Karl Marx

Ödevler için artık tek bir adres var aktuelbilgi.net...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
DMücahit
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 477
Kayıt: 02 Mar 2007 [ 21:04 ]

Karl Marx

Mesaj gönderen DMücahit »

Karl Marx

5 Mayıs 1818 günü Almanya'nın Rhine Eyaleti'nin Trier kasabasında doğdu. Orta öğrenimini Trier'de tamamladı. Bonn ve Berlin üniversitelerinde hukuk öğrenimi görürken tarih ve felsefeyle ilgilendi, Hegelci E. Gans'ın derslerini izledi. 1841 yılında "Demokritos'un ve Epikuros'un Doğa Felsefelerinin Farklılıkları" adlı doktora tezinde, dinin maddecilik açısından eleştirisini yaptı.

Bir yandan sol Hegelcilere katılarak Bauer kardeşlerle dostluk kurarken, bir yandan da Feuerbach'ın etkisinde kalıp 1842 yılında, muhalefetteki radikal burjuvalar tarafından kurulan Rheinische Zeitung gazetesinin yazı işleri yöneticiliğini yaptı.

Saint-Simon, Fourier, Proudhon gibi yazarları okuyarak Fransız sosyalizmini tanımaya çalıştı. 1843 yılında çocukluk arkadaşı Jenny von Westphalenle evlendi. Aynı yıl Rheinische Zeitung gazetesi kapatıldıktan sonra Paris'e yerleşti. Fransız-Alman Yıllıkları'nı yayımladı (1844). Derginin ilk ve tek sayısında, Yahudi Sorunu adlı yazısıyla siyasal mücadele konusundaki görüşlerini ilk kez açıkladı. Aynı yıl Friedrich Engelsle dostluk kuran Marx, okurken tuttuğu notlardan oluşan 1844 El Yazmaları'nda, ana temasını yabancılaşmanın oluşturduğu insancıl (humanist) bir felsefe geliştirdi.

Friedrich Engelsle ilk ortak metninde Kutsal Aile'de (1845) tarih felsefesini materyalist (maddeci) bakış açısıyla eleştirdi. 1845 yılında Vorwarts gazetesi yazı kurulu üyeleriyle birlikte sürülünce Brüksel'e yerleşti. Friedrich Engels'in de birkaç ay sonra Brüksel'e gitmesiyle Friedrich Engelsle ortak eserlerinin ikincisini (Feuerbach Üzerine Savlar, 1845) ve üçüncüsünü (Alman İdeolojisi, 1845-1846) yayımladı. Kuramsal çalışmalarının yanısıra, sosyalist işçilerle ve Alman göçmenlerle ilişkilerini sıklaştırdı. Brüksel Alman İşçileri Derneği'ni kurdu ve Friedrich Engelsle birlikte komünist bir yazışma ağı oluşturdu. Komünistler Birliği'nin isteği üzerine Komünist Manifesto'yu yazdıkları bu yıllar, ikisi için de geçmişteki felsefi bilinçleriyle hesaplaşma ve tarihsel materyalizmi (maddeciliği) geliştirme yılları oldu: Bu yüzden, geçmişten kopuşları hem siyasal hem de kuramsal nitelikteydi.

1848 İhtilali patlak verince, Belçika'dan sınır dışı edilen Marx, Köln'e yerleşerek, Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başladı. Neue Rheinische Zeitung gazetesin Bu gazetede işçilere yönelik makaleler yayımladı.

Önce Almanya'dan, hemen sonra da yeniden Fransa'dan sınırdışı edilince, 1849 yılında -ömrünün sonuna kadar kalacağı- Londra'ya yerleşti. Karl Marx, yoksulluk içinde yaşadığı bu dönemde iktisat incelemelerine ağırlık verdi. Temel eseri olan Kapital'i hazırlamaya başladı. 1851-1861 yılları arasında New York Daily Tribune gazetesinin Avrupa muhabirliğini yaptı.

1864 yılında Uluslararası İşçiler Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. Birinci Enternasyonal'in açılış konuşmasını ve tüzüğünü yazdıktan sonra, Kapital'in birinci cildini Almanya'da yayımlattı (1867). Kızını görmek için gittiği Paris'te Paris Komünü'ne tanık oldu. İngiltere'ye dönünce Fransa'da İç Savaş (1871) adlı eserinde bu devrim denemesini değerlendirdi. Kapital'in yazımını sürdürürken, bir yandan da işçi partililerinin programlarının oluşturulmasına etkili biçimde katıldı. Dühring'e karşı kalem tartışmasında Friedrich Engels'i destekledi. Anti-Dühring'in (1878) bir bölümünün yazımında Friedrich Engels'le çalıştıktan sonra hastalanarak çalışmalarını büyük ölçüde yavaşlatmak zorunda kalan Karl Marx 14 Mart 1883 günü Londra'da öldü.
marksizim
Dostu ve çalışma arkadaşı Friedrich Engels ´in de işaret ettiği gibi, Marx düşüncesini üç entelektüel etkiden yararlanarak biçimlendirmiştir: Hegel ´in Alman felsefesi, lngiliz klasik okulunun ekonomi politiği ve Fransız sosyalist düşünceleri. Gene de Marx, bu etkilerin hepsini eleştirmekten geri kalmamıştır.

Marx, felsefede ustası olan Hegel ´den tarihin akışını belirleyen diyalektik ilkeyi alır: herhangi bir dönemde çelişkiler bir bunalıma dönüşerek çözüme ulaşıncaya kadar ağırlaşır. Tarih böyle ilerlediği gibi yaşam da böyle ilerler.

Ama Marx, Hegel ´in idealist düşüncesini, soyutluğu ve siyasi statükoyu haklı gösterişi nedeniyle ta baştan eleştirmiştir. Bunun üzerine, dini bir yabancılaşma olarak açıklayan Ludwig Feuerbach´ın hümanist ve materyalist analizine yönelmiştir. Ona göre, insan, Tanrı´ya vermek üzere özünden ve niteliklerinden vazgeçmektedir. Marx , yabancılaşma düşüncesini genişletip kültür alanının tümüne yayacaktır. Bu alan, yaşamın gerçeklerini, toplumdaki baskı güçlerini, hatta insanların eylem yeteneklerini görmesin diye insanın gözlerini kör eden yanılsamalarla dolup taşımaktadır. Toplumun üstyapısı (din, sanat, düşünce, hatta insan ve yurttaş hakları), Marx´a göre, onun altyapısını -ekonomi, gerçek yaşam- haklı göstermeye yöneliktir. Ama maddecilik kaba saba değildir: her ne kadar üstyapının evrimi, altyapının evrimine bağlıysa da, bu birinin öbürüne indirgenebileceği veya karşılıklı ilişkilerinin yalın ve her zaman tek yanlı bir determinizme bağlı olduğu anlamına gelmez. Marx, tarihin karmaşıklığını hiç- bir zaman göz ardı etmemiştir.

Yazılarının çoğunda Marx , büyük tarihsel evrelerin birbirini izlemesinde kesin bir sıra sunmuştur. Bu evrelerin her biri, egemen bir üretim tarzı ile belirlenmektedir: ilkel komünizm, kölecilik, feodalizm, kapitalizm. Bu evrimin son aşaması olan komünizm, insanın insanı sömürmesinin son bulacağı yepyeni bir çağa tekabül eder. Bunu kanıtlamak için, Marx şu düşünceye dayanır: proleterler, kapitalist toplumda öylesine zor bir durumla karşılaşırlar ki, her türlü milliyetçi, ahlakî veya dinî duyguyu kaybederler. O zaman, eylemle ve gerçeği birleştiren bir sınıf bilincine ulaşırlar. Marx ´ın bu mesihçesine görüşü devrimci hareket için güçlü bir etken olacaktır. Marx´ın kuramsal araştırmalarıysa daha sonra kapitalizmin ekonomik incelemesine yönelecektir.

Polemikler dönemi
Kuram, uygulama arasında bir bağın zorunlu olduğu yolundaki Felsefî inancına bağlılığını sürdüren Marx , hiçbir zaman siyasi eylemin dışında kalmamıştır. Bu nedenle de gerek eleştirdiği, gerekse yanında yer aldığı kişiler hiçbir zaman salt aydınlar olmamıştır. Gözleri önünde akıp giden tarihin uyanık bir gözlemcisi olan Marx, bu tarihten sürekli dersler çıkartmıştır. Avrupa´da XIX. yy´daki sınıf mücadeleleri, devrimler ve savaşlar, Marx´ın düşüncesini, kesin biçimde yönlendirmiştir.

Uluslararası bir devrimci hareket
Marx, komünist görüşlerinden esinlenmiş olmakla birlikte, Fransız sosyalistlerinin (Saint-Simon, Charles Fourier, Etienne Cabet ve özellikle Proudhon) ütopik düşüncelerini ve siyasî etkiden yoksun oluşlarını eleştirmiştir. ilk uluslararası işçi örgütü olan Komünistler Birliği için KomünistManifesıo´yu (1847) kaleme almıştır. Bu örgütün, başlangıçta benimsediği «Tüm insanlar kardeştir!» sloganını Marx ve Engels´in etkisiyle terkedip «Bütün ülkelerin proleterleri birleşin!» sloganım benimsemiş olması anlamlıdır. Devrimci bir girişimden yana olan Marx, kapitalist sistemin yaygınlığı derecesinde işçi sınıfının da uluslararası nitelik kazanması gerektiğini vurgulamıştır. Nitekim, işçi hareketi bir süre, çok değişik siyasî görüşleri (Fransız Proudhoncular, anarşistler, lngiliz liberaller ve sendikalistler [trade-unionistler]), bünyesinde toplayan Uluslararası Emekçiler Birliği´ni (UEB), yani, I. Enternasyonal´i örgütlemiştir. Marx, bu örgüt içinde başlangıçtan itibaren önemli rol oynamış, örgütün yönetimine katılmış ve bilimsel sosyalizm düşüncesine uygun olarak proleterlerin sınıf bilincine kavuşmasına yönelik eğitim metinleri hazırlamıştır.

Bilimsel sosyalizmin siyasi olarak radikalleşmesi
Marx, 1848 Devrimi´nin yenilgisinden etkilenerek proletarya diktatörlüğü düşüncesi, yani iktidarın proletarya tarafından zorla ele geçirilmesini benimsemiştir. Nitekim, Bonapartçılıkta (Louis Bonapart´ın 18 Broumaire´i, 1852) somutlaştığını gördüğü demokratik burjuva cumhuriyeti ve onun bürokratik ve askerî Devlet çarkına yönelttiği eleştiriyi sertleştirmiştir. Marx , 1871 Paris Komünü´nü ilk proletarya diktatörlüğü deneyimi olarak selamlamıştır.

Aynı anlayışla Marx, 1875´te, kendi yandaşlarıyla Ferdinand Lasalle yandaşlarının birleşmesiyle oluşan Alman Sosyal Demokrat Partisi´nin programına karşı çıkmıştır. Nitekim, Lassale yandaşları Prusya Devleti´nin sosyalist bir müdahalede bulunacağı ve böylece barışçı yoldan komünizme geçileceği umuduna inatla bağlı kalmışlardır. Marx, bu vesileyle, proletarya diktatörlüğü kavramını, iki zorunlu evreye ayırarak kesinleştirmiştir. Birinci evrede, yani sosyalist düzende, proletarya diktatörlüğü hüküm sürecek ve üretici güçler herkes emeğine göre ilkesi uyarınca geliştirilecektir. Bu büyümenin yaratacağı bolluk, ikinci evrenin, yani komünizmin ortaya çıkışını mümkün kılacaktır; bu evrede ücretlilik ve devlet ortadan kalkacak ve «herkes ihtiyacına göre» ilkesi yürürlüğe girecektir. Marx ´ın Paris Komünü hareketini yorumlayışı İngiliz sendikalistlerinin karşı çıkmalarına yol açtı ve onlar I. Enternasyonel´den ayrıldılar. Marx ve Engels , bu dönemde, sosyalistlerin düzenli ve birleşik bir örgüt karmalarının yararlarını belirtmişlerdir. Nitekim Bakunin yönetimindeki anarşistlere karşı çıkmışlar ve onları 1872´de Enternasyonal´den çıkarmışlardır. Bundan sonra Marksizm egemen ideoloji durumuna gelmiş, ancak onun içinde de polemikler süregitmiştir.

