İslam tarihi

Ödevler için artık tek bir adres var aktuelbilgi.net...
Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

İslam tarihi

Mesaj gönderen büşra »

CÂHILIYYE DÖNEMI


--------------------------------------------------------------------------------

Bilgisizlik, gerçegi tanimama. Islâm, tam bir aydinlik ve bilgi devri oldugu için, Arabistan'da Islâmiyet'in yayilmasindan önceki devre, daha dar anlami ile Hz. Isa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adi verilmistir.

Cahiliyye, insanin Allah'i geregi gibi tanimamasi, ona kulluk etmekten uzaklasmasi, onun ilâhî hükümlerine degil de kisinin kendi hevâ ve hevesine uymasi, insanlarin koydugu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve düsüncelere inanmasidir. Kur'an-i Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçegi bilen bir millet için Allah'dan daha iyi hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. Islâm'in hakim olmadigi ortamlar Cahiliyye çaglaridir. Çünkü ilâhî bilginin kaynagindan yoksun olan ortamlardir. Islâm'in gelisinden önceki dönemde yasayan müsrikler Allah'a isyan etmis onun hükümlerine sirt çevirmis bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardi. Cahiliyye Araplari'nin sürdügü hayattan ve içinde yasadiklari ortamdan bazi örnekleri söyle siralamak mümkündür:

Putlara Taparlardi

Cahiliyye insanlari Allah'in varligini kabul etmekle beraber putlara taparlardi. Onlar putlarinin Allah katinda kendilerine sefaatçi olacaklarina inanirlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklastirsinlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi.

Icki Icerlerdi

Sarap içmek adeti çok yaygindi. Sairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki siirleri edebiyatlarinin büyük bir kismini teskil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdigine göre Islâm'da içki, Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram kilinmis, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bagirttirarak bunu ilân ettiginde Medine sokaklarinda sel gibi içki akmistir (Müslim, Esribe, 3)

Kumar Oynarlardi

Cahiliyye çaginda kumar da çok yaygindi. Cahiliyye Araplari kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katilmamak ayip sayilirdi. Onlarin sairlerinden biri karisina söyle vasiyette bulunur:

"Ben ölürsem, sen, aciz ve konusma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."

Tefecilik Yaparlardi

Tefecilik almis yürümüstü. Para ve benzeri seyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alirlardi. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artirayim mi?" derdi. Onun da ödeme imkâni varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katina, üçüncü sene için dört kat ina çikarir ve artirma islemi böylece kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çesidini haram kilan Allah, özellikle Araplar'in bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli Imrân,3/130) buyurmustur.

Faiz Oranlari Cok Büyüktü

Faizcilik Araplar arasinda o kadar yerlesmisti ki ticaretle onun arasini ayiramiyorlar; "Faiz de tipki alis-veris gibi" diyorlardi. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alis-verisi helâl, faizi ise haram kilmistir. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmustur.

Fuhus Cok Büyük Orandaydi

Cahiliyye Araplar'i arasinda fuhus da nadir seylerden degildi. Cariyelerini zorla fuhusa sürükleyenler vardi. Kur'an-i Kerîm'de bu hususa isaretle: "Iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhsa zorlamayin. " (en-Nûr, 24/33) buyurulur.

Kocanin birkaç metresi oldugu gibi, kadinin da baskalariyla iliskide bulunmasi, bazi çevrelerce nefretle karsilanmayan bir davranisti. Fuhusla ilgili Cahiliyye Araplarinin su adetlerini zikredebiliriz:

Kadin âdetinden temizlendikten sonra kocasi ona "su adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadin istenilen adamla beraber olduktan sonra kocasi hamileligi belli oluncaya kadar ona yaklasmazdi. Sonra yaklasabilirdi. Bu, iyi bir çocuga sahip olmak için yapilirdi.

Sayilari üç ila on arasinda degisen bir grup erkek kadinin evine girerek, sirasiyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadin hamile kalip da dogum yaparsa dogumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çagirir, erkekler de zorunlu olarak bu davete istirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanlari biliyo rsunuz, dogum yaptim" içlerinden birine isaret ederek "çocugun babasi sensin" derdi. O da bundan kaçinamazdi.

Bazi fuhus yapan kadinlar da taninmalari için kapilarina bayrak asarlardi. Bu tür kadinlardan biri dogum yaptigi zaman teshis heyeti toplanip çocugun kime ait oldugunu tespit ederdi. O da çocugun babasi oldugunu kabul etmek zorunda kalirdi. (Buhârî, Nikah, 36)

Kadina deger verilmez, hak ve hukuku taninmaz, adeta bir esya gibi telakki edilip miras alinirdi. Biri ölüp karisi dul kalinca ölenin varislerinden gözü açik biri hemen elbisesini kadinin üzerine atardi. Kadin daha önce kaçip bu halden kurtulamazsa artik onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir baskasiyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanir ve kadina bundan birs ey vermezdi. Dilerse, kocasindan kendisine kalan mirasi elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadinlara zorla mirasci olmaya kalkmaniz size helâl degildir. " (en-Nisâ, 4/19) buyurulmustur. (Sevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440).

Yiyeceklerin bazisi yalniz erkeklere ait olup kadinlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanlarin karinlarinda olan yavrular yalniz erkeklerimize mahsus olup, eslerimize yasaktir. Ölü dogacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139)

Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi

Cahiliyye Araplari'nin kötü adetlerinden biri de kiz çocuklarini diri diri topraga gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarini korumak veya ar telakki ettikleri için, bazilari da sakat ve çirkin olarak dogduklarindan yapiyorlardi. Kur'an-i Kerîm'de su ayetlerde buna isaret edilir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kiz evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-Zuhruf, 43/17), " Diri diri topraga gömülen kiz çocugunun hangi suç la öldürüldügü soruldugu zaman... " (Tekvir, 81/8-9), "Ortak kostuklari Seyler müsriklerden çoguna çocuklarini öldürmeyi süslü gösterirdi. "(el-En'âm, 6/137)

Ekin ve hayvanlarini iki kisma ayiriyor bir kismini Allah'in böyle emrettigini sanarak Allah'a veriyor ve bir kismini da Allah'a es kostuklari putlarina ayiriyorlardi. Onlar bu batil inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'in payina düseni aliyorlar, onu es kostuklari putlarin payina ekliyorlardi. Ama putlarinin payindan alip öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'in yarattigi ekin ve hayvanlardan O'na pay ayirdilar ve kendi iddialarina göre: "Bu Allah'indir, Su da ortak kostuklarimizindir" dediler. Ortaklari için ayirdiklari Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayirdiklari ortaklar i için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136).

Bir kisim hayvanlarla ekinlerin bazisini dilediklerinden baskasina yasakliyorlardi. Ayrica bir kisim hayvanlara binerken ve keserken Allah'in adinin anilmasina engel oluyorlardi. (el-En'âm, 6/138).

Bunun disinda hayvanlarla ilgili su adetleri de vardi:

Deve bes batin dogurup besincisinde erkek dogurursa kulagini çentip serbest birakirlardi. Artik ona binmeyi ve sütünü sagmayi haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.

Saibe*; dilegi yerine gelen kimsenin putlara adadigi deve idi. Buna da binilmez ve sütü sagilmazdi.

Vasîle*; koyun disi dogurursa kendileri için; erkek dogurursa putlari için olurdu. Sayet biri erkek, biri disi olmak üzere ikiz dogurursa, disinin hatiri için erkegi de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.

Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alinirsa onun sirti haram sayilir, su ve otlakta serbest birakilirdi. Kimse ona dokunmazdi.

Bütün bunlardan baska müsrikler atalarindan devraldiklari birtakim adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunlarin bazilarinin, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklastirdiklarini ileri sürüyorlardi.

Ibn Ishak sunlari aktariyor: "Kureys, ya Fil olayindan evvel veya daha sonra meydana geldigini tahmin ettigim bir bid'at ortaya çikardi ki, tarihte (Hums) diye anilip, asalet-i diniye iddiasindan ibarettir." Bunlar: "Biz, Ibrahim'in evladiyiz, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle, bizim sahip oldugumuz bu se ref ve itibara sahip degildir. Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin seref ve itibarini korumaliyiz. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir seye tazim etmeyip bütün ihtiramatimizi Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sirada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardi.

Ibn Ishâk devamla: "Kureysliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da basladi. Arafat'a çikmayi, Arafat'tan ifazâyi terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardi. Ve "Biz ehlullahiz, Harem-i Serif'in hâdimleriyiz" diyerek, digerleriyle esitligi kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin Ibrahim (a.s.)'in dini muktezasi oldugunu bili yorlardi. Kinâne ile Hüzâaogulari da bu hususta Kureys'e iltihak etmislerdi.

Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri gitmislerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafi Siyab-i Hums ile tavaf etmelerini kararlastirdilar ve uyguladilar. Bu kararin neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çikarip atmasi zarûrî idi.

Bu kararlarin ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çiplak; kadinlarin da yalniz önü yirtmaçli kisa iç gömlegi ile tavafa mecbur edilmesidir.

Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çiplak tavaf ile birlikte diger bid'atler de yasaklanmistir.

Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Siddik (r.a.) Vedâ Hacc'indan (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafindan Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiginde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban Bayrami'nin ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (su iki maddeyi) ilâna memur kilmistir. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! Iyi biliniz, bu yildan sonra müsriklerin haccetmeleri, çiplaklarin da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktir" demistir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanasmamislar, atalarini körükörüne taklide çalismislardir. "Onlara: Allah'in indirdigine ve peygambere gelin dendigi zaman: Atalarimizi üzerinde buldugumuz sey bize yeter' derler. Alalari bir sey bilmeyen ve dogru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mi?" (el-Mâide, 5/104). Islâm, topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranislarini tamamen yasaklamistir" (el-Mâide, 5/103).

Bütün bunlara baktigimizda, Cahiliyye'nin bir inanma biçimi oldugunu görüyoruz. Cahiliyye; bir seyi gerçegi disinda bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanin ve toplumun Islâm öncesi ve Islâm disi bir yasayis biçimiyle yasamasi demektir.Dogru yolun ziddi, ilmin aksi olan, eskiyen ve degisken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayislara göre kurulan her türlü Islâm disi rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.
CAHILIYYENIN DIGER MANASI VE EBREHE



Cahiliyye; insanin insan iradesinin disindaki unsurlar üzerinde toplanmasini temine çalisan, insani insana ve topluma köle yapan bir sistemin; beseriyeti Allah'a ibadetten uzaklastirip, herhangi bir adla anilan beserî sistem ve prensiplere itaata zorlayan yönetimin adidir. Insanlari, kavimlere, renklere, tarihlerinin karanlik çagi efsanelerine yönlendiren, ayri ayri dil farkliligi sebebiyle ümmet suurundan uzaklastirmaya çalisan her türlü despotizm, cahiliyenin bir görüntüsüdür. Kisaca cahiliyye, Allah'in hükmünden baska hüküm arayan ve Allah'in hükmünden baska hükme riza gösterenlerin tavri, hayat biçimi ve sistemidir.

EBREHENIN KULLEYS KILISESINI YAPTIRISI ve KABE'YI YIKMAYA KALKISMASI

Habes Necasi nin Yemen Valisi ve Kumandani Eryat'i öldürerek yerine gecen Ebrehetülesrem Hiristiyandir. Halkin, Hacc Mevsiminde Hacca gitmeye hazirlandiklarini görünce: "Halk, nereye gidiyorlar?" diye sordu. "Mekke'deki Beyt-i Harami Hacc etmege gidiyorlar!" dediler.Ebrehe "O Beyt, neden yapilmistir?" diye sordu.

"Tastan yapilmistir" dediler.Ebrehe "Onun Üzerine ne örtülmüstür?" diye sordu."Bu ülkeden giden Vasail'den (çizgili ince Yemen kumasindan) örtülmüstür. " dediler.Ebrehe "Mesih üzerine yemin ederim ki: ben, size ondan daha iyisini yapacagim ! ' ' dedi.Kayser'e yazarak San'a'da bir kilise yapmak istedigini bildirdi ve bu hususta kendisine yardim edilmesini istedi.Kayser, Ebrehe'ye sanatkarlarla Mermer ve mozaik gönderdi.Ebrehe, meshur Me'rib Kraliçesi Belkisin metrük sarayindan da, ise yarayan tas, mermer gibi ne varsa, hepsini San'a'ya tasittirdi.

Kilisenin insasini, çok siki tuttu. Iscilerden her hangi birisi, günes dogmadan isinin basinda bulunmayacak olursa, Ebrehe'ye götürülür, o da, ceza olarak o isçinin elini keserdi!

EBREHE'NIN KABE'YI YIKMAYA KALKISMASI

Nitekim, isçilerden birisi, isinin basina erkence gelmekte gecikmis günes dogmustu.Cezadan bagislanmasini, Ebrehe'den rica etsin diye ihtiyar annesini de,yaninda getirmisti.Kadincagiz, oglunun mazeretini arz edip bagislanmasini dilemisse de, Ebrehe "Ben, kendimi yalanci çikaramam!" diyerek isçinin elinin kesilmesini emirtti.Bunun üzerine, ihtiyar kadin. Demir baltanla vur (elleri, kollari kes) bakalim dedi.

Bu gün, hakimiyet senin amma, her zaman, senin degildir. Yarin senden baskasiinin olacaktir ! ' dedi . '

Ebrehe "Onu, yanima getiriniz!" dedi. Getirilince, kadina "Bu Kirallik, benden baskasina da, geçecek midir?"diye sordu.Kadin, hiç çekinmeden ` `Evet ! ' dedi.Ebrehe, Kuleys kilisesinin, üzerine cikinca, Aden denizini göre bilecek derecede yükseltmek niyetinde idi. Fakat, "Bu günümden sonra, tas üstüne tas koymayacagim!" diyerek kadinin oglunun elini kesmekten vaz geçti. Halki da, çalismaktan af etti Yapilan Kilisenin disindan yüksekligi, alt mis zira' idi. 0çten, on zira' doldurulmustu.Kiliseye, mermer merdivenle çikilmakta idi.Kilise, hisarla çevrilmisti Kilise ile hisar arasindaki açiklik, her tarafindan iki yüz zira' idi. Kilisenin duvarlari, Yemenlilerin Cerup dedikleri süslü taslarla örülmüstü. Taslarin aralarina burçlari andiran ve birbiri içine girmis müselles seklinde, yesil, kirmizi, beyaz, sari ve kara taslar konmustu.Kilisenin bütün duvarlari, yuvarlak biçiminde kara aban us agaçlari ile bölünmüstü

Agaçlar, bir adamin kucaklayabilecegi kalinlikta idi.Örülen mermerlerin yüksekligi bir zira' idi.Mermerlerin Üzerine, San'a daginin parlak kara taslarindan, onlarin üzerine, parlak sari taslarindan, onlarin üzerine de, parlak ak taslarindan örülmüstü .Kulleys kilisesinin duvarlarinin kalinligi alti zira' kapisinin yüksekligi on zira ' , genisligi dört zira' idi.

