arkadaşlar göçlerle ilgili dönem ödevi vb ödev alanlara attı

Ödevler için artık tek bir adres var aktuelbilgi.net...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
prensess
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1082
Kayıt: 02 Nis 2007 [ 18:56 ]

arkadaşlar göçlerle ilgili dönem ödevi vb ödev alanlara attı

Mesaj gönderen prensess »

TÜRKİYE’DE İÇ GÖÇLER
Yeni yüzyılın başlangıcında Türkiye’nin yapısal problemlerinden bir tanesi de iç göçtür. 1950 yılında şiddetlenmeye başlayan iç göç beraberinde nüfus, istihdam, yaşam kalitesi ve kentleşme açılarından birçok sorunlar getirmiştir. Nüfus, ekonomik problemler, Çevre şartlarında bozulmalar, siyasi problemler ve savaşlar gibi nedenler ile başlayan göç hareketleri gerek merkezi yönetimi gerekse yerel yönetimleri sosyo-ekonomik açıdan zorlamaktadır.
Bu çalışmanın amacı Türkiye’de iç göçün ekonometrik modellerini kurmaktır. Bunun için panel verisi modelleri kullanılmıştır. Uygun modellerden faydalanarak iki tane senaryo analizi yapılarak, iç göç üzerine öngörüler yapılmıştır.
Göç bireylerin doğdukları yerleri, özümsedikleri kültürü, akrabalarını ve değer verdiği birçok şeyi bırakarak yeni ufuklara doğru yürüyüş sürecidir.
Göç, Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce ve sonra Türkiye’nin devamlı olarak gündeminde yer almaktadır. Osmanlı imparatorluğunun çöküşü ile birlikte kaybedilen topraklardan ana yurda göç hareketi olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da bu hareket devam etmiştir. En son 1989 yılında Bulgaristan’dan zorla göç ettirilen soydaşlarımız, bu hareketin son halkasını oluşturmuşlardır.
İkinci Dünya savaşından sonra Almanya’nın yeniden yapılanması için ihtiyaç duyulan iş gücü nedeniyle Türkiye’den Almanya’ya doğru işçi hareketi 1960’lı yıllarda başladı. Daha sonra bu hareket diğer Avrupa ülkelerine doğru da yayıldı. Ve şu anda 5 milyon civarında iş nedeniyle yurt dışına göç etmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı vardır. Şu anda vize ve yaptırımlar nedeniyle dış ülkelere yapılan göç asgari seviyeye inmiştir.
1950’de başlayan kalkınma hareketleri Türkiye’de iller arası göçün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Gelişmemiş bölgelerden gelişmekte olan ve gelişmiş bölgelere nüfus hareketleri başlamıştır. Böylece ülke iç göç kavramıyla tanışmıştır. Bu hareketle beraber sosyal ve ekonomik değişmeler olmuş ve sağlık, eğitim, kentleşme, sosyal güvenlik ve benzeri problemler ortaya çıkmıştır. Bugün Türkiye’nin yapısal problemlerinin nedenlerinden biri de iç göçün beraberinde getirdiği sorunlardır. İç göç ve etkileri pek çok araştırmaya konu edilmiştir.
Göç Kavramı
Göç, kişinin, yeni koşullara daha iyi uyum sağlayabilmek amacıyla ya da doğal, ekonomik, siyasal v.b. zorunluluklar sonucunda, yaşadığı toplumu değiştirmesi olayına verilen genel addır. Göç olayının temelinde bulunan ana faktör, insanların geçimlerini sağlamak için daha uygun yerlere gitmek ve burada iş bulmak, çeşitli imkânlardan faydalanmak ve yerleşmektir. Bir başka ifadeyle göç, bir idari sınırı geçerek oturma yerini devamlı ya da uzun süreli olarak değiştirme olayını ifade etmektedir. Ya da göç kişilerin gelecek yaşantılarının ya bir bölümünü ya da tamamını geçirmek üzere bir yerleşim biriminden diğerine yerleşmek amacıyla yapmış oldukları coğrafi nitelikli yer değiştirme olayıdır. Veya göç, insanın içinde yaşadığı bir coğrafi ve sosyo-kültürel çevreden ayrılarak başka bir coğrafi ve sosyo-kültürel çevreye girmesidir.
Göç olgusunu incelerken karşılaşılan en önemli güçlüklerden birisi de türlerini ayırt etmektir. Göçler, mesafeye, olayın gerçekleştiği yerlere ve sürekliliğine göre ele alınabileceği gibi, göç olayına yol açan nedenlere göre de ayırt edilebilirler. Ayrıca, göçler arasında önemli bir ayırım da göçlerin isteğe bağlı ve zoraki göçlerdir (Afrikalıların köle olarak Amerika’ya götürülmesi). Diğer taraftan, göçleri, insanların başka taşınma ya da yer değiştirme hareketlerinden ayırt etmek için, devamlı veya geçici olarak yapılan ayırıma da rastlanmaktadır. Geçici olarak yapılan göçe en iyi örnekler; göçebeler, mevsimlik tarımsal işçiler veya yazlık evlere giden yazlıkçılar verilebilir.
Yukarıdaki açıklamalardan sonra sosyo-ekonomik açıdan iç ve dış göç olmak üzere, göçü ikiye ayırabiliriz:
1. İç göç: Bir ülke sınırları içersinde, bireyin, bir yıldan az olmamak kaydıyla, yaşadığı ortamı değiştirmesine iç göç denilmektedir.
2. Dış Göç: birey ülke sınırlarının dışında her hangi bir ülkeye yaşadığı ortamı değiştirmek amacıyla gidiyorsa, bu durumda dış göç söz konusu olmaktadır.