Reformcu Marksizm
Sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte, sendika atılımının güç verdiği sosyalist hareket, XIX. yy´ın son çeyreğinde, özellikle Almanya´da büyük bir yaygınlık kazandı. 1889´da, Jules Guesde ´in Fransız Işçi Partisi´nin yönlendiriciliğinde II. Enternasyonal kuruldu. Kendisi de bir Marksist olan Jules Guesde, parlamenter eylemin önceliğini vurguluyordu. Demokrasideki ilerlemeler ve işçilerin yaşam koşullarındaki iyileşmeler, güçlü bir kitle partisinin yasal zaferiyle sosyalizme barışçı bir geçiş olanağını öngörmeye izin veriyordu. Bu sırada Alman sosyal demokrat hareketi içinde, başını Edouard Bernstein ´in çektiği ve reformculuğu savunan Marksistlerle başını Karl Kautsky ´nin çektiği ortodoks marksistler arasında yoğun bir tartışma yaşanıyordu. Bu tartışma da, daha öncekiler gibi, klasik siyasî polemikten doğuyordu.




Marksizm ve Tinsellik

Joel Kovel

Çevirmen Ergun Akça (Birikim Dergisinden alinmistir)

Marksizmin, Alman felsefesi, Fransız politika teorisi ve İngiliz ekonomisi arasında bir sentez olduğu kabul edilir. Bu gözlemin doğru olmasına karşın eksik olduğunu, çünkü onun Marksist sentezin dördüncü olmazsa olmaz kaynağını, yani radikal tinselliği dışarıda bıraktığını tartışmak ve ispatlamak istiyorumBu dışta bırakmanın sebebini bulmak hiç de zor değildir. Marksizmin övünülen materyalizmi tinin adı kötüye çıkmış idealizm alemiyle herhangi bir bağlantıya izin vermezmiş gibi gözükmektedir. Bu bakış açısından, Marksizme tinsellik atfetmek onu, gevşek, değişebilen ve henüz oluşmakta olan sağcı Yeni Çağ denilen çağdaş tinsel hareketlerle olduğu kadar, geleneksel dinsel gericilik ve tepkiyle de bağlantılandırmaya eşdeğerdir. Hegel felsefesini içselleştirerek onun yerini alan Marxta tin kavramı aslında hayli geri plana çekilmiştir. Kuşkusuz, Tin (Geist) Hegel düşüncesinin önde gelen terimidir; ancak, Hegel bu kategoriyi öteki dünyayla ilgili dinsel bir alana ait olmaktan çıkarıp, nesnel, doğası gereği de maddi dünya tarafından dolayımlanan bir idealizme taşımıştır. Bu bakış açısına göre, Marxın yaptığı yalnızca, Hegelin diyalektiğini muhafaza ederken, onu tarih ve doğa temeline daha sıkıca yerleştirerek maddi boyut doğrultusunda kati bir ileri adım daha atmaktan ibarettir. Böylece, Hegel, dini felsefeye dönüştürürken, Marx da bunu, tin kategorisinin içini boşaltıp politik ekonomi ve devrimci politik etkisinde tarihsel materyalizme dönüştürmüştür.

Böyle görünebilirdi, ama, o zaman, genç Marxın, Hegelin ötesine geçmek için yaptığı en zorlu, en açık çabalarından birinde, dinden ruhsuz koşulların ruhu diye söz etmesi olgusunu nasıl açıklayabilirdik? Hiç kuşkusuz, halkın afyonu şeklindeki çok daha ünlü din kavrayışına karşıt gibi duran bu ünlü pasajda güdülen niyet, burjuva düzeninin geri kalanına göre dinin değerini ve hakkını teslim ederek yetersizliğini eleştirmektir. Bu yüzden Marx (1975, 244) dine kalpsiz bir dünyanın kalbi olarak da atıfta bulunur. Hiç kimse bu son ibareyle ilgili olarak Marxın dünyadaki kalpin -yani, merhamet ve insan duygudaşlığıyla dolu bir dünyanın- yanında olduğunu inkâr edemeyeceğine göre, onun dünyadaki ruhun da yanında olduğu nasıl inkâr edilebilir? Ayrıca ruhu onaylamak tinsel boyutu onaylamak olduğuna göre, Marx tinsel gerçekleştirmeyi bir anlamda bir devrim hedefi olarak kabul ediyor olmalıdır.

Bu marjinal bir pasaj olmuş olsaydı, tartışmayı daha ileriye götürmemize gerek kalmazdı. Ancak hiç de marjinal değildir: Hegelin Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkının Girişinde yer alan bu satırlar, Marxın düşüncesi içindeki bir tuhaflığı yansıttıkları için değil, Marksizme ait olan devrimci şevk ve hümanizmin bir örneği oldukları için ünlüdürler. Nerede Marksizm kötüye gitmişse -reformist, ekonomist, dogmatik, ve/veya otoriter olarak- böylesi içgörüleri ihlâl ederek köklerine ihanet etmesindendir. Bu içgörüler tinsel olduğundan, tam gerçekleşmiş Marksizmin onları tam gerçekleşmiş tinsellik olarak cisimlendirmesi gerektiğini, ve başarısız bir Marksizmin ya tinsel boyutu es geçtiğini ya da onu saptırdığını iddia edebiliriz. Alman işçi sınıfını Nazizmin sapkın tinselliğine teslim etmiş olan anti-tinsel, ekonomist Marksizmin yaptığı buydu, yine yarı-dinsel Stalinizme dönüşen şey saptırılmış bir tinsel Marksizmden başka bir şey değildi.

Eğer tin, tam anlamıyla gerçekleşmiş bir Marksizm için bir şekilde gerekliyse, Marksist söylemin de bir bileşeni olmak durumundadır. Marxa göre moral tutku bilimsel içgörüden ayrılamaz; otantik Marksizmi ayırt eden şey değer ve teori arasındaki sentezdir. Eğer bu sentez Marxı burjuva dünyasında eksik olan ve devrimci pratikle restore edilmesi gereken şeyi tin terimiyle betimlemeye götürmüşse, o zaman aynı tin, dünya görüşümüze de dahil edilmek zorundadır.

Ama bu ne anlama gelir? Marxın kapitalist toplumda eksik olduğunu iddia ettiği metaforik anlamlı kalpi usa uygun olarak somut terimlere tercüme edebiliriz. Ama ya tin? O yalnızca bir tür vecd hissi ya da yüceltilmiş moralitenin metaforu mudur? Eğer bir metafordan daha fazla bir şeyse tin hakkında din ya da Yeni Çağ dili dışında nasıl konuşabiliriz?

Teorik olarak bunu yapmak mümkündür, çünkü tin dine önceldir. Din, tin boyutunun belirli bir grubun tahayyül ve ihtiyaçlarına göre biçimlenmiş tarihsel bir projeyle birleştirilmesinden oluşur. Din, tini gerçekleştirme tarzıdır, ama aynı zamanda da tini bağlayandır. Süreç içinde, din, tin dilini ele geçirir. Teolojisini -Tanrı kelamını- tinin kavranılışının arasına koyarak bir tür peçe olur. Eğer din, teolojinin tinsel gerçekleşmesine doğru hareket etmek ise hâkim teoloji üzerine eleştirel bir düşünme zorunludur. Bu eleştiri, tıpkı Marxın gençlik yazısında, (insanlığın) hayali çiçekleri zincirden koparması... böylece zinciri fırlatıp canlı çiçeği koparması (1975, 244) - yani, tinin hakiki içeriğini komünizmde bulması için dinsel ilüzyonun peçesini kaldırmak istemesi gibi aynı bir amacın doğrultusunu izler.

Ancak burada Marxın böyle yaparak başarılı olmadığını eklemek gerek. İster ilgisi çok fazla dağıldığından, ister çok fazlasıyla zıt değerlere sahip olduğundan olsun her durumda Marxın tinselliğin rolüne ilişkin içgörüsünün izini asla sürmediği olgusu değişmez olarak kalır. Yukarıda işaret edilen tavrı sonradan reddetmedi, ama erken düşüncelerinin çoğu gibi bu da bir kenara bırakıldı. Tinsel terimler daha sonraki eserlerinde de görülse bile bunlarda tinin Marksizm için ne anlama geldiğinin araştırılmasına rastlanmaz.

Bu hedef önümüzde durmaktadır, ve bu yazıyla birlikte de hâlâ duruyor. Ancak, soruyu keskinleştirmek, ya da en azından tinsel meseleler konusunda hüküm süren kuşkuculuk içinde bir gedik açmak olasıdır. Çağdaş Marksist ve radikallerin çoğu sıradan söz oyununun ötesine geçen bir tin kavramını tamamıyla reddederler. Biraz sıkıştırılırsa birçoğu tin kavramının felsefi olarak değersiz olduğunu söyleyecektir. Mitolojiden arındırılmış Aydınlanma-sonrası zihniyetine göre, tini onaylamak sonuç itibarıyla bir Tanrı kavramını geri getirmeyi gerektiren tarih dışı bir özü, bir tür metafiziği doğrulamaktır.

Bu kısa yazının sınırları içinde felsefi sorunlar ile yeterince ilgilenme imkânımız yok. Yine de, tinin dine öncel olduğunu ve dinin Tanrıyı tinden kurduğunu kendimize hatırlatmamızda yarar var. Dahası, tinin doğasında ayrılmaz bir özellik olarak tarih dışılık yoktur. Tersine, tin özellikle tarihsel olarak ele alınmalıdır. Dinler, tinsel sonucun bir türünden başka bir şey değildir ve onların tek tür olmasını gerektirecek ne önsel bir sebep vardır, ne de monoteizmin Tanrısının tinselliğin son ürünü olduğunu gerektiren bir sebep vardır. Dolayısıyla, dünyadaki dinlerin kendi zamanları için tinin evrensel-özgül tezahürleri olmaktan daha fazla bir şey olmadıkları, oysa zamanımız için tinin teist-olmayan başka bir tezahürüne gerek olduğu öne sürülebilir. Bütün bunlar bizi bir kez daha tinin tanımına götürür.

Tinsel fenomenin ayrılmaz özelliği olan söze gelmezliği ve tinselliğin sürekli değişen tarihi göz önünde bulundurulduğunda tinin anlamını tanımlamak hiç de kolay değildir. Yine de, en azından terimin beş ana anlamını ayırt edebiliriz:

Esinlenmek, yaratıcı güçle dolmak, canlanmak ifadelerinin anlamında olduğu gibi bir hayat gücü olarak tin.

Ataların ruhları anlamında olduğu gibi bir tür esrarlı varlık olarak tin – daha genel olarak, buna Öteki olarak tinsel oluş kavramı diyebiliriz.

Anlaşmanın ruhu ifadesinde olduğu gibi bir otantik anlam türü olarak tin.

Gönül istiyordu ama vücudumda derman yoktu ifadesinde olduğu gibi, özellikle arzuyla bağlantılı olarak bedenle karşılaştırma içinde ele alınan tin

Katolik teolojisinin Kutsal Ruh anlayışında olduğu gibi bir tür Tanrısal varlık olarak tin.