EBREHE' NIN KABE'YI YIKMAGA KALKISI

Ebrehe, kilisenin kapisinin üzerini altin levhalarla kaplatti. altin çivileri, birbirlerinden, mücevherlerle ayirdi.

Kapiya, kirmizi büyük bir yakut yerlestirdi.Kulleys kilisesinin kapisindan girilince 40x80 zira' genisliginde nakisla sac agacindan gümüs, altin çivilerle tavanlanmis bir ev vardi.Buradan da, sag ve sol taraflardan uzunlugu 40 zira'kadar olan bir sofaya girilmekte idi. Sofanin direkleri cini ile kaplanmisti.Sofadan, 30X30zira'genisliginde bir kubbeye girilirdi.Kubbenin duvarlari, cini ile kaplan mis olup içinde altin gümüs ile süslenmis çelik levhalar bulunmakta idi.Kubbede günesin dogdugu tarafta 1O X 1O zira genisliginde alaca renkte kara mermer konulmus olup Günes vurdugu zaman, içeriden kubbeye bakanlarin gözlerini almakta ve günesin, ayin isigini k u b b e n i n içine aks ettirmekte idi.

HALKIN KULLEYS KILISESINI TAVAF VE ZIYARETE ÇAGIRILISI

Ebrehe, Kulleys kilisesini yaptirdiktan sonra, ona kapicilar, bakicilar da tayin etti.Kulleys'in içinde buhur yakilmaga baslandi Kisa zamanda isten, misk bulasigindan duvarlar kararip mücevherler görünmez oldu. Ebrehe, emr etti. Halk, Kulleys'i, tavaf ve ziyarete basladilar Ebrehe, ayni zamanda bütün Yemen ülkesinde bulunanlara, Kulleys'i hacc ve ziyaret etmeleri gerektigini ilan etti.Bu, Araplarin çok agrina gitti.Kulleys kilisesine ve onu yaptiran Ebrehe'ye kin bagladilar Hatta bir bedevi Arap Kulleys kilisesinin içerisine pisledi.Bazi Arap kabilelerinden Arabiler Kulleys kilisesinde çalisan hademeleri sarhos ederek kilise içerisine kokmus lesler, pislikler attilar.Bunu duyan Ebrehe kizarak bunu muhakkak Araplar yapmistir diyerek öfkelendi ve Kabe'yi yikmak için Necasiden yardim istedi.Necasi yardim maksadiyla elinde bulunan ogünün en iri Fili olan Mahmud`u ve askerlerini gönderdi. Ve Ebrehe ,Kabe'yi yikmak için yola çikti
FIL VAKASI (EBABIL KUSLARI)




Kâbe'yi yikmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe'nin ordusuna saldiran kuslar.

Ebâbil, Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler" demektir. Kelime, Kur'ân-i Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir. Fil sûresinde olay söyle anlatilmaktadir: "Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yapti? Onlarin tuzaklarini bosa çikarmadi mi? Üstlerine sürü sürü kuslar gönderdi. Onlara çamurdan sertlesmis taslar atiyorlardi. Nihâyet onlari yenilmis ekin yapragi gibi yapti." (el-Fil, 1I5/1-5).

Bu olay Hz. Peygamber'in dogdugu yil olmus ve orduda bulunan fil/fillerden dolayi Araplar arasinda "Fil Vak'asi", geçtigi yil ise "Fil Yili" olarak meshur olmustur. Olay kaynaklarda söyle zikredilmektedir:

Habesistan Krali Necâsi Ashame'nin, Yemen'e hükümdar tâyin ettigi Ebrehe b. Sabbah el-Esrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve San'a sehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapinak (kilise) yaptirdi. Ancak tapinaga gelen olmadigi gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir grup Arap kiliseye girerek pislediler. Bunu ögrenen Ebrehe çok kizdi ve Kâbe'yi yikacagina yemin etti. Büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli "Mamud" adli fili önde oldugu halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 57I veya 571 yilinda altmis bin asker ve on yahut dokuz fille yola çikti. (Ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't Târih, Nsr: Tornberg, Beyrut 1965, I, 442).

Ebrehe yolda Yemen krali Zû Neferi bozguna ugratti, ardindan Has'amlilari yendi ve bunlarin Nufeyl b. Nubeyb adindaki liderinin hayatini bagislayarak kendisine Mekke'ye gidiste rehber yapti. Taif'teyken Sakif'liler tanrilari Lât'i korumak ugruna Ebrehe ile isbirligine yanasip Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler. Ebrehe'nin fillerin destegindeki muazzam ordusunun karsisinda hiçbir ordu dayanamadi ve Kureys'liler bu gelise bakarak Kâbe'nin yikilacagina kesin olarak inanmaya basladilar.

Abdülmuttalibin Ebrehe ile Görüsmesi

Mekke yakininda Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadirlarini kurdu ve çevredeki Mekke'lilere âit develeri yagmaladilar. Burada, Ebû Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardi. Ebrehe'nin elçisi Hinata el-Himyeri Mekke'ye giderek Kureys'lilerin ileri gelenleriyle görüstü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi biraktiklari takdirde onlara saldirmayacaklarini" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi yikmak için geldiklerini, kendileri ile savasmayacaklarini bildirdi (Ibnü'l-Esir, a.g.e., s.443).

Abdülmuttalib, "Biz onunla savasmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orasi Beytullah'tir, eger korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüsmek üzere Ebrehe'nin yanina vardi. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karsilayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince söyle dedi: "Seni ilk gördügümde gözüme büyük bir sahsiyet olarak görünmüstün. Ama sen Kâbe'nin korunmasini isteyecegin yerde develerinin pesine düsünce gözümden düstün." Abdülmuttalib, "Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.

Abdülmuttalib develerini alip Kureys'lilerin yanina döndü, onlara olup biteni anlatti ve hepsi, muhtemel bir katliâma karsi Mekke'den ayrilip daglara çekildiler.

Fillerin Yere Cökmesi

Sabaha karsi Ebrehe, Mekke'ye ilerledi. Mamud denilen büyük fil, sehre yaklâsinca yere çöküverdi; kalkmasi için çok ugrastiklari halde kalkmadi. Öteki fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde yere çöktükleri, baska bir yöne yöneltildiklerinde kosarak kaçmaya çalistiklari görüldü. Bu mucizeyi olayin sihhati Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kusva adli devesinin Mekke yakinlarinda çökmesi olayinda, Nebi (s.a.s.)'in söyledigi sözlerle sâbit olmustur: Devesi çökünce Rasûlullah'in ashâbi, "Deve çöktü" dediginde, Rasûlullah; "Hayir, Kusva çökmedi, yalniz onu 'Fili engelleyen' engelledi" buyurmustur. Buhâri ve Müslim'de, Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'nin fethi günü söyle dedigi nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten alikoydu. Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün oldugu gibi bugün de oranin hürmeti iâde olmustur. Dikkat edin, hazir olan olmayana bildirsin. "

Kuslarn Ebrehe Ordusuna Saldirmasi

Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafindan, dahâ önce o bölgede hiç görülmemis, kirlangica benzer kus sürüleri bir anda ortaya çikarak Ebrehe ordusuna saldirdilar. Gaga ve pençelerinde tasidiklari taslari ve çamurdan balçiklari askerlerin üzerine biraktiklarinda onlar, kurumus, paramparça olmus agaç yapraklari gibi dagildilar. Rehberleri Nufeyl kaçti, askerler kus saldirisinda telef olup feci sekilde öldüler; yolda kalanlar, geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler bu mucizeyi daglardan seyrederken Allah'in irâdesi karsisinda hayret ve dehset içindeydiler. Ebrehe, bu saldirida etleri parçalanmis, çürümüs halde San'aya dönerken, Hasm kabilesinin yasadigi bölgede gögsü ikiye yarilarak acikli sekilde öldü (Kadi Beydâvî, Envârü't-Tenzil, Fil Sûresi tefsiri).

Kuslar ve attiklari taslar hakkinda çesitli rivâyetler vardir. Bu olay Rasûlullah'in dünyaya geldigi yilda vukû buldugundan, Peygamberimizin ilk mucizelerinden sayilmistir. Muhammed b. Ishak ve Ikrime o yil çiçek hastaliginin Mekke'de yayginlastigini söylemislerdir. Muhammed Abduh (v. 19I5) bu rivâyetlerden hareketle Kur'ân'da geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle kastedilenin "sinekler" oldugunu ayaklarinda salgin hastalik mikrobu tasiyan sinek sürülerini Allah'in, Ebrehe ordusuna musallat kildigini belirtmektedir. Yeryüzünün en ihtisamli ordusu ve hayvanlari (filleri) ile gelen Ebrehe ve ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlilarla mikroplarla helâk etmistir. Bu görüsü yukarida zikrettigimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b. Ishak da kaydetmistir.

Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed Abduh, Resid Riza, ve diger bazi müfessirlerin, Allah'in, olaganüstü, fevkalâde, harikulâde mucizesi ile bu Allah düsmani orduyu helâk edisini dile getirmeleridir. Tefsirlerde kuslarin mâhiyeti hakkinda degisik görüsler bulunmaktadir. Ibn Abbas ile Dahhak, Ebâbil'i "birbiri arkasindan gelenler" diye yorumlamislardir. Hasan-i Basri ile Katâde, "çok" mânâsina; Ibn Zeyd "çesitli, sagdan soldan gelenler" mânâsina; Mücâhid, "toplu halde arka arkaya gelen" mânâsina geldigini söylemislerdir. Kuslarin, bölük bölük, karisik türde olduklari anlasilmaktadir. Rivâyetlerde kuslar; kirlangica, keklige, sigirciga, yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .

"Siccil" kelimesi, tas ve çamur demektir. Yahut, çamurla sivanmis tas anlamina gelir. "Asf" kelimesi, agaç yapragi anlamina gelir. Haserelerin agaç yapragini yiyip ufalttiklarinda yaprak yenik yenik hale gelir ki, sûrede anlatilmak istenen budur.

Sûrenin anlami; Allah'in, Kâbe'nin müdafaasini müsriklere birakmadigini, saldirganlari alisilmadik sekilde helâk ettigini bize anlatmaktadir.

Olayin Gerceklestigi Yer

Fil olayi, Müzdelife ve Mina arasindaki Muhassab vadisi arasinda bulunan Muassib'da meydana gelmistir. Müslim ile Ebû Dâvûd, Câbir'den rivâyetle onun söyle dedigini yazarlar: "Rasûlullah Müzdelife'den Mina'ya hareket ettigi zaman Muassib vadisin de hizlanmisti." Imam Nevevî bunu söyle izah etmistir: "Ashâb-i Fil olayi burada cereyan etmistir. Onun için, sünnet olan, hacilarin buradan hizla geçmesidir" (Mevdûdî, Tefhimul Kur'an Trc: Muhammed Han Kayani ve digerleri, Istanbul 1988, VII, 238)

Imam Mâlik de Hz. Peygamber'den, "Müzdelife durma yeridir, ama Muassib vadisinde durulmamalidir" hadisini nakleder.

Müsrik Kureyslileri bu olay o kadar etkilemistir ki, üç yüz altmistan fazla Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmislardir. Fil sûresin de Allah, Ashâb-i Fil'in aci âkibetinin fecâatine sadece ana hatlariyla deginmis ve müsriklere, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dâvetine karsi çiktiklarinda, onlarin baslarina gelebilecek acikli azabi hatirlatmistir.
HASIMÎLER

Peygamberimizin atasi Abdülmenaf'in oglu Hâsim'in soyundan gelenlere verilen isim.

Hâsim ticaretle ugrasan zengin ve cömert biriydi. Asil adi Amr'dir. Rivayete göre, bir kitlik yilinda Filistin'e giderek oradan un satinalmis ve Mekke'ye getirerek ekmek yaptirmis, kestirdigi hayvanlarin et suyuna ekmek dagitarak tirid ikraminda bulunmustur. Bu nedenle Arapça'da kirmak anlamina gelen (heseme) fiilinden müstak olan Hâsîm adi verIlmistir (Ebu Ca 'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberi, "Tarîhü'r-Rusül ve'l-Millûk" nsr. Anneles III,1088; Ibnu HIsam, "es-Sîretil'n-Nebeviyye, I, 107).

Taberi'ye göre; Hâsim, Rûm ve Gassân hükümdarlarindan Kureys için dokunulmazlik hakki saglamis, Sam'a yaz seferleri, Yemen'e de kis seferlerini O ihdas etmis bilahere bu, bir âdet haline gelmistir. Yine Taberî'nin rivayetine göre Hasîm bir seferinde Medine'ye ugramis, Amr b. Zeyd'e misâfir olmus, Amr'in kizi Selma'yi görüp onunla evlenmek Istemisti. Baba, kizinin kendi yaninda dogum yapmasini sart kostu. Hasîm de bu sarti kabul edip Sam'a gitti. Dönüsünde Selma ile evlendiler. Hasîm, Selma'yi alip Sam'a götürdü. Dogum yapma günü yaklasinca O'nu alip Medine'ye babasinin evine getirdi, kendisi tekrar Sam'a döndü.

Hâsim'in dört oglu ve bes kizi vardi. Soyu, çocuklarindan Seybe (Abdulmuttalib) ile devam etmis ve bu soydan gelenlere Hâsimogullari (Benu Hâsim) denmistir. Hâsim'in, Abdulmuttalib'den baska erkek çocuklarinin nesilleri devam etmemistir (Taberî, a.g.e., III, 1082).

Hasîmîler Kureys Kabilesinin bir koludur. Peygamberimiz de bu boydandir. Hasîmîler Islâmiyetten önce de hem Mekke'nin hem de Kureys Kabilesinin yöneticisiydi. Çok onurlu bir is sayilan Kâbe bekçiligi ve hac Isleri ne bakmak da ayni ailenin elindeydi.

Hasîmîler ile Kureys Kabilesi'nin bir baska kolu olan Emevîler arasinda öteden beri bir çekisme vardi. Rivayete göre Hasîm ile kardesi Abdu Sems Ikiz olarak dünyaya gelmisler bunlardan birinin parmagi digerinin alnina yapisik iken ayrIlmis bu esnada kan akmis, bundan da ileride bu Iki kardes arasinda kan dökülecegi sonucu çikarIlmis (Taberî, a.g.e, III, 1089).