Göçün Nedenleri
İnsanların doğdukları toprakları bırakıp yeni yerlere göç etmesinin temelinde yatan çok sayıda neden vardır. Genellikle bu nedenleri;
1. Nüfus Problemleri,
2. Ekonomik Problemler,
3. Çevre Şartlarındaki Bozulmalar,
4. Siyasi Problemler ve
5. Savaşlar olarak sıralaya biliriz.

Bu nedenlerin en önemlileri ekonomik ve siyasi problemlerdir.
Gelir dağılımındaki dengesizlikler, işsizlik ve yoksulluk gibi ekonomik nedenlerle çok sayıda kişi yaşadığı alanları devamlı olarak terk etmektedir. Keza siyasi problemlerde insanların göç etmesinde önemli olmuştur.
1989 yılında, Bulgaristan’dan göç etmek durumunda kalan Türkler bunun yakın tarihimizdeki en iyi örneğidir. Ya da 1947 yılında ayrılan Pakistan ve Hindistan devletleri arasında karşılıklı kitlesel göç de Türkiye dışından bir örnek olarak verilebilir. Bu göçle Müslümanlar Pakistan’a Hindular ise Hindistan’a göç ederek çok büyük nüfus hareketlerine neden olmuşlardır. Askeri çatışma ve savaşlar kitlesel göçlerin oluşmasına neden olmuştur. 1980 yılında Rusya’nın Afganistan’ı işgal etmesi ve 1992 yılında Yugoslavya’da ortaya çıkan çatışmalar çok sayıda insanın göç etmesine neden olmuştur. Çevre şartlarındaki bozulmalar da göçün nedenlerindendir. İklim değişmeleri, erozyon, su baskınları, deprem ve volkanik patlamalar gibi doğal olaylar insanların göç etmelerine neden olmuştur. 17 Ağustos 1999 Marmara depreminden sonra çok sayıda kişi bölgeyi devamlı olarak terk etmiştir. Ya da 1986’da meydana gelen Çernobil Nükleer faciasından sonra bölgeden çok sayıda insan göç etmiştir.
Savaşlar, insan hakları ihlalleri, kötü ekonomi politikaları ve yönetimler, hızlı nüfus artışı ve doğal kaynakların yok edilmesi göçe neden olan şartları meydana getirmektedir. Yani göçün nedeni aslında, Dünya sorunlarıdır. Göçle birlikte kültür, gelenek, görenek ve yaşam biçimleri de hareket etmektedir. Böylece göç edilen yerdeki sosyo-kültürel yapı getirilen sosyo-kültürel yapıyla genişlemektedir.
Bireylerin göç kararlarının temelinde, göçün nedenlerini içeren, itici ve çekici faktörler vardır. Bireylerin doğdukları ve alışkın oldukları yaşam tarzını bırakarak göç kararı almasına neden olan etkenlere itici faktörler denilmektedir. Diğer taraftan göç etmek üzere karar verilen yerin cazibelerine ise çekici faktörler adı verilmektedir. Bireyler itici ve çekici faktörler arasında yaptıkları değerlendirme çekici faktörler lehine sonuçlandığında yaşadığı yerleri terk etmektedirler. Bu faktörler iç ve dış göçe göre değişmektedir.
Her göç kararında itici ve çekici faktörlerin karışımı vardır. Bu karışıma karşılaşılabilecek güçlüklerde eklenir. Bir göçmen kendi içinde yaşadığı yer hakkında, gideceği yere göre, daha iyi bilgi sahibi olduğu için, itici faktörleri çekici faktörlere nazaran daha iyi algılayacaktır. İtici faktörler ve kendinden önce göç edenlerden edinilen bilgi karşı karşıya kalınacak güçlüklerin etkisinin kolayca aşılmasını sağlamaktadır. Ancak mesafe kavramı göç hareketinin önemli bir kısıdı olmaktadır. Çünkü mesafe göç edilecek yerin seçiminde etkili faktör olmaktadır. Çoğu göçmen için yolculuğun maliyeti ne kadar uzağa gidileceğini tayin eder. Mesafenin önemi 19.yüzyılın ikinci yarısında ilk defa belirten Ravenstein’a göre gidilecek mesafe göç eden kişi sayısı ile ters orantılıdır. Ulaştırma sektöründeki gelişmelere rağmen bu ilişki hala geçerlidir. Mesafenin bir başka rolü de çıkış yeri ile varış yeri arasında araya giren başka imkânlar veya engellerin bulunup bulunmadığıdır. Bunlar doğal engeller olabileceği gibi beşeri engeller şeklinde de ortaya çıkar.