Burada kendini apaçık gösteren ortak bir paydanın olmadığı ortadadır. Bütün bu önermelerce paylaşılan bir temel bulmak için yüksek derecede bir soyutlama yapmak gereklidir. Bu soyutlama yapıldığında, tinsel fenomenin ortak özelliğinin benin dolaysızca verili özelliklerini aşma olduğu görülür; yani, benin kendi sınırlamaları içinde mümkün olan haliyle çatışan bir tür genişlemiş ben ile ilişkisidir bu. Dolayısıyla esinlenmiş olmak benin mevcut enerjisinin olağan sınırlarının üstüne çıkmak demektir; tinsel oluş deneyimi psikolojinin ego-sınırı dediğinin ötesine geçmek anlamına gelir; şeylerin ruhundaki anlama ulaşmak, onların hakikatine varmak için şeylerin apaçık, verili anlamlarının ötesine geçmeyi içerir; tini bedenle karşılaştırma içinde ele almak arzunun sınırlarını aşmak anlamına gelir; son olarak, tanrıyla ilişki en açık anlamını bir biçimde benin ötesine geçen, ama hâlâ ben ile ilişkili olan tinde bulur.

Belki de şimdiye kadar ele aldığımız şekliyle tinsel deneyimin en önemli özelliği onun beni değiştirmeden bırakmadığıdır. Tinle karşılaşma parmağını suya değdirip tekrar dışarı çekmekten daha radikal bir deneyimdir. Benin ötesinde olanla karşılaşma gerçekten beni değiştirir. Belki de bunun en bilinen örneği Hıristiyanlığın yeniden doğuş kavramıdır. Ancak kapsamlı bir tin görüşü gözönüne alınınca beni radikal olarak değiştiren tüm olguların doğası itibarıyla tinsel olduğunu söyleyebiliriz; ve Marksizm radikal değişim programından başka bir şey olmadığına göre o da doğası gereği tinsel olmalıdır.

Tin, olmak fiili insana uygulandığında ne anlama gelir, şeklindeki ontolojik soruya bir yanıttır. Kısa bir düşünme bu sorunun hazır bir yanıtı, hattâ belki de olumlu bir yanıtı olmadığı konusunda ikna olmamıza yetecektir. Bu noktada akademisyen bir felsefeci, işlemsel olarak kurulamayan önermelerle uğraşmaya değmeyeceği inancına sığınarak tartışmayı bitirebilir. Ama akademinin tersine hayatta bu fiil olmadan ilerleyemeyiz, ona şekil ve ilişki atfetmeyi öğrenmemiz yerinde olur. Bu çeşitli toplumsal formasyonları oluş ile ilişkileri açısından görmeyi gerektirir. Bu açıdan ele alındığında kapitalizm, yalnızca ekonomik bir düzen değil aynı zamanda bir oluş formu, Marxın görüşüne göre ise bir deformasyondur. Bu yüzden El Yazmalarında Marx (1978), yabancılaştırılmış emek koşullarında, toplumsal ilişkilerin merkezinde olmak fiilinin yerini sahip olmak fiilinin aldığını gözlemler. Ancak, işçi için geçerli olan şey, bütün üretim tarzı için de geçerlidir. Aslında, kapitalizm toplumun tüm veçhelerinde sahip olmanın olmaya üstünlüğü değilse nedir? Kapitalizmin böylesi bir ontolojik tanımı -eğer ekonomizmin sınırları aşılacaksa- ekonomi-politiğin eleştirisinin zorunlu bir tamamlayıcısıdır; yani, zorunludur. Marksizm tüm toplumsal var olma formlarına, insanların birbirlerini sevme ve birbirlerinden nefret etme tarzlarına, ebeveynlerin çocuklarla birlikte olma tarzlarına, insanların çalışma tarzları kadar eğlenme ve kültürü kurma tarzlarına, ben-deneyiminin kurulma tarzlarına, ve zorunlu olarak, ben-deneyiminin tinde aşılma tarzlarına hitap etmezse başka nasıl ekonominin dar bir yeniden yapılandırılmasının dayattığı sınırlardan kurtulabilir?

Bu bakımdan, tinsel dönüşüm, var olmanın tüm veçhelerinin yeni bir gelişme durumuyla bütünleşmesidir. Olmanın sahip olmadan kurtulması, Komünist Manifestonun her bireyin özgür gelişmesinin bütünün özgür gelişmesinin koşulu olduğu bir beraberlik dediği, yani, dayanışma ve yabancılaşmamış emek içinde kapitalist bencillik ve mülkiyet hırsından özgürleşmedir. Dolayısıyla, tinsel dönüşüm ve sosyalist dönüşüm temelde birdir.

Özetlersek: Ontolojik soruya bir yanıt olarak tin, insanın kendini aştığında tam olarak var olduğu önermesidir. Bu Marksizmin felsefi kökleriyle bütünlük içindedir, çünkü Marxın insan kavramının çekirdeği olan emek süreci içindeki yaratıcı güç, toplumsal dönüşümü olduğu kadar ben-dönüşümünü de kapsayan bir yaratıcılıktır. Özne, nesne yapımı içinde kendisini yaratır. Ürettiğimiz sürece biz oluruz – tahakküm koşulları altındaki yabancılaştırılmış üretim vasıtasıyla değil, ama yaratıcılığın özgür gelişimi ve birlikteliği sayesinde. Dolayısıyla, var olmayla yeni ben-ilişkileri ürettikçe tin olarak kendi kendimiz oluruz.

Bu düşüncelere karşın, gerçek dünyada kendilerini tinsel olarak tanımlayan kişilerle Marksist olarak tanımlayanlar arasındaki uçurum olduğu gibi durmaktadır. Marksistler tinselliği idealist ve metafizik karakteri dolayısıyla reddetmişlerse, tinsel olarak geleneksel dine ya da Yeni Çağa eğilimli kişiler, hemen hemen birörnek tavırla sözde materyalizmini temel alarak Marksizme düşman olmuşlardır. Aslında burada, Marksist materyalizmin doğasına bağlı olarak iki karşıtlık söz konusudur. Biri, kapitalizmin dünyayı hammaddeye indirgemesinin en kötü yönlerinin bir taklitçiliğinden başka bir şey olmayan Stalinist Marksizmin materyalizmi ile tinsellik arasındadır. Stalinizmin gömülmesini pekiştirecek bir tinsel eleştiri en iyisi olurdu. Ama, daha derin, başka bir karşıtlık daha vardır. Çünkü otantik Marksizm de materyalisttir ve karakter olarak mekanik olmaktan çok, tarihsel olan bu materyalizm de tinsellikle çatışmaktadır.

Bu noktadaki gerilim, tinin cisimsiz kavramlarıyla insan etkinliğini duyumsal etkinlik olarak ele alan Marxın vurgulamaları arasındadır. Başka bir açıdan, Marx insan etkinliğinin bütün formları gibi tinselliğin de praxis, bilinçli, amaçlı, tarihsel olarak konumlanmış eylemin bakış açısından eleştirilmesini istemektedir. Tin, varoluşun gerçekleşmesidir, ama bu gökten inmez maddi dönüşüm içinde olur. Marksizm tarihsel materyalizm olması nedeniyle tinin tarihsel bir materyalizmini gerektirir. Bunun bir koşulu tinselliğin sınıf ve üretim ilişkilerinin bakış açısından görülmesidir. Bu noktada, kilisenin politikası, ya da Yeni Çağ tilmizlerinin sınıfsal konumu gibi tatsız konular da dahil olmak üzere Yeni Çağ tinselliği kadar geleneksel din tinselliği de ciddi bir teste tâbi tutulur. Bu aynı zamanda tinselliği, tahakküm ve sömürüye karşı savaşımdaki rolü açısından ele almak anlamına gelir. Son olarak bu, tin ve doğa arasındaki ilişkinin radikal bir yeniden gözden geçirilmesi anlamına gelir. Çünkü eğer tin praxisten çıkıyorsa, ve praxis doğanın bilinçli dönüştürümüyse, o zaman, doğa ve tinin birbirinden ayrılmaması gerekir. Tin soyut, boş bir uzaydan zuhur etmez; doğaya içkindir ve özgürleştirici eylem aracılığıyla serbest kalır. Bu eylem değişik arzularıyla bedenimiz dediğimiz doğa parçasına da -aslında, özel bir vurguyla- uygulanmalıdır. Bu bakış açısından, insan kendi kendinin bilincinde olan doğadır, ataerkil düzen, ırkçılık, ve sınıf tahakkümündeki yabancılaşmanın tüm değişimlerine marûz bilinçliliktir. Ve tin, maddenin belirlenmesinden ziyade maddeyle doğrudan, duyumsal karşılaşmadan zuhur eder.

Tinin tarihsel materyalizmi Marksizmin gerçekten nasıl tinsel olabileceğine ve bir Marksist toplumsal dönüşüme uygun tinselliği neyin oluşturduğuna işaret eder. Bunun modelleri bölük pörçüktür ve çelişkiyle doludur. Onlar, tahakkümün kasvetli tarihindeki ani parıltılardan, yenilmiş devrimci hareketlerden, tinsel dehaların içgörülerinden oluşur. Oysa herhangi bir gerçek tinsel yol gibi bu da zorlu ve belirsizlikle yüklü bir çalışmayı gerektirir. Her halükârda, Marksizmin potansiyellerine uygun bir tinselliğin geleneksel dinin örneğine uyacağını düşünmüyorum.

Büyük dünya dinlerinin hepsi, daha önce gözlemlenmiş olduğu gibi sınıflı topluma aittir. İster Museviliğin adalet Tanrısı ister Hıristiyanlığın sevgi Tanrısı ya da ister Budizmin şefkatli beni; özgürleşmiş varlık rüyasını yansıtırlar. Bu yüzden ruhsuz koşulların ruhudurlar. Ancak dinler buradan öteye bakar, ve düşmüş bir dünyayı cennetlerine taşırlar. Budizm dışında, dünya dinleri -özellikle Musevilikten Hıristiyanlığa oradan İslâma kadar uzanan baskın çizgide yer alanlar- ideal krallıklarında ataerkilliği yeniden üretirler. Güç Tanrıları erkektir ve en önemli temsilcileri Havva ve Meryem olan kadın figürler Baba aracılığıyla tanımlanmış olarak kalırlar, onunla ilişkileri içinde ya beyhude ayaklanırlar ya da edilgin bir biçimde boyun eğerler.

İsa figürü bu kurala en büyük istisnayı oluştururken Marksizmin tinsel potansiyelleriyle de en dolaysız ilişki içinde olan figürdür. Bu benzerlik, Marx ve Engelsin en büyük hayranlarından olduğu Reformasyonun radikal eserlerinde ve İncilin özgürleşmeyle ilgili pasajlarında perçinlenir. Bu durum, esin vericilerine Orta Amerika devrimlerinde rastlanan sayısız din adamı ve din adamı olmayan inananlarla daha ileriye götürülmüştür. Bu devrim pratiğinin düşüncesindeki refleks, Hıristiyan-Marksyen bir sentez için çalışan gerçekten birçok eser üretmiş bir hareket olan özgürleşme (liberation) teolojisiydi. Özgürleşme teolojisi bir hayli gerilemiş olmasına karşın, tutucu Papa II. John Paula, onun Marksizm ile Hıristiyanlık arasındaki bağı sürdüren yoksullara bağış düşüncesine epeyce müteşekkirdirler.

Ama bu benzerlikten ortaya çıkabilecek bir sentez olduğunu sanmıyorum. Bana göre, herhangi bir kurumsal kilise hiyerarşisi kendi devrimcileşmesine nezaret etmeyecektir. Hıristiyan radikaller, Tanrının Oğlu İsayla temelden farklı bir tinsel gerçekleşmeyi talep ederek geleneksel dinsel yapılardan kopmuş bir İsa arasında seçim yapmak zorundadırlar. Ancak Tanrının kutsal Oğlu (ya da bakir doğumun mahsulü) olmayan bir İsa büyük tinsel güçlere sahip, bütün insanlarda tinsel dönüşüm düşünü (Hıristiyanlık içindeki bir başka ataerkil kalıntıya ait olan Gökyüzü Krallığı düşünü) uyandıran yegâne insandır. Bu ikilemin baskısı altında, birçok dindar Hıristiyan, kiliseyi terk etmiştir. Ama eğer radikal dindarın önündeki seçenek buysa, tinsel eğilimli bir Marksist, kurulu dinsel alan içinde nasıl bir yol bulabilir?

