu ile yayılması meydana gelir ise hayatı tehdit eder.

Tedavide yatak istirahati, sıvı desteği ve uygun antibiyotik kullanımı önerilir.

İdrar yolları enfeksiyonu

% 5 vakada ise idrar yaparken yanma, kasık ve bel ağrıları, yüksek ateş şikayetlerinin eşlik ettiği idrar yolu enfeksiyonu (İYE) ortaya çıkabilir. Genelde 2. veya 3. günde belirti verir. Vajinada olan yaralanmalar İYE riskini arttırır. Tedavide uygun antibiyotikler önerilir. Gebelik öncesi var olan her türlü sistemik hastalık lo husalık döneminden olumsuz yönde etkilenebilir. Bu nedenle lo husalıkta son derece dikkatli olunmalıdır.

PERİNE BAKIMI NEDİR?

Normal doğum esnasında bölgede kontrolsüz yırtıkların olmaması için doktor tarafından bir kesi yapılır. Bu kesiye "epizyotomi" adı verilir.

"Perine bölgesi" denildiğinde ise vajina girişi ile makat arasında kalan bölge anlaşılır. Doğum esnasında ve doğumdan sonra büyük öneme sahiptir.

Doğum sonrası perine bakımı, epizyotomi alanının daha kolay iyileşmesi ve enfeksiyon kapmaması için yapılması gerekenlerin tümünü kapsar. Bakım yaklaşık 1-3 hafta sürer.

Perinede problem belirtileri

Perinede en sık karşılaşılan problem ağrı ve şişliktir. Doğum sırasında bebeğin başının sıkıştırması nedeni ile perine ve vajen etrafında ödem olur. Yine doğum esnasında epizyotomi (vajene kesi) yapılmış olsa bile vajinada fark edilmeyen yırtıklar veya sıyrıklar oluşmuş olabilir. Bu yırtıklar farkedilip dikilmediğinde kanayabilir veya enfeksiyon kapabilir.

Eğer kanamalar dışarıya olmaz ve doku aralığında birikirse vajinada dolgunluk hissi ile beraber şiddetli bir ağrı olabilir. Bu durumda bir "hematom" dan (içe kanama) şüphelenilir.

Yine doğum sırasında ıkınmalara bağlı olarak makat etrafında hemoroidler oluşabilir. Bu hemoroidler otururken ağrıya neden olabilir hatta bazen kanayabilir. Oturma banyoları ve ilaç tedavilerine cevap vermeyen hemoroidlerde cerrahi tedavi gerekebilir.

Perine Bakımında Yapılması Gerekenler

Doğumdan sonra ağrı ve kanamayı azaltmak için perine bölgesine buz tatbiki veya oturma banyoları zaman zaman önerilmektedir. Ağrı için doktorunuzun yazdığı ağrı kesici hapları kullanabilirsiniz. Kabızlık veya hemoroid problemleriniz varsa zorlanmayı önlemek için gaita yumuşatıcı ilaçları kullanabilirsiniz.

Bölgeyi temizlemek için sadece temiz su yeterli olmakla birlikte çoğu zaman antiseptik maddeler içeren solüsyonlar önerilir. Ayrıca akıntı ve kanamalar için günlük ped kullanılması hijyen açısından önemlidir. Doğum sonrası normalden fazla ve pıhtılı taze kanama olursa mutlaka doktorunuza haber verin.

Ayrıca şu önlemleri alın:

Perine bölgenizi mümkün olduğunca kuru tutmaya özen gösteriniz. Hijyenik pedlerinizi sık olarak değiştirin.

Vajinal akıntı ile kanamanızın durumunu arada bir kontrol ediniz. Bu bölgede aşırı ağrı veya gerginlik hissi durumunda mutlaka doktorunuza danışın.

Tuvalet sonrası en az iki dakika temiz su veya tercihen antiseptikli solüsyon (savlon veya iyotlu solusyonlar gibi) ile temizlik yapınız. Bu esnada temizliği arkadan öne doğru değil önden arkaya doğru yapmaya dikkat ediniz. Tuvaletlerinizde bu bölgenin gaita ile bulaşmasını önleyiniz.

Evinizde yeterli miktarda hijyenik ped, temizlik malzemesi ve ağrı kesiciler bulundurunuz.
Bu bölgeye uygulanan "buz kalıpları" ödem veya küçük hematomlara bağlı ağrıları azaltabilir. Buz kalıpları hazılamak için bir eldivenin içine su konulup buz dolabının buzluk kısmında dondurulur. Daha sonra oluşan bu kalıplar yumuşak bir bezle sarılır ve perine bölgesine tatbik edilir. Uygulama 48 saatte bir 20 dakika şeklinde önerilmektedir.

Perine bölgesine ılık veya sıcak su oturma banyoları önerilmemektedir.

Eğer kanamanızın miktarı fazlalaşıyorsa (örneğin 2 saatte 1 pedden fazla kirletiyorsanız), kanamanız kırmızı renk alıyorsa, kötü bir koku belirirse, ateşiniz yükselirse, karında ağrı ortaya çıkarsa hemen doktorunuzu arayın.

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

LO HUSALIKTA DİĞER ÇÖZÜMLER

Gebelikte olduğu gibi lo husalıkta da bazı konulara dikkat edilmelidir. Günümüzde normal doğumdan sonra 24 saat sezaryenden sonra ise 48 saat hastanede kalmak yeterlidir.

Doğum sonrası eve giden anne doğum şekli ne olursa olsun mümkün olduğunca dinlenmelidir. Ancak bu dinlenme sürekli yatma şeklinde olmamalıdır.

Ev içerisinde dolaşmak, basit ev işleri yapmak hem kişinin kendine olan güvenini arttırır hem de kan dolaşımını destekler.

Doğum sonrası eve çıkan anne dilediği ve kendisine dokunmadığını bildiği her şeyi yiyip içebilir. Protein içerikli gıdalar ile taze meyve ve sebzeler özellikle önerilir. Süt veren annelerin günde ortalama 2600-2800 kalori almaları önerilir.

Bebek dünyaya geldikten sonra barsak hareketlerinde yavaşlama ve kabızlık olabilir. Bu nedenle dışkıyı yumuşatan lifli gıdalar ve bol sıvı alınması kabızlığı önlemek açısından yararlıdır.

Normal doğumdan sonra hemen sezaryen sonrası ise 3. günden itibaren ayakta duş şeklinde banyo yapılabilir. Banyo esnasında zorlanmadıkça vajinaya su kaçmaz. Vajinanın yıkanması ise sakıncalıdır.

Normal doğum sırasında açılıp dikilen “epizyotomi (epizyo)” genelde -doktor solak olmadığı sürece- vajenin sağ tarafında olur. Otururken ve yatarken sağ tarafa ağırlık vermemek gereklidir.

Doğum sonrası karın kaslarını güçlendirmek için egzersiz önerilir ancak egzersizlere 6 hafta sonra başlanmalı ve kasları çok zorlayan egzersizlerden kaçınılmalıdır.

Doğum sonrası cinsel arzularda bir süre azalma olur. Bu azalma genel olarak psikolojik kökenlidir. Genelde istek 12. haftadan sonra eski haline döner. Doğumdan sonra 20-25 gün sonra cinsel ilişki olabilir. Emzirme döneminde yükselen "Prolaktin hormonu" (Süt hormonu) kadında estrojen hormonunu baskılayarak vajende kuruluklara yol açabilir. Şikayetinizin çok fazla olması durumunda doktorunuza muayeneye gitmelisiniz

Risk Faktörü : Gebelik başından lohusalık sonuna kadar süren dönem boyunca anne ve / veya bebeği etkileyebilecek normal olmayan her türlü durumun görülme olasılığını arttıran faktörlerdir.

Gebeliğinizde tesbit edilen belli bir risk faktörünün olması, o riskin mutlaka gerçekleşeceği anlamını taşımaz, yanlızca riskin yükseldiğini gösterir. Aynı şekilde risk faktörü olmaması da, gebeliğinizin tümüyle sorunsuz geçeceği anlamını taşımaz, ancak gebeliğinizin sorunsuz seyretme olasılığının yüksek olduğunu gösterir.

Risk faktörlerinin gebelik öncesinde tesbit edilmesi, özceden önlem alınması açısından önemlidir. Çünkü risk faktörlerinin büyük bir kısmı kontrol edilebilir olan faktörlerdir (sigara, anemi / kansızlık, kronik hipertansiyon ya da diabet gibi).