Islâmiyet'ten sonra bu çekisme bir süre diner gibi olur. Ancak Hasimîler'den olan Hz. Ali'nin halife seçIlmesiyle çekisme yeniden alevlenir. Emevîlerden Muaviye Sam'da güçlü bir yönetim kurmus ve Hz. Ali'ye isyan edip, savas açmisti. YenIlmek üzere olan Muaviye, entrika ile savasi kendi lehine çevirmeyi basarmis neticede mücadeleden galip çikmisti. Bundan sonra Emevîler, Islâm Dini'nin getirdigi, halifeligin sûra ile belirlenmesi usulünü kaldirdilar. Halifelik babadan ogula geçen bir saltanat kurumu haline geldi. Ancak bu durum çok sürmedi. Halk yer yer Emevîlere karsi direnise geçti. Bu arada Hz. Ali'nin oglu Hasan, zehirlenerek öldürüldü. Ikinci oglu Hüseyin ise bütün aile üyeleriyle birlikte Kerbelâ'da kiliçtan geçirilerek sehid edildi. Fakat sonradan Emevîler, Hâsimîlerin bir kolu olan Abbasiogullari (Peygamberimizin amcasi Abbas'in soyundan gelenler) tarafindan ortadan kaldirildilar. Son Emevî hükümdari Mervan el-Himer (esek Mervan) da öldürüldü ve iktidarlari böylelikle son buldu (132/750).

'Tarihe Abbâsî saltanati adiyla geçen Hasîmogullari'nin bu seferki iktidarlari, Ebu'l-Abbâs es-Saffah (kan dökücü) ile basladi. Mogol hükümdari Hülâgu'nun saldirilarina maruz kalan bu devlet de 1258 tarihinde ortadan kaldirildi.

Hasîmogullari bu tarihten I. Dünya savasina kadar Mekke Serifligi gibi sembolik ve mahalli bir görevin disinda önemli bir rol oynamadilar. Mekke Serifi Hüseyin b. Ali (1852-1951), Ingilizlerle anlasarak I. Dünya savasinda Osmanlilara karsi ayaklanmis, Osmanlilar yenilerek Arap topraklarindan çekilince kendisini Hicaz krali ilân etmisti (1916).


Daha sonra Necid prensi (Suudi Arabistan Devleti'nin kurucusu) Abdülaziz b. Suud (1880-1953), Hüseyin'i Hicaz'dan çikartti. Ancak Hüseyin 0ngilizlerin destegini saglayarak oglu Faysal'i Irak'a, Abdullah'i da Ürdün'e kral yaptirdi. Ürdün'e kral olan Abdullah, Filistin'in bölünmesi konusunda 0srail ile anlastigi iddiasiyla Filistinli bir genç tarafindan öldürüldü. Hâsimî iktidari Irak'ta, 1958 yilina kadar sürdü. 14 Temmuz 1958 günü, basta kral II. Faysal olmak üzere ailenin birçok mensubu öldürüldü ve yapilan askerî darbe ile Hâsimîlerin bu ülkedeki iktidarlari son bulda.

Ancak bugünkü Ürdün krali Hüseyin, kendisinin Hasîmî soyuna mensup oldugunu iddia etmektedir
PEYGAMBERIMIZIN DOGUMU




Peygamberimiz Fil vakasindan 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri agarirken, Mekke'de dogdu.

PEYGAMBERIMIZ DOGDUGUNDA BAZI HADISELER VUKU'A GELDI

Peygamberimiz dogdugunda bazi hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazilarini söyle siralayabilirizeygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbegi kesik olarak dogdu. Peygamberimiz dogarken, çocuklarin yere düstükleri gibi düsmeyip ellerini ,yere dayamis basini semaya kaldirmis olarak dogdu.Peygamberimiz dogdugu zaman ,bir yildiz dogmus ve bilginler, bu yildizin dogdugu gece,Ahmed dogmustur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede dogdugunu yakinlarina bildirmislerdir.

Peygamberimiz dogdugu gece Kisranin sarayindan on dört serefe yikildi. Iranlilarin,bin yildan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su basti.Iran Sahi, Araplarin, ülkesini istila edecegini rüyasinda gördü,ve telasa düstü.

PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH

Peygamberimizin babasi Hz. Abdullah Kureys'in ileri gelen delikanlilarindan idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasinda peygamberlik nurunu tasiyordu.Mekkenin bütün genç kizlari onunla evlenmek için can atarlardi.Babasina o kadar itaatliydi ki babasinin izinden hiç çikmazdi.Hatta birinde babasi Abdulmuttalip Allaha dua etmis ve "Allahim eger bana on erkek evladi verirsen onlardan birini senin için kurban edecegim"demis ,on evladi olunca da Allaha verdigi sözü tutmak için oglu Abdullahi kurban etmek istemistir.Oglu Abdullah babasina itiraz etmemis ve boyun egmistir Etraftan yapilan elestirilerle oglunu kurban etmekten vaz geçmis onun yerine 100 Adet Deve kurban etmistir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kisa bir müddet sonra gittigi ticaret kervanindan dönerken yolda hastalandi. Medine'de dayisi Beni Adiy bin. Neccarin yaninda bir ay hasta aldiktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettigi zaman Peygamberimiz henüz Anne karninda alti aylikti.

PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI

Yeni dogan çocuklari süt anneye vermek; Kureys ve sair Arap esrafinin adeti idi.

Bu da; kadinlarin kocalari ile daha iyi mesgul olmalarini ve çocuklarinda ,özellikle ,havasinin güzelligi, rutubetinin azligi ve suyunun tatliligi ile taninan yerlerde yasayan serefli kabileler arasinda, saglam vücutlu,siki etli, cesaretli yetismelerini ve düzgün, pürüzsüz konusmayi ögrenmelerini saglamak içindi.

Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yil iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke'ye gelirler,çocuklari alip götürürlerdi.

Peygamber efendimizi(A.S) Ben'i Sa'd b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.

Peygamberimizin Süt kardesleri sunlardir::

Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Seyma bint-i Haris.

Peygamberimizi Yetim oldugu için Arap kadinlari kabul etmemis; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmisti.Peygamberimizi aldiktan sonra Halime ve Ailesinin yasam tarzi bir anda degisti.

Bunlardan bazilarini Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;" 0çinde bulundugumuz kuraklik ve kitlik yilinda hiç bir seyimiz kalmamisti. Ben, kir merkebimin üzerinde idim.Yanimizda, yasli bir devemiz vardi,bize bir damla süt vermiyordu.

Üzerinde bulundugum merkebin agir yürümesi yol arkadaslarimi çileden cikartiyordu.Nihayet Mekke'ye varip emdirilecek oglan çocuklari aramaya basladk. 0çimizden hiç bir kadiin Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdirecegimiz çoçugun babasindan bahisse kavusmayi ve ondan armaganlar almayi bekliyorduk.

Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karsilastim,bana; Ismin nedir ?diye sordu.

Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanimda bir yetim çocugum var onu emzirmek için Beni Sa'd kabilesi kadinlarina teklif ettim öksüz oldugu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,"bana biraz müsaade ette kocama bir danisayim"dedim.

Hemen kocamin yanina döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldim.

Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmis olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayif olan merkebimizi,yolda baska hiç bir binek hayvan geçememege,davarlarimiza inen süt hiç bir davara inmemeye basladi.

Peygamberin Çocuklugu daha degisikti. Daha iki Aylik iken,her tarafa yuvarlanmaya çalisiyordu.Üç Aylik olunca day durmaya çalisiyordu.Dört Aylik olunca, duvara tutunup yürüyordu.Bes Aylik olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Alti Ayi tamamlayinca, yürümeyi hizlandirmisti.Yedi Aylik iken her tarafa gidebiliyor,kosabiliyordu. Sekiz Aylik iken,konusuyor,konusulani anlayabiliyordu.On Aylik iken Ok atabiliyordu. Iki Yili doldurdugu zaman,oldukça, iri ve gösterisli bir çocuk olmustu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördügümüz hayir ve bereketten dolayi, Yanimizda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.

HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI

Hz. Amine Peygamberi de yanina alarak Medine'deki Neccar ogullarindan olan Dayilarini ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.

Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamli kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardi. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkinda takindiklari tavirlardan korkmaya basladi Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.

Hz. Amine, Mekke'ye gelirken, yolda hastalanip Evba köyünde durakladi.Basucunda duran Peygamberimizin yüzene bakti.Sonra da söyle hitap etti:

"Ey çekilen dehsetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardimi ile yüz deve karsiliginda kurtulan zatin oglu!Allah, Seni,mübarek ve devamli kilsin! Eger rüyada gördüklerim dogru çikarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafindan,Adem ogullarina helal ve harami bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alikoyacaktir.

Her canli varlik ölecektir. Bende ölecegim.Fakat temelli anilacagim Çünkü, temiz bir ogul dogurmus,arkamda hayirli bir ani birakmis bulunuyorum demistir.

Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiginde 30 yaslarinda idi.

Dünyada,böylece Babasiz ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz birakmadi: Önce dedesi Abdulmuttalibin yaninda, sonra da amcasi Ebu Talib-in yaninda kaldi. Peygamberimiz, sekiz yasina kadar, Dedesi Abdulmuttalibin yaninda,sekiz yasindan sonra da Amcasi Ebu Talib-in yaninda kaldi.

PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI

Kureysliler, öteden beri ticaretle ugrasirlardi. Ticaretle ugrasmayanlarin ise,ellerinde hiç bir seyleri bulunmazdi. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabina ticarete baslamadan önce, ticaretle ugrastigi olmustur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortagi idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadigindan,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureysilerden tuttugu, baska bir zatida, Peygamberimizin yanina katti. Hazreti Hatice yapacagi her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yigit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice'nin ticaret Malini Sam'a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlastilar. Peygamberimizle Kervan halki Sam'a gitmek için yola koyuldular: Sam topraklarindan Busraya vardiklarinda peygamberimiz orada getirdigi bütün mallari çok karli bir sekilde satip alacaklarini aldiktan sonra,Mekke'ye yardimcisi olan Meysele ile birlikte geri döndü.

PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI

Peygamberimiz hazreti Hatice adina ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüs ve yardimcisi Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmisti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyslilerin en soylu kadinlarindan olan hazreti Hatice ile evlendi.

PEYGAMBERIMIZIN ÇOCUKLARI

Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocugu,dört kiz çocugu dogmustur Isimleri söyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Misirli Maria'dan dogan Ibrahim'dir.

KABENIN KUREYSILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI

Bir Kadin, Kabe Hareminde buhurdanlikta Öd agaci yaktigi sirada , buhurdanliktan siçrayan bir kivilcimdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutusup tamami ile yanmis, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevseyip çatlamis bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskinlari ilede Kâbenin tabani ve duvarlari da iyice yikilacak duruma gelmisti.

Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarini onarip saglamlastirmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yikmaga kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda mesvere ediyorlardi.

Am bu sirada Rum tüccarlarindan birisine Ait olan insaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu firsat bilen Kureysliler aralarinda yardimlasarak bu batan gemiden Kabe insaasi için gerekli malzemeleri almis oldular.Ve Kâbenin insaatina basladilar.

Hacerül Esved tasi yerine konulacagi zaman kabileler ,birbirleriyle anlasamadilar. Hatta isi okadar ilerlettiler ki aralarinda kavga yapmaya çok az bir zaman kaldi. Kureysiler, Bu is üzerinde, dört veya bes gece durdular. Sonra Kureysin yaslilarindan Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;

Teklifine göre ,mescidin kapisindan giren ilk kisi bu tasi koymak için hakem olacakti. Bütün kavmin ululari bu teklifi kabul ettiler.

Tam bu sirada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureysliler el çirparak El-Emin'in hakemligine raziyiz dediler.

Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kisi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymus oldu.
FICÂR SAVASLARI

Câhiliye döneminde müsrik Araplar arasinda haram aylar dan birisinde yapilan savaslar.

Islâm'da yasak oldugu gibi câhiliye döneminde de Müsrikler arasinda haram aylarda savas yapmak, kan dökmek, haksizlik ve kötülüklerde bulunmak yasaklanmis idi. Muharrem, Receb, ZIlkâde ve Zilhicce aylarindan olusan bu aylarda yasagin ihlâl edIlmesi, büyük bir günâh ve suç sayiliyordu.

Bu telâkkiye ragmen câhiliyye döneminde zaman zaman haram aylarin kudsiyeti çignenmis, kanli bazi savaslar meydana gelmisti. Iste bu savaslar, müsrikler tarafindan, günâhin islendigi savaslar anlamini ifade etmek üzere "ficâr savaslari" diye adlandirIlmistir.

Arap tarihinde dört ficâr savasi vukû bulmustur. I. ficâr savasi, Gifâr kabilesinden bir sahsin Ukâz Panayiri'nda ayaklarini uzatip oturarak "Araplarin en sereflisi benim!" demesine kizan bir sahsin, kiliciyla onun ayaklarini kesmesi üzerine Iki tarafin adamlari arasinda cereyan etmistir.

II. Ficâr savasi, Kureys'ten Benû Amir ile Kureys'ten Benû Kinâne arasinda meydana gelmistir. Yine Ukâz Panâyiri'nda Benû Amir'den bir kadina Kinâneogullarindan bazi gençlerin sarkintilik etmesi bu savasa sebep olmustur.

III. ficâr savasi ise, Kinâneogullarindan bir sahsin, Âmirogullarindan birisine olan borcunu zamaninda vermedigi gibi oyalama cihetine gidip ödemeye yanasmamasi sebebiyle bu Iki kabile arasinda ortaya çikmistir.

IV. ficâr savasi ise, Kinâneogullarinin yanisira Kureys ile Hevâzin'in Kays-i Aylân kabileleri arasinda meydana gelmistir. Hire hükümdarinin çikardigi bir kervana kilavuzluk ve muhafizlik etme konusunda aralarinda ihtilâf ve husûmet çikan Kinâneogullarina mensup bir sahsin Kays-i Aylân'dan birisini öldürmesi bu savasa sebep teskil etmistir. Kinâneogullarinin yaninda Kureys'in diger sülâleleri de savasa katIlmis, bu arada Peygamber efendimiz de amcalariyla birlikte bu savasta bulunmustur. Ancak genellikle kabul edildigine göre o sirada yirmi yasinda olup savasabilecek güçte olmasina ragmen sadece savas alaninin gerisine düsen oklari toplayip amcasina vermekle yetinmistir. Sonunda bu savas, Iki tarafin ölülerinin sayilip ölüsü fazla olan tarafa fazlalik miktarinca diyet verIlmesi karari ile sulha baglanarak neticelendirIlmistir.
Hz. MUHAMMED (s.a.s) DOGUMU, ÇOCUKLUGU VE GENÇLIGI



Insanligi hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini saglamak üzere Allah Teâlâ tarafindan gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildigine göre 2I Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de dogdu. Islâm tarihi kaynaklari, Hz. Peygamber'in nesebi ta Hz. Adem'e kadar siralanan Secere tablolari ile belirlemislerdir. Bu kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci göbekten atasi olan Adnan'a kadar ittifak edilmis, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazi farkliliklar ortaya çikmistir. Ama O'nun Hz. Ibrahim'in oglu Hz. Ismail soyundan oldugunda süphe yoktur. Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'in seceresi söylece siralanir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâsim b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. En-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. Ilyas b. Mudar b. Nizâr b. Me'add b. Adnan.