Türkiye’de İç Göç

Türkiye’de iç göçü iki başlıkta ele alabiliriz:
1 Devamlı göçler
2 Geçici göçler
Geçici göçler kendi arasında;
i. Mevsimlik tarım göçü: Kırsal kesimdeki bazı ailelerin büyük şehirlere tarımın yoğun olarak yapıldığı yerlere (özellikle Çukurova yöresine) yaptıkları geçici göçlerdir.
ii. Mevsimlik tarım dışı göç: Kırsal kesimdeki bazı ailelerin büyük şehirlere yaz turizminin geliştiği yerlere (özellikle Antalya yöresine), ve inşaat bölgelerine (özellikle İzmir dolaylarına) bir müddet çalışmak için yapılan göçlerdir.
iii. Yaylacılık: Yaylaya çıkma olayı da mevsimlik göçler arasında yer alır. Bazı bölgelerimizde (Doğu Anadolu, Karadeniz ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri) insanların hayvanlarını otlatmak için yaz mevsimlerinde bitki örstü bakımından zengin ve genelde yüksek olan yerlere çıkmaları ve sonbaharda geri dönmeleridir. Bazı bölgelerimizde (Akdeniz) ise yazları serinlemek amacıyla yüksek ve serin yerlere çıkmaları ve yaz bitiminde geri dönmeleridir.
Mevsimlik göçlerle Adana, Mersin, Hatay, Aydın, Muğla, Antalya gibi merkezlerde, yaz ile kış mevsimleri arasındaki nüfus miktarlarında önemli değişmeler olmaktadır.





Mevsimlik Göçlerin Özellikleri
1. Genellikle genç nüfus göç etmektedir.
2. Erkek, nüfus kadından daha fazla göç etmektedir.
3. Göç edenlerin çoğu sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışmaktadırlar.
4. Göç sonucunda kentlerde hızlı nüfus artışı meydana gelmektedir.
5. Sanayileşme göçü arttırmaktadır.
6. Kentleşme hızı sanayileşme hızından daha yüksektir.
7. Bölgelerin toplam nüfusu ve nüfus yoğunluğu göçlerle hızla değişmektedir.
Mevsimlik işçi Bu açıdan baktığımızda göç kavramının iki yönü olduğu görülmektedir. İlk yön, göç alan iller iken ikinci yön ise göç veren illerdir. Bu durumda göçün mekân boyutu oluşmaktadır. Yani mekân açısından farklılık söz konusu olduğunda, daha iyi durumda olan mekâna doğru nüfus hareketi gerçekleşmektedir. Türkiye’de iç göçler genellikle Kars, Tunceli, Bitlis, Ağrı, Muş, Bingöl, Şırnak, Adıyaman, Mardin, Sivas, Gümüşhane, Ardahan, Yozgat, Kütahya, Uşak, Burdur, Isparta, Maraş, gibi illerden İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Ş.Urfa, Antalya, Mersin, Konya, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır gibi illere yapılmaktadır. İç göç, ülkemizde özellikle sanayileşmiş merkezlere daha fazla yapılmaktadır.
Türkiye’de iç göçler genellikle belli bir takım merkezlere yapılmaktadır. Daha çok kırsal yerleşmelerden kentlere doğru olan iç göçün hep aynı merkezlere yapılması, zamanla buralarda bir doygunluğa yol açmakta ve iç göç bu merkezlere yakın yerlere doğru kayma göstermektedir.

Türkiye’de Göç Hareketi Özetle Aşağıdaki Gibidir

1935 nüfus sayımına göre, 1,1 milyon civarında göç eden nüfusumuza sonraki yıllarda önemli katılımlar olmuştur. Nitekim göçe katılan nüfus, 1940–1945 yılları arasında 1,3 milyon, 1950–1955 yılları arasında 2,5 milyon (Toplam nüfustaki payı %10,4), 1955–1960 yılları arasında 3,1 milyona (toplam nüfustaki payı%11) çıkmıştır.
Türkiye’de iç göç hareketinin şiddetlenme dönemi 1950 olarak kabul edilmektedir. 1950 yılına kadar il içi göç ve mevsimlik işçi göçü ile karşılaşılan ülkemizde, bu yıllarda başlayan ekonomik canlanma ile il dışı göç ortaya çıkmıştır. 1950’den sonra tarımda kaydedilen gelişmeler ile birlikte karayolu, liman, hidroelektrik santrallerin inşası ve sanayi bölgelerinin oluşturulması gibi yeni iş sahalarının açılması iç göçü tetiklemiştir.
1960–1965 yılları arasında göç eden nüfus oransal olarak en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bu dönemde, 4 milyona yakın kişi (toplam nüfustaki payı %16,1) göç etmiştir. 1970’den sonra ise, iç göç artışında nispi bir azalma görülmüştür. 1975–1980 döneminde 2,7 milyon kişi göç etmiştir. Toplam nüfustaki pay ise %7,1’e gerilemiştir.
1980–1985 döneminde 2,8 milyon kişi göç ederken, iç göçün toplam nüfustaki payı %6,5’e düşmüştür. Son olarak 1985–1990 dönemini dikkate aldığımızda ise, göç eden kişi sayısının tekrar yükseldiğini görmekteyiz. Bu dönemde 4,1 milyon kişi göç etmiş ve toplam nüfustaki pay %8,1’e çıkmıştır. Gerçi iç göç değerlerinde 1960–1975 dönemine nazaran nispi olarak azalma söz konusudur. Ancak Türkiye için iç göç hala vardır. Ve iç göçler ülke nüfusunun yeniden dağılımını ortaya çıkartır. Bu nedenle her ne kadar nispi olarak düşmüş olsa da sonuçları itibariyle iç göçler hem sosyal hem de ekonomik açıdan önemini muhafaza etmektedir.
1955–1960 arasında göç vermede ilçe merkezleri önemli yer tutarken 1970–1975 devresinde göç vermede ilçe merkezleri yerine köy ve bucakların önem kazandığı görülmektedir. Söz konusu değişim, eskiden beri nüfus çekim merkezleri olan büyük şehirlerin cazibelerinin devam etmesiyle birlikte, artık iller içinde mahalli merkez durumunda olan bazı ilçe merkezlerine de gitmenin önem kazandığını yansıtmaktadır. Böylece Türkiye’deki iç göçlerde nüfus alanlarda da önemli değişim meydana gelmektedir.
Türkiye’de iç göçün başlamasına etki etken temel faktörler;
1. Nüfus artışı
2. Tarım tekniklerinin gelişmesi
3. Parçalanan Tarımsal Alanlar
4. Arazi kamulaştırma çalışmaları
5. Kalkınma projeleri
6. İmalat sektörünün gelişmesi
7. Ulaştırmanın gelişmesi
8. Huzursuz ortam olarak sıralanabilir.