Önceden tesbit edilemeyen risk faktörleri için ise doktor kontrolü altında olunduğunda henüz risk gerçekleşmeden ön belirtilerinden önlem alınmaya çalışılabilir (daha önceden ölüdoğum yapmış bir anne adayının bebeğinin iyilik durumunun sık olarak değerlendirilmesi ve gerektiği durumlarda müdahale edilmesi gibi).
Gebelikte problem yaratabilecek muhtemel risk faktörleri şunlardır ;

1 ) Anne ve baba yaşı ; Anne adayları için ideal gebelik yaşı 18 – 35 iken baba adayları için 18 – 40 dır.Bu yaşların üzerindeki gebelikler normal olamaz diye bir kaide yoktur ancak bir çok problemin gelişebilmesi açısından daha büyük bir risk alınmış olur. Örneğin bebekte down hastalığı (Trizomi) riski 35 yaşın üzerindeki anne adaylarında çok daha yüksektir. Aynı şekilde baba adayının yaşı da arttıkça bir kısım hastalıkların oluşma riski artmaktadır. Örneğin yapılan çalışmalar klinik olarak belirgin cücelik ile seyreden akondroplazi hastalığının gelişme olasılığının 40 yaşın üzerindeki baba adayının çocuklarında daha fazla olduğunu göstermiştir.

2 ) Akraba evliliği ; Ülkemizde oldukça fazla sayıda olan akraba evlilikleri anomalili bebek meydana getirme açısından oldukça risklidir. Özellikle birinci derece akraba evliliklerinde, genel populasyonda görülme riski % 2-3 olan anomalili bebek doğurma olasılığını

3 ) Anne ve baba adayının mesleki durumları ; Özellikle kimyasal maddeler ve radyasyona maruz kalınan işlerde çalışan anne ve baba adaylarının çocuklarında anomali oluşma riski normal populasyona göre daha artmaktadır. Yaygın olarak bilinenin aksine anne adayının ağır işte çalışması ya da aşırı yorulmasının düşüklere neden olduğu görüşü artık bu gün pek itibar görmemektedir. Ancak çok yoğun tempolu ve yorucu işlerde çalışıyor olmak erken doğum tehdidi yaratabilmektedir.

4 ) Sosyo-ekonomik değerler ; Herşeyde olduğu gibi bu konuda da anne ve baba adaylarının daha bilgili ve tecrübeli olmaları risk faktörlerinin gelişimini engeleyebilmek adına önemlidir. Bilgili olan adaylar meydana gelen belirtiler konusunda daha alert olurlar ve doktorlarını uyarabilirler.
Ayrıca ekonomik nedenler de etkili faktörlerdendir. Her anne adayının gebeliği ve lohusalığı boyunca mutlak suretle teşekküllü bir şekilde değerlendirilebilmesini sağlayabilecek alt yapının gerçekleşmesi gereklidir. Bu durum, devlet kuruluşlarının aşırı yoğunluk karşısında yeterli olamadığı ülkemizde maalesef ekonomik koşullara da bağlı bir hale gelmiştir.

5 ) Anne ve baba adaylarının kan grupları ; Anne adayının Rh negatif (-) ve baba adayının Rh pozitif (+) olması halinde Rh kan uyuşmazlığından bahsedilir. Bu durum ilk bebekte pek problem yaratmamakla birlikte önlem alınmadığında ikinci bebekte ölümcül tablolarla seyredebilir.
Bunun dışında anne adayının “O” kan grubundan olması da ABO kangrubu uyuşmazlığı aşısından önem taşımaktadır. Bu uyuşmazlıkta bebekte sarılık görülme olasılığı var olmakla birlikte bu sarılık genellikle uygun tedavilerle problem yaratmadan geçiştirilebildiği için bu tip uyuşmazlıklar klinik olarak pek önem arz etmemektedir.

6 ) Anne adayının daha önceden geçirdiği ya da gebeliği sırasında halen geçirmekte olduğu jinekolojik ya da başka nedenli hastalıklar ; Bu konuda verilebilecek örenek sayısı oldukça fazla olduğundan kısaca anne adaylarına önereceğimiz şey geçmiş ya da şu anki durumlarıyla ilgili her türlü hastalık, problem ya da rahatsızlıklarını önemli ya da değil diye hiç ayırt etmeden doktorlarına anlatmaları gerektiğidir. Çünkü aslında sizin önemsiz olarak gördüğünüz bir belirti ya da problem aslında önemli bir hastalığın küçük bir ön habercisi olabileceği gibi daha önceden geçirdiğiniz bir hastalık da doğum şekline verilecek kararı etkileyebilir.Bu nedenle geçmişiniz ya da şu anki durumunuz hakkında doktorunuza vereceğiniz bilgileri kendi fikrinize göre kısıtlama yapmadan ve ayrıntıları ile anlatın.

7 ) Daha önceden geçirilmiş jinekolojik ya da başka nedenli operasyonlar ; Bunlar da aynen hastalıklar gibi önemlidir. Belki bir göz ya da KBB operasyonu gebeliği etkilememekle birlikte örneğin kalp, karaciğer ya da böbrekler gibi daha sistemik organlara ait ameliyatlar gebeliğin kompanze edilip edilemeyeceği açısından önemlidir. Ayrıca karın içinde yapılan ameliyatların (ki jinekolojik operasyonların da bir çoğu bu şekildedir) operasyon ne kadar kurallarına uygun olarak yapılırsa yapılsın ilgili komşu organlarda yapışıklık yaratma riski vardır. Doğumun sezeryan ile yapılması planlandığında bu tip önceden geçirilmiş ameliyatların bilimesi önem taşımaktadır.

8 ) Anne adayının gebelik öncesi kilosu ve gebelikte kilo alışı ; Anne adayının gebeliğe başlamadan önce çok fazla kilolu olması gebelik sırasında ve sonunda bir kısım problemlere maruz kalma riskini artırabilir. Ancak bu problemlerin çok nadir görülebileceğini belirtmekte yarar var. Bir insanın klinik anlamda kilolu olup olmadığını anlam için kullandığımız standart bir ölçüm sistemi vardır ki buna vücut kitle indeksi (VKİ) denir. VKİ 20 den düşük olanlara zayıf, 30 dan yüksek olanlara ise şişman denilmektedir. Vücut kitle indeksinizi hesaplamak için tıklayın.

9 ) Anne ya da baba adayının ailelerinde genetik geçiş gösteren ( kalıtsal ) hastalıkların varlığı ; Anne adayı ya da baba adayının kendi akrabaları içinde zeka geriliği, bedensel özür, metabolizma hastalıkları, diabet (şeker hast.), hipertansiyon (tansiyon yüksekliği), anomalik doğumlar, ölü doğumlar, sürekli düşükler, bir kısım psikiatrik hastalıklar gösteren kişiler varsa bu hastalıkların doğacak bebekte görülme riski de teorik olarak var olacaktır. Bu hastalıklara maruz kalan kişi anne ya da baba adayına akraba olarak ne kadar yakınsa bebekteki risk de o kadar fazla olacaktır. Ayrıca anne ve baba adayının birbiri ile akraba olması bu riski daha da artıracaktır. Anne va baba adayları ailelerinde böyle durumlar varsa bunu mutlak suretle doktorlarına bildirmeli ve gerekli durumlarda doktorun da yönlendirilmesi ile genetik danışmanlık hizmeti alınmalıdır.

10 ) Anne adayının boyu ; Doğumun sezeryan ya da vajinal yolla olup olamayacağı konusundaki kriterlerden biridir.Boyu 150 cm den daha kısa olan anne adaylarının pelvis genişliği de ( leğen kemiği ) büyük ihtimalle,vücutla orantılı olarak dar olacağından normal / vajinal yolla doğum gerçekleşemeyecektir. Çok istisnai olarak jinekoloğun muayenesi sonucunda doğumun vajinal yolla gerçekleşebileceği kanaati oluşursa denenebilir. Ama bu konudaki genel konsensus 150 cm den daha kısa olan gebelerde doğumun sezeryan ile gerçekleştirilmesi yönündedir.