Hz. Peygamber'in dogumundan iki ay kadar önce babasi Abdullah, ticarî bir seferden dönüsünde Yesrib (Medine)'de vefat etmisti. Annesi Amine, Kureys Kabilesinin kollarindan Benû Zühre'nin reisi Vehb b. Abdümenaf'in kiz idi. O siralarda Mekke esrafi, çocuklarini çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip olduklari için Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafindan ancak bir kaç kez emzirilmis, süt anneye verilinceye kadar da amcasi Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmisti. Daha sonra Mekke'ye komsu çöllerde yasayan Hevâzin kabilesinin kollarindan Benû Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz. Peygamber'e süt emzirmistir. Mekke esrafi tarafindan Mekke'nin agir ve sicak havasi çocuklarin gelisimine ve sagliklarina zararli görülüyor; ayrica hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabanci tesirler altinda kalabildiginden, fesahat ve belâgata önem veren Mekkeliler çocuklarinin dili ögrendikleri ilk yillarinin Arapçanin saf ve bozulmamis sekliyle ve olanca fesahat ve belâgatiyla ari duru konusuldugu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardi. Bu bakimdan Araplar arasinda fasih Arapçalari ile ün yapmis Benû Sa'd kabilesi arasinda yaklasik ilk iki buçuk yilini geçiren Hz. Peygamber, ileride üstlenecegi ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazirlanmis oluyordu. Hz. Peygamber'in kirk yasindan itibâren yürüttügü Islâm'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslinda mesakkatli, yorucu, bir takim sikintilari olan mukaddes bir vazifedir. Iste bu yorucu ve mesakkatli görevi lâyikiyla yerine getirebilmek için saglam ve sihhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu. Hz. Peygamber, böylelikle çocuklugunun ilk yillarinda Mekke'nin bogucu sicak ve sitmali havasindan uzaklasmis, suyu ve havasi güzel bâdiyede saglikli bir sekilde gelisme imkânini bulmus oluyordu. Diger taraftan güzel konusmanin kitleler üzerindeki etkisi malumdur. Ileride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin süphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olmasi ve dili, davasinin ugrunda en iyi sekilde kullanmasi gerekiyordu. Iste bu yönlerden Hz. Peygamber henüz çocuklugundan itibâren davet faâliyeti için hazirlaniyordu. Yalniz kendisi henüz o siralarda ileride peygamber olacagi konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadigindan, bu hazirlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayip, Cenâb-i Hakk'in yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe altinda tutmasi seklinde cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yaninda iken vukû bulan "Gögsünün yarilmasi" (Serhu's-Sadr veya Sakku's-Sadr) olayini da yine davete hazirlik olarak degerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber'in gögsü, görevli iki melek tarafindan yarilmis, kalbi çikarilarak Seytanin ve nefsin tasallut ve saptirmasindan arindirilmis ve Zemzem'le yikanarak tekrar yerine konulmustur. Böylece Hz. Peygamber, rûhen davete hazirlanmis oluyordu.

Serhu's-sadr olayindan sonra süt anne halime tarafindan Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz. Muhammed, alti yasina kadar annesi Amine'nin yaninda kaldi. Bu siralarda Amine, Hz. Peygamber'i de yanina alarak Medine'deki akrabalarini ziyarete gitmisti. Bu vesile ile, alti yil kadar önce Medine'de ölen esinin kabrini de ziyaret etmis olacakti. Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklasmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsizlandi ve vefat etti; oraya da defnedildi. Artik hem yetim, hem de öksüz kalan çocugu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadi Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Yasli dede, kalben büyük bir muhabbet besledigi bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yil bagrina basti. Abdülmuttalib'in temsil ettigi Hâsimogullarinin Mekke'deki itibâri ile Abdülmuttalib'in sahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çikarmis olmasi, onun Mekke'de kendisine son derece saygi duyulan, sözüne itibâr ve itâat edilen bir reis hâline gelmesini saglamisti. Abdülmuttalib, Kâbe duvarina bitisik olarak sirf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini tasiyan Dâru'n-Nedve'de Mekke halkinin çesitli problemlerini dinler ve çözüm yollari arardi. Dedesi Abdülmuttalib'in yanindan hiç ayrilmayan küçük Muhammed, Dâru'n-Nedve'de yapilan idareye ve çesitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yaninda bulunuyor ve daha o yaslarindan itibaren zulmün hâkim oldugu Mekke toplumunda ortaya çikan problemleri, insanlarin dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasil bir batakligin içinde bulunduklarini yakindan görüp idrâk ediyordu.

Hz. Peygamber sekiz yasina geldigi zaman Abdülmuttalib seksen iki yasina erismisti ve yasli bünye, ugradigi hastaliklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrildi. Abdülmuttalib vefatindan önce sevgili torununu ogullari arasinda, Hz. Muhammed'in babasi Abdullah'la ana-baba bir kardes olan Ebû Talib'e teslim etmisti. Artik Hz. Muhammed sekiz yasindan yirmibes yasina kadar amcasi Ebu Talib'in yaninda kalmistir.

Gelecekte peygamber olacagi hakkinda ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadigindan, tâbiîdir ki Hz. Peygamber'in bu devrelerdeki hayati hakkinda fazla bilgimiz yoktur. Ancak sadece Hz. Peygamber'i degil, ayni zamanda diger Mekkelileri de ilgilendiren bazi olaylarda Hz. Peygamber'in aldigi yer ve oynadigi rol, kaynaklarimizda tespit edilmistir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasinda süphesiz önemli olanlarindan birisi, Hz. Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karsilasmasi meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaslarinda iken amcasi Ebû Tâlib ile birlikte Sam'a dogru yol alan ticarî bir kervana katilmis ve kafile Sam yakinlarinda Busrâ adli bir mevkide mola verdigi zaman buradaki manastirda bulunan Bahirâ adli râhib, Islâm kaynaklarina göre Hz. Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çikmasi beklenilen son peygamber olabilecegi kanâatine varmisti. Müstesrikler bu olayi kendi yanli bakis açilari ile ele alarak Islâm'in dogusunda Hristiyan rûhiyâtinin etkileri oldugunu, Râhib Bahîrâ'nin dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed'in bu dinî suuru gelistirerek ileride Islâm'i ortaya attigini iddia ederlerse de, Islâmiyet'in temelini olusturan tevhid akidesi ile Hristiyanligin temeli olan teslis * inancinin aslâ bagdasamaz bir karakterde olusu, Islâm'in Hristiyanlik'da mevcut teslis düsüncesini sirk olarak kabul etmesi, bu iddiânin ne derece asilsiz ve gülünç oldugunun en açik delillerindendir (genis bilgi için bkz. Bahîrâ maddesi).

Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardindan daha sonraki yillarda diger amcalari ile birlikte Mekke. disina yapilan bazi ticari seferlere katilmis, muhtelif bölgelerde yasayan insanlarin farklilik arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkinda bilgi sahibi olmustur. Peygamber Efendimizin daha sonralari Islâm'i teblig ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduguna göre cereyan eden bu olaylari da O'nun peygamberlige ilmen hazirlanmasi olarak degerlendirmek gerekir.

Cenâb-i Hakk'in kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete hazirliyor ve cahiliye döneminin her türlü sirk ve sapikligindan, kötülük ve ahlâksizligindan uzak tutuyordu. Mekkelilerin dinî bir âyini ve bayrami olan Büvâne'ye çocukluk yillarinda amca ve halalarinin zorlamalari ile götürülen Hz. Muhammed, âdet üzere diger akrabalarinin yaptigi sekilde burada hazir bulundurulan bir puta tapmak içiri siraya girdiginde, henüz kendisine sira gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alikonulmus ve olayin hasyeti içerisinde Hz. Peygamber kisa bir bayginlik geçirmisti. Bu olaydan sonra artik akrabalari O'na putlara tapmak için her hangi bir israrda bulunmadilar. Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yillarindan itibâren hayati boyunca aslâ hiç bir puta tapmadigi gibi, onlar adina kurban kesmemis, putlar adina kesilen hayvanlarin etini yememis, onlar adina yemin etmemis, hatta onlarin adini dahi agzina almaktan hoslanmadigini belirtmisti.

Geçim sikintisi çeken amcasi Ebû Tâlib'e yardimci olmak için gençlik yillarinda Mekkelilere ücretle çobanlik yapan Hz. Muhammed, çobanligi sirasinda Mekke'nin dagdagali, debdebeli, sirkin hâkim oldugu havasindan uzaklasarak tabiatla karsi karsiya gelmis, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü geliserek herseyin yaraticisi olan Cenab-i Allah'in varligi ve birligini, O'na esler kosmanin sapiklik oldugunu iyice kavramis, karsilastigi bir takim sikinti ve mesakkatler O'nu rûhen olgunlastirmisti. Çobanlik yaptigi günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadasina emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eglencelerini seyretmek için kirdan sehire inen Hz. Peygamber, eglence yerine gelip oturur oturmaz Cenâb-i Hakk'in kendisine verdigi bir uyku ile, içkilerin içildigi, oyunlarin oynandigi, ahlâksizliklarin yapildigi bu isret âlemini seyretmekten dahi alikonulmustu. Bir baska sefer yine böyle bir eglenceyi seyretme arzusu ayni sekilde engellenmis; artik bir daha da Hz. Peygamber böyle bir seye tesebbüs etmemis, istek de duymamisti.

Hz. Peygamber yirmi yaslarinda iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasinda Ficâr Harbi vukû buldu. Aslinda savasabilecek bir yasta ve güçte olmasina ragmen Hz. Peygamber bu harpte sadece savas alaninin gerisine düsen oklari toplayip amcalarina vermekle yetinmisti. Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasina ragmen bu olayin O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler olusturdugu bir gerçektir. Peygamberliginden sonra dahi hatirladigi zaman bir üye olarak katilmaktan seref ve iftihar duydugunu açikça belirttigi Hilfü'l-Fudûl ise hemen bu savastan sonra gerçeklesmisti. Bu vesile ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanimis, câhiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasil ezdigini, güç ve kuvvet karsisinda zâlimlerin nasil eriyip titredigini örnekleriyle görmüstü.

Yirmibes yasinda bizzat kendisinin idare ettigi bir ticaret kervani Hz. Muhammed'i Hz. Hatice ile karsilastirdi ve aralarinda gerçeklesen evlilik, Hz. Muhammed'in amcasi Ebû Tâlib'in yanindan ayrilip yeni bir aile yuvasi kurmasini sagladi. Hz. Peygamber'in bu evlilik dolayisiyla Hz. Hatice'den alti çocugu olmustu. Bunlardan dördü kiz olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtima adlarini almislardi. Bunlarin dördü de babalarinin peygamberligine erismisler ve O'na iman ederek hicret etmislerdir. Ogullari ise Kasim ve Abdullah adini tasiyordu. Hz. Peygamber'in ilk oglunun adi Kasim oldugu için kendisine Ebû'l-Kâsim künyesi verilmisti. Bazi kaynaklar bunlardan baska Hz. Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adinda iki oglu daha oldugunu zikrederken, diger bazi kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'in lâkabi oldugunu belirtmislerdir. Hicretten sonra dogan oglu Ibrahim ise Misirli câriye Mâriye'dendir. Hz. Peygamber'in bütün erkek çocuklari henüz küçük yaslarda vefat etmislerdi.

Hz. Hatice ile evliliginden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla saglamaya çalismis, bazan ortaklik yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmisti Hz. Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlügü, dogru sözlülügü, ahde vefasi, âdil ve âlicenâb davranislari, herkes hakkinda iyimser davranip elinden gelen iyilik ve yardimi yapmasi, yoksulun, muhtacin elinden tutmasi, yakinlarina ve akrabalarina karsi gösterdigi ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmis, çevrede herkesin güvenip itibar ettigi, sayip sevdigi bir kisi hâline gelmisti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kisi" lâkabini vermislerdi.

Hz. Peygamber'in otuz bes yasinda iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayi ve bu olay sirasinda el-Haceru'l-Esved'in* yerine konmasi meselesinde Mekke sülâleleri arasinda çikan ve kanli bir çatismaya dönüsme temâyülü gösteren anlasmazligi herkesi memnun edecek bir tarzda ve âdil bir sekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artirmisti.

Allah'in mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri dolayisiyla herkeste oldugu gibi Hz. Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar süphesiz harekete geçmistir. Bu sebeple O'nda bu yillardan itibâren Rabbi ile basbasa kalma arzusu görülür. Bir de buna toplum içinde islenen haksizliklar, zulümler, ahlâksizliklar, din adina icrâ edilen sapiklik ve akilsizliklar eklenecek olursa, Hz. Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalniz, sessiz, sakin bir magarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlasilir. Artik otuz bes yasindan itibâren Hz. Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayi boyunca Mekke'den uzaklasiyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtigi Hira dagindaki bir magarada günlerini geçirerek Cenâb-i Hakk'in varligini, birligini, kudret ve azametini, O'nun gücü karsisinda mahlûkatin aczini ve zayifligini düsünüyor; Rab Teâlâ'nin insanlara sonsuz nimetlerini, buna karsi insanoglunun nankörlügünü, onlarin dinî, siyasî, ictimâi, ahlâkî vs. yönlerden içerisine düstükleri kötü durumlari hatirliyordu. Iste bu uzlet,günleri Hz. Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluga götürdügü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini gelistirerek aklî ve ilmî bir yücelige de eristirdi.
MUHAMMED (A.S) VAHY GELISI




Muhammed (A.S), kirk yasina gelince, Allah(C.C) onun kerametini açiklamayi ve kullarina,onunla rahmet etmeyi diledigi zaman,Kendisine, ilk vahiy ve peygamberlik baslangici,uykuda Sadik rü`yalar görmekle olmustur.

Peygamberimiz, alti ay bu hal üzere kaldi.

Yüce Allah, bu alti Ay içerisinde Peygamberine, Uykuda, sonrada uyanik Vahiy etti.

Peygamberimiz, her yil, Ramazan ayinda Hira daginda bir ay itikafa girer,Kureysilerin yapageldikleri gibi, yanina gelen yoksullara yemek de yedirirdi.Peygamberimiz, kavminin sürü sürü putlara tapip durduklarini gördükce,onlardan uzaklasmayi, Halvet ve Uzlete çekilmeyi özler, Hira dagina girer,Halvet ederdi.

Peygamberimiz (A.S),yüce Allah tarafindan Peygamber olarak gönderilecegi ve ilahi rahmetin, kullari, onunla ihsan olunacagi gün, gelmis bulunuyordu.