Göçün sonuçları
Göçün meydana getirdiği ve getireceği sosyo-ekonomik sonuçları vardır. Bu sonuçlar etkilerine göre aşağıda açıklanmıştır. Bu açıklamaları Türkiye temel alınarak yapılmıştır. Yani bu başlıkta Türkiye’deki göçün sonuçları incelenecektir.
Nüfus Yönünden
Yaşlı nüfus göçten etkileneceklerin başında gelmektedir. Bu nüfus, değişime hızlı bir biçimde ayak uyduramamaktadır. Bunlar göç kararına duygusal ve hatıralar penceresinden bakmaktadırlar. Hal böyle olunca göç fikrine yaşlı nüfus olumsuz bakmaktadır. Yaşlılar göçe iştirak etmemektedirler.
Eğer baraj projeleri gibi nedenlerden ötürü göç etme durumuyla karşılaşırlarsa, yeni yerleşim yerlerine, fizik ve sosyal çevreye daha güç alışma ve uyum sorunları ortaya çıkmaktadır. Özellikle kırsal kesimden göç edenler kent ve ilçe merkezlerinde yerinde üretim geleneklerini devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu durum ise kır ve kent kültürü arasında çatışma meydana getirmektedir. Yaşlıların göçten sonra etkilendikleri bir husus kırsal alandaki meşguliyetlerini kaybetmeleridir. Yeni yerleşim yerlerinde iş olarak nitelendirdikleri faaliyetlerde bulunamamaktadırlar.
Göç eden bireylerin, geldikleri yerlerle bağlantıları kesilmediğinden, göç edilen ve varılan yerlerin kültürlerini taşıyan, ara kültüre sahip bireyler oluşmaktadır. Böylece kentlerin nüfus potansiyelini oluşturan geniş kitlelerin sahip oldukları değerler kentlere yayılmaya başlamıştır. Sonuçta, kentler gün geçtikçe büyüyüp köyün değerlerini taşımakta iken, köylerde de nüfus azalarak kentin ve teknolojinin oluşturduğu gelişimlere açılmaktadır.

İstihdam Yönünden
Göç eden nüfusun en büyük problemi iş üzerinedir. Bu nüfusun eğitim düzeyi düşüktür. Sahip oldukları bilgi birikimi tarımsal yapıya uygun olduğu için, bunların kent ortamında kullanmalarına imkân bulamamaktadır. İlk aşamada vasıfsız işçi pozisyonunda işsiz olarak yeni yerleşim birimine gelmektedirler. Mersin ili için yapılan 424 göç eden kişi ile ilgili araştırmada; bireylerin %85’i ilkokul ve daha alt düzeyde eğitime sahiptir. Bu araştırmada kente gelenlerin vasıfsız olduğu düşüncesi doğrulanmaktadır. Sermaye birikimiyle gelenler ticaret ile uğraşmaktadırlar. İşlerini büyütmek amacıyla göç edenler, küçük ve orta ölçekli işletmeler kurarak üretim faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.
1992’de göç eden hane halkının toplam 2854 kişi üzerinde yapılan çalışmada istihdam yapısı ortaya konulmuştur. Deneklerin tümü göz önüne alındığında %15,7’si devlet memuru, %41’i işçi ve %32,7’si serbest çalışmaktadır. Göç edenlerin istihdam yapısının ağırlığını işçi kesimi oluşturmaktadır.