11 ) Anne adayının bağımlılık yapıcı maddeler ( sigara,alkol ya da uyuşturucu madde ) kullanıyor olması ; Bağımlılık yapıcı maddeler kullanan anne adayında kullanılan maddenin niteliğine göre bebekte de bir kısım arazlar ortaya çıkabilme ihtimali yükselmektedir. Uyuşturucu maddelerin bebek üzerinde teratojen etkilerinden bahsetmek olasıdır. Sigara ve alkol gebelikte başlı başına büyük problemlerdir. Gebelikte sigara ve alkolün bebeğe etkileri için tıklayın.

12 ) Anne adayının yaşam tarzına bağlı genel özellikler ; Dengeli beslenme, aktif yaşam tarzı, egzersiz, düzenli yaşam, sağlıklı bir uyku düzeni, stabil bir ruhsal durum gibi faktörlerin gebelikte bebek açısından bir risk faktörü olduğu düşünülmemekle birlikte, gebeliğin daha sağlıklı ve huzurlu, daha rahat geçmesi yönünden pozitif katkılar olduğuna inanılmaktadır.

13 ) Önceki gebeliklerde görülen hastalıklara ait riskler ; Önceki gebeliklerinde diabet, hipertansiyon (preeklamsi ya da eklamsi) gibi bir kısım hastalıklara maruz kalmış olmak sonraki gebeliklerde görülme riskini artırabilir. Bu nedenle önceki gebeliklerinde belli hastalıklara maruz kalan anne adaylarının bu hastalıklarını ve gebeliklerinin seyrini doktorlarına ayrıntıları ile anlatmalarında yarar olacaktır.

Astım mutlak tedavisi bulunmayan solunum sisteminin kronik bir hastalığıdır. Astımlı kişilerdeki en önemli değişim solunum yollarında görülen iltihap yani enflamasyondur. Bu mikrobik bir olay olmayıp solunum sistemini oluşturan yapıların şiş ve kızarık olması şeklinde basitleştirilebilir. Bu enflamasyon hava yollarını astım ataklarına neden olan ya da başlatan dış etkenlere karşı çok daha duyarlı hale getirir.

Normal soluk alma sırasında hava önce burundan geçer. Hava burada ısınır, nem oranı artar ve yabancı küçük maddelerden temizlenir. Alınan hava daha sonra gırtlaktan geçerek trakea adı verilen soluk borusunua girer. Trakea akciğerlere girmeden önce ikiye ayrılır ve bunlar sağ ve sol bronkus olarak adlandırılır. Bronkuslar daha sonra giderek incelen binlerce hava yoluna ayrılır ve bunlar da bronşiyoller olarak isimlendirilir.

Astımda genellikle etkilenen kısım işte bu bronşiyollerdir. Astımlı bir kişi atakları başlatan herhangi bir etkenle karşılaştığında aşırı hassas hava yolları daha da şişer, enflame olur ve daralır. Sonuçta akciğerlere giren ve çıkan hava akımında bir tıkanıklık meydana gelir ve kişinin soluk alıp vermesi güçleşir.

Kaç çeşit astım vardır
Astım kronik bir hastalıktır. Zaman zaman iyileşmiş gibi görünebilir ve ataklar çok uzun süre ortaya çıkmayabilir. Ancak hava yollarında kronik enflamasyon olduğundan herhangi bir dönemde yeniden alevlenebilir. Temel olarak 2 tür astım varlığından söz edilebilir.

Alerjik astım: Genelde çocuklarda ve ergenlik çağındaki kişilerde görülür. Alerjiye neden olabilen herhangi bir madde örneğin hayvan tüyü, ev tozu bu atakların başlamasına yol açabilir. Genelde 35 yaşından önce ortaya çıkan astım hastalığı alerjik türdedir.
Alerjik olmayan astım: Bu tür astım daha ziyade orta yaştaki kişilerde görülür. Astım atakları egzersiz, soğuk hava, üst solunum yolu enfeksiyonları gibi faktörlerce tetiklenir ve ortaya çıkar. Astım ataklarından alerjik mekanizmalar sorumlu değildir.
Astım atağı nedir?
Astım atağı zaten aşırı duyarlı olan hava yollarının gösterdiği reaksiyon sonrasında ortaya çıkan solunum sıkıntısı olarak özetlenebilir. Alerjik ya da başka bir nedenle hava yolları daralınca hava akımları zorlaşır. Bu daralmanın 3 temel nedeni vardır.

Hava yollarını çevreleyen kasların kasılması
Hava yollarını döşeyen dokuların şişmesi
Hava yollarında normal olarak üretilen salgılar (mukus, balgam) dışarı atılamadığı için buraları tıkaması
Astım bulguları çok hafif ya da çok şiddetli olabilir. Bazı kişilerde sadece mevsimsel alevlenmeler görülürken, bazılarında sadece egzerszi sonrası ya da alerjik bir maddeyle karşılaşılmasını takiben ortaya çıkabilir. Bazılarında ise olay çok daha kroniktir ve hemen hergün bulgular görülebilmektedir.

Hava yolları daralıp tıkandıkça soluk alıp vermek ve havayı buradan geçirebilmek için daha fazla efor harcanması gerekir. Hava daralmış bir alandan geçerken ıslık benzeri bir ses çıkmasına neden olur. Bu ses astım ataklarında tipiktir.

Astım ataklarında en sık karşılaşılan yakınma ve bulgular şunlardır:

Öksürük: Öksürük çok sık karşılaşılan ancak kolaylıkla atlanabilen bir astım bulgusudur. Genelde astım dışında başka bir soruna bağlanır. Genel kural olarak sağlıklı kişiler boğazlarında birşey olmadığı ya da soğuk algınlığı gibi enfeksiyonlara yakalanmadıkları sürece öksürmezler

Wheezing: Daralmaya bağlı olarak görülen ıslık sesi wheezing olarak adlandırılır. Astım için tipiktir.

Göğüs sıkışması: Daralmış hava yollarından havayı geçirebilmek için daha fazla efor gerektiğinden pekçok astımlı kişi göğsünden rahatsız edici bir his ve daralma tanımlar.

Nefes darlığı: Bazı kişilerce hava açlığı olarak tanımlanan ve sanki alınan nefes yetmiyormuş hissini uyandıran durumdur.

Mukus üretimi: Pekçok astımlı kişide kalın ve aşırı miktarda balgam üretimi vardır. Bu mukus solunum yollarını tıkayarak öksürüğe neden olur.

Çoğu zaman astım bulguları geceleri ya da sabahın ilk saatlerinde şiddetlenmektedir.

Uzun yıllardır astım ile yaşayan kişiler atakları nelerin tetiklediğini az çok bilirler. Öte yandan bir astım atağı çoğu zaman ortaya çıkmadan önce belirtiler verir. Kişinin hastalığını iyi tanıması ve bu belirtilere dikkat etmesi atak gelmeden önce önlem alabilecek zamana sahip olmasını sağlar.

Astım tehlikeli bir hastalık mıdır?
Astım atakları çoğu zaman hafif ya da orta şiddette görülür ve ilaçlara kolay cevap vererek birkaç dakika ile birkaç saat arasında düzelir. Ancak bazı ataklar rutin ilaçlara cevap vermeyebilir ve acil müdahale gerektirebilir. Bu tür şiddetli ve uzun süren ataklar hayati tehlike doğurabilir.

Astımın iyi kontrol edilmesi ne demektir?
Astım kesin tedavisi olmayan kronik bir hastalıktır. Bu nedenle tüm tedavi girişimlerinde amaç iyi astım kontrolü sağlamaktır. Burada kastedilen uzun süre ataksız dönem geçmesini ve atak varlığında biran önce normale dönmesini sağlamaktır.

İyi astım kontrolünün hedefleri şunlardır:

Wheezing, öksürük ve nefes darlığının olmaması
Gece uykusunun astım atakları ile bölünmemesi
Egzersiz ve günlük aktivitelerin sorunsuz yapılabilmesi
Atakları rahatlatan ilaçların haftada üç kereden az kullanılmasının sağlanması
Hamilelik ve astım
Astım hamilelikte en sık karşılaşılan sistemik kronik hastalıklardan birisidir ve tüm hamilelerin %4-7'sinde görüldüğü kabul edilmektedir. Bununla birlikte hayatı tehdit edecek şekilde şiddetli astım atakları çok daha nadir olarak %0.05-2 arasında görülür. İyi kontrol edilmediği taktirde hem anne adayında hem de bebekte ciddi sorunlara neden olabilir. Astım daha önceden var olabileceği gibi ilk kez hamilelik sırasında da ortaya çıkabilir.