Budizm ise tersine, varlığın kendisiyle dolayımsız bir karşılaşmasını araştırır. Tanrı-kurgusuna bağlı olmayan bir din olarak Budizm, tinsel eğilimli Marksistin kullanımına özellikle uygun gibi gözükmektedir. Budizm, bir illüzyon olarak değerlendirdiği beni eritir, bir duygu birliği mesajı vererek kapitalist egoizmi aşar. Ama, özellikle şiddet karşıtı hareketlerde birçok Budist politik olarak aktif bir şekilde yer almasına rağmen yakınlaştırıcı bir Budist-Marksist diyaloğu yoktur. Bunun bir sebebi, meditasyonda temellenen Budist praxisin bireysel dönüşüm üzerinde odaklanması ve toplumsal sorunlar konusundaki kararları hâkim iktidar yapısına bırakmasıdır. Pratikte Budizm, meditasyon koşulu olarak dünyadan çekilmeyi gerektirir. O tefekkür dinidir; bu şüphesiz Marxın uyardığı burjuva tefekkürü değilse de Budizm, bireyi duygu birliği ve zararsız meşguliyet yollarına yeniden yöneltmeyle kendini sınırlamış gözükmekte ve bu esas olarak gönüllü yolun bir şekilde yayılıp toplumu dönüştüreceğini ummaktadır. Bu, Budizmi, sınıf adaletsizliğinin, ataerkilliğin ya da devletin katı gerçeklerine açıkça kayıtsız kalmaya sevketme eğilimi taşımaktadır - bu kusurun Budist grupları, daha büyük toplulukların otoriter yönlerinin bazılarını yeniden üretmeye götürdüğü eklenebilir. (Ancak, farklı bir yaklaşımın ipuçları için Jones 1989a bakılabilir.)

Bu diyalog, Budizmin radikal anlayışta, yani bir bakıma voroluşumuzun gök kubbesi olan bir tür içsel sınırsız var olma dünyasının bulunduğu şeklindeki içgörüyü karşılayamadığını şimdiye dek kanıtlamış olan Marksizm tarafında da kapalıdır. Bu anlayışta varlık içimizde konuşur. Varoluşun bu yönünü anlamak için onu almaya hazır olmak gerekir. Genel olarak ele alındığında, Karl Marxdan günümüze kadar Marksistler böylesi bir alma eğilimini yüklenmek istememişlerdir. Bununla birlikte biz bu tavrı, kişinin tinsel olarak varlığın tüm olanaklarına açılmayı sağlayabilecek herhangi bir düşünsel pratiği dışta bırakacak kadar mücadele ile meşgul olduğu şeklinde rasyonelleştiriyoruz. Kanımca, Marksizm içinde tinsel gelişimin önünde duran gerçek engeli oluşturan, materyalizmin herhangi bir teorisinden daha çok bu tavırdır.

Özetle, tinin tarihsel bir materyalizmi, hem geleneksel tarihsel materyalizmin alanını hem de praxis kavrayışını genişletir. O ne dinsel inziva durumlarındaki gibi içsel dünyaya ayrıcalık tanır ne de tinsizleştirilmiş politik geleneklerde olduğu gibi onu marjinalize eder. Dışsal savaşım üzerine yapılan vurguya, oluşa açık olma ve onu almaya hazır olma boyutunu ekler. Bu alma eğilimi, etkinliğin nasıl şiddetle karıştırılmaması gerekiyorsa edilgenlikle ya da ataletle karıştırılmamalıdır. Sessizce meditasyon yapan kişi varlığa daha açık olmak için etkin olarak egosuyla savaşıyordur.

Marksizme uygun tinsellik için en iyi modeller dünya ölçeğindeki dinlerde değil, yerli halkın tinselliğinde bulunabilir. Burada, bu komünizmde, koşullar ruhsuz değildir. Örneğin, Amerikan yerlilerinin, ne kilisesi ne de papazları vardı, çünkü sınıf sistemi ya da devlete sahip değillerdi. İtaat isteyen tekil bir Baba Tanrı yükünü taşımayıp her şeyde bir tin görmüş, her şeydeki bir tür Yüce Tinle bütünleşmişlerdi. Değişim değerinin kullanım değerinden süzülüp çıktığı bir meta sistemine marûz olmadıkları için her şeyi kutsallaştırabiliyor ve her şeye varlık katabiliyor, kendilerini doğanın geri kalanı üzerinde görmüyorlardı. William Blakein (1956, 193) dediği gibi, yaşayan her şeyin Kutsal olduğunu hissettiler. Bu arada tahmin edileceği gibi uzlaşmaz bir devrimci ve zamanının standartlarına göre bir deli olan Blake, kişinin sınıflı toplumun ortasında bile bu tür bir tinsellik yaşayabileceğini gösterir. O, bize aynı zamanda tinsel realizasyonun, dinsel deneyim yanısıra, sanat ve politikanın bütünleşmesini gerektirdiğini hatırlatır. Belki, şu anda en büyük yenilgisine uğramış ve temellerine dönmeye zorlanmış Marksizm bunu da öğrenecektir.


Antonio Callari-Stephen Cullenberg-Carole
Biewenger, (der.) Marxism in The Postmodern Age, New York, Londra 1995, sayfa 42-50






“Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi”, Marx’ın en önemli eseridir. Orijinal halinde dört cilt tasarımlandığı halde, Kapital denilince ilk üç cilt akla gelir. Birinci cilt Marx’ın sağlığında 1867‘de Hamburg‘da ve Almanca olarak; ikinci ve üçüncü ciltler ise Marx’ın ölümünden sonra Engels tarafından sırasıyla 1885‘de ve 1894‘de yayımlandı. “Artık Değer Teorileri” olarak bilinen ve tamamlanmamış dördüncü cilt ise Kautsky tarafından 1905-1910 yılları arasında yayımlandı. Bu son çalışma 1954 yılında Marx-Engels-Lenin Enstitüsü tarafından ve Kautsky basımından farklı olarak yeniden yayımlanmıştır.Marx, Kapital’in birinci cildinin ilk Almanca baskısına yazdığı “en sonundaki amacı(nın) modern toplumun ekonomik hareket yasasını ortaya çıkarmak” olduğunu söylemişti. Diğer bir ifadeyle Kapital “iktisat”a ait bir çalışma olarak kaleme alınmıştır. Ama özelde Kapital, genelde Marx’ın iktisadi üzerine yazmak/konuşmak tam da bu noktada güçlükler çıkarır-özellikle yerleşik “iktisak”ın örgün/yaygın etki alanı içinde kalanlar açısından…

Demek ki vurgulanması gereken ilk nokta yerleşik “iktisat”ın mahiyeti ile Marx’ın/Marksçı iktisadın mahiyeti arasındaki farklılıkları kaba fırça vuruşlarıyla da olsa ortaya koymaktır.

1848′lerden itibaren Marx’ın yapamay çalıştığı; anlayabildiğim kadarıyla şuydu; felsefe, tarih, toplum ve iktisat düşüncesini bir potada eritmek. O günden bugüne ne kadar şiddetli eleştirilere maruz kalmış olursa olsun varlığı kabul edilmek durumunda kalınan bu yeni düşünce tarzıydı. Keza; bütün eleştirmelere rağmen onu Batı düşüncesinin/kültürünün ayrılmaz bir parçası haline getiren de bu yeni düşünme tarzıydı.

Marx’ın söyledikleri (Kapital’de ve başka çalışmalarında) birkaç önermede/öncülde sanırım toparlayabiliriz:

1) Toplumların mevcudiyetlerini korumaları ve sürdürmeleri ancak üretimle mümkündür.

2) Üretim daha başlangıcından itibaren toplumsal üretimdir; bireysel üretim tarih dışıdır.

3) Üretim bir süreçtir ve bu süreç ilişkisel niteliktedir; yani üretim sürecinde insanlar hem doğa ile hemde birbirleriyle zorunlu bir “tarz” içinde gerçekleştiği/gerçekleşeceği anlamına gelir: üretim tarz(lar)ı

4) Üretim sürecinde insanların birbirleriyle belirli ilişkilere girmeleri üretim araç ve gereçleri üzerindeki mülkiyet ve kontrol ilişkileri dolayımında gerçekleşir; böylece sınıflar, üretim sürecinde mülkiyet ve kontrol ilişkileri bağlamında ortaya çıkar.

5) Sınıflar bir kez ortaya çıktıktan sonra, tarihteki gelişmelerin ve kurumların çerçevesi sınıflar arasındaki mücadelenin şekli ile belirlenir. Ve u gelişmeleri tasvir eden açıklayan kavramlar da bu süreç içinde billurlaşırlar: kavram ya da alfa ve omega gerçekliklere değil, ancak ilişkisel gerekliklere işaret ederler.

6) Üretim araç ve gereçleri üzerindeki mülkiyet ve kontrol sadece iktisadi eşitsizliklerin kaynağı olmakla kalmaz, siyasi eşitsizliklere de yol açar.

7) Mülkiyet ve kontrol ilişkilerinin yerleşmesi ve gelişmesi ile birlikte tarih içinde artık-emek’in tahsisi ve kontrolü toplumsal sorunların temelini oluşturur.

Kapital’i Anlamak

Yukarıda kabaca çizilen çerçeve içinde Marx’da “iktisat”ın rolü, o halde, bir evredeki/aşamadaki iktisadi ilişkiler sistemini çözümlemektedir denilebilir: Söz konusu ilişkilerin nasıl ortaya çıktıkları, nasıl işledikleri nitel ve bicel yönleri ile araştırılmalıdır. Demek ki Marx’ın iktisadında kavram ve kategoriler her zaman insanlar arasındaki ilişkilere işaret ettikleri için zorunlu olarak tarihsel ve sosyolojik boyutlar taşırlar. Ne var ki bu önerme doğru olmakla birlikte, eksiktir. Çünkü aynı kavram ve kategoriler, diğer yandan fakat aynı zamanda insanlarla şeyler (ürün, mal ve meta) arasındaki ilişkilere göndermede bulunurlar. Bu, özellikle genelleştirilmiş bir meta üretim tarzı olan kapitalizm için doğrudur. Meta-meta ilişkisinin öteki yüzü, insan-insan ilişkisidir de. Bu ilişkilerin özgül mahiyetidir ki üretilmiş şeyleri ürün, mal veya meta şeklinde adlandırmayı olanaklı kılar. Kapital’in birinci cildinin birinci bölümünün başlığı (Türkçe’deki çevirileri ile) “Mallar”dır. Mallar, emek ürünleridir ama “… toplumsal özün kristalleri olarak, değerdirler (mal-değerdirler)”. Diğer bir anlatımla kapitalizmle değer basitçe büyüklük (nicelik) değil, bir toplumsal ilişkidir de (niteliksel boyut). Marx’ın Kapital’de sarf ettiği çaba da bu nitel ve nicel boyutları bir ve aynı anda, fakat aşama aşama, soyuttan somuta çözümlemeye yöneliktir … Kapital’de bunun tipik örneklerinden biri emek değerlerinden hareketle toplumsal üretim ilişkileri temelinde; hem fiyatları, hem de bölüşümü belirleme çabasıdır.

Marx’ın üç ciltlik Kapital’inde yer alan sorun ve teorileri çözümleyip değerlendirmelerde bulunmak bu kısa ve mütevazı yazının sınırlarını çok aşacaktır. Ama yayımladığı tarihten bu yana değer teorisi, artık değer teorisi, fiyatların değerlere, değerlerin fiyatlara dönüşümü teorisi, kâr oranlarının düşme eğilimi yasası, yoksullaşma teorisi vb. saldırılara, eleştirilere/değerlendirmelere uğramış/tabi tutulmuş ama yine de ayakta kalabilmiştir. Belki de bunun başlıca nedeni bir zamanlar R. Luxemburg’un dile getirdiklerinde yatmaktadır:

“… onun Kapital’i nihai ve değişmez gerçekleri içeren bir Kitab-ı Mukaddes değil fakat daha üst düzeyde inceleme, daha ileri aşamada bilim araştırması ve gerçeği bulma yönünde daha çok mücadele için tükenmez bir teşvik kaynağıdır.”