Peygamberimiz; Ramazan ayinin on besinci cumartesi ve on altinci pazar gecelerinde, Hira magarasinda uyudugu bir sirada,Rüyasinda, Vahy melegi Cebrail (A.S) atlastan bir kab içinde bir kitapla gelip Peeygamberimize ``OKU`` dedi.

Peygamberimiz``Neyi okuyayim?`` diye sordu.

Cebrail,Peygamberimizi,nefesi kesilinceye kadar,sIktI.

Peygamberimiz,kendisini ölecek sandi.

Bundan sonra,Cebrail (A.S),birakip Peygamberimize,`` OKU``! dedi.

Peygamberimiz ``Neyi okuyayim?`` diye sordu.

Cebrail Aleyhisselam,Peygamberimizi,tekrar,nefesi kesilinceye kadar sIktI.

Peygamberimiz, kendini ölecek sandi.

Sonra, Cebrail Aleyhisselamin sikmasindan kurtulmak icin``Neyi okuyayim?`` diye sordugu zaman, Cebrail Aleyhisselam, Alak suresinin basindaki bes ayeti okudu.

Peygamberimiz de, onlari, okudu.

Cebrail Aleyhisselam, ayrilip gittigi ve Peygamberimiz,uykudan uyandigi zaman, o ayetler,, sanki,bir kitap olarak Peygamberimizin kalbine yazilmis gibi idi.

Peygamberimiz, magaradan ayrilip Hidra daginin ortasina geldigi zaman,gökten,bir ses isitti ki: ``Ya Muhammed! Sen, Allahin Resulusun! Ben,Cebrailim !`` diyordu.

Peygamberimiz,basini kaldirip bakinca, Cebrail Aleyhisselam`i ayaklarini,gögün ufukuna basmis bir insan suretinde gördü!.

``Ya Muhammed! Sen, Allahin Rasulüsün!Ben, Cebrailim! Diyordu.

Peygamberimiz,duraklamis, Ona, baka kalmisti.

Ne bir adim ilerliyebiliyor,ne de,gerileyebiliyordu!

Eve döndügünde ,gördüklerini hazreti Haticeye anlatti,hazreti Hatice,``Sana Müjdeler olsun!

Yüce Allah sana ,hayirdan baska bir sey yapmaz.!diyerek onu teselli etti.

HAZRETI HATICENIN PEYGAMBERIMIZI VERAKAYA GÖTÜRMESI:

Peygamberimiz, yüce Allah tarafindan, Cebrail Aleyhisselamin getirip teblig ettigi Risalet vazifesini kabul ederek evine dönerek, hic bir agaca ve tasa rastlamadiki, kendisini selamlamasin!.

Peygamberimiz,yüregi titreyerek eve gelip,``Beni örtünüz!,beni örtünüz!``buyurdu.

Kalkinca, hazreti Haticeye basindan gecen olaylari anlatti.

Hazreti Hatice de onu alip Hiristiyanliga girmis olan,Veraka b.Nevfel´in yanina götürdü.Ona, Ey Amucamin oglu! Dinle bak! Kardesiyin oglu,ne söylüyor!

Veraka!´´ Ne gördün kardesimin oglu?´´ diye sordu.

Peygamberimiz;gördüklerini,isittiklerini,haber verince,Veraka:´´Senin bu gördügün,Allah tarafindan Musa Aleyhisselama indirilmis olan Namusul-Ekber´dir.

Ah Keske, kavminin,Seni (yurdundan)cikaracaklari zaman,ben,sag ve genc, dinc olsaydim!´´ dedi.

Peygamberimiz´´ Onlar, beni cikaracaklarmi ki? !´´ diye sordu.

Veraka ´´Evet! Cikaracaklardir.

Cünkü, senin gibi, bir sey getirmis kimse yoktur ki, düsmanliga ve iskenceye ugramasin!
Eger, ben, Senin davet günlerine yetisirsem, Sana,son derece yardim ederim!´´ dedi.

Cok gecmeden de, vefat etti.

ILK ABDEST VE ILK NAMAZ

Peygamberimiz, Hiradan döndügü ve Mekke´nin yukari tarafinda bulundugu sirada Cebrail Aliyhisselam, gelip vadinin bir kösesinde ökcesini yere vurdu.

Oradan, bir su kaynadi.

Cebrail Aleyhisselam, ondan Abdest aldi.

Peygamberimiz,Cebrail Aleyhisselamin Abdest alisina bakiyordu.

Cebrail Aleyhisselam,Namaz icin nasil Abdest alinip temizlenilecegini görsün diye,yüzünü dirseklerine kadar ellerini yikadi.

Agzini, su ile calkalandi.

Burnuna, su cekti, ve ona,Abdest almayi,Namaz kilmayi ögretti.

Peygamberimiz de hanimi hazreti Haticeye, Cebrailin ögrettiklerini ögretti.

PEYGAMBERIMIZIN TEBLIGE BASLAMASI VE ILK MÜSLÜMANLAR

Allah (C.C) ilk teblig emri olan ´´Ey örtülere bürünen (Resulüm), kalk ve insanlari uyar.´´ Ayeti celilesi gelince Peygamberimiz teblig görevine baslamis

ve insanlari Allahin birligine, davet etmeye baslamisti.

Davete ilk icabet edip müslüman olanlarin isimleri sunlardir:

Ilk Müslümanlik serefine sahip olan kisi hazreti Hatice´dir.

Hz.Ali,hz Ebubekir,hz Zeyd b.Harise,Bilal-i Habesi ve Annesi Hamame,Ebu Fukeyhe, Halid b.Said,Umeyne bint-i Halef,Amr b.Said,Zubeyr b.Avvam, hz. Osman,hz.Talha b. Ubeydullah,Sad b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b.Cerrah, Ebu Seleme,hz Ümmü Seleme,Osman b.Mazun, vb...
TEBLIGIN BES DEVRESI




Davet`in bes devresi olup birinci devresi: Nübüvvet devresidir.

Davetin ikinci devresi:En yakin hisim ve akrabayi, Ahiret azabiyla korkutup uyarma devresidir.Davetin ücüncü devresi:Kendi kavmini,Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin dördüncü devresi:Kendilerine, daha önce Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin besinci devresi ise: Zamanin sonuna kadar, bütün Cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erisebilecek olanlari, ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.

PEYGAMBERIMIZIN VAZIFESINI ACIKTAN ACIKLAMASININ EMREDILMESI

Peygamberimiz, Tebligin ilk devresi olan nübüvvet devresini üç yil geçirdikten sonra

açiktan teblig emri geldikten sonra akrabalari olan Abdülmuttalip ogullarini kendisine inanmalarini ve ona yardimci olmalarini istemisti.

Fakat akrabalari kendisine yardim etmedigi gibi Amcasi Ebu Leheb hakaret etmis, bizi buraya bunun için mi çagirdin diyerek hakaret etmisti.

Bundan sonra Peygamberimiz, Kureys kabilelerini, Safa tepesi yanina toplayarak onlari Islama davet etti, bu davetten de Kureysilerden açik bir destek alamadi. Hatta Amcasi Ebu Lehep Peygamberimize Hakaret ederek ona tas atti, bunun sonucu Tebbet suresi inzal oldu.

ISKENCELER

Peygamberimiz tebligi açiktan yapmaya baslayinca Kureysiler müslüman olanlara iskence yapmaya basladilar.

Bu iskencelerin en fazlasini Peygamber efendimiz Aleyhisselam görüyordu.Ona, hakaret ediyorlar,namazini kilarken üzerine pislik atiyorlar,geçecegi yollara diken,butrak gibi seyler saçiyorlardi. Secde de iken Deve Iskembesini ve pisligini kafasina atiyorlardi.

Diger Müslüman olan insanlarin da hemen hemen hepsi iskence görüyordu. Bunlardan köle ve cariye olanlarin iskencesi öylesine agirlasmistiki tahammül sinirlarini asmisti.

En çok iskence gören Sahabileri söyle siralamak mümkün:

Bilal-i Habesi,Zinnure Hatun,Ümmü Ubeys,Nehdiyye Hatun,Amir b.Füheyre,Lübeyne Hatun, Ebu Fukeyhe,Habbab b.Eret,Yasir b.Amir,Miktat b.Amr,Suheyb b.Sinan, vb...

EBU CEHL'IN PEYGAMBERIMIZI ÖLDÜRMEGE KALKISMASI

VE NADR B.HARISIN BIR KONUSMASI ,

Nadr b.Haris'in Peygamberimiz Hakkindaki Konusmasi:

Ebu Cehl, basindan geçeni, Kureysli müsriklerine anlatinca, Nadr b.Haris, kalkip "Ey Kureys cemeati ! Vallahi, sizin basiniza hiç bir zaman, bir benzerile mübtela olmadiginiz,bundan sonra da, kolay kolay çaresini bulamayacaginiz bir is gelmis bulunuyor!

Muhammed; Sakaklarina ak düstügünü gördügünüz zamana kadar, içinizde,en çok hosunuza giden bir gençti.

En dogru sözlünüz ve en emininiz idi.

Nihayet, size getirdigi seyle gelince, ona (Sihirbaz!) dediniz.

Hayir! Vallahi, o, bir Sihirbaz degildir!

Biz, Sihirbazlari ve onlarin üfürmelerini, dügümlemelerini görmüsüzdür.

Siz, ona (Kahin!) dediniz.

Hayir! Vallahi, o, bir kahin degildir.

Biz, kahinleri ve onlarin titreyislerini, görmüs ve Seci'li sözlerini, dinlemisizdir

Siz, ona (Sair!) dediniz.

Hayir! Vallahi, o, bir Sair de, degildir.

Biz, Siiri görmüs ve onun her çesidini: Hezec'ini, Recez'ini.. dinlemisizdir.

Siz, ona (Mecnun!) dediniz.

Hayir! Vallahi, o, bir mecnun da degildir.

Biz, delilikleri, görmüsüzdür.

Onun ise, ne bogulmasi, ne çarpinip titremesi, ne evhamlanmasi, ne de, sözlerini, karistirmasi, vardir.

Ey Kureys cemeati! Durumunuzu iyice düsününüz, gözden geçiriniz!

Çünki, vallahi, sizin basiniza, büyük bir is gelmistir ! ' ' dedi .
HÜZÜN YILI

Mekke döneminin en sikintili aninda Hz. Hatice ile Ebu Talib'in vefat ettikleri yil.

Peygamberligin onuncu yilinda Müslümanlar iktisâdî ablukadan yeni çikmislardi. Ebû Tâlib agir hasta yatiyordu. Ebû Talib Peygamberimizi bir amca olarak düsmanlarina karsi korumus ve Abdülmuttalib'in nüfuzunu kullanarak müsriklere ezdirmemeye çalismisti. Hatta Ebu Talib mahallesindeki müsriklerin kusatma sirasinda bile gece gündüz demeden Peygamberimizin kaldigi yerlerde nöbet tutturuyordu. Ancak müslüman olmamisti. Peygamberimiz ise kendisine çok iyiligi geçen amcasinin müslüman olmasini arzu ediyor, böylece ona sefâat etmeyi umuyordu. Bunu saglamak için hastaligi agirlasan ve ölüm Isaretleri, yüzünde belirmis olan Ebû Talib'in yanina girdi:

"Ey amcacigim: Ölümünden önce sehadet kelimesi getir ki, yarin mahserde Cenab-i Hakk'in yaninda senin müslümanligina taniklik yapayim" dedi.

Fakat Ebu Talib câhiliye âdetlerinin etkisi ve câhiliye kompleksi içinde davranmaktan kendini kurtaramadi. "Ben Abdü'l-Muttalib'in dini üzere ölüyorum. Kureys'in "ölümden korktu çekindi de yegeninin dinini kabul ediverdi demeyeceklerini bilsem, senin dinine inanirdim yegenim" gibi laflar söyledi. Hadis âlimleri, onun iman etmeden gittigini ve Peygamberimizin buna çok üzüldügünü kaydederler. Ancak Ibn Ishâk gibi tarihçiler onun ölürken o zaman henüz müsrik olan Abbas b. Abdü'l-Muttalib tarafindan sehadet kelimesini söyl ediginin isitildigini naklederler. Su ka



Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

PEYGAMBERLIGI VE MEKKE DÖNEMI




Böylece kendisine verilecek ilâhî risâlet görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldigi bir sirada, kirk yasinda iken yine böyle bir uzlet aninda Hira magarasinda, Cenâb-i Hakk'in peygamberlere vahiy getirmekle görevli melegi Cebrâil (a.s), O'na ilk vahyi, Alak Sûresi'nin ilk bes âyetini getirdi. Artik Allah'in Rasûlü, insanlari hak din olan Islâm'a çagirmakla görevli idi. O, bu görevine ailesi halkindan ve hak davaya gönül verebilecek yakin arkadaslarindan, gerçegi kabul edebilecek kabiliyetde olan, fitrati bozulmamis, düsünme istidadi körelmemis kisilerden basladi. Ilk önce O'nu sevgili esi Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebûbekir, çocuklardan Hz. Afi, âzadli kölelerden Zeyd b. Hârise kendisine ilk iman eden kimselerdi. Ardindan Hz. Ebûbekir'in de araciligiyla Hz. Osman, Abdurraliman b. Avf, Zübeyr b. el-Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Sa'id b. Zeyd, Abdullah b. Mes'ûd gibi sahsiyetler müslüman oldular. Hz. Peygamber ilk üç yil davetini gizli sürdürdü. Yalniz bu gizlilik, Islâm'in esaslari ve prensipleri açisindan degildi. Islâm, sir perdeleri arkasinda, gizli sakli, esrarengiz ve gizemli, anlasilmaz bir takim düsünceler ve doktrinler ihtiva eden bir din degildi. Onun esaslari gayet açik, net, anlasilir, sâde, ari duru olup akil ve mantiga da uygun idi. Ayni sekilde bu gizlilik, Islâm'in sadece belli bir zümreye has bir grup dini olusundan da degildi. Aksine Islâmiyet cihansümûl bir din olup bütün bir beseriyetin hidayet ve saâdetini hedeflemisti. Ancak Hz. Peygamber'in ilk üç yil davetini gizli sürdürmesi, çevredeki insanlarin Islâm'a karsi takindiklari düsmanca tavirdan, inanç ve ibadet hürriyeti tanimayacak kadar insafsiz ve bagnaz oluslarindan kaynaklaniyordu. Müslüman olanlarin mallarina ve canlarina bir zarar gelmemesi, filizlenmekte olan Islâm davâsina acimasiz bir balta vurulmamasi açisindan gizli davete gerek duyulmustu. Bu safhada Hz. Peygamber faâliyetini genellikle davet merkezi edindigi Dâru'l-Erkam'dan yürütmüstür. Burasi ilk iman edenlerden el-Erkam b. Ebi'l-Erkam'in* Kâbe karsisinda Safâ tepesi yamaçlarindaki evi idi. Ilk müslümanlardan bir çogu Islâm'i burada kabul etmisler, Hz. Peygamber'in egitimine burada mazhar olarak Islâm'in essiz esaslarini ruhlarina ve hayatlarina burada naksetmislerdi. Hz. Peygamber burada Islâm davâsina gönül baglayarak mallarini ve canlarini bu hak davâ ugrunda fedâdan çekinmeyen sâdik, vefâli ve ihlâsli bir kadroyu olusturmakla mesgûldü. O, biliyordu ki böyle bir kadro olmaksizin Islâm davâsinin ortaya çikip yayilmasi mümkün degildir. Bu bakimdan Hz. Peygamber'in bu devredeki icraati ashabini birbirine kenetlendirmis ve aralarinda mükemmel bir baglilik olusturmustu.