Hamilelikte solunum sisteminde ortaya çıkan fizyolojik değişiklikler
Hamilelik dönemi tüm vücut sistemlerinde olduğu gibi solunum sisteminde de bazı değişikliklere neden olur. Bu değişikliklerin hemen hepsi normal kabul edilir ve vücudun gebeliğe uyumu için gereklidir.

Özellikle son dönemlerde genel ödeme paralel olarak ve östrojen hormonunun etkisiyle solunum yollarında da ödem ve şişlikler olur. Bunun sonucunda burun tıkanıklığı, akıntı, horlama ortaya çıkabilir.

Rahim büyüdükçe diyafram kasını yaklaşık 4 cm yukarı iter ve göğüs çapı artar. Progesteron hormonu ise akciğer kapasiteleri üzerinde değişikliğe neden olur. Buna bağlı olarak hamile bir kadın daha hızlı soluk alıp verir ve kandaki oksijen ve karbondioksit oranları değişir.

Tüm bu değişimler hamile kadınlarda daha kolay ve şiddetli solunum yetmezliği ortaya çıkmasına zemin hazırlar.

Gebeliğin astım üzerindeki etkileri
Astım gebelik döneminde değişken bir seyir izler. Genel olarak hastaların 1/3'ünde hastalığın seyrinde düzelme, 1/3'ünde kötüleşme saptanırken geri kalan üçtebirlik kısımda herhangi bir değişiklik gözlenmez.

Hastalık genelde gebeliğin son dönemlerinde düzelme eğilimi gösterir ve akut atakların sıklığı azalır. Bunun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte progesteron hormonundaki değişimlerin neden olduğu düşünülmektedir.

Akut ataklar en sık gebeliğin 24. haftaları civarında görülürken ortaya çıkan değişimler doğumdan 3 ay kadar sonra gebelik öncesi haline döner.

Genel olarak eğer astım hamilelikten önce kötü ve şiddetli ise hamilelik sırasında daha da şiddetleneceği öngörülebilir. İkinci ya da daha sonraki hamileliklerini yaşayanlarda ise ilk hamilelikte ortaya çıkan değişikliklere benzer değişimler beklenmelidir.

İlginç olarak kız bebek bekleyenlerde astımın şiddetlendiği ileri sürülmektedir.

Astımın gebelik üzerindeki etkileri
Astımın gebe kadın ve karnındaki bebeği üzerindeki etkileri değişkendir. İyi kontrol edilen bir astım varlığında hem anne adayı hem de bebekte sorun çıkma olasılığı oldukça düşüktür. Öte yandan iyi kontrol edilmeyen olgularda ortaya çıkan istenmeyen etkilerin altında yatan temel sebep yan etkilerinden çekinerek yetersiz ilaç kullanılmasıdır. Bu oldukça yanlış bir yaklaşımdır çünkü astım ilaçları gebelikte güvenli olarak kabul edilen maddelerdir.

İyi kontrol edilemeyen astım anne adayında

bulantı ve kusmalarda
Vajinal kanama görülme sıklığında
Gebeliğe bağlı hipertansiyon görülme riskinde
Anne ölümlerinde
artışa neden olabilir.
Bebeklerde ise

Erken doğum
Büyüme geriliği
Düşük doğum ağırlığı
Kronik hipoksi (oksijen yetersizliği)
Anne karnında ölüme
neden olabilmektedir.

Tedavi
Astımlı bir hamilelinin tedavisi hamile olmayanlardan çok farklı değildir ve genelde aynı tür ilaçlar kullanılır. Astım tedavisinde kullanılan ilaçların gebelik ve bebek üzerinde zararlı etkileri gösterilmemiştir ve bu nedenle güvenli olarak kabul edilirler. Asıl korkulması gereken kontrol edilemeyen astımın neden olduğu bebekteki zararlı etkilerdir.

Astım tedavisinde amaç en iyi solunum fonksiyonuna ulaşarak ataksız bir dönem sağlamaktır. Tedavide genel prensipler ise mümkün olan en az sayıdaki ilacın kullanılması, optimal solunum fonksiyonunun sağlanması, havayolu iritanlarından kaçınılması, astımı alevlendiren üst solunum yolu enfeksiyonları, sinüzit ve reflünün tedavi edilmesidir.

Gebelerde astım tedavisinin amacı hipoksi yani oskijen azlığına neden olan atakların önlenmesi ve ideal solunum fonksiyonunun sağlanarak bu hipoksinin bebeğin gelişimi üzerindeki olumsuz etkilerinin engellenmesidir.

Tedavide belki de en önemli faktör hasta eğitimi ve bilinçlendirmedir. Öte yandan hastalığın ve gebeliğin solunum sisteminde neden olduğu değişimler sık aralıklarla yapılacak olan solunum fonksiyon testleri ile değerlendirilmeli, hastaya göre tadavi dozu ve şeması belirlenmelidir. Doktorunuza haber vermeden ilaç dozlarını değiştirmeniz olumsuz etkilerin ortaya çıkma riskini arttıracaktır.

Astım ataklarını tetikleyen ev tozu, küf, mantar, evcil hayvanlar, sigara dumanı, kirli hava, kokular, yiyecek katkı maddeleri gibi alerjenlerden kaçınmak ilaç gereksinimini de en alt düzeye indirecektir.

Gebe kalmayı planlayan bir kadında ise önceden astım kontrol altına alınmalıdır.

Bebekte astım ortaya çıkması
Astım hastası anne adaylarının en büyük endişelerinden birisi de bebeklerind ede bu hastalığın ortaya çıkma olasılığıdır. Yapılan araştırmalar astımlı annelerden dünyaya gelen bebeklerin %20'sinde bu hastalığın görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu oran genel popülasyonda görülen oranın çok üzerindedir. Ancak anne sütü ile besleme, alerjen faktörlerden kaçınma, bebeğin bulunduğu ortamda sigara içmeme gibi basit önlemler bu oranların azaltılmasında yardımcı olabilmektedir

Kullanıcı avatarı
kesanlı_aslan
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 400
Kayıt: 26 Eki 2006 [ 20:40 ]

A'dan Z'ye Gebelik İzlenimi Ve Laboratuar Testleri

Mesaj gönderen kesanlı_aslan »

Doğum ağrılı bir olaydır, ama sancılarında bir amacı olduğunu unutmayın. Her kasılma sizi bebeğinizin doğumuna biraz daha yakınlaştırır. Ağrı giderme yöntemlerini kullanmak konusunda ne kadar kararlı olursanız olun olaya geniş bir açıdan bakmanızda fayda vardır. Bu yöntemlerin gerekliliği yaşayacağınız doğurma sürecine ve sizin ağrıya dayanma gücünüze bağlıdır. Eğer katlanabileceğinizden fazla acı ile karşı karşıyaysanız ağrı giderme yöntemlerine başvurulmasını istemekten çekinmeyin.

Epidural Anestezi

Epidural anestezi vücudun alt bölümlerine giden sinirleri geçici bir süre uyuşturur. Özellikle doğumdaki sırt ve bel ağrılarının giderilmesinde faydalıdır. Her hastanede uygulanan bir yöntem değildir. Epidural blok şiddetli doğum ağrılarının giderilmesinin yanı sıra hem normal yolla hemde sezaryen doğumlar için giderek daha popüler hale gelmektedir. Bunun temel nedeni daha güvenli ve kolay uygulanabilir olmasıdır. Epiduralin zamanlaması etkisi doğumun ikinci evresinde geçecek şekilde yapılmalıdır, yoksa bebeğin doğumu gecikebilir. Epidurali uygulamak yaklaşık 20 dakika alır. Dizlerinizi karnınıza çekerek yan yatmanız istenir. Anestezik madde ince bir tüp ile belinize enjekte edilir. Bu tüp yerinde bırakılarak gerektiğinde ağrı kesicinin yeniden verilmesi sağlanır. İlacın etkisi yaklaşık 2 saat sürer. Epidural uygulandığında sürekli kontrol altında kalacaksınız ve belinizdeki kateter varlığından dolayı hareketleriniz kısıtlanacaktır.Epidural gereği gibi etki gösterirse doğumda hiç ağrı duyulmaz. Bazı hamilelerde bayılma hissi ve baş dönmesi yapabilir. Ayrıca bebeğin kalp atışlarını etkiliye bileceğinden bebek kalp atışları sürekli monitörden izlenir.