Kapital’e anlamak için bakanların görev sorumlulukları bildiğim kadarıyla her zaman büyük ve ağır olmuştur...

Prof. Dr. İşaya Üşür
Bilim ve Ütopya / Şubat 2002 / 92



Kullanıcı avatarı
DMücahit
Bağımlı Üye
Bağımlı Üye
Mesajlar: 477
Kayıt: 02 Mar 2007 [ 21:04 ]

Mesaj gönderen DMücahit »


Batı felsefesi
19. yüzyıl felsefesi



İsim: Karl Marx
Doğum tarihi: 5 Mayıs 1818, Trier, Almanya

Ölüm tarihi: 14 Mart 1883, Almanya, Londra, İngiltere

Okul/gelenek: Marksizm kurucusu

İlgilendikleri: Politika, iktisat bilimi, sınıf mücadelesi

Etkilendikleri: Kant, Hegel, Feuerbach, Stirner, Smith, Ricardo, Rousseau, Goethe, Fourier

Etkiledikleri: Luxemburg, Lenin, Stalin, Trotsky, GramsciMao, Guevara, Sartre, Debord, Frankfurt okulu, Negri

Karl Heinrich Marx (okunuşu: Karl Haynrih Marks) (5 Mayıs 1818 Trier - 14 Mart 1883 Londra), Alman filozof, devrimci, ekonomist ve siyasetçidir. Üniversitede okuduğu dönemlerde ünlü Alman düşünür Hegel'den etkilenmiştir ve genç Hegelciler akımının içinde yer almıştır. Öğrencisi olduğu Hegelci öğretiyi keskin bir eleştiri süzgecinden geçirmiştir. Diyalektik yöntemin yaratıcısı sayılabilecek Hegel'in diyalektik yöntemi kullanış biçimini eleştirmiştir. Marx'a göre Hegel'in öğretisi başaşağı duruyordu. Çünkü Hegel'in öğretisinin temelinde idealizm vardı ve bu yüzden tez-antitez-sentez sarmalında bilinç asıl öğe idi. Dr. Karl Marx ise maddenin bilinci belirlediğini ileri sürdüğünden, sarmalın ilk aşamasında maddenin varolması gerektiğini, maddenin bilinci ortaya çıkardığını savunuyordu. Hegel'in öğretisine materyalist bir eleştiri getirerek Diyalektik Materyalizm gibi bir kavramın ortaya çıkmasında etkin bir rol oynadı. Felsefede, Diyalektik Materyalizm akımının, ekonomik-siyasi-felsefi bir sistem olarak da komünizmin teorisyenlerindendir.
Marx'ın düşüncesinin temelini klasik Alman felsefesi, Fransız sosyalist akımı ve İngiltere'nin ekonomi-politiği oluşturmaktadır. Artı-değer teorisi ile kapitalizmin sömürü sistemini bir belirsizlikten kurtarmış; kapitalizmin eleştirisine bir bilimsellik kazandırmıştır. Bu nedenle bilimsel sosyalizmin kurucuları arasında sayılır.
En yakın yoldaşı Engels ile birlikte ekonomi, felsefe ve siyaset alanında pek çok eser vermiş ve neredeyse bütün Avrupa'da ve Amerika'da, Alman, Fransız, Hollandalı, Belçikalı, Rus, Amerikalı, İngiliz devrimcilerle örgütlenme çalışmasında bulunmuştur. Türkçeye tamamı çevrilmemiş olmakla birlikte, Engels ile birlikte kaleme aldıkları bütün eserlerinin (Marx-Engels Werke) İngilizce baskısı 50 kalın cilt tutar.
Eserleri [değiştir]
• El yazmaları (1844)
• Kutsal Aile (1845)
• Feuerbach Üzerine Tezler ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu (1845)
• Alman İdeolojisi (1845-1846)
• Felsefenin Sefaleti (1847)
• Komünist Manifesto (1847-1848)
• Ücretli Emek ve Sermaye (1848-1849)
• Fransa'da Sınıf Savaşımları (1850)
• Louis Bonaparte'in 18 Brumaire'i (1852)
• Grundrisse (1857-1858) (Marx'ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı ve daha sonra Kapital'i oluşturacak ön çalışmalarını ve taslak notlarını içeren defterlerinden oluşan bu eser ilk kez 1939 yılında yayımlanmıştır)
• Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859)
• Artı-Değer Teorileri (1862-1863) (Yine Marx'ın el yazmalarından oluşan ve Kapital'in dördüncü cildi diyebileceğimiz bu eser 1905-1910 yıllarında Kautsky tarafından yayımlanmıştır)
• Das Kapital I. cilt (1867) (ikinci cilt 1885'te ve üçüncü cilt 1894'de Marx'ın taslaklarına uygun olarak onun ölümünden sonra Engels tarafından düzenlenerek yayımlanmıştır)
• Fransa'da İç Savaş (1871)
• Gotha Programının Eleştirisi (1875)


KARL MARK'IN SINIFSIZ TOPLUM MODELİ NEDİR?
Peki, Yazıcıoğlu'nun söylemiyle gündeme gelen ünlü filozof Karl Mark kimdir?
Karl Marx 5 Mayıs 1818'de Trier'de (Almanya) doğdu. Bonn ve Berlin üniversitelerinde hukuk, tarih ve felsefe eğitimi gördü.Marx, insanlık tarihinin gelişme yasasını keşfetti ve toplumsal gelişmenin maddi nedenlerini açıkladı. Marx'ın düşünceleri, kendinden önceki teorilerden, toplumsal düşüncelerden kopuk olarak oluşmamıştır. Marx, insanlığın toplumsal yaşamı ve doğayı tanımadaki bütün kazanımlarını, geçmiş tarihin doğru ve ileri olan her şeyi özümlemiştir.
Bu nedenledir ki, Marxizm, toplumsal düşüncenin bütün kazanımlarını sahiplenir, çıkış noktası olarak alır; Marx, düşünce oluşumunun temelinde Alman felsefesi, İngiliz ekonomisi ve Fransız sosyalizmi vardır. Ne var ki, insanlık tarihinin ilerici kazanımları tek başına bütünselliği olan bir dünya görüşünü oluşturmuyordu. Gerekli olan, tarihin yeni bir yorumuydu; gerekli olan, emekçi yığınların; halk kitlelerinin, toplumsal sınıfların ve de şahsiyetlerin tarihteki rollerinin ve gelişme süreçlerinin incelenmesiydi.
Yeni bir dünya görüşünün, proleter dünya görüşünün doğması. Marx bunu yaptı. İşte yeni olan, devrimci olan, dünyayı değiştiren buydu. Marx, dünyayı değiştirecek olan sınıfın dünya görüşünü ortaya koymuştu. Bunun içindir ki;Marx demek sosyalizmin ütopyadan çıkarak bilim olarak gelişmesi demektir. Marx demek, komünizmin kapitalizm üzerine kaçınılmaz zaferinin teorik olarak temellendirilmesi demektir.
Toplumun gelişme yasasını keşfeden ve bilimsel olarak açıklayan Marx, böylelikle işçi sınıfına, emekçilere sömürüden, baskıdan nasıl kurtulacaklarının, sınıfsız topluma nasıl ulaşacaklarının yolunu gösterdi. Marx'ın bakış acısıyla bilim, devrimci mücadelede itici bir güçtü, dürtüydü. Kapitalist sistemin yıkılması, sosyalizmin zaferi için devrimci mücadele, işçi hareketinin örgütlenmesini teşvik etmek Marx'ın yaşamını oluşturmuştur. Marx demek, uluslararası işçi ve komünist hareketin doğması ve örgütlenmesi demektir.
Marx demek, sosyalist düşünceyle donanmış devrimci partilerin doğması ve gelişmesi demektir.
Marx, düşüncelerini ve teorilerini yanlış düşünceler ve teorilere karşı mücadele içinde geliştirmiştir. Bu anlamda Marx'ın teorileri toplumsal yaşamın, sınıf mücadelesinin aynasıdır. Marx'ın hem I. Enternasyonal çerçevesinde hem de Alman işçi hareketinde reformizme, oportünizme, maceracılığa, anarşizme, her türlü doğmaya karşı mücadelesi bunun böyle olduğunu göstermektedir.
(Karl Marx 5 Mayıs 1818 - 14 Mart 1883)