Iste Hz. Peygamber Islâm davâsi etrafinda böyle bir kadro olusturduktan sonra peygamberligin dördüncü yilindan itibâren Islâm'i açik açik teblig etmeye basladi. Kureys müsriklerinin Islâm'i engellemek için basvurduklari çok çesitli çareler, Hz. Peygamber'e ve Islâma samimiyetle bagli kadro elemanlarina engel olamiyordu. Bu arada Mekke müsrikleri özellikle korunmasiz müslümanlara insaf ve vicdana sigmayan eziyet ve iskencelerde bulundular. Bu iskenceler karsisinda Hz. Peygamber, isteyen müslümanlarin Habesistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin bes ve altinci yillarinda müslümanlardan birer grup I. ve II. Habes hicretlerini gerçeklestirdiler. Mekkeli müslümanlarin böylece Mekke hâricine Islâm'i tasimalari, müsriklerin hinç ve kinini artirmisti. Ama Cenâb-i Hakk'in yardim ve inâyeti sebebiyledir ki Islâm'a gösterilen bu düsmanliklar bile hak dinin yayilmasina yardimci oluyordu. Meselâ azili müsriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz. Peygamber'e yaptigi sözlü ve fiili bir satasma, Kureys arasinda sahsiyeti ve kuvvetiyle büyük bir itibâra sahip olan Hz. Hamza'nin müslüman olmasini sagladi. Ardindan Mekke idare meclisi Dâru'n-Nedve'de alinan Hz. Peygamber'i öldürme kararini uygulamak için harekete geçen güçlü sahsiyet Ömer b. el-Hattâb, Hz. Peygamber'i öldürmek üzere O'nu ararken aslinda ayaklari onu hidâyete sevkediyor ve Ömer'in gücü Islâm saflarina yeni bir heyecan ve sevk katiyordu. Arka arkaya Hz. Hamza'nin ve Hz. Ömer'in müslüman olmalari, Kureys müsriklerinin gözünü bir süre yildirmis, artik müstümanlara dokunamaz olmuslardi. Iste bunu izleyen günlerde Habes muhâcirlerinden bir kismi Mekke'ye geri döndü. Ancak bu sirada müsrikler yeniden siddete baslayip, cehâlet ve bagnazlikla baglandiklari ata dinlerini, zulme dayali oldugu için Islâm'in ortadan kaldiracagi sahsî çikar ve menfaatlerini, bâtil tahakküm ve zorbaliklarini kurtarabilmek için akil almaz çarelere basvurmuslardi. Bu türden olmak üzere hem müslümanlar, hem de müslümanlari koruyan Hâsimogullari, peygamberligin yedinci senesi ile onuncu senesi arasinda tam üç yil devam eden bir boykot ve muhâsaraya marûz kaldilar. Mekkeliler ne müslümanlarla, ne de onlari koruyan Hâsimogullari ile hiç bir münâsebette bulunmayacaklarina, her türlü iliskiyi keseceklerine, onlarla hiç bir sekilde alis-veriste bulunmayacaklarina, oturup kalkmayacaklarina, kiz alip vermeyeceklerine dair bir karar almis, bu karan yazdiklan sahifeyi Kâbe'nin iç duvarina asarak dinî bir hüviyet de vermislerdi. Bu karara muhâlefet eden, hem vatana, hem de dine ihânet etmis sayilacak ve en agir sekilde cezalandirilacakti. Mekkeliler tarafindan üç yil süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette müslümanlara sikintili, güç günler yasatmistir. Peygamberligin onuncu yilinda bu karar iptal edilip boykot ve muhâsara kaldirildigi vakit müslümanlar pek ziyade sevinme imkâni bulamadilar. Çünkü çok geçmeden Hz. Peygamber iki büyük yakinini, amcasi Ebû Tâlib'i ve esi Hz. Hatice'yi üç gün arayla ardi ardina kaybetti. Rasulullâh'in üiüntüsüne müslümanlar da katildilar ve bu seneye Hüzün yili* adini verdiler. Özellikle Ebû Talib'in vefati, Hz. Peygamber'in Mekke'de Islâm'i teblig etmesini bir hayli güçlestirdi. Çünkü Ebû Tâlib'in sagliginda Mekkeliler Ona hürmet duyduklari için himayesine aldigi yegenine dokunmuyorlardi. Simdi bu himaye ortadan kalktigi için Hz. Peygamber her yerde satasma ve engellemelerle karsilasiyordu. Böyle bir ortamda Islâm'i teblig etmek âdeta imkânsiz hâle geldiginden Hz. Peygamber, Islâm'i kabullenecek yeni bir kitle aramaya basladi. Bu sebeple de azadli kölesi Zeyd b. Hârise ile birlikte bir gün gizlice Tâif'e gitti. Ancak dolayli akrabalarindan olan reislerinden gördügü alayli ve acimasiz muâmele Hz. Muhammed'in derhal Mekke'ye geri dönmesini gerekli kildi. Hz. Peygamber sehirden gizlice çikmisti. Sayet bu durum Mekkelilerce ögrenilmisse onun gidisi ülke disina kaçma olarak degerlendirilebilir ve kendisi siyâsi suçlu sayilabilirdi. Bu düsüncelerle Hz. Peygamber sehre ancak bir emân ve himâye altinda girmek gerektigine kanâat getirerek müsriklerin ileri gelenlerinden Mut'im b. Adî'nin himâyesini sagladi ve onun korumasi altinda sehre girdi.

Yillar boyu Mekkelilerin Islâm'a karsi gösterdigi kin; düsmanlik ve engellemeler, üç yil süreyle devam eden ve insafsizca uygulanan toplumdan dislanma ve muhâsara olayi, ardindan Ebû Tâlib'in ve Hz. Hatice'nin vefatlari dolayisiyla Hz. Peygamber'in himayesiz kalmasi ve Mekkelilerin satasmalarina mâruz kalmasi, bunu tâkiben de Tâif halkinin horlayici tavn, her ne kadar Allah Rasûlünün ümit ve azmini kiramamis, davet sevk ve istiyakini azaltamamis ise de, süphesiz bir beser olarak O'nu üzmüs ve rencide etmisti. Iste böyle bir durumda Hz. Peygamber'i sevindirecek ve Kur'an'dan sonra en büyük mûcizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi. Cenâb-i Hak, Rasûlünü teselli etmek, bunca gördügü düsmanliklara ragmen gösterdigi sabir ve sebat dolayisiyla O'nu taltif edip lütuf ve ikramda bulunmak üzere katina çagirdi ve Hz. Peygamber'in Isrâ ve Mirâc mûcizesi gerçeklesti. Bir gece vakti Hz. Peygamber, bir an ifade edilebilecek çok kisa bir zaman dilimi içinde önce Mekke'den Kudüs'e gitti. Oradan da göklere yükselerek Rabbinin huzuruna çikti; dünya ötesi âlemi, Cennet ve Cehennem'i müsahede etti. Böylece rûhen takviye görmüs, Rabbi tarafindan mükâfaatlandirilmis olarak tekrar ayni anda Mekke'ye döndü.

Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) Islâmî tebligine yine devam ediyordu. Fakat Islâm'in kitlesi olacak zümreyi arayisi genellikle Mekke'ye dis kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi maksatlarla gelen yabancilar arasinda oluyordu. Önceleri bu tesebbüsü bazen olayli, bazen sert, nâzik, veya mütereddit, ama hep menfi bir tavirla karsilaniyordu. Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde Medine'nin Hazrec kabilesinden alti kisi Akabe adi verilen yerde Hz. Peygamber'le karsilasip kisa bir görüsmeden sonra O'na iman ettiler. Bu alti Medineli, sehirlerine dönüste Hazrec ve Evs kabileleri arasinda Islâm'i yaydilar. Ertesi senenin hac mevsiminde ikisi Evsli, onu Hazrecli oniki kisilik bir heyet yine Akabe'de Hz. Peygamber'le bulusup O'na bey'at ettiler. I. Akabe bey'ati olarak tarihlere geçen bu görüsmenin akabinde Hz. Peygamber, Islâm kadrosunun ilk elemanlarindan Mus'ab b. Umeyr'i davetçi olarak Medine'ye gönderiyordu. Mus'ab'in Medine'de bir yil süreyle yaptigi faâliyet öylesine verimli olmustu ki Islâm'in bahsedilmedigi ve girmedigi bir ev hemen hemen kalmamisti ve Medineliler, Allah Rasûlünü sehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak bir kivâma erismislerdi. Peygamberligin onüçüncü yilinda Medine'den gelen daha kalabalik bir heyet Akabe'de Hz. Peygamber'le bir gece vakti gizlice bulusup II. Akabe Bey'ati'ni gerçeklestiriyor ve sehirlerine göç ettigi takdirde Hz. Peygaber'i ve Mekkeli müslümanlari mallari ve canlarini koruduklari gibi koruyacaklarina and içiyorlardi. Iste bu and ve karsilikli söz vermelere Islâm tarihinde "Akabe bey'atlari * " adi verilmistir.

HICRET VE ISLÂM DEVLETI:

Mekkeliler bu görüsmeleri haber aldiklari zaman baslatilan yeni baskilar, müslümanlara hicret kapilarini açti. Hz. Peygamber'in izni ile Ashâb-i kirâm gruplar halinde ve çogunlukla gizlice sehri terkedip Medine yolunu tuttular. Artik sehirde Hz. Peygamber ve ailesi, Hz. Ali, Hz. Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkân bulamamis olanlarla yakinlari veya akrabalari tarafindan hicretleri engellenmis kimseler kalmisti. Müslümanlarin Medine'de toplanarak zinde bir güç olusturmalari, Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmustu. Bu günlerde sik sik olaganüstü toplantilar yapan müsrikler, gizli bir celsede, karsilasilan bu zor problemi çözme yollarini aradilar. Yegâne kurtulus yolu olarak Hz. Muhammed'in öldürülmesi görüldü. Kararlastirilan komplonun icrâsi için hazirliklar yapilirken Cebrâil (a.s) vâsitasiyla durumdan haberdâr olan Hz. Peygamber de hicret için hazirliga koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadasligi yapacak Hz. Ebûbekir'le önceden hazirladigi plân geregince geceleyin Mekke'yi terketti. Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine'nin banliyösü Kubâ köyüne geldigi zaman Ensâr ve Muhâcirûn'un O'nu karsilamasi son derece heyecanli ve içten olmustu. Hz. Peygamber bu köy halkinin ricasi üzerine burada bes gün istirahat etti ve bu kisa istirahati sirasinda bilfiil kendisi de çalisarak bir mescid insâ ettirdi. Kubâ'ya gelisinin besinci günü sabahleyin buradan ayrilarak Medine sehrine yöneldi. Günlerden cuma idi. Ögle vakti Rânunâ adli mevkiye gelindigi vakit Hz. Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardindan ilk cuma namazini kildirdi. Sonra yoluna devam etti. Sehirde bir bayram havasi vardi. Büyük küçük herkes yollara dökülmüs, coskun bir tezâhürât, sevgi ve saygiyla Hz. peygamber'i karsiliyor, sehirlerine ve evlerine buyur ediyordu. Hz. Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmis olmamak ve hiç kimseyi kirmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettigi devesi Kasvâ kendi hâline birakildi; devenin çöktügü yere en yakin evde Hz. Peygamber misafir olacakti. Deve, sehrin orta tarafinda iki yetim çocuga ait bos bir arsada çöktü ve Hz. Peygamber kendisine ait hâne-i saâdetleri insâ edilinceye kadar buraya evi en yakin olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî Hazretlerinin evinde misafir kaldi.

Böylece Hz. Peygamber'in hayatinda ve davet faâliyetinde yeni bir dönem, Medine dönemi baslamis oluyordu. Medine'de Hz. Peygamber, Islâm'a kucak açmis büyük bir kitleye kavusmustu; Islâm'in bagimsizligi ve hâkimiyetini ilân edecegi bir vatana da sahipti. Artik yapilacak sey, bu vatan sathinda Islâm cemâatini teskilatlandirmak, insanlarin birbirleri ile olan münâsebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkin hâkimiyetini saglayarak etrafa yaymakti. Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardi. Peygamber Efendimiz bu ihtiyaci gayet iyi bildiginden, artik Medine'ye hicretin ilk günlerinden itibâren O'nun davet merhaleleri arasinda "devletlesme diye adlandirdigimiz safhayi gerçeklestirmek üzere çaba sarfetti. Kurulus günlerini yasayan Islâm devleti'nin idâre merkesi, htikümet binasi, harp karargâhi vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i insâ etti. Mescide bitisik olarak bina edilen suffa, Islâm cemâatinin bütün Islâmî meselelerde egitildigi ve gerekli bilgilerin ögretildigi önemli bir egitim-ögretim müessesesi oldu. Bu siralarda okunmaya baslanan ezan, sadece namaz vaktinin geldigini bildiren bir ilân degil, ayni zamanda Islâm hâkimiyetini âleme haykiran bir sembol ve siâr idi. Komsu devletlerle münâsebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sinir tespiti gerçeklestirilmis ve bu sinirlar içerisindeki müslümanlarin gücünü belirleme açisindan Hz. Peygamber'in emri üzerine nüfus sayimi yapilmisti. Ensâr'dan bir kisi ile muhâcirûn'dan bir kisinin bir araya getirilerek Islâm toplulugunun ikiser ikiser kardeslestirilmesi ameliyesi demek olan muâhât *, baska bir çok faydalari yanisira Islâm devleti'nin asil unsurunu olusturan müslümanlar arasinda tam bir kaynasma ve dayanisma sagliyordu. Yine ayni senede hazirlanan anayasa, müslümanlari oldugu kadar Medine'de bulunan müsrikleri ve Yahudileri de kapsamina alarak Hz. Peygamber'in devlet baskanligini bu gayri müslim azinliklara da kabul ettiriyor ve ayni ülkede yasayan vatandaslar olarak bu insanlar Islâm'in hakimiyet ve korumasi altina alinarak devlet açisindan güvenligin saglanmasi hedefleniyordu.
HABESISTAN HICRETI



Müslümanlarin Mekke müsriklerinin zulmünden kurtularak Islâm'in öngördügü biçimde özgürce yasayabilmek amaciyla Habesistan'a yaptiklari göç. Müslümanlar, ilki Hz. Muhammed'in peygamberlikle görevlendirilisinin besinci yilinda (614), ikincisi de altinca yilin (615) baslarinda olmak üzere iki defa hicret ettiler. Bu hicretler birinci Habesistan hicreti ve ikinci Habesistan hicreti olarak adlandirilir.