Yaşam Kalitesi Yönünden
Göç kararının temelinde yatan düşünce yaşam kalitesinin arttırılmasıdır. Özellikle kıt doğal ve ekonomik kaynakların bölüşümündeki dengesizlikler insanları göçe itmektedir. Yeni yerleşim birimlerinde daha fazla elde edilmesi ümit edilen kaynaklarla göç edilen yere nazaran yaşam kalitesinin artacağı düşünülmektedir. Ancak göz ardı edilen hususlar vardır. İlki kırsal bölgelerde ev için üretim yapılmaktadır. Göç sonucu daha önce kendilerinin ürettikleri malzemelerin dışarıdan satın alınması gerekmektedir. İkinci daha önce aile ekonomisi çerçevesinde üretici olan aile bireyleri, kentlerde tüketici durumunda olmaktadırlar. Böylece ailelerin geçimi daha da güçleşecektir. Üretime katkı sağlayan bireylerin, kent yaşamında üretime katkı sağlamaları zaman alacak ya da kısa vadeli çözümler ile katkı sağlanmaya çalışılacaktır.
Yaşam kalitesinin göç üzerindeki etkisi bilinen bir gerçektir. Yaşam kalitesi yüksek olan kırsal kesimlerden göç olmamaktadır. Bu durum Oktik’in yaptığı alan çalışmasında ortaya konulmuştur. Çalışma Muğla’nın orman ve deniz kıyısındaki beş köyünde göç olgusu üzerine yapılmış olup göç ile ilgili olarak şu yorumlara yer verilmiştir:
“Araştırmanın yoğunlaştığı bu beş köyde yurtdışına işçi olarak kimse gitmemiştir. Nedeni sorulduğunda alınan cevap bu köylerdeki yaşam şeklinin Almanya’dan daha iyi olduğu inancıdır. Ancak bu beş köyde göç olmamasının temel nedeni ekonomik girdilerin Türkiye ortalamasından yüksek olmasıdır. Bu köylerin tümünde yol, su, yetersiz telefon santrali gibi problemler olmasına karşın köylerin tümünde yöre tüketimine, turizme ve sanayiye yönelik tarım yapılmakta olup bunun yanı sıra köylerin arıcılık, hayvancılık ve zeytincilikten elde ettikleri gelirler hem yüksektir, hem de köylüye bağımsız ve kaygısız hareket edebilme imkânı vermektedir. Bu ürünlerin aracı olmaksızın ya yöre pazarları aracılığı ile ya da direk otellere satılması sonucu köylü kar mantığına dayalı olarak üretim yapmaktadır.”





Kentleşme Yönünden
Bugün sanayileşme süreci içersinde kabul edilen gerçek kentleşmenin bunun bir uzantısı olan göçün durdurulamayacağıdır. 1920’lerde ülke nüfusunun %90’ı kırsal kesimde yaşarken 1990’larda bu oran %50’ye düşmüştür. Kırsal kesimin ülke genelinde ulusal gelirdeki payı 1960 yılında %55,4 iken 1990 yılında bu oran yaklaşık %16 civarına düşmüştür. Kentlerde yaşayan nüfus bakımından Dünyada 13.sırada bulunan Türkiye’de 1997 nüfus sayımına göre 62,8 milyon kişinin 40,6 milyonu kentlerde yaşamaktadır.
Göçlerin bu hızla devam etmesi sonucu 2000’li yıllarda Türkiye nüfusunun %85’inin kentlerde yaşaması beklenmektedir.
Kentlerin hızlı bir biçimde büyümesi kentsel gelişmenin kontrol edilmesini zorlaştırmıştır. Kontrolsüz kentsel büyüme nedeniyle konut, su, kanalizasyon, ulaşım, okul ve sağlık hizmetlerinin sağlanması daha pahalı olmuştur. Büyük kentlerin ulaşım, konut, temiz içme suyu, kanalizasyon sorunu ile karşı karşıya bulunduğu bir gerçektir.
Kentlerin ısıtılmasında kullanılan yakıtlar ile ulaşım araçlarının havaya bıraktıkları atıklar ve sınaî kuruluşlarının kentler içinde bulunması dolayısıyla ortaya çıkan atıklar kentlerin doğal çevresini bozan ve kentsel çevre kirlenmesini tahammül edilemez boyutlara ulaştıran faktörler olmuştur.
Özellikle düzensiz kentleşmeden ve göçlerden doğan sorunlar çok değişiktir. Aslında alt yapıdan genellikle yoksun olan kentlerin, hızlı bir nüfus artışı nedeniyle konut sağlama, temiz su ve sağlık hizmetleri, okul ve ulaşım, eğitilmiş personel, çöp ve enerji sorunlarını çözme bakımından ne kadar yetersiz kalacağını kestirmek zor değildir. Çünkü plansız yerleşim bölgelerini düzeltmek, ilkel yaşam koşullarını iyileştirmek çok güç olduğu gibi, kaybedilmiş sağlıklı bir çevreyi de özellikle fiziksel mekân olarak yeniden kazanma olanağı hemen hemen hiç yok gibidir. Bu etkilerin ortadan kaldırılması için nüfus hareketlerine göre tedbirlerin alınması gereklidir. Bunun için göç olgusunun nedenlerinin kentler ve bölgeler açısından tespit edilip yorumlanması gerekmektedir.
Özetle, hızlı kentleşmenin kentsel arazi üzerindeki etkileri bozucu ve yıpratıcı niteliktedir. Zamanla aşınma, yoğun ve hor kullanma, başıboş bırakma ve üzerine eğilmeme sonucu kentsel yerleşmeler engellenemez biçimde çürümekte, bozulma bireysel ilişkilere de yansımaktadır. Her ne kadar çürüme belli yörelerde gerçekleşiyor izlenimini verse bile, etkisinin kentin tümü üzerine yayılmakta olduğu yadsınamaz. İşte kentsel toprağın çevresel, sosyal ve ekonomik kalitelerinde hızla inişe geçiyor olması kent plancısına yeni baştan düzenleme ve onarma çabalarında, gelişmeleri ayrıntılarını anlama ve kavrama sorumluluğunu yüklüyor. Fiziksel tasarlama ve yeniden yapılanma çalışmalarında bir yöredeki binaların, sokakların, kanalizasyon sisteminin düzeltilmesi, onarımı ya da yeni baştan yapılanmasından sorumlu planlamacının kenti tümüyle sağlıklı bir yapıya kavuşturabilmesinin araçlarından biri kentsel yenilemedir. Yenileme çabaları çerçevesinde planlamacının sorunu salt yöredeki çürümekte olan yapıların düzeltilip, onarımından ibaret değildir. Aynı derecede önemli olan, değer kaybına uğramış kentsel yörelerde toplumsal yozlaşmayla çürüme sonucu artan toplumsal sorunların önüne geçebilmektir. Bu durumda göçün sebep olduğu çevresel ve toplumsal maliyeti göstermektedir. Bu maliyetin sonucu olarak, aslında, kentlerimiz birer şehirlileşemeyen şehirler haline gelmiştir.