Pudental Anestezi

Bu yöntem ikinci aşamadaki ağrıları gidermek için kullanılır ve genellikle normal yolla doğumda tercih edilir. Perine ve vajina çevresindeki bölgeye sokulan bir iğne yoluyla uygulanır, o bölgedeki ağrıları azaltır ancak rahimdeki ağrılara pek etki etmez. En çok forseps kullanıldığında yararlıdır ve etkisi epizotomi yapılana dek sürebilir.

Gaz ve hava

Oksijen ve azot oksit karışımı kendinizi iyi hissetmenizi sağlayarak ağrıları durdurur. Doğumun birinci evresinin sonlarına doğru etkilidir. El maskesi ile uygulanan gazı solumanız istenir. Etkisi bir iki dakika içerisinde görüldüğünden sancının başlayacağını hissettiğinizde gazdan bir kaç derin soluk almanız yeterli olur. Gaz ağrıyı ancak kısmen giderdiği için bazen yeterli olmayabilir. Gazı solurken başınız dönebilir,bulantı gelebilir. Bu gazın bebeğe zararlı bir etkisi yoktur ancak yinede günümüzde kullanımı nadirdir.

Diğer ağrı kesiciler

Güçlü bir ağrı kesici olan meperidin hidroklorid kadın doğumda en çok kullanılan ağrı kesicidir. En etkili uygulama şekli damar içine veya kas içine enjekte edilmesidir. İki ile dört saatte bir tekrarlanabilir. Genellikle kasılmaları etkilemez. Doğumdan yaklaşık 2-3 saat önce verilir. Annenin ilaca yanıtı ve ağrının azalma derecesi çok değişkendir. Bazı kadınlar ilacın kendilerini gevşettiğini ve kasılmalara daha iyi dayandıklarını ileri sürerler, bazıları ise uyuşukluk duygusundan hiç hoşlanmazlar ve kasılmalarla başa çıkmakta zorlandıklarını söylerler. Kadının duyarlılığına göre değişen yan etkiler arasında bulantı, kusma, solunumun zayıflaması ve kan basıncında düşme sayılabilir. Meperidin ayrıca doğum sonrası epizyotomi ve sezaryen acısını dindirmek içinde verilebilir. Eğer doğuma çok yakın verilmişse bebek uykulu olabilir ve emmekte zorlanabilir ama bu etkileri kısa sürelidir.

Genel anestezi

Bir zamanlar ağrısız doğum için en gözde yöntemlerden biri olan genel anestezi, artık yalnızca ameliyatlı doğumlarda (sezaryen) kullanılır. Hızlı etkisinden dolayı daha çok bölgesel anestezi yapılmasına zaman bulunamadığı acil sezaryen durumlarında uygulanmaktadır. Bazı ön ilaçların enjekte edilmesinden sonra genel anestezik madde hastaya solunum yolu ile verilir. Bunu bir uzman anestezist yapar. Anne doğumun bütün aşamalarında bilinçsiz olacaktır. Kendine geldiğinde de bir süre sersem, çevresini ve zamanı tanımaz ve huzursuz olabilir. Boğazına koyulmuş bir tüpten dolayı öksürebilir, boğazı sızlayabilir, bulantı ve kusması olabilir. Geçici bir kan basıncı düşmeside başka bir olası yan etkidir. Genel anestezinin büyük sorunu anneyle birlikte bebeğin de sakinleşmiş olmasıdır. Bununla birlikte tam doğum anında anestezik madde kesilerek bebeğin uyuşukluğu en aza indirilebilir. Bu yolla bebek henüz kendine fazla miktarda ilaç ulaşmadan doğabilir. Anne yan yatırılarak (genelde sola) ve oksijen verilerek, bebeğe giden oksijen arttırılmaya çalışılır.

Genel aestezinin başka bir yan etkisi de annenin kusması ve kusmuklarının, öksürük refleksleri baskılanmış olduğundan,ciğerlerine kaçarak zatüreye yol açma olasılığıdır.Doğum öncesinde sizden hiçbir şey yiyip içmemenizin istenmesinin nedeni de budur

Abrubtio placenta hamileliğin, nadir görülen ancak hem anne hem de bebek hayatını tehli***e atabilen çok ciddi bir komplikasyonudur. Tanım olarak plasentanın doğumdan önce rahim duvarından ayrılmasıdır. Gebeliğin son dönemlerinde görülen bebek ölümlerinin en önemli ve en sık görülen gelen nedenidir. Dekolman olarak da tanımlanan abrubtio placentaya bağlı anne ölümleri modern takip yaklaşımları sayesinde günümüzde %1'in de altına düşmüştür.

Plasenta gerek yapı gerekse işlev açısından kendine özgü ve başka örneği olmayan bir organdır. Bebeğin rahim içindeki yaşamını sürdürebilmesi plasentanın sağlıklı işlev görmesine bağlıdır.

Plasenta normalde bebeğin doğumunu takiben görevini tamamlayarak yerleşmiş olduğu yerden ayrılır ve vücut dışına atılır. Bu doğumun üçüncü evresi olarak adlandırılır. Plasentanın atılmasını takiben rahim kasları kasılarak açık olan kan damarlarının kapanmasını ve kanamanın durmasını sağlarlar. Hamileliğin 20. haftasından sonra normal yerleşmiş olan bir plasentanın bebeğin doğmasından önce yapışık olduğu yerden kısmen ya da tamamen ayrılması ise dekolman olarak adlandırılır.

NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR
Plasental dekolman tüm gebeliklerin yaklaşık %1'inde görülen bir durumdur.

ABRUPTİO PLACENTANIN SINIFLAMASI
Dekolman ile birlikte görülen komplikasyonların şiddeti ayrılmanın ve kanamanın miktarı ile direk ilişkilidir. Dekolmanın şiddetini ve türünü tanımlamak için değişik sınıflamalar kullanılmaktadır:

Evreye göre sınıflama

Evre 0 Hastada herhangi bir bulgu yoktur.Tanı doğumu takiben plasenta ayrıldıktan sonra arkasında kan pıhtısı görülmesi ile konur
Evre 1 Hastada rahimde hassasiyetle birlikte kanama vardır ancak ne annenin ne de bebeğin tehlikede olduğuna dair bir belirti yoktur.
Evre 2 Rahimde hassasiyet ve sürekli kasılma (tetani) vardır. Eşlik eden kanama olabilir ya da olmayabilir. Annede şok tablosu yoktur ama bebek sıkıntıdadır.
Evre 3 Uterusta şiddetli ve hiç gevşemeyen kasılmalar vardır. Kanamanın miktarı 1 litreden fazladır ve anne adayı genellikle şok durumundadır. Bebek büyük olasılıkla kaybedilmiştir.

Kanamaya göre sınıflama

Aşikar kanama Belirgin şekilde vajinal kanama vardır. Hastadaki bulguların şiddeti kanamanın miktarına bağlıdır. Rahimde tetani ve hassasiyet olabilir ya da olmayabilir.
Gizli kanama Belirgin bir vajinal kanama yoktur. Plasentanın ayrılması nedeni ile oluşan kanama plasentanın arkasına hapsolduğu için vajinadan dışarıya akamaz. Belirgin yakınma ve bulgu rahimde tetani ve hassasiyettir. Bebek ya kaybedilmiştir ya da monitörde ciddi sıkıntı içinde olduğu görülür.
Karışık Hem hassasiyet ve tetani hem de belirgin kanama vardır.

Durumun şiddetine göre olan sınıflama

Hafif Plasentanın 1/6'sından daha az bir kısmı ayrılmıştır. Kanama ya yoktur ya da 200 mililitrenin altınadır. Hafif bir uterus hassasiyeti olabilir ancak bebeğin sıkıntıda olduğuna dair bir belirti yoktur.
Orta Plasentanın 1/6 sı ile 2/3'ünde ayrılma vardır. Koyu renkli kanama vardır ancak miktarı 1 litrenin altındadır. Uterusta hassasiyet ve tetani vardır. Bebekte plasental yetmezliğe bağlı sıkıntı belirtileri bulunur.
Şiddetli Plasentanın 2/3'ünden daha fazlası ayrılmıştır. ve sürekli bir uterin hassasiyet ile şiddetli ve hiç gevşemeyen kasılmalar vardır. Kanama olabilir y ada olmayabilir. Eğer doğum gerçekleşmezse bebeğin ölmesi kaçınılmazdır. Damar içi pıhtılaşma problemi ortaya çıkarsa (DIC) anne adayının da hayatı tehli***e girer.