Kur'an'da hicret, cihaddan sonra en önemli eylem olarak degerlendirilir. Bunun nedeni açiktir. Bir mümin için en önemli sey imani ve imaninin gereklerini yerine getirerek Allah'in rizasini kazanmaktir. Gerçek bir mümin kendi ülkesinde, yasadigi çevrede bu amacina ulasamiyorsa, yurdunun, isinin-gücünün, malinin mülkünün, akraba ve dostlarinin hiçbir anlam ve önemi kalmaz. Bunlarla imani arasinda seçim yapmak zorunda kalan insan, imani seçiyorsa, ancak o zaman gerçek bir mümindir. Bu nedenle Mekke'de, müminler müsriklerin baski ve iskenceleri yüzünden böyle bir seçim yapma noktasina dogru gelince, Kur'an onlari, hicretin anlam ve önemini bildiren ayetlerle muhtemel bir hicrete hazirlamaya basladi. Bu konudaki bir ayette, "De ki: Ey iman eden kullarim, Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatinda güzel davrananlara güzellik var. Allah'in arzi genistir. Ancak, sabredenlere mükafatlari hesapsiz ödenecektir" (ez-Zümer, 39/1I) buyrularak bir hicretin gerekebilecegi ima edilir. "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah ugrunda hicret edenleri dünyada güzelce yerlestirecegiz; ahiret mükafati ise daha büyüktür" (en-Nahl,16/41), ayeti ise müminleri hicrete açikça tesvik eder.

Kur'an, bir yandan müminleri hicrete hazirlarken, diger yandan da hristiyanlik ve Hz. Isa hakkinda gerekli bilgilerle donatiyordu. Habesistan hicretinin hemen öncesinde gelen Meryem suresi, müminleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrica, müminlere hristiyanlarla nasil mücadele etmeleri gerektigi ögretildi: "Içlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de, size indirilene de inandik. Ilâhimiz ve ilâhiniz birdir, biz de O'na teslim olanlariz" (el-Ankebût, 29/46). Bu hazirlama ve bilgilendirmeden sonra, müminlerin hicreti bilfiil gerçeklestirmeleri yönünde açik isaretler tasiyan su ayetler geldi: " Ey inanan kullarim, benim arzim genistir, bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktir. Sonra bize döndürüleceksiniz. Inanip iyi isler yapanlari cennette, altlarindan irmaklar akan yüksek odalara yerlestiririz; orada ebedî olarak kalirlar. Çalisanlarin ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabredenler ve Rabblerine tevekkül ederler. Nice canli var ki rizkini tasiyamaz; onlari da, sizi de Allah besler. O isitendir, bilendir" (el-Ankebût, 29/56-6I). Ankebût suresi, çogu müfessire göre Habesistan hicretinden çok sonra, Medine'ye hicretten hemen önce inmistir. Ancak merhum Mevdûdî, yaptigi tahkikle surenin Habesistan hicretinden önce indigi sonucuna varir. Ona göre önceki müfessirleri surenin hicretle ilgili ayetleri yaniltmis, yanlis degerlendirmelerine neden olmustur. Daha önce merhum Derveze de ayni sonuca ulasmis olmali ki, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayati" adiyla çevrilen eserinde andigimiz ayetlerin Habesistan hicretinin gerçeklestirilmesine isaret eden bir anlam tasidiklarini belirtir (II, 233).

Andigimiz son ayetler indigi sirada artik hicret zamani gelmisti. Çünkü müsriklerin zulümleri, baski ve iskenceleri dayanilmaz bir hadde ulasmisti. Hz. Peygamber, müminlerin Habesistan'a hicret etmelerini buyurdu. Rivayetler, hicret yurdu olarak Habesistan'in seçilmesinin nedenini, Necâsî'nin zulme riza göstermeyen, adil bir insan olmasina baglar. Buna ilâve olarak siki ticaret iliskileri nedeniyle taninmasinin, halkinin ilâhî kaynakli bir inanca (Hristiyanlik) sahip olmasinin ve son olarak Islâm'in orada yayilma imkâninin bulunmasinin da seçimi etkiledigi söylenebilir.

Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mümin Mekke'den ayrilarak Habesistan'a göçtü. Nübüvvetin besinci yilinin (614) Receb ayinda gerçeklesen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivayete göre onbiri erkek, dördü kadin olmak üzere toplam onbes kisi katildi. Bunlar arasinda Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gibi önde gelen sahabîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habesistan'da son derece iyi karsilandilar. Kendi ifadeleriyle, dinlerini yasama konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a istedikleri gibi ibadet ediyorlar ve kimse tarafindan rahatsiz edilmiyorlardi. Ne eziyet görüyor, ne de kötü laflar isitiyorlardi. Fakat iki ay sonra, müsriklerin müslüman olduklari yolunda yanlis bir haber nedeniyle Habesistan'dan ayrilarak Mekke'ye döndüler. Mekke yakinlarina gelince gerçegi ögrendilerse de is isten geçmisti. Çaresiz, herbiri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.

Habesistan'dan dönen müminlerin büyük çogunlugu kendi aileleri tarafindan yeniden baski altina alindi. Müsriklerin zulümleri de her geçen gün biraz daha siddetlendi. Öte yandan ilk hicret, Habesistan'in müminler için güvenli bir yer oldugunu göstermisti. Bu nedenle Hz. Peygamber müminlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altinci yili (615) baslarinda, Ca'fer b. Ebî Tâlib'in önderliginde gerçeklestirilen bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u kadin olmak üzere toplam 1I1 ya da 1I3 müslüman katildi. Ilk muhâcirlerin hemen tümü, ikinci hicrette de yeraldi. Ikinci hicret, Mekke'de tam bir matem havasi estirdi. Çünkü Mekke'de en az bir ferdi hicrete katilmayan aile yok gibiydi. Bir ailenin oglu gitmisse digerinin damadi; birinin kardesi gitmisse, digerinin babasi ya da amcasi gitmisti.

Ikinci Habesistan hicreti müsrik liderleri büyük bir telasa düsürdü. Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar, son derece müsâit bir ülke olan Habesistan'in Islamlasmasina neden olabilir, ya da en azindan Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandirabilirlerdi. Böyle muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureys'in iki ünlü diplomati Amr b. El-Âs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yi Habesistan Necâsî'sine elçi olarak göndermeyi kararlastirdilar. Planlarina göre elçiler önce Necâsi'nin yakin çevresindekileri hediyeleriyle yanlarina çekecekler, daha sonra onlarin da yardimlariyla. Necâsî'nin müslümanlari Mekke'ye iade etmesini saglayacaklardi. Fakat sonuç hiç de umduklari gibi olmadi. Gerçi elçiler yakin çevresinin destegini sagladilar ama, gerçekten adil bir insan olan Necâsi'yi bütün diplomatik oyunlarina ragmen zulümlerine ortak edemediler.

Elçiler Necâsî ile görüserek muhacir müslümanlarin birtakim beyinsiz gençler olduklarini, kendi dinlerini terkettiklerini fakat hristiyan da olmayarak yeni bir din icad ettiklerini, onlari gözetmek amaciyla akrabalarinin iade edilmelerini istediklerini söylediler. Necâsî, kendileriyle görüsmeden bir karar veremeyecegini belirterek müslümanlari yanina çagirtti; elçilerin taleplerini aktararak ne diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir talebe haklari olmadigini göstermek amaciyla elçilerden; kendilerinin köleleri, borçlulari ya da kisas etmek istedikleri katiller olup olmadiklarinin sorulmasini istedi. Amr'in sorulara olumsuz cevap vermesi üzerine, ne hakla iade talebinde bulunuldugunu ögrenmek istedi. Amr'in daha önceki sözlerini tekrarlamasi ve Necâsî'nin Islâm hakkinda bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konusmasini yapti.

Ca'fer b. Ebî Tâlib, Islâm öncesi durumlari ile Hz. Peygamber ve Islâm hakkinda kisaca bilgi verdigi bu konusmasinda sunlari söyledi: "Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapardik. Ölü eti yerdik. Her kötülügü islerdik. Akrabamizla ilgilenmez, ilgimizi keserdik. Komsularimiza iyi davranmaz, kötülük yapardik. Içimizden güçlü olanlar zayif olanlari yer, ezerdi. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, dogru sözlülügünü, eminligini, iffet ve nezâhetini bildigimiz bir peygamber gönderinceye kadar biz hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber, bizim ve babalarimizin Allah'tan baska tapina geldigimiz tastan vesâireden yapilmis putlari birakarak Allah'in birligine inanmaya ve yalniz O'na ibadet etmeye bizi davet etti. Dogru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, komsularimizla iyi geçinmeyi, haramlardan, kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü çirkin, yüz kizartici söz ve islerden, yalan söylemekten, yetim mali yemekten, iffetli kadinlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve nehyetti. Kendisine hiçbir seyi es, ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazi, zekâti, orucu de emretti. Biz ona inandik ve kendisini tasdik edip dogruladik. Onun Allah tarafindan getirdiklerine göre kendisine tabi olduk. Hiçbir seyi es, ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kildigi seyi haram, helâl kildigi seyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimize yürüyüp bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptirmak, dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe isleyegeldigimiz kötülükleri tekrar isletmek için türlü iskencelere ugrattilar. Onlar bize galebe çalip zulüm ve tazyikleri altinda ezmeye basladiklari, dinimizle aramiza girdikleri zaman, senin ülkene çikmak, siginmak zorunda kaldik. Seni baskalarina tercih ettik. Senin himayene can attik. Ey Hükümdar, bir, senin yaninda hiçbir zulme ve haksizliga ugramayacagimizi umuyoruz" (M. Asim Köksal, Islâm Tarih,i, Mekke Dönemi, IV. 191-192; bk. Ibn Hisâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225).

Konusmayi dikkatle dinleyen Necâsî, yanlarinda Kur'an'dan bir bölüm bulunup bulunmadigim sordu. Bunun üzerine Ca'fer, hicretlerinden hemen önce nazil olan Meryem Suresinin ilk otuzbes ayetini okudu. Rivayetlere göre, ayetleri gözyaslari içinde dinleyen Necâsî, bunlarin Hz. Musa ve Isa'nin getirdikleriyle ayni kaynaktan geldigini tasdik ederek, elçilere müminleri teslim etmeyecegini bildirdi. Amr'in, müslümanlarin Hz. Isa hakkinda çok kötü sözler kullandiklarini söyleyerek Necâsî'nin kararini degistirme çabasi da Ca'fer'in, "O, Allah'in kulu, resulu, ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek Allah'a baglanmis bir bakire olan Meryem'e ilka ettigi kelimesidir" seklindeki cevabiyla yalnizca Necâsî'nin bu konudaki gerçegi kavramasina yaradi.

Habesistan muhacirleri uzun yillar hayatlarini burada huzur ve güven içinde sürdürdüler. Bu süre içinde basta Necâsî olmak üzere birçok kisinin müslüman olmasina vesile oldular. Bunlarin bir bölümü, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Basta Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten sonra, Hayber'in fethi (H. 7/628) sirasinda Medine'ye gelerek müslümanlara katildi.

HABES ÜLKESINE ILK HICRETIN TARIHI VE ORAYA ILK HICRET EDENLER:

Nübüvvet'in besinci yilinda, Receb ayinda

1) Hz. Osman b. Affan, b. Ebil'As, b. Ümeyye

2) Hz. Osman'in zevcesi Hz. Rukayya bint-i Resulüllah

3) Ebu– Huzeyfe b. Utbe, b. Rebia, b. Abd. Sems

4) Ebu– Huzeyfe'nin zevcesi Sehle bint-i Suheyl, b. Amr

5) Zubeyr b. Avvam, b. Huveylid, b. Esed

6) Mus'ab b. Umeyr, b. Hasim, b. Abd. Menaf, b. Abduddar

7) Abdurrahman b. Avf b. Abd. Avf, b. Abd, b. Haris, b. Zühre

8) Ebu– Seleme b. Abdul'esed, b.. Hilal, b. Abdullah, b. ömer, b.Mahzum

9) Ebu Seleme'nin zevcesi ümmü Seleme bint-i Ebi Ümeyye, b. Mugire, b. Abdullah, b. ömer, b. Mahzum

10) Osman b. Mazun, b. Habib, b. Vehb, b. Huzafe, b. Cumah

11)Amir b. Rebia'el'Anzi

12)Amir b. Rebia'nin zevcesi Leyla bint-i Ebi Hasme

13) Eb– Sebre b. Ebu Rühm, b. Abdul'uzza'l'Amiri

14) Ebu Sabre'nin zevcesi: ümmü Külsum bint-i Suheyl b. Amr

I5) Hatip b. Amr, b. Abd sems

16) Süheyl b . Beyza

17) Abdullah b. Mes'ud

Dinlerinden döndürülmekten korkup dini bir vazife olarak , Kimi, yalniz basina, kimi, zevcesiyle,birlikte, Habes ülkesine hicret etmek üzere kimi, binitli, kimisi de, yaya olarak.Mekke'den, gizlice yola çiktilar. Bu, Islam'da, ilk hicret idi.

GARANIK HADISESl VE IÇ YÜZÜ

Resulullah Aleyhisselam bir gün Mekkede Kabe de Necm suresini okumaga baslayip surenin ,son ve Secde ayeti olan 62. Ayetini okuduktan sonra, orada ,Secde etmis,orada bulunan yanindaki arkasindaki herkes,Müslümanlar, Peygamberimize uyarak secde etmis, cemeatten, secde etmeyen kimse kalmamistir.Müsrikler, putlarinin adini isittikleri için,putlarina, tazim maksadiyla secde etmislerdi.Bu habesistandaki müslümanlara yanlis aksettirildi. Mekkeli Müsriklerin Müslüman olduklari zannedilerek bazi müslümanlar Habesistandan Mekkeye geri Dönmüslerdi.
GARÂNÎK OLAYI


Hz. Peygamber'in' Mekke döneminde Habesistan'a hicret eden müslümanlarin Mekke'ye tekrar dönmelerine sebep olarak gösterilen, ama gerçekte Islâm düsmanlarinin uydurduklari asilsiz bir rivâyet.