Uygulama
Türkiye’de iç göç hakkında genellikle sosyal analizler ile alan araştırmaları sonucunda elde edilen verilerden hareketle yapılan istatistiksel analiz çalışmaları vardır. Çalışmada iç göçü etkileyen faktörler arasında nedensellik ilişkileri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu nedensel ilişkileri gösteren ekonometrik modeller tahmin edilecektir.
Son yıllarda “Beşeri” coğrafya akımı gelişerek, insanı tüm incelemelerin temeline koymaya başlamıştır. Beşeri coğrafya akımının beşeri coğrafyaya yaptığı en büyük katkı yalnızca araştırmacıların insanların üzerinde yaşadıkları mekânla ilgili fenomolojik ve existansiyal ilişkilerini görmelerini sağlamak olmamıştır. Coğrafyacıların, her tür insanın gündelik ve oldukça özgün sayılan konularıyla ilgilenen çok sayıda araştırma yapmasına da katkı yapmıştır. Gündelik yaşamın, coğrafyanın çalışma objesi olması nedeniyle bu gün artık sosyal ve kültürel coğrafya dalları ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda beslenmek, çalışmak, arkadaş bulmak için zaman içinde ve mekân üzerinde hareket etmek zorundadırlar. İşte zaman ve coğrafya, birey ve mekân buluşmasına, dolayısıyla da bu ilişkinin kavramlaştırılmasına imkân sağladığı için önem kazanmaktadır. Zaman-coğrafya, hem zaman ve mekân içinde hareket eden bireyi izlememizi hem de aynı zamanda onun sosyal, ekonomik, kültürel ve politik koşullar tarafından yönlendirilen ve belirli yollar ve yerler arasında geçen düzenli hareketlerini, zaman-mekân yapısı içinde anlamlandırmamızı sağladığı için önem taşımaktadır. Göç, beşeri coğrafyanın ilgi alanına girmektedir. Zaman-coğrafya tanımının başlığında ele alındığında bu olgunun hem zaman-mekân boyutu hem de sosyo-ekonomik boyutu ile bunlar arasındaki ilişkiler açıkça görülebilecektir. Bu nedenle Türkiye’de iç göçün ekonometrik modellemesi çalışmasında panel veri analizi kullanılmıştır.
Veriler
Ülkemizde 1927 yılından bu yana sonu 0 ve 5 ile biten yıllarda nüfus sayımı yapılmaktadır. Yalnızca 1995 yılında sayım yapılmamış ise de 1997 yılında nüfus sayımı yapılmıştır. 1950 yılında yapılan sayıma ait yayınlarda iç göçler ile ilgili dolaylı bilgiler verilmesine rağmen 1955 ve 1960 yıllarında yapılan sayımlarına ait yayınlarda hiç değinilmemiştir. 1985 yılına kadar yapılan iç göçler ile ilgili araştırmalarda kişinin doğduğu yer temel alınmaktaydı. Ancak 1985 yılında DİE tarafından yayınlanan “Nüfus sayımı 12.10.1980 Daimi İkametgâha Göre İç Göçler” yayını ile araştırmacıların daha güvenilir çalışma yapmasına zemin hazırlayan bir veri tabanı oluşturulmuştu. Aynı yayın DİE tarafından 1985 ve 1990 yıllarına ait nüfus sayımları içinde yayınlanarak veri tabanının sürekliliğini sağlanmıştır. Bu nedenle, iç göçler ile ilgili olarak üç döneme ait veri bulunduğu için çalışmamız 1980–1990 dönemi ile sınırlanmaktadır. 1980, 1985 ve 1990 yıllarına ait göç istatistiklerinden Net Göç Hızları (GO= göç oranı) verileri elde edilmiştir.
Net göç hızları bağımlı değişken olarak modellerde yer almaktadır. Bu değerler alınan göç ile verilen göç arasındaki farkın toplam nüfusa oranı şeklinde hesaplanmaktadır.
İllerin gelir değerlerini ifade etmek üzere Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla değerleri alınmıştır. 1980 ve 1985 yıllarına ait değerler 1988’deki çalışmadan 1990 yılına ait değerleri ise DİE yayınladığı istatistiklerden elde edilmiştir. Elde edilen bu değerler caridir. Cari değerler 1968 temelli TÜFE ile sabit değer haline getirilmiştir. Daha sonra bu değerler ilin nüfusuna bölünerek Kişi Başına Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla (KBGSYH) değerleri elde edilmiştir.
İllerin servet değerlerini ifade etmek üzere Elektrik Tüketim Değerleri kullanılmıştır. Böylece elektrik tüketimi servetin yerine vekil değişken olarak ele alınmıştır. Bu değişkenin servet yerine kullanılmasının temel mantığı, hem evlerdeki elektrikli aletler açısından serveti hem de sanayide temel enerji girdisi olması nedeniyle sermaye birikimini göstermesidir. Ya da daha geniş ifadeyle, eğer elektrik enerjisini kullanıyorsanız, bunun kullanıldığı bir ürün mutlaka olacaktır. Bu ürün evlerde bulaşık makinesi, klima veya bunun benzeri bir cihaz olurken, sanayide üretim sürecinde kullanılan plastik enjeksiyon makinesi, üretim bandı ve bunun benzeri aletlere karşılık gelecektir. Böylece bir ilin servetini ve bu ilin çekici-itici etkisini tespit etmek üzere elektrik tüketimi ele alınacaktır. Güngör(1997) çalışmasında elektrik tüketimini benzer şekilde sermaye değişkeni olarak üretim fonksiyonunda ikame etmiştir. İllerin elektrik tüketimleri nüfusa bölünerek Kişi Başına Elektrik Tüketim Değerleri (KBELEK) bulunmuştur.