FRİEDRİCH ENGELS
KARL MARKS

İLKİN sosyalizme ve, sonra da, tüm çağdaş işçi hareketine bilimsel bir temel vermiş bulunan adam, Karl Marx, 1818'de Treves'de doğdu. Önce Bonn ve Berlin'de hukuk okudu, ama az sonra kendini yalnızca felsefe tarihi irdelemesine verdi ve, 1842'de, Friedrich Wilhelm III'ün ölümünden sonra ortaya çıkan siyasal hareket onu bir başka yaşama yönelttiği zaman da, felsefe öğretim görevlisi atanmak üzere bulunuyordu. Onun katkısı ile, Renanya liberal burjuvazi önderleri, Camphausen, Hansemann ve öbürleri, Kolonya'da Rheinische Zeitung'u[48] kurmuşlardı ve Renanya Eyalet Meclisi oturumları üzerindeki eleştirisi çok büyük bir yankı uyandıran Marx, 1842 güzünde bu gazetenin yönetmenliğine getirilmişti. Doğal olarak, Rheinisch Zeitung sansürden geçiyordu, ama sansür hiçbir zaman bu gazeteyi (sayfa 94) alt edemedi.[1*] Rheinische Zeitung, gerekli saydığı makaleleri hemen her zaman sansürden geçirtmeyi başarıyordu, direncinin kendiliğinden kırılmasına, ya da gazetenin ertesi gün çıkarılamayacağı tehdidi ile pes etme zorunda kalmasına değin, sansürcünün önüne çizilip çıkarılacak ıvır zıvır yazılar konuluyordu. Rheinische Zeitung denli yürekli, ve yayıncıları ek kurşun masrafı olarak birkaç yüz taler harcamaya hazır on gazete olsaydı, sansür, daha 1843'te, Almanya'da olanaksız kılınırdı. Ama Alman gazetelerinin sahipleri çapsız, korkak hamkafalardı, ve Rheinische Zeitung savaşı tek başına yürüttü. Onun yüzünden, birçok sansürcü görevinden alındı. Sonunda gazeteye ikili bir sansür yüklendi: ilk sansürden sonra, gazete bir kez de Regierungspräsident'in[2*] kesin sansüründen geçiyordu. Ama bütün bunlar hiçbir şeye yaramıyordu. Bundan ötürü, 1843 başlarında, hükümet bu gazete ile yapacak hiçbir şeyi olmadığını bildirdi ve işi uzatmadan onu yasakladı.
Bu arada, geleceğin gerici bakanı Von Westphalen'in kız kardeşi ile evlenmiş bulunan Marx, Paris'e yerleşti ve orada, A. Ruge ile birlikte, sosyalist yazıları dizisini, Hegelci Hukuk Felse/esinin Eleştirisi ile içinde başlattığı Fransız-Alman Yıllıkları'nı[50] yayımladı. Sonra, F .Engels ile birlikte, o çağ Alman felsefesi ideolojisinin bürünmüş bulunduğu son biçimlerden birinin taşlayıcı eleştirisi olan Kutsal Aile, Bruno Bauer ve Hempalarına Karşı adlı yapıtı yayımladı.
Ekonomi politik ve büyük Fransız Devrimi tarihi irdelemesi, zaman zaman Prusya hükümetine saldırmak için, Marx'a henüz zaman bırakıyordu. Prusya hükümeti, 1845 ilkyazında, Guizot hükümetinin onu Fransa'dan çıkkarmasını sağlayarak -bu işe aracılık edenin Alexandre von Humboldt olduğu söyleniyor- bunun öcünü aldı.[51] Marks Brüksel'e yerleşti ve orada, Fransızca olarak, 1847'de, Prudon'un Sefaletin Felsefesi'nin bir eleştirisi olan Felsefenin Sefaleti (sayfa 95) ile, 1848'de Özgür Değişim Üzerine Bir Konuşma'yı yayımladı. Aynı zamanda, Brüksel'de bir Alman İşçi Derneği[52] kurma fırsatını buldu ve böylece pratik ajitasyon yapmaya da başladı. Siyasal dostları ile birlikte, 1847'de, uzun yıllardan beri varlığını sürdüren gizli bir dernek olan Komünistler Birliği'ne (Liga) girdiği andan sonra, bu pratik ajitasyon onun için daha da önemli bir duruma. geldi. Marx girdikten sonra, bu kuruluş dipten doruğa değişti. O güne değin azçok gizli bir kuruluş olan dernek, yalnızca ancak başka türlü yapamayacağı zaman gizli bir kuruluş olarak kalan olağan bir komünist propaganda örgütü durumuna geldi; Alman Sosyal-Demokrat Partisinin ilk örgütü oldu bu dernek. Birlik (Liga) , Alman işçi derneklerinin bulunduğu her yerde var oldu; İngiltere, Belçika, Fransa ve İsviçre'deki hemen bütün işçi derneklerinde olduğu gibi, Almanya'daki birçok işçi derneğinde de, yöneticiler Birlik üyeleri idiler, ve bu birliğin doğmakta olan Alman işçi hareketine katkısı o zaman çok büyük oldu. Ama Birliğimiz, aynı zamanda tüm işçi hareketinin uluslararası niteliğini belirtmekte ve bu niteliği pratik içinde tanıtlamakta da birinci oldu; çünkü üyeleri arasında İngilizler, Belçikalılar, Macarlar, Polonyalılar, vb. bulunuyordu ve, özellikle Londra'da, uluslararası işçi toplantıları düzenledi.
Birliğin dönüşümü 1847'de toplanan, ve ikincisi parti ilkelerini Marx ve Engels'in yazmakla görevlendirildikleri bir bildirgede derleyip yayınlamayı kararlaştıran iki kongrede gerçekleşti. İlk kez olarak 1848'de, Şubat devriminden az önce yayınlanan ve o zamandan beri hemen tüm Avrupa dillerine çevrilmiş bulunan Komünist Parti Manifestosu işte böyle doğdu.
Marx'ın katkıda bulunduğu ve yurdunun polis rejiminin nimetlerini acımasızca sergilediği Deutsche-Brüsseler-Zeitung,[53] Prusya hükümetinin, Marx'ın Belçika'dan da kovulması yolunda girişimde bulunmasına neden oldu, ama boşuna. Ama Şubat devrimi, Brüksel'de de halk hareketine yol açtığı ve Belçika'da bir rejim değişikliği eli kulağında gibi göründüğü zaman, Belçika hükümeti, Marx'ı hemen tutukladı ve Belçika'dan kovdu. Bu arada, Fransa geçici (sayfa 96) hükümeti onu Flocon aracıyla Paris'e geri dönmeye çağırmıştı, ve Marx da bu çağrıya uydu.
Paris'te, Marx her şeyden önce, Almanlar arasında yayılan ve Almanya'ya devrim yapmaya ve cumhuriyeti kurmaya gitmek için Alman işçilerini Fransa'da silahlı birlikler biçiminde örgütlemek istemeye dayanan kuru-sıkı palavraya karşı koydu. Bir yandan, kendi devrimini yapmak, Almanya'nın kendi işiydi; öte yandan, Fransa'da kurulan her yabancı devrimci birlik, Belçika'da ve Bade büyük dükalığında da olduğu gibi, geçici hükümetin, onu devrilmesi gereken hükümete ihbar eden Lamartin'leri tarafından önceden ele verilmiş bulunuyordu.
Mart devriminden sonra, Marx, 1 Ocak 1848'den 19 Haziran 1849'a değin yayınlanan Neue Rheinische Zeitung'u kurduğu Kolonya'ya gitti. Bu gazete, o zamanki demokratik hareket içinde, özellikle Paris'teki 1848 Haziran ayaklanıcılarının yanında çekincesiz yer alarak,[54] proletaryanın görüşünü savunan tek gazete idi, bu da ona hemen bütün hisse sahiplerini yitirtti. Kreuz-Zeitung,[55] kral ve imparatorluk naibinden jandarmaya değin, kutsal olan her şeye, Neue Rheinische Zeitung'un saldırırken gösterdiği "iğrenç utanmazlık"ı, hem de o sıralarda 8.000 kişilik bir garnizonu bulunan müstahkem bir Prusya kentinde, boşuna sözkonusu etti. Renanya'nın, birdenbire gerici kesilen liberal hamkafaları boşuna bağırıp çağırdılar; 1848 güzünde Kolonya'da ilan edilen sıkıyönetim gazeteyi uzun süre boşuna yasakladı; Reich'ın Frankfurt'taki adalet bakanı, adli kovuşturma açılması için, her makaleden sonra Kolonya savcısına boşuna ihbarda bulundu, gazete bütün bunlann karşısında tam bir dinginlik içinde yazılıp basılmaya devam etti, ve hükümet ile burjuvazinin saldırıları ne denli zorlulaştı ise, gazetenin yaygınlık ve ünü de o denli arttı. Kasım 1848'de Prusya hükümet darbesi patlak verdiği zaman, Neue Rheinische Zeitung, her sayının başında bir çağrı ile, halkı vergi ödememeye ve zora karşı zorla karşılık vermeye çağırdı. Bu çağrı ve bir başka makale yüzünden, gazete 1849 ilkyazında, onu iki kez aklayan yargıcı kurul üyeleri karşısına çıkarıldı. Ensonu, Mayıs 1849 ayaklanmaları Dresden ve Renanya'da bastırılınca,[56] ve Palatinat ile Bade (sayfa 97) büyük dükalığı ayaklanmasına karşı, Prusya, büyük birliklerin katıldıkları bir kampanyaya girişince, hükümet kendini zora başvuracak denli güçlü gördü ve Neue Rheinische Zeitung'u yasakladı. Kırmızı mürekkeple basılan son sayı, 19 Mayıs günü yayımlandı.
Marx yeniden Paris'e gitti, ama 13 Haziran 1849 gösterisinden[57] daha birkaç hafta sonra, Fransız hükümeti tarafından, ya Bretagne'da oturmak, ya da Fransa'dan çıkıp gitmek seçeneği ile karşı karşıya bırakıldı. İkinci seçeneği benimsedi ve o zamandan beri oturduğu Londra'ya yerleşti.
1850'de Neue Rheinische Zeitung'un yayınını (Hamburg'da)[58] dergi biçimi altında sürdürmeye girişildi, ama gericilik gitgide güçlendiğinden, bir zaman sonra bu işten vazgeçmek gerekti. Fransa'da 1851 Aralık hükümet darbesinden hemen sonra, Marx, Louis Bonaparte'ın 18 'Brumaire'i'ni yayınladı (New York 1852, 2. baskı, Hamburg 1869, savaştan az önce yayımlandı) .1853'te, (ilkin Bale, daha sonra Boston, şu son günlerde de Leipzig'de yayımlanan) Kolonya Komünistlerinin Duruşması Üzerine Açıklamalar'ını yazdı.
Kolonya Komünistler Birliği[59] üyelerinin hüküm giymesinden sonra, Marx artık siyasal ajitasyonla uğraşmadı ve kendini, bir yandan, on yıl boyunca, ekonomi politik konusunda British Museum kitaplığında bulunan zengin hazinelerin irdelenmesine ve öte yandan, Amerikan İç Savaşının[60] başına değin ondan yalnızca imzalı mektuplar değil, ama Avrupa ve Asya'daki durum üzerine birçok başyazı da yayımlayan New York Tribune[61] gazetesine yazdığı yazılara verdi. Lord Palmerston'a karşı, resmi İngiliz belgelerinin derinleştirilmiş irdelemesine dayanan saldırıları, yergi yazıları biçimi altında, Londra'da üstüste basıldı.
Uzun yıllar süren iktisadi irdelemelerinin ilk meyvesi, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, 1859'da (Berlin, Duncker) yayınlanan birinci fasikül oldu. Bu yapıt, Marx'ın değer teorisinin ilk sistematik açıklaması ile, onun para teorisini içerir. İtalya savaşı[62] sırasında, Marx, Londra'da yayımlanan Alman Das Volk[63] gazetesinde, kendine liberal süsler veren ve ezilmiş milliyetlerin kurtarıcısı rolü oynayan bonapartizm ile, yansızlık örtüsü altında bulanık suda balık (sayfa 98) avlamaya çalışan o zamanki Prusya siyaseti savaştı. Bu vesileyle, o sıralarda Louis-Napoléon'un hizmetinde olan ve, prens Napoléon'un (Plon-Plon) yönergeleri üzerine, Almanya'nın ikinci imparatorluk karşısındaki yansızlığı, hatta yakınlığı için ajitasyon yapan Herr Karl Vogt'a saldırma zorunda da kaldı. Vogt'un kendisine karşı üstüste yığdığı en alçakça ve bile bile uydurulmuş karaçalmaları, Marx, düzmece demokratlar emperyalist çetesi Vogt'ları ve hempalarının maskelerini çıkardığı, ve dolaysız ve dolaylı kanıtlar aracıyla, Vogt'un ikinci imparatorluk tarafından satın alınmış bulunduğunu gösterdiği bir yapıt olan Herr Vogt (Londra 1860) ile yanıtladı. Vogt'un ikinci imparatorluk tarafından gerçekten satın alınmış bulunduğu da, on yıl sonra ortaya çıktı; Bonaparte'dan para alanların 1879'te, Tuileries'de[64] bulunan ve Eylül hükümeti[65] tarafından yayınlanan listesinde, V harfinde şöyle yazıyordu: "Vogt - 1859 Ağustosunda... 40.000 Frank."
Ensonu, 1867'de, Hamburg'da, Marx'ın, iktisadi ve sosyalist düşüncelerinin temellerini ve, güncel toplum, kapitalist üretim biçimi ve bu üretim biçiminin sonuçları üzerindeki eleştirisinin ana çizgilerini sergileyen baş yapıt olan Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi'nin 1. cildi yayımlandı. Çağ açan bu kitabın ikinci baskısı 1872'de yapıldı. Yazar şu anda ikinci cildin hazırlanmasi ile uğraşıyor .
Bu sırada, işçi hareketi birçok Avrupa ülkesinde öyle bir güç kazanmıştı ki, Marx uzun zamandan beri beslediği bir isteği gerçekleştirmeyi düşünebildi: Avrupa ve Amerika'nın en gelişmiş ülkelerini toplayan bir işçi birliğinin, işçilerin kendi gözlerinde olduğu gibi, burjuvaların ve hükümetlerin gözlerinde de, sosyalist hareketin uluslararası niteliğini, deyim yerindeyse, cisimleştirecek ve böylece düşmanlarını korkuturken proletaryayı da yüreklendirecek ve güçlendirecek bir işçi birliğinin kurulması. 28 Eylül 1864 günü, yeni bir ayaklanmanın Rusya tarafında sert biçimde bastırılmış bulunduğu Polonya yararına, Londra Saint-Martin's Hall'de yapılmış bulunan bir halk toplantısı, sorunu, coşku ile karşılanan sunma olanağını sağladı. Uluslararası Emekçiler Derneği kurulmuştu, merkezi Londra'da olan geçici bir Genel Konsey, toplantı tarafından seçildi, (sayfa 99) ve bu Genel Konsey ile La Haye Kongresine5 değin bunu izleyen Genel Konseylerin temel direği de, Marx'ın kendisi oldu. 1864 Kuruluş çağrısı'ndan 1871 'deki Fransa'da İç Savaş Üzerine Çağrı'ya değin, Enternasyonal Genel Konseyi tarafından yayınlanan hemen bütün belgeleri Marx yazdı. Marx'ın Enternasyonal içindeki bütün etkinliğini betimlemek, A vrupa işçilerinin anısında hâlâ yaşayan bu derneğin tarihini yazmak olurdu.