Hangi sınıflama olursa olsun kanama gizli olabilir. Plasenta kenarlardan değil de ortadan ayrıldığında kan arka kısımda hapsolabilir ve dışarıya akmayacağı fark edilelemez. Buna plasenta arkasına kanama anlamına gelen retroplasental kanama ya da hematom adı verilir. Yaklaşık %20 olguda kanama gizli kalır.

NEDEN OLUR?
Abrubtio placentaya yol açan mekanizma bilinmemekle birlikte plasentanın kendisini besleyen kan damarlarında yaşanan problemlerin bu duruma neden olduğu düşünülmektedir. Plasentanın kan desteği azalınca yerleştiği endometrium dokusunda ölüm ve nekroz olur. Daha sonra kan küçük kan damarları çatlar ve kanama başlar. Rahim dolu olduğu için kanamayı kesmek üzere kasılamaz. Kanama daha da artar ve plasenta arkasında oluşan basınç ayrılmayı daha da arttırır. Ayrılma plasentanın kenarında olduğunda kan süzülerek vajinadan dışarı akar.Ortada olan ayrılmalarda ise kan plasenta ve rahim arasında sıkışır. Yüksek basınç altıdaki kan amniyon zarını geçerek amniyon sıvısına karışabilir. Benzer şekilde rahim kas tabakası içinde de ilerleyebilir.

Gebeliğe ait endometrium dokusu yüksek oranda pıhtılaşma faktörleri içerdiğinden kan hemen pıhtılaşır ancak daha sonra ortama gelen bazı maddelerin etksi ile pıhtı çözülür. Bu durum devam ettiğinde birçeşit damar içi pıhtılaşma bozukluğu olan DIC tablosu ortaya çıkar ve anne kaybedilebilir.

RİSK FAKTÖRLERİ
Abruptio placentanın nedeni bilinmemektedir.Bununla birlikte bazı risk faktörleri tanımlanmıştır. Dekolmana yol açabileceği bilinen en önemli durum yüksek tansiyondur. Gebelik zehirlenmesi olarak da bilinen preeklempsi varlığı dekolman açısından önemli bir risk faktörüdür. Şiddetli preeklempsi olgularının yaklaşık yarısında değişik derecelerde dekolman görülür.

Diğer risk faktörleri arasında:

34 haftadan önce zarların açılması (özellikle amniyon sıvısının az olması durumunda),
anne yaşının 35'in üzerinde olması,
uterin anomaliler,
myomlar,
dolaşım sistemini etkileyebilen şeker hastalığı gibi sistemik hastalıklar,
hamileliğin ileri dönemlerinde direkt karına olan travmalar
Sigara
Alkol
Uyuşturucu madde (kokain)
Çoğul gebelikler
Amniyon sıvısının fazla olması
Kordonun kısa olması
Özellikle basit gibi görünen travmalar dekolmana neden olabilir ve dekolmanın evresi 24 saat içinde 1'den üçe uzanabilir.

Sigara damarlarda ani daralmaya neden olarak plasentanın beslenmesini bozabilir ve dekolmana yol açabilir. Benzer şekilde haftada 14 ya da daha fazla bardak alkol alınması da dekolmana olan eğilimi arttırır.

Çoğul gebeliklerde ilk bebek doğup rahimde ani bir boşalma olduğunda dekolmanın gerçekleşmesi ikinci bebeği riske atar.

Dekolmanın kimde ve ne zaman, hangi şiddette ortaya çıkacağı önceden kestirilemez. Bunu anlayabilecek hiçbir test yoktur.

TEKRARLAMA RİSKİ
Daha önceki gebeliklerinde abruptio placenta olan hastalarda takip eden gebeliklerde durumun tekrar etme olasılığı %10-17 arasındadır. Daha önceki 2 hamileliğinde dekolman olan hastalarda ise %20 olasılıkla durum tekrarlamaktadır.

ANNEDEKİ ETKİLERİ
Modern takip yaklaşımları sayesinde dekolmana bağlı anne ölüm oranı %1'den daha aşağılara indirilmiştir. Dekolman doğum eylemi başlamadan da görülebileceği gibi düzenli rahim kasılmaları başladıktan sonra da ortaya çıkabilir.

Dekolmanın annedeki en önemli komplikasyonu kanamadır. Kanamaya bağlı şok nedeni ile ölüm meydana gelebilir. Kan transfüzyonu uygulamalarının eskiye göre daha kolay yapılabilmesi ve kan verilmesine bağlı komplikasyonların azalması sayesinde bu nedene bağlı ölüm oranlarında azalma sağlanmıştır. İhmal edilmiş olgularda kanın pıhtılaşma sistemi bozulup DIC tablosu ortaya çıktığında durum daha da ciddileşir. DIC varlığında yoğun kan ve kan ürünleri nakli gerekir. Kanama kontrol edilemez ise anne ve bebeğin kaybedilmesi kaçınılmazdır. Kanamanın şiddetine bağlı olarak hastada akut böbrek yetmezliği görülebilir. Böbrekler damarlarda dolaşan kan miktarındaki azalmaya aşırı hassas organlardır. Saatlik idrar çıkışının 30 mililitrenin altında olması böbrek hasarının bir göstergesidir.

Gizli kanama varlığında rahim kas dokusu aşırı gerilerek yırtılabilir. Bu hem annenin hem de bebeğin hayatını tehli***e atabilecek bir komplikasyondur.

Kanamaya bağlı olarak annede doğum sonrası anemi görülebilir. Dekolmanı takiben doğum sonrası kan kaybı da normalden fazla olmaktadır. Couvelarie adı verilen tabloda uterus kas dokusunun içi dahi kanla doludur ve bu nedenle doğum sonrasıda yeteri kadar kasılamaz. Bu da kanama miktarının artmasına neden olur.

Bu hastalarda doğum sonrası enfeksiyon riski de daha yüksektir.

BEBEKTEKİ ETKİLERİ
Dekolmanın bebek üzerindeki etkileri plasentanın ayrılması, bebeğe gelen kan ve oksijen miktarının azalması, annede kanama nedeni ile kan hacminin azalması ve rahimin kasılma yeteneğininin azalmasına bağlıdır. Bu etkiler bebek ile anne arasındaki oksijen ve besin maddelerinin alışverişini bozar. Şiddetki kanama varlığında vücut kan akımını beyin ve kalp gibi hayati organlara yönlendirir. Rahim kadının hayatının devamı için gerekli bir organ olmadığından ulaşan kan miktarı azalır ve fetus tehli***e girer.

Fetus açısından riskler oksijensiz kalması nedeni ile sıkıntıya girmesi ve kanama dursa bile rahim ile temas eden plasenta yüzey alanındaki azalma bebeğin gereksinimlerini karşılamaya yetmemesidir. En ileri aşamada ve müdahalede geç kalındığında bebek kaybedilebilir. Doğum sonrası bebekte sinir sistemini ilgilendiren bozukluklar ortaya çıkabilir. Bebeklerin bir kısmı erken doğuma bağlı prematürite nedeni ile kaybedilirler.

BELİRTİLERİ
Daha önce de belirtildiği gibi abruptio placentanın temel bulgusu ağrıdır. Klasik olarak bıçak saplanır tarzda çok keskin ve sürekli ağrı olur. Ağrı ile beraber kanama görülebilir. Ağrı hastaların yalnızca %50'sinde ortaya çıkar.

TANI
Kanama olsun ya da olmasın gebeliğin son dönemlerinde ortaya çıkan ani ve şiddetli ağrı varlığında abruptio plasenta ilk önce akla gelmelidir.

Belirtilerin varlığında tanı muayene ile konur. Ultrason her zaman tanıya yardımcı değildir ve hastaların sadece %25'inde tanı koydurur. Muayenede rahimin sürekli tahta gibi sert olması ve hiç gevşememesi tipiktir.Bu sert rahim dokunmaya karşı oldukça hassas ve ağrılıdır.