İnsan sermayesi değişkeni için eğitim indeksi hesaplanmıştır. Burada eğitim derecesindeki artış insan sermayesindeki artışa eşdeğer görülmektedir. Böylece kazanılan diploma derecesi arttıkça insan sermayesinin etkinliği de artmaktadır. İldeki eğitim seviyesi dikkate alınarak Eğitim İndeksi (EGTOR) değişkeni oluşturulmuştur. Bu değişken oluşturulurken aşağıdaki formül kullanılmıştır:
Ortalama Eğitim yılı
Burada Yj ile kazanılan diploma derecesi için harcanan yıl sayısını ifade etmektedir. MSj ise anılan diploma derecesine kaç kişinin sahip olduğunu göstermektedir. Harcanan yıl sayıları aşağıdaki Tablo 1’de verilmiştir. Her il için elde edilen Ortalama Eğitim Yılı ilin toplam nüfusuna oranlanarak EGTOR değişkeni elde edilmiştir. Eğitim ile ilgili veriler DİE’nin 1980, 1985 ve 1990 yılları için yayınladığı Genel Nüfus Sayımı – Sosyal ve Ekonomik Nitelikler isimli istatistiklerden derlenmiştir.
Göçün nedenlerinden birisinin de işsizlik olduğu daha önce belirtilmişti. Bu nedenle model tahminlerinde işsizlik Oranı (İSOR)’na değişken olarak yer verilmiştir. İSOR değişkeni, Son haftada tuttuğu iş tablolarından elde edilen işsizlik değerleri 12 yaş ve üstü iş gücüne oranlanarak elde edilmiştir. İşsizlik Oranı ile ilgili veriler DİE’nin 1980, 1985 ve 1990 yılları için yayınladığı Genel Nüfus Sayımı – Sosyal ve Ekonomik Nitelikler isimli istatistiklerden derlenmiştir.
Tarım işkolu gizli işsizliğin en yoğun olduğu sektördür. Bu nedenle tarım iş gücünün yüksek olduğu bölgelerde göç hareketini etkilemesi beklenir. Burada illere ait tarımsal iş gücü nüfusu, toplam iş gücü nüfusuna oranlanarak Tarımsal İş gücü Oranı (TAROR) değişkeni elde edilmiştir. Tarımsal iş gücü oranı ile ilgili veriler DİE’nin 1980, 1985 ve 1990 yılları için yayınladığı Genel Nüfus Sayımı – Sosyal ve Ekonomik Nitelikler isimli istatistiklerden derlenmiştir.
Sağlık hizmetlerinin gelişmesi, refahın bir göstergesidir. Özellikle kişi başına düşen hekim sayısı gelişmişlik karşılaştırmalarında kullanılmaktadır. Bu nedenle iller bazında, Uzman hekim, Pratisyen hekim ve diş hekimi verileri kullanılarak Sağlık İndeksi (SAGOR) değişkeni oluşturulmuştur. Bu indeks 10 000 kişiye düşen doktor-hekim sayısını göstermektedir. Sağlık İndeksi ile ilgili veriler DİE’nin ilgili Türkiye İstatistik Yıllığı yayınlarından derlenmiştir.
Terörün, Türkiye’de iç göç nedenlerinden olduğunu belirtmiştik. Bu nedenle terörden doğrudan etkilenen iller kukla değişken olarak model çalışmalarında kullanılmıştır. Bu iller Ağrı, Bingöl, Bitlis, Hakkâri, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli ve Van illeridir.
Türkiye’de iç göç dönemler itibariyle ele alındığında inişler çıkışlar olduğu belirtilmişti. Bu nedenle göç oranının zaman içersindeki değişmeleri görmek, modelde yer alması sağlanamayan değişkenlerin etkisini tespit etmek için zaman değişkeni de (TREND) modellerde yer almıştır.
Göçün nedenleri arasında hem tarımsal nüfus oranının hem de işsizlik oranının yüksek olması da vardır. Tarımsal nüfusun gizli işsizliği içerdiği de belirtilmişti. Model 1 ve 2 arasında yapılacak tercihte, işsizlik oranının modelde kalması yani Model 1’in tercih edilmesi daha uygundur. Çünkü Model 1’in belirlilik katsayısı nispeten daha yüksek ve HKT ile s değerleri daha düşüktür. Model 1’e ait Akaike Bilgi Kriteri (AIC) Model 2’ye nazaran daha düşüktür. Ayrıca TAROR katsayısı daha yüksek önem düzeyinde anlamlı kabul edilmektedir. Diğer taraftan tarımsal faaliyetlerle uğraşan bireyler mesleki bir statüye sahip olmaktadır. İşsiz olma durumunda ise bu statüden yoksundurlar. Bu durumda işsiz olanlar için bölgenin itici faktörleri daha etkili ve göçe ivme kazandıran bir durum olmaktadır. Sonuç olarak hem ekonomik hem de istatistikî kıstaslar açısından Model 1’i Model 2’ye tercih edilmektedir.