Paris Komününün yıkılışı, Enternasyonali çok güç bir durum içine soktu. Her türlü başarılı pratik eylem olanağı her yerde elinden alındığı sırada, Enternasyonal, Avrupa tarihinin birinci planına çıkarılmıştı. Onu yedinci büyük güç düzeyine çıkarmış bulunan olaylar, onu aynı zamanda cezası kaçınılmaz bir yenilgi ya da işçi hareketinin on yıllar boyunca geriye püskürtülmesi olacak olan davranışlardan, savaşkan güçlerini seferber edip, onları eyleme geçirmekten alıkoyuyorlardı. Ayrıca, çeşitli yanlardan, Enternasyonalin gerçek durumunu anlamaksızın ya da hesaba katmaksızın, Derneğin böyle apansız artan ününü, kişisel sivrilme isteği ya da salt özenti erekleriyle sömürmeye çalışan unsurlar hep kendilerini ileri sürüyorlardı. Kahramanca bir karar almak gerekiyordu, La Haye Kongresinde bu kararı alan ve ona yengi kazandıran gene Marx oldu. Görkemli bir kararla, Enternasyonal, bu dargörüşlü ve karanlık unsurların merkezini oluşturan bakunincilerin entrikalarından dolayı her türlü sorumluluğu üzerinden attı; sonra, genel gericilik karşısında, kendisi için saptanmış bulunan en yüksek dileklerin karşılanmasının, ve tam etkinliğini işçi hareketinin ister istemez iflahını kesecek bir dizi özveriden başka türlü ayakta tutmanın olanaksızlığını gözönünde tutarak, -bu durum dolayısıyla- Enternasyonal, Genel Konseyini Amerika'ya taşıyarak, sahneden geçici olarak çekildi. Sonradan olanlar, o zaman ve o zamandan beri sık sık eleştirilen bu kararın ne denli doğru olduğunu gösterdi. Bir yandan, Enternasyonal adına her türlü gereksiz silahlı ayaklanma girişimine son veriliyordu; öte yandan, çeşitli ülkeler sosyalist işçi partileri arasındaki sıkı ilişkilerin devamı da, bütün ülkeler proletaryasının, (sayfa 100) Enternasyonal tarafından uyandırılmış bulunan çıkar ortaklığı ve dayanışma bilincinin, bağları şimdilik bir zincir durumuna dönüşmüş bulunan uluslararası bir dernek biçiminde varolmaksızın da kendini kabul ettirmesini bildiğini tanıtladı.
La Haye Kongresinden sonra, teorik çalışmalarına yeniden başlamak için gerekli dinginlik ve zamanı, Marx, ensonu yeniden buldu. Umalım ki Kapital'in ikinci cildini daha çok gecikmeksizin baskıya verebilsin.
Marx'ın bilimler tarihine adını yazdığı birçok ve önemli bulgular arasında, biz burada ancak ikisini belirtebiliriz.
Birincisi, genel dünya tarihi anlayışında onun tarafından gerçekleştirilen devrimdir. Ondan önceki tüm tarih anlayışı, bütün tarihsel değişikliklerin son nedenlerinin, insanların değişken fikirlerinde aranması gerektiği ve, bütün tarihsel değişiklikler içinde en önemli olanların, tüm tarihi egemenlikleri altına alan değişikliklerin, siyasal değişiklikler oldukları fikrine dayanıyordu. Ama fikirlerin insanlara nereden geldikleri ve siyasal değişikliklerin belirleyici nedenlerinin neler oldukları hiç sorulmuyordu. Yalnız, yeni Fransız tarihçileri ile, kısmen de yeni İngiliz tarihçileri okulu, hiç değilse ortaçağdan bu yana, Avrupa tarihindeki itici gücün, gelişme yolundaki burjuvazi ile feodalite arasındaki toplumsal ve siyasal egemenlik savaşımı olduğu kanısına değin gelmiş bulunuyordu. Oysa Marx, günümüze değin, tüm tarihin bir sınıf savaşımları tarihi olduğunu, basit ve karmaşık bütün siyasal savaşımlarda, toplumsal sınıfların toplumsal ve siyasal egemenliğinden başka, eski sınıflar için bu egemenliğin korunup sürdürülmesi ve yükselen sınıflar için ise iktidarın fethinden başka bir şeyin sözkonusu olmadığını tanıtladı. Ama bu sınıflar nasıl doğuyor ve varlıklarını nasıl sürdürüyorlar? Her zaman toplumun belli bir anda yaşamı için zorunlu olan şeyleri içlerinde ürettiği ve değişime soktuğu maddi, elle tutulur koşullar gereğince. Ortaçağın feodal egemenliği, gereksinme duyduğu hemen her şeyi üreten, değişim nedir hemen hemen bilmeyen ve yabancı ülkelere karşı, onlara ulusal, ya da hiç değilse siyasal bir bağlılık veren savaşçı soyluluk tarafından korunan, kendi kendine yeterli küçük köylü (sayfa 101) topluluklan ekonomisine dayanıyordu. Kentler büyüyüp ayrı bir zanaatsal sanayi ile, ilkin salt ulusal, sonra uluslararası bir ticaret oluşunca, kentsel burjuvazi gelişti ve, soyluluğa karşı savaşımında, ayrıcalıklı toplumsal sınıf olarak feodal rejim içindeki yerini .kazandı. Ama, 15. yüzyıl ortalarında başlayarak, yeni kıtaların bulunması, burjuvaziye ticari etkinliğini yayma olanakları ve sanayi için yeni bir alan sağladı. Tezgah, en önemli etkinlik kollarında, yerini manüfaktüre bıraktı, manüfaktürün yerine de, sırası gelince, son yüzyılın buluşlarından, özellikle buhar makinesinin bulunmasından sonra olanaklı duruma gelen büyük sanayi sayesinde, fabrika geçti. Bu sonuncu da, geri kalmış ülkelerde eski elle çalışmanın yerine geçerek, daha gelişmiş ülkelerde güncel ve yeni iletişim araçlarını, buhar makinelerini, demiryollarını ve elektrikli telgrafı yaratarak, ticareti etkiledi. Böylece burjuvazi, soyluluk ve soyluluğa dayanan krallık elinde bulunan siyasal iktidardan daha uzun zaman uzakta kalırken, elleri arasında gitgide daha çok zenginlik ve toplumsal güç topluyordu. Ama belli bir gelişme derecesinde -örneğin Fransa'da, Büyük Devrimden sonra- burjuvazi siyasal iktidarı da fethetti ve bu kez proletarya ve küçük köylüler karşısında yönetici sınıf durumuna geldi. Eğer her an toplumun, tarih uzmanlarımızın hiç mi hiç bilmedikleri iktisadi durumu üzerine yeterli bir bilgi sahibi olunursa, bütün tarihsel olaylar bu açıdan en kolay biçimde açıklanır. Bunun gibi, her tarihsel dönemin kavram ve fikirleri de, bu dönemin iktisadi yaşam koşulları ve bunlara bağlı toplumsal ve siyasal ilişkiler aracıyla en kolay biçimde açıklanırlar. İlk kez olarak tarih, kendi gerçek alanı üzerine konmuş bulunuyordu. İnsanların, her şeyden önce, yemeleri, içmeleri, barınmaları ve giyinmeleri, yani iktidar için savaşabilmelerinden, siyaset, din ve felsefe ile uğraşabilmelerinden önce çalışmaları gerektiği yolundaki elle tutulur, ama o zamana değin tamamen savsaklanmış bulunan gerçek, bu gözle görülür gerçek, ensonu tarihte yeralma hakkını elde ediyordu.
Sosyalist fikir bakımından, bu yeni tarih anlayışı son derece önemliydi. O zamana değin tüm tarihin sınıf karşıtlıkları ve sınıf savaşımları içinde devindiğini, her zaman (sayfa 102) yöneten ve yönetilen, sömürücü ve sömürülen sınıflar olduğunu, ve insanların büyük çoğunluğunun her zaman ağır bir çalışma ile azıcık bir yaşama sevincine yargılı bulunduğunu tanıtlıyordu bu yeni anlayış. Peki neden? Şundan ki, insanlığın gelişmesinin daha önceki bütün evrelerinde üretim henüz o denli güçsüzdü ki, tarihsel gelişme ancak bu karşıt biçim altında kendini gösterebilirdi; tarihsel ilerleme gerçekte küçük bir ayrıcalıklı azınlığın etkinliğine ayrılmıştı, oysa büyük yığın, küçük bir ayncalıklı azınlığın geçim araçları durmadan artarken, kendi çerden çöpten geçim araçlarını kendi emeğiyle kazanmaya yargılanmış kalıyordu. Ama, o zamana değin yalnızca insanlann kötülüğü ile açıklanabilir bir şey olan varolan sınıf egemenliğini doğal ve akla-uygun bir biçimde açıklayan bu tarih irdelemesi, üretici güçler tarafından bugün erişilmiş bulunan o şaşırtıcı gelişmeyi gözönünde tutarak, insanlan yöneten ve yönetilen, sömürücü ve sömürülen olarak bölmek için, hiç değilse en ileri ülkelerde, artık hiçbir bahane kalmadığı; iktidardaki büyük burjuvazinin kendi tarihsel görevini tamamladığı, artık yalnızca toplumu yönetmeye yetenekli olmamakla kalmadığı, ama ticari bunalımların, ve en başta son büyük çöküntünün,47 ve sanayiin bütün ülkelerdeki durgunluğunun da gösterdiği gibi, üretimin gelişmesine bir engel durumuna da gelmiş bulunduğu; tarihsel yönetimin proletaryaya, kendi toplumsal durumu gereği, kendini ancak her türlü sınıf egemenliğini, her türlü bağımlılığı ve genel olarak her türlü sömürüyü ortadan kaldırarak kurtarabilecek olan sınıfa geçtiği; burjuvazinin elinden kaçan toplumsal üretici güçlerin, toplumun bütün üyelerinin yalnızca üretime değil, ama toplumsal zenginliklerin dağıtım ve yönetimine de katılmalarını sağlayacak, ve tüm üretimin akla-uygun işletilmesi sayesinde, toplumsal üretici güçleri ve onların ürünlerini, herkesin butün akla-uygun gereksinmelerinin karşılanmasını durmadan artan ölçüler içersinde sağlayacak biçimde artıracak bir rejimin kurulması için, birleşik proletarya tarafından ele geçirilecekleri andan başka bir şey beklemedikleri kanısına da götürür .
Karl Marx'ın ikinci önemli bulgusu, sermaye ile emek ilişkilerinin ensonu yapılmış bulunan açıklaması, bir başka (sayfa 103) deyişle, işçinin kapitalist tarafından, bugünkü güncel toplumda, varolan kapitalist üretim biçimi içinde sömürülmesinin gerçekleşme biçiminin tanıtlanmasıdır. Ekonomi politiğin, tüm zenginlik ve tüm değerin tek kaynağının emek olduğunu ortaya koymasından bu yana, nasıl olup da ücretlinin kendi emeği ile üretilen tüm değeri almadığı ve bunun .bir parçasını kapitaliste bırakması gerektiği zorunlu olarak sorulacaktı. Marx'ın, çözümü ile birlikte ortaya çıktığı zamana değin, burjuva iktisatçılar ile sosyalistler, bu soruya geçerli bir bilimsel yanıt vermek için boşuna çabaladılar. Bu çözüm şuydu: Bugünkü kapitalist üretim biçimi, iki toplumsal sınıfın varoluşunu içerir: bir yanda, üretim ve geçim araçlarını ellerinde tutan kapitalistler sınıfı; öte yanda ise, her türlü mülkten dıştalanmış, bir tek metadan: kendi emek-güçlerinden başka satacak hiçbir şeyi olmayan, dolayısıyla, geçim araçları elde etmek için bu emek-gücünü satma zorunda olan proleter sınıf. Ama bir metaın değeri, onun üretimi ve yeniden-üretimi için toplumsal bakımdan gerekli-emek miktarı ile belirlenir; öyleyse, ortalama bir insanın bir günlük, bir aylık, bir yıllık emek-gücü değeri, bu emek-gücünün bir gün, bir ay, bir yıl boyunca bakımı için gerekli ürünler miktarı içinde bulunan emek miktarı ile belirlenir. Bir işçiye bir gün için gerekli ürünlerin üretimleri için altı saatlik çalışma gerektirdiklerini, ya da, bir başka deyişle, bu ürünler içinde bulunan emeğin, altı saatlik bir emek miktarını temsil ettiğini kabul edelim. Bu durumda, bir günlük emek-gücü değeri, kendini gene altı saatlik çalışma gerektiren para tutarı ile dışa vuracaktır. Gene kabul edelim ki, işçimizi çalıştıran kapitalist ona bu tutarı, yani onun emek-gücünün tam değerini ödesin. Eğer işçi kapitalist için günde altı saat çalışırsa, kapitaliste harcamalarını tamamen geri vermiş olur: altı saatlik emek için altı saatlik çalışma. Ama o zaman da kapitaliste hiçbir şey kalmazdı. Bundan ötürü, kapitalist başka türlü düşünür: Ben, der, bu işçinin emek-gücünü altı saat için değil, ama bütün bir gün için satın aldım. Bunun sonucu, işçiyi, koşullara göre, 8, 10, 12, 14 saat, hatta daha da çok çalıştırır, öyle ki, yedinci, sekizinci ve daha sonraki saatlerin ürünü, ödenmemiş bir çalışmanın ürünüdür ve (sayfa 104) kapitalistin cebine gider. Böylece kapitalistin hizmetindeki işçi, yalnızca kapitalist tarafından ödenen kendi emek-gücü değerini yeniden üretmekle kalmaz, ama kapitalistin ilkin kendine maletmekle başladığı ve, sonradan, belirli iktisadi yasalar gereğince, tüm kapitalist sınıf üzerine dağılan ve toprak rantının, kârın, kapitalist birikimin, kısacası aylak sınıflar tarafından tüketilen ya da biriktirilen bütün zenginliklerin çıktığı başlıca kaynağı oluşturan artı-değeri de üretir. Ama, bugünkü kapitalistler tarafından edinilen zenginliklerin, tıpkı köle sahiplerinin ya da serflerin emeğini sömüren feodal beylerin zenginlikleri gibi, bir başkasının ödenmemiş emeğinin maledinmesinden geldiklerinin, ve bütün bu sömürü biçimlerinin, birbirlerinden ödenmemiş emeğin maledinme biçimlerinin çeşitliliğinden başka bir şeyle ayrılmadıklarının tanıtlanmasıdır bu. Ama bu, bugünkü toplumsal düzende hukuk ve dürüstlüğün, hak ve ödev eşitliğinin, çıkarlar arasında genel uyumun egemen olduğunu ikiyüzlüce ileri süren varlıklı sınıfların son siperlerinden kovulmalarıdır da. Bugünkü burjuva toplumun yüzündeki maske, halkın engin çoğunluğunun, çok küçük, durmadan da küçülen bir azınlık tarafından devsel bir sömürü kurumu olarak, kendisine öngelen toplumların yüzündeki maskelerden daha az çıkarılmamıştı.
Modern bilimsel sosyalizm, işte bu iki önemli olgu üzerine kurulmuştur. Kapital'in ikinci cildinde, kapitalist toplumsal sisteme ilişkin bu bilimsel bulgular ile bunlardan daha az önemli olmayan başkaları çok geniş bir biçimde sergilenecek, ve ekonomi politiğin birinci ciltte incelenmemiş bulunan yanları da, böylece tam bir devrim konusu olacaklardır. Dileyelim ki Marx bu ikinci cildi kısa zamanda yayımlayabilecek durumda olsun. (sayfa 105)
________________________________________
Dipnotlar