TEDAVİ
Dekolman varlığınıda yaklaşım ve tedavi olayın ve kanamanın şiddetine bağlıdır. Tek ve en etkli tedavi bebeğin doğurtulmasıdır. Kanamanın ve ayrılmanın az olduğu durumlarda eğer anne ve bebekte hayati tehlike işaretleri yoksa ve gebelik haftası küçükse beklenebilir.

Ortaya çıkan şok, DIC gibi durumlar uygun şekilde tedavi edilir.

Ani başlayan şiddetli kanama varlığında acil sezaryen gerekli olabilir. Bebeğin ölü olması ve kanamanın azalması durumunda ise vajinal doğum denenmelidir.

Dekolman varlığında öncelikle anne adayının genel durumu değerlendirilir, nabız ve tansiyonuna bakılrak kanamanın miktarı tahmin edilmeye çalışılır. Daha sonra geniş ve birden fazla sayıda damar yolu açılarak sıvı desteğine başlanır.Bu sırada kan bankası ile temas kurularak uygun sayıda kan hazırlanması gereklidir. İdrar sondası takılarak saatlik idrar çıkışı kontrol edilir.

Halk arasında su gebeliği olarak da adlandırılan bu durumda gebelik kesesini oluşturan zar ve plasenta oluşurken bu yapıların içinde bir bebek bulunmaz.

Tanısı ultrasonda embryo ve kalp atımları görülmesi gereken haftalarda kesenin boş olarak izlenmesi ile konur. Erken gebelikte konulan bir tanı olduğu için bazı özel durumlara dikkat etmek gerekir. Özellikle adet kanamaları düzensiz olan kişilerde yumurtlama beklenen tarihten daha sonra gerçekleşmiş olabileceğinden bu durum özellikle dikkate alınmalıdır.

Boş gebelik ile çok erken dönemdeki normal bir gebeliği ayırdetmenin en önemli yolu kese içinde yolk kesesi adı verilen yapının izlenmesidir. Yolk kesesi varlığı gebeliğin boş gebelik olmadığının en önemli belirtisidir. Öte yandan kesenin ultrasondaki görüntüsü de bu iki durumun ayrımında yol gösterici olabilir. Teorik olarak son adet tarihinden yaklaşık 5 hafta geçen durumlarda transvajinal ultrasonografi ile fetus görülebilmelidir. Bunun gerçekleşmediği durumlarda ise boş gebelik tanısı koymak için aceleci davranmak çok yanlış bir yaklaşım olacaktır. Bu gibi bir durum varlığında en azından bir hafta beklenerek durumun gidişatı hakkında yeterli bilgi edinilmelidir.



Erken gebelik kayıpları, yani düşüklerin neredeyse yarısından fazlasının sebebi boş gebeliklerdir.

Blighted ovumda annede yumurtlama olur. Bu yumurta babadan gelen sperm ile birleşir ve döllenir. Döllenen yumurta tüplerdeki yolculuğunu tamamlar ve rahim duvarına tutunur.Gelişen hücreler gebelik kesesini oluşturmaya başlarlar. Buraya kadar herşey normal gebelikle aynıdır. Normal olmayan ise bu kesenin içinde embryo olmamasıdır.

Belirtileri
Klinik olarak normal bir erken gebelikten hiçbir fark yoktur. Tüm belirtiler aynıdır. Ne bir kanama ne de kramplar bulunur.Zaman geçtikçe hafif kahverengi akıntı görülebilir ancak bu da ayırıcı bir bulgu değildir. Kişi ultrason kontrolünde gebelik kesesinin içinde embroyun ve kalp atımlarının olmadığı anlaşılana kadar boş gebelik olduğunu fark edemez.

Nedenleri
Boş gebelik kromozomal problemlerden kaynaklanan bir tablodur. Bu olayın kalıtsal olduğu anlamına gelmez. Sadece o gebeliği meydana getiren sperm ve yumurtalarda kalite düşüklüğü ya da anomali söz konusudur. Geçmişte düşük yapan kadınların çoğu boş gebelikten haberdar bile değildiler. Oysa günümüzde uterus içinde neler olup bittiğini çok güzel gösteren ultrason cihazları ve tecrübeli hekimler sayesinde bu tür hastalıkları tespit edebiliyoruz ve düşük gibi tehlike yaratabilecek durumlara karşı önlemimizi alabiliyoruz.

Blighted ovum tekrarlama eğiliminde olan bir anomali değildir. Kromozomal bozukluk olmasına karşın anne ya da babada genetik bir problem yoksa kalıtsal özellik göstermez. Tamamen normal bir düşük olarak sınıflandırılmalıdır. Özellikle ilk gebeliği boş gebelik veya düşük ile sonuçlanan anne baba adayları haklı olarak endişe duyarlar. Oysa bir neden aramak için arka arkaya 2 yada 3 düşük olması gereklidir.

Tedavi
Blighted ovum'un tedavisi gebeliğin kürtaj ile sonlandırılmasıdır. Bunun dışında herhangi bir tedavi alternatifi yoktur.Kürtaj tanı konulduktan sonra mümkün olan en kısa zamanda yapılmalıdır.


Boş gebelik nedeni ile kürtaj olmak zorunda kalan anne adaylarında 1-2 hafta içinde yeniden yumurtlama olur ve 4 hafta sonunda adet görürler. Bu adet kanamasından sonraki siklusdan itibaren yeniden gebe kalınmasında hiçbir sakınca yoktur.

Gebelik kadın hayatını kökten etkileyen son derece değişik bir süreçtir. Bu süreç içerisinde fiziksel değişikliklerin yanısıra pekçok psikolojik değişiklik de ortaya çıkar. Hayatın her evresinde büyük önem taşıyan cinsellik ve cinsel yaşam çoğu zaman gebelikten olumsuz etkilenir. Özellikle ilk gebeliğini yaşayan anne adaylarında bu sürece uyum sağlama aşamalarında cinselliğe karşı soğukluk olabilir. Aslında cinsellik ve cinsel istek insanın içinde doğuştan var olan 5 içgüdüden biridir. Bu güdünün amacı varlıkların kendi soyunu devam ettirme isteğidir. Gebeliğin fark edilmesi ile birlikte annelik içgüdüsü biraz daha baskın hale gelir. İlk gebeliğini yaşayanlar da dışarıdan gelecek her türlü müdahalenin bebeğe zarar vereceği düşüncesi anne addayının cinsel isteklerini köreltebilir. Oysa ki normal seyreden bir gebelikte cinsel ilişkinin olumlu yada olumsuz hiçbir etkisi yoktur. Halk arasında erken dönemde yaşanacak cinsel ilişkinin bebekte sakatlık ya da ölüme neden olacağı veya bir düşük ile sonuçlanacağı fikri hakim olmasına rağmen bunun hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Gebelik ilerledikçe ve anne adayı kendisinde gerçekleşen bu değişime uyum sağladıkça cinsel istekde de bir artış görülebilir.Rahimin iyice büyümesi ile birlikte cinsel ilişki teknik olarak zor bir hal alır. Bu durum zaman zaman anne adayında ağrı ve acıya neden olabilir. Gebeliğin son dönemlerinde bu nedenle cinsel istekte yeniden azalma görülebilir.

Herşeyin normal olarak gittiği durumlarda son 4 haftaya kadar cinsel yaşamda hiçbir kısıtlama yoktur. Son 4 haftada ise erkeğin ejekulasyon sıvısı içinde bulunan bazı maddelerin rahim kasılmalarını başlatabileceği düşüncesi ile ilişki önerilmez.

Daha önceden tekrarlayan düşük öyküsü olan veya erken doğum yapan kadınlarda ilk 2 ayda ilişki kısıtlanabilir. Yaşamakta olduğu gebeliğinde herhangi bir dönemde vajinal kanama olması durumunda ve düşük tehdidi, erken doğum tehtidi olan kadınlarda ilişki kesinlikle yasaklanır. Bu yasak tehlikenin ortadan kalktığı kesin olarak saptanana kadar devam eder.Erkekde veya kadında teşhis edilmiş genital enfeksiyon varlığında da enfeksiyon tedavisi tamamlanıncaya kadar yasak konmalıdır. Riskli gebelikler sınıfına giren plasenta previa durumunda da kanamayı başlatma riski nedeni ile ilişkiden kaçınmak gerekir.