Sonuç
Göç etmekten başka bir çare yok mudur? Sorusunun cevabını Kıbrıscık ilçesinde yapılan çalışmadan çıkartabiliriz. Bu çalışmanın sonuç kısmında Demir’in tespiti ve yorumu şu şekildedir: “Bölge insanın yapısını iyi tanıyan ve rasyonel bir değerlendirme yapan Kaymakam vekili, göç etme eğiliminin aslında birbirine özenmekten kaynaklandığını ve özellikle gençlerin çalışmak için gitmeye koşullandığını, dolayısıyla tembellik nedeniyle var olan kapasitenin de değerlendirilmediğini belirtmektedir. Aynı kişilerin yer değiştirdiklerinde çalışmaya motive olmaları, psikolojik etkenlerin varlığını işaret etmektedir. Bu noktada bir başka problem kendini göstermektedir: örgütlenme problemi. Yaşanan değişik örneklere bakıldığında ahalinin bir araya gelerek iş yapma becerisini göstermediklerini hatta böyle bir eğilim içine dahi girmedikleri anlaşılmaktadır. Başka yerlere göçmüş yakınlarını güvence olarak görme, nasıl olsa gidebilirim düşüncesi belki kolay yolun seçimi biçiminde yorumlanabilir.”
Terör nedeniyle göç edenlere geriye dönüş sorulduğunda, %70’inin geriye göçü düşündükleri görülmüştür. Bu düşünceyi ekonomik yaşamın yeniden organizasyonu ve can güvenliğinin sağlanması koşulları desteklemektedir. Yani bu kişiler koşullu olarak geldikleri yere dönmeyi düşünmektedirler. Bu koşulların başında, göçün temel nedeni olarak alınan terörden çok ekonomik yaşamın organizasyonu gelmektedir. Arkasından terörün bitmesi ve alt yapı hizmetleri koşulları izlemektedir. Ekonomik problem şartının terörden önce gelmesi, terörün önlenmesindeki ipucunu da vermektedir. Ekonomik açıdan güçlü olan bireylerin terör problemi ile baş edebilecekleri izlenimi görülmektedir.
Kentleşme ve kent kültürünün oluşması için; göçlerin yönünün değiştirilmesi, kentleşmenin doğal sürecine dönmesi için önlemlerin alınması gerekmektedir. Bugün büyük kentler belirli oranlarda doyum noktasına yaklaşmışlardır. Bu nedenle göç hareketi bu illerin çevresindeki illere doğru yayılmaya başlanmıştır. Böylece nüfus yoğunluğu yüksek olan bölgeler oluşmaktadır. Ekonomik birikimler bu bölgeler de yoğunlaştığı içinde belirgin bir şekilde gelişmiş ve gelişmemiş bölgeler meydana gelmiştir. Bu gelişmişlik farkı nedeniyle de iç göç devam etmektedir. İç göç hızını azaltmak için de gelişmemiş bölgelerde uygulanmak üzere özgün bölgesel planlar hazırlanıp uygulanmalıdır.
Türkiye’de iç göçün önlenmesinde en etkili yol gelir dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesi ve şehirlerarasındaki ekonomik farklılıkların ortadan kaldırılmasına dayanmaktadır. İlk aşamada bu bölgelerde gelir arttırıcı tedbirler alınması gereklidir. Bunu gerçekleştirmek için etkin yol “kooperatif kültürünün” geliştirilmedir.
İç göçün en önemli sonuçlarından bir tanesi de çarpık kentleşmedir. Hazırlanan kent planları iç göçün gerisinde kalmakta ve standart dışı bir yapılaşma meydana gelmektedir. Çünkü kentteki gerek kamu gerekse yerel yönetimler ilin çarpık ve plansız büyümesinin önüne geçememektedir. Çarpık kentleşmenin maliyeti, planlı kentleşmenin maliyetinden çok daha pahalı olmaktadır. Zaten 17 Ağustos 1999 Gölcük-Adapazarı ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerin de çarpık yapılaşmanın sosyal ve ekonomik maliyeti bütünüyle ortaya çıkmıştır. Bu afetlerdeki maliyetin artmasında iç göçün etkisi vardır ancak bu etki uzun bir dönemi kapsadığı için göz ardı edilmiştir. Bu nedenle iller arasındaki itici-çekici faktör dengesizliğinin giderilmesi için makro planların hazırlanması gerektiği kanaatindeyiz.



Cevapla