[1*] Rheinische Zeitung'un ilk sansürcüsü polis danışmanı Dolleschall oldu, bir gün Kölnische Zeitung'da[49] Dante'nin Tanrısal Komedya'sının (sonradan Saxe Kralı Jean olan) Philalethes tarafından yapılan bir çevirisinin ilanını: "Tanrısal şeylerle oyun oynamamalı" eleştirisi ile sansür eden kişinin ta kendisi. [Engels'in notu.]
[2*] Regierungspräsident, Prusya'da merkez yürütmenin bölgesel temsilcisi. -Ed.

[48] Rheinische Zeitung für Politik, Handel und Gewerbe ("Siyaset, Ticaret ve Sanayi Sorunları İçin Ren Gazetesi"). - 1 Ocak 1842'den 31 Mart 1843'e değin Kolonya'da yayınlanan günlük gazete. Marx, Nisan 1842'den başlayarak bu gazetede yazdı ve aynı yılın Ekiminde de bu gazetenin makale yazarlarından biri oldu.
[49] Kölnische Zeitung ("Kolonya Gazetesi"). - Kolonya'da bu ad altında 1802'den beri yayınlanan günlük Alman gazetesi; 1848-1849 devrimi sırasında ve onu izleyen gericilik çağında, Prusya liberal burjuvazisinin korkaklık ve ihanet siyasetinin temsilcisi oldu. 19. yüzyılın son otuz yılı içinde, liberal-ulusal partiye bağlandı.
[50] Deutsch-Französische Jahrbücher ("Fransız-Alman Yıllıkları"). - Paris'te, K. Marx ve A. Ruge'nin yönetimi altında, Almanca olarak yayınlanıyordu. Şubat 1844'te yalnızca birinci (ikili) fasikülü çıktı. Marx ve Engels'in, onların materyalizme ve komünizme kesin geçişlerini gösteren yazıları, bu dergide yayımlandı. Yayına son verme nedeni, Marx ile burjuva-radikal Ruge arasındaki anlaşmazlıklar oldu.
[51] Fransız hükümeti Marx'ın sınırdışı edilmesi buyruğunu 16 Ocak 1845'te Prusya hükümetinin baskısıyla verdi.
[52] Alman İşçiler Derneği, Brüksel'de yerleşmiş Alman işçileri arasında bilimsel komünizm fikirlerini yaymak için 1847 Ağustosu sonlarında Marx ve Engels tarafından kuruldu. Marx, Engels ve yandaşlarının yönetimi altında, dernek Belçika'daki bütün devrimci Alman proleterlerinin birleşme merkezi oldu. Derneğin en iyi öğeleri, Komünistler Birliğinin Brüksel şubesinin üyelerini oluşturuyorlardı. Fransa'daki 1848 Şubat burjuva devrimi sonucu, dernek üyelerinin Belçika polisi tarafından tutuklanıp sürülmelerinden sonra, dernek dağıldı.
[53] Deutsche-Brüsseler Zeitung ("BrükseI-Alman Gazetesi"). - Brüksel'deki Alman siyasal göçmenleri tarafından kurulan gazete. Ocak 1847-Şubat 1848 arasında yayınlandı. Eylül 1847'den başlayarak, Marx ve Engels gazetenin sürekli yazarları arasına girdiler ve eğilimi üzerinde doğrudan etkili oldular. Marx ile Engels'in yönetimi altında, gazete Komünistler Birliğinin organı durumuna geldi.
[54] Burada, Paris işçilerinin 23-26 Haziran 1848'deki kahramanca ayaklanmasına değiniliyor. Fransız burjuvazisi ayaklanmayı aşırı acımasızlıkla bastırdı. Bu ayaklanma proletarya ile burjuvazi arasındaki ilk büyük iç savaştı.
[55] Kreuz-Zeitung ("Haçlı Gazete"). - Günlük Alman Neue Preussische Zeitung'a ("Yeni Prusya Gazetesi"ne), başlığında Landwehr'in amblemi olan haç kullanıldığı için verilen ad.
[56] Bu gönderme, 3-8 Mayıs 1849'da Dresden'de ve Mayıs-Temmuzda Güney ve Batı Almanya'da, Frankfurt Parlamentosunun 28 Mart 1849'da kabul ettiği, ama birkaç Alman Devletin reddettiği İmparatorluk anayasasını destekleyen silahlı ayaklanmalardır. Bu ayaklanmalar kendiliğinden ve yalıtılmış oldukları için 1849 Temmuzu ortasında bastırıldılar.
[57] 13 Haziran 1849 günü, Paris'te, küçük-burjuva Montagne partisi, İtalya'daki devrimi bastırmak için Fransız birlikleri gönderilmesine karşı barışçıl bir gösteri düzenledi. Gösteri asker tarafından dağıtıldı. Birçok Montagne önderi Fransa'dan göçmek zorunda kaldı.
[58] Neue Rheinische Zeitung. Politisch-ökonomische Revue ("Yeni Ren Gazetesi, Politik-Ekonomik İnceleme"). - Komünist Birliğin Marx ve Engels tarafından kurulmuş teorik organı olan gazetesi; Aralık 1849'dan Kasım 1850'ye kadar hepsi altı sayı çıktı.
[59] Kolonya Komünistlerinin Duruşması (4 Ekim-12 Kasım 1852), düzmece belge ve tanıklıklar üzerine yurt ihaneti ile suçlanan onbir Komünistler Birliği üyesine karşı Prusya hükümeti tarafından tezgahlanan kışkırtma duruşması; üyelerden yedisi üç yıldan altı yıla değin giden hapis cezalarına çarptırıldılar .Uluslararası işçi hareketine karşı Prusya polis devleti tarafından kullanılan yüzkızartıcı yöntemlerin içyüzü, Marx ve Engels tarafından ortaya kondu (Engels'in "Kolonya'daki Son Duruşma" mııkalesi ile Marx'ın "Kolonya Komünistlerinin Duruşması Üzerine Açıklamalar" broşürüne bakınız).
[60] Birleşik-Devletler'de İç Savaş (1861-65). - Kuzeyin sınai devletleriyle Güneyin köleliği sürdürmek isteyen ve 1861'de Kuzeyden ayrılmaya karar veren köle sahibi devletleri arasında oldu. Savaş, iki toplumsal sistem, kölelik ile ücretli emek arasındaki savaşımın sonucuydu.
[61] New York Tribune. - İlerici burjuva gazetesı, 1841'den 1924'e değin yayınlandı. Marx ile Engels, 1851 Ağustosundan 1862 Martına değin bu gazeteye yazı verdiler.
[62] Fransa ile Piedmont'u Avusturya'nın karşısına çıkaran İtalya Savaşı, sözde İtalya'yı kurtarmak, ama gerçeklikte toprak fethetmek ve Fransa'da bonapartçı rejimi güçlendirmek için, 1859'da Napoléon III tarafından başlatıldı. Ama İtalya'daki ulusal kurtuluş hareketinin genişliğinden ürken ve bu ülkenin siyasal bölünmüşlüğünü sürdürmek isteyen Napoléon III, Avusturya ile ayrı bir barış imzaladı. Savaşın sonunda, Savoie ve Nice yeniden Fransa'ya, Lombardie Sardinya'ya bağlandı, ve Venedik de Avusturya egemenliğinde kaldı.
[63] Das Valk ("Halk"). - Marx'ın dalaysız katkısı ile, 7 Mayıs-20 Ağustos 1859 döneminde, Londra'da Almanca alarak yayınlanan günlük gazete; Temmuzdan sonra, Marx gerçekte bu gazetenin başyazarı oldu.
[64] İkinci İmparatorluk döneminde Napoléon III'ün konutu olan Paris'teki Tuileries Sarayı.
[65] 4 Eylül 1870'te İkinci İmparatorluğun yıkılması, Cumhuriyetin ilanı ve, ılımlı cumhuriyetçilerden başka kralcılarm da katıldıkları "ulusal savunma hükümeti denilen bir geçici hükümetin kurulması sonucunu veren, halk yığınlarının devrimci bir ayaklanması oldu. Paris askeri valisi olan, ve doğrudan doğruya Thiers'den esinlenen Trochu tarafından başkanlık edilen bu hükümet, ulusal ihanet ve dış düşmanla bir uzlaşma yoluna girdi.

Cevapla