Gebe kadın psikolojik korkular nedeni ile ilişkiden kaçınıyorsa bu durumu anlayışla karşılamak ve zorlamamak gerekir.

Gebelik kadın vücudunda pekçok değişime neden olan bir süreçtir. Hormonal ve mekanik nedenlere bağlı olarak gelişen bu değişimler gerek direk gerekse dolaylı yollardan kadının psikolojisini de etkiler. Bazı kadınlar gebeliğin vücudunda meydana getirdiği değişimlerden büyük bir hoşnutluk duyar ve gebeliğin kendisini güzelleştirdiğini düşünürken, oldukça önemli bir grup kadında çirkinleştiğini düşünür ve hatta kendi vücudundan utanır hale gelir. Oysa gebelik her kadına yakışan çok güzel ve farklı bir olaydır.

Gebelikte kilo artışı, ve karnın büyümesi dışında görülebilen en önemli fiziksel değişim ciltte yaşanır. Hem hormonların hem de büyüyen karnın etkisi ile ortaya çıkan bu değişikliklerin bir kısmı gebelik sonrası eskiye dönerken, bir kısmı da kalıcı olur.

Çatlaklar
Gebelikte ortaya çıkan cilt değişimlerinden en sık bilineni karın çatlaklarıdır. Stria Gravidarum adı verilen bu çatlaklar tüm gebe kadınların %50 ile 90'ında ortaya çıkar. Hemen hemen bütün kadınlar bu çatlakların ortaya çıkmasından korkmakta ve çekinmektedir. Büyük çoğunluğu karnın alt kısmında görülen lezyonlar gebeliğin ikinci yarısından itibaren belirmeye başlar. Nadiren uyluklar, kalçalar, memeler ve kollarda da görülebilir.

Tipik görüntüsü deride ufak ve fazla derin olmayan çöküntüler şeklindedir. Açık tenli kadınlarda pembemsi bir rengi olabilir. Esmer tenlilerde ise etrafındaki cilt bölümlerinden oldukça açık renkte, hatta gümüş rengindedir. Ciltte bulunan kollajen adı verilen maddenin ayrılmasından dolayı görülürler. Ağrılı değillerdir ancak hafif bir kaşıntıya yol açabilirler. Hem mekanik gerilmeye bağlı olarak hem de hormonal nedenler ile ortaya çıkabilirler.

Çatlakların önlenmesi her zaman mümkün olmaz. Piyasada gebelik çatlaklarını engellemek için satılan pekçok ürün olmasına karşın etkinlikleri her zaman tatminkar değildir. Ailevi yatkınlık söz konusudur. Annesi ya da kızkardeşinde bu türden çatlaklar olanlarda daha sık görülür. Irkın da etkisi olduğu tahmin edilmektedir. Örneğin siyah ırkda daha az rastlanır. Ani ya da olması gerekenden fazla kilo artışı olanlarda çatlaklar daha kötü olur. Önlemek için yapılabilecek en iyi şey bol sıvı almaktır. Sıvı miktarı yüksek olan sağlıklı bir cilt gerilmeye daha iyi yanıt verir.

Çatlakların büyük bir kısmı doğumdan sonra kaybolmaz. Rengi biraz daha açılarak gümüşi bir hal alır. Pekçok kadın bu durumdan rahatsızlık duymaz ve bunu anne olmanın bir işareti olarak gururla taşır. Daha az sayıda kadın ise çatlaklardan kurtulmak ister. Bu amaçla geliştirimiş pek çok cerrahi teknik vardır ve bu teknikler plastik cerrahlar tarafından uygulanır. Sonuçlar tatminkar olmaktadır.

Özetleyecek olursak:

Aile öyküsü ve genetik yatkınlık çatlakların ortaya çıkmasında önemlidir. Anneniz ya da kızkardeşlerinizde varsa büyük olasılıkla sizde de görülecektir.
Eğer önceki hamileliklerinizde çatlak olduysa bu hamileliğinizde de oluşması kuvvetli bir olasılıktır. Önceden kalan çatlakların rengi geçici olarak koyulaşabilir.
Ani kilo artışı. Çok hızlı ve fazla miktarda kilo aldıysanız çatak ile karşılaşma olasılığınız yüksek demektir.
Beslenme durumu. Yeterli miktarda sıvı alan ve dengeli beslenen kadınlarda daha az ve daha hafif şiddette çatlak olduğunu unutmayın
Irkın önemini akılda tutun.
Gebelik Maskesi
Cholasma olarak da adlandırılan gebelik maskesi gebelik esnasında yüzde meydana gelen değişimleri ifade eder. Gebelik sırasında melanotropin adı verilen madde fazla miktarda salgılanır. Bu madde burun, yanaklar ve alın civarında pigmentasyon artışına yani koyulaşmaya yol açar. Güneş ışınları duruma yol açmamakla birlikte olayın şiddetini arttırabilir. Gebe kadınların %45 ile 70'inde gebeliğin 4. ve 5. ayından başlayarak gebelik maskesi görülebilir. Kalıcı olmayan bu durum doğumdan sonra birkaç ayda kendiliğinden geriler ve kaybolur. Gebeliği sırasında makyaj yapan kadınlar cholasma'yı saklayabilirler. Gebelk maskesini önlemenin en kolay yolu güneşe çıkarken çok yüksek faktörlü koruma kremleri sürmektir. Kış aylarında da güneşin bu tür etkisi olabileceği unutulmamalı ve koruyucu krem sürmek ihmal edilmemelidir.
Koyulaşmalar sadece yüzde olmaz. Meme başları, koltuk altları, genital bölge de de gebeliğin sonlarına doğru renk değişiklikleri görülebilir. Bu değişiklikler önemli değildir ve doğumdan sonra kaybolurlar.


Linea nigra
Orta hat üzerinde, kasıktan göbek deliğine kadar uzanan koyu renkli bir çizgidir. İlk gebeliğini yaşayanlarda gebeliğin üçüncü ayından başlayarak ortaya çıkar. Tecrübeli annelerde ise daha erken dönemde görülebilir. Her kadında görülmez.Bazı toplumlarda bu çizginin görülmesi bebeğin erkek olduğu şeklinde yorumlanır ancak bunun gerçekle bir ilgisi yoktur.

Sivilce
Gebelikte meydana gelen hormonal değişimler ciltte yağlanma ve sivilceye neden olabilir. tamamen geri dönüşümlü olan bu sivilceler gebelik sırasında bol sıvı alımı ve düzenli yapilan cilt temizliği ile bir ölçüde engellenebilir.

Damarlanma
Gebelik sırasında kanda artan östrojen seviyelerine bağlı olarak özellikle yüz, boyun, göğüs, kol ve bacaklarda değişik şekillerde damarlanmalar ortaya çıkabilir. Bu damarlanma yıldız şeklinde ve ciltten hafif kabarık yapılardır. Üzerine baskı uygulayınca renkleri solmaz. Bu yapılara örümcek ağına benzedikleri için İngilizce'de örümcek anlamına gelen spider kelimesinden esinlenerek "spider veins" adı verilir. Kadınların %60 civarında görülür ve doğumdan sonra kendiliğinden kaybolur.

Palmar Eritem

Tıbbi adı palmar eritem olan avuç içlerinde kızarıklık ve beneklenmenin nedeni tam olarak bilinmemektedir.Bununla birlikte artmış östrojen miktarına bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Gebe kadınların %50-55'inde rastlanır. Zencilerde daha nadir görülür. Nadiren ayak tabanlarında da saptanabilir. Herhangi bir yakınma yaratmayacağı gibi hafif yanma ve kaşıntı olabilir. Her zaman kullanılan nemlendiriciler yararlı olabilir.
Karaciğer hastalıklarının önemli bir bulgusu olan palmar eritem varlığında kan tetkileri ile karaciğer fonksiyon testleri yapılmasında fayda vardır. Palmar eritem doğumdan sonra östrojen düzeylerinin normale inmesi ile kaybolur.

Diğer değişiklikler
Gebelik sırasında bazı kadınlrda saç ve tırnaklar normalden daha hızlı uzar. Tırnaklarda incelme ve kolay kırılma görülebilir. Bazı bölgelerde aşırı tüylenme olabilir. Terleme artabilir. Tüm bu değişiklikler hormonal artışlara bağlıdır ve gebelik sona erdikten sonra gerilerler.

Cevapla