Islâm düsmanlarinin sinsi birtakim faaliyetlerle müslümanlarin akîdelerini bozmak, inançlarini sarsmak, Islâm esaslari üzerinde birtakim süphe ve tereddütler meydana getirmek niyetiyle uydurduklari rivâyetlerden birisi olan Garânîk kissasi, Ilk dönem Islâm alimlerinden birçogunun izledigi "kendilerine ulasan tüm rivâyetleri tenkid süzgecinden geçirmeksizin oldugu gibi aktarma ve meselenin tenkidini ilinî yeterlilige sahip okuyucuya birakma metodu sebebiyle, aslinda uydurma olmasina ragmen bazi Islâm tarihi ve tefsir kaynaklarinda yeralir. Sözde Garânîk olayi ile ilgili çesitli kaynaklarin anlatim tarzlari ve yazarlarin yorumlarinda bazi farkliliklar olmakla birlikte ana hatlariyla,bu uydurma olay söyle olmus: ...Mekke'de müslümanlarin eziyet ve iskencelere ugradiklari, bu sebeple bir kisim müslümanin Habesistan'a göç ettigi bir dönemde Hz. Peygamber, Mekke müsrikleri ile uzlasmanin yollarini ariyor, devamli anlasma çareleri düsünüyormus. Zihni bu düsünce ile hep mesgul iken bir gün Kâbe yaninda Necm suresini okuyormus. "Gördünüz mü o Lât ve Uzza yi ve üçüncü(leri olan) öteki (put) Menât'i?" seklindeki 19 ve 20. ayetlerini okuduktan hemen sonra Seytan, Hz. Peygamber'e musallat olmus ve seytanin etkisiyle Hz. Peygamber, farkinda olmaksizin "Bunlar yüce kugu kuslari (veya turnalar)dir ve sefâatleri umulur" cümlelerini vahyin devami gibi söyleyip Necm suresini okumaya devam etmis. Surenin sonuna gelince secde ayeti oldugu için Hz. Peygamber ve orada bulunan müslümanlar secdeye kapanmislar. Müsrikler de Hz. Peygamber'in okudugu bu cümleler sebebiyle son derece sevinerek; "Artik Muhammed ilâhlarimizin sefâatini kabul ettigine göre aramizda önemli bir ayrilik kalmadi" deyip hepsi secdeye kapanmislar. Son derece yasli bir veya birkaç müsrik, yere egilip secde etmek zor geldigi için yerden bir avuç toprak alarak alinlarina degdirmis ve böylece ilâhlarina tâzimde bulunmuslar. Bu olay dolayisiyla müsrikler kIsa bir süre müslümanlari kendi hâline birakmislar. Bu haber Habesistan'daki müslümanlara "tüm Mekkelilerin Islâm'a girdigi" seklinde ulasmis ve Habes muhâcirleri orayi terkedip Mekke'ye yönelmisler. Ancak bu olayin ardindan Cebrâil (a.s.) gelerek hatasi dolayisiyla Hz. Peygamber'i ikaz etmis, bu arada nâzil olan Hacc sûresinin "...Senden önce gönderdigimiz hiçbir resul ve nebî yoktur ki birseyi arzuladigi zaman seytan onun arzusuna (vesvese) atmamis olsun. Allah, kendi ayetlerini saglamlastirir...'' meâlindeki 52. ayeti ile önceki cümle neshedIlmis. Hz. Peygamber, olanlardan üzüntü ve nedâmet içinde, yeni inen ayetleri ilân edince Mekkelilerin eziyetleri yeniden baslamis..."

Temelde bu anlatim tarzini ve Garânîk olayinin vukû buldugunu kabullenen bazi yazarlar bu rivâyeti; "Garânîk sözünün geçtigi cümleyi söyleyen, Hz. Peygamber degildir; bizzat seytan, sesiyle ortaya atIlmistir", "Bu cümleyi, Hz. Peygamber Kur'an okurken gürültü yapip, bagirip çagirarak ona baskin çikma seklinde müsriklerin devamli izledikleri bir politikanin geregi olarak ve son okunan ayette putlarinin adi zikredilince onlarin siddetli bir sekilde kötülenmesinden endise ederek kendi akîdelerine uygun bir sekilde müsriklerden birisi söylemistir. Bu sözün sâhibi, Hz. Peygamber olmadigi gibi, seytan da degildir, ama seytanlasmis Insanlardan birisidir", "Bu cümle, müsrikler tarafindan daha önce bilinen, tavaflari ve yeminleri sirasinda kullanilan bir cümle idi. Müsrikler "Lat, Uzzâ ve öteki üçüncüleri Menât; bunlar yüce kugu kuslaridir ve sefâatleri umulur' derlerdi. Hz. Peygamber'in okudugu Necm suresinin 19 ve 20. ayetlerinde bu putlarin adi geçince müsriklerden biri önceden kullandiklari bu yemin cümlesini araya sokusturuvermis, Ilk plânda bunu kimin okudugu bilinememisti..." gibi çesitli yorumlamalara tabi tutmaktadirlar.

Ancak gerek geçmis dönemlerin, gerekse asrimizin tahkik ehli âlimleri, bu rivâyeti çesitli yönleriyle inceden inceye tetkik etmisler ve birçok noktadan tamamen asilsiz, uydurma bir rivayet oldugunu ortaya koymuslardir. Kur'an-i Kerîm'in, Cenâb-i Hakk'in muhâfaza ve garantisi altinda oldugu, ayetlerin beserî ve seytanî tasallutlardan mahfuz bulundugu bilinen bir gerçektir. Bu bakimdan Hz. Peygamber Kur'an okurken seytanin tasallutuyla Kur'an ayetlerine bir seytan sözünü karistirmasi ya da seytanin veya bir müsrigin herhangi bir sözünün geçici bir süre için bile olsa farkedIlmeyip Kur'an'dan zannedIlmesi, katiyetle ihtimal dahilinde degildir. Ayrica Hz. Peygamber, müslümanlarin ugradigi eziyet ve iskenceler dolayisiyla ne kadar üzüntülü ve bu eziyetlerin kaldirIlmasi hususunda ne derece düsünceli olursa olsun, dilinden, yillar boyu' ugrunda mücâdele verdigi tevhid akidesine tamamiyle zit böyle bir cümlenin dökülmesi veya baskasi tarafindan söylenen bir cümleyi farkedip müdâhale etmemesi sözkonusu otamaz.

Garânîk rivayetini kitabinda Ilk nakleden müellif, h. III. asir baslarinda 204/819 tarihinde vefat eden Ibnü'l Kelbî'dir. Daha sonra Vâkidî, Ibn Sa'd, Taberî, Zemahserî gibi bazi tarihçiler ve müfessirler Ibnü'l-Kelbî'den alarak bazi küçük degisiklik veya ilâvelerle aktarmislardir. Ibnü'l-Kelbî'nin; naklettigi rivayetlerde hiçbir hassasiyet göstermeyen ve nakillerine güvenIlmeyen bir kisi oldugu bilinen bir gerçektir. Üstelik Garânîk kelimesinin geçtigi cümle, muhtelif kaynaklarda birbirinden çok farkli sekillerde nakledIlmistir ki bu da rivayetin uydurma olduguna Isaret etmektedir.

Su halde Garânîk rivayeti, tamamiyla asilsiz olup Islâm'in daha Ilk asirlarinda Islâm düsmani zindiklar tarafindan uydurulmus, günümüze gelinceye kadar çesitli asirlarda Islâm'a muhalif belli çevrelerce bir koz olarak kullanIlmis, günümüzde de Islâm düsmani garazkâr müstesrikler tarafindan zaman zaman tekrar ortaya atilarak bu vesile ile Islâm'a karsi saldirilarda bulunulmustur.

Su halde Habesistan'daki müslümanlarin Mekke'ye geri dönmelerinin sebebi, sözde Garânîk olayi degil; bu yillarda Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi güçlü ve itibarli sahislarin Islâm'a girmeleri dolayisiyla Mekke müsriklerinin bir süre çekinerek eziyet ve iskencelerine ara vermeleri, dolayisiyle Mekke'de geçici bir sükûnet havasinin olusmasi; Habesistan'da Necâsî Ashame'ye karsi bir ayaklanmanin basgöstermesi ile karisikliklarin zuhûr etmesidir.
Necm suresinin Kâbe yaninda Hz. Peygamber tarafindan okundugu; surenin sonunda secde ayeti bulundugu için Hz. Peygamber'in ve orada bulunan ashabinin secdeye kapandiklari, buna mukâbil müsriklerin de tamamiyla secde ettiklerine dari Imam el-Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'inde sahih bir rivâyet vardir (bk. Buhârî, Tefsiru Sûrati ve'n-Necm 4). Ancak bu rivayette Garânîk meselesiyle ilgili hiçbir husus yoktur; olmasi da zaten hem nakil yönünden, hem de akil yönünden mümkün degildir. Islâm düsmanlari adetleri vechile yalan ve uydurmalarini Iste bu rivayet üzerine bina etmis, asli ve esasi olmayan Iftiralarla bu sahih rivayeti tamamiyla çarpitmislardir. Hz. Peygamber ve ashabi, Necm suresinde geçen secde ayeti dolayisiyla secdeye varirken müsrikler de bu surenin 19 ve 20. ayetlerinde adlan anilarak kötülenen putlari ve akîdelerine sahip çiktiklarini belirtmek ve putlarini tazim etmis olmak için putlari adina secde etmis olmalidirlar.
MIRAC




Arapça'da merdiven, yukari çikmak, yükselmek anlamlarini dile getirir. Islam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göge yükselerek Allah'in huzuruna kabul edilmesi olayi. Mirac olayi hicretten bir yil ya da onyedi ay önce Receb ayinin yirmi yedinci gecesi gerçeklesir. Olayin iki asamasi vardir. Birinci asamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'in andigi bu asama, gece yürüyüsü anlaminda isra adini alir. Ikinci asamayi ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselisi olusturur. Mirac olarak anilan bu yükselme olayi Kur'an'da anilmaz, ama çok sayidaki hadis ayrintili biçimde anlatilir.

Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasinin kizi Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip gögsünü yardi, kalbini Zemzem ile yikadiktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adli binege bindirilerek Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. Ibrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve diger bazi peygamberler tarafindan karsilandi. Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak diger peygamberlere namaz kildirdi.

Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yaninda Cebrail oldugu halde göge yükselmeye basladi. Gögün birinci katinda Hz. Adem, ikinci katinda Hz. Isa ve Yahya, üçüncü katinda Hz. Yusuf, dördüncü katinda Hz. Idris, besinci katinda Hz. Harun, altinci katinda Hz. Musa ve yedinci katinda Hz. Ibrahim ile görüstü. Cebrail ile birlikte yükselis Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarim" diyerek Sidretü'l Münteha'da kaldi. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adli baska bir binekle yükselisini sürdürdü. Bu yükselis sirasinda Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabini müsahede etti. Sonunda Allah'in huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a sirk kosmayanlarin Cennet'e girecegi müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve bes vakit namaz fari kilindi. Yeniden Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye döndürüldü.

Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayini anlatti. Olayi duyan müsrikler yogun bir kampanya baslatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya basladilar. Bu kampanya bazi müslümanlari da etkileyerek süpheye düsürdü. Olayin gerçek olup olmadigini arastirmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana iliskin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sinadilar. Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdigi bilgilerin dogrulugu müslümanlari süpheden kurtardiysa da müsriklerin inatlarini kirmaya yetmedi. Mirac olayi inatlarini ve düsmanliklarini artirarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karsisindaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Siddîk" lakabiyla onurlandirildi. Hz. Ebu Bekir olayi kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyecegini soran müsriklere "O söylüyorsa süphesiz dogrudur" cevabini vermisti.

Ahad hadislere dayansa da Mirac olayinin gerçekliginde tüm müslümanlar birlesmislerdir. Ancak olayin gerçeklesme biçimi Islam bilginleri arasinda görüs ayriliklarina neden olmustur. Buna göre Ibn Abbas'in da içinde bulundugu bazi bilginlere göre Mirac olayi uykuda gerçeklesmistir. Bilginlerin büyük çogunluguna göre ise uyku durumunda ve rüyada degil, uyanik iken gerçeklesmistir. Fakat bu görüsü savunanlar da Mirac'in yalniz ruhla mi, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi oldugu konusunda ikiye ayrilmislardir. Sonraki Kelamcilarin büyük çogunluguna göre mirac olayi uyanikken hem ruh, hem de bedenle gerçeklesmistir. Içlerinde Hz. Aise'nin de bulundugu bazi bilginlerle mutasavviflarin büyük çogunluguna göre ise uyanik durumda iken ama yalniz ruhla gerçeklesmistir.

Mirac olayinin gerçeklestigi gece müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayilmis ve bu gecenin ibadetle ihyasi geleneklesmistir. Osmanlilar döneminde, camiler kandillerle donatildigi için Mirac kandili olarak anilan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayini anlatan ve Miraciye adi verilen siirlerin okunmasi, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.

MIRAC GECESINDE PEYGAMBERIMIZE VERILEN HEDIYELER

Mirac günü peygamber efendimiz (S.A.V) hediye olarak üç sey verilmisti: Bunlar; Bes Vakit Namaz, Bakara Suresinin Son Ayetleri, Ve Sirk Kosmamak sarti ile ''LA ILAHE ILLALLAH ''diyen her Müslümanin cennete girebilecegi müjdesi
AKABE BEY'ATLARI

Mekke'ye üç km. kadar uzaklikta bulunan Mina ile Mekke arasindaki bir mevkiye verilen Akabe adina bölgenin baska yerlerinde de rastlanmaktadir. Ayni adi tasiyan birçok yer bulunmasina ragmen Akabe denince ilk defa bu meshur ahidlesme ve anlasmalarin yapildigi mevkî hatira gelmektedir.

Islâm'i çesitli kabile ve gruplara anlatmaga çalisan Resulullah (s.a.s.) özellikle Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen kabileler arasinda dolasiyor ve onlara bu yeni mesaji iletmeye ugrasiyordu. Bu hac mevsimlerinin birinde Yesrib (Medine)'den gelen ve bu sehirde yasayan iki Arap kabilesinden biri olan Hazrec kabîlesine mensup bazi kimselerle karsilasan Hz. Peygamber, onlari Islâm'a davet etti. Peygamberliginin onbirinci yilinda onun bu çagrisina adi geçen kabileden alti kisi icabet edip, büyük bir samimiyetle bu yeni dine sarildilar. Zira yillardir Yesrib'teki diger Arap kabilesiyle aralarinda sürüp gitmekte olan Buas savaslarindan bezmis olduklarindan bu yeni dinin aralarinda bir baris ortami olusturacagini ümit ediyorlardi. Yesrib'e geri döndüklerinde bu olaydan ve yeni dinlerinden kardes kabîle Evs'e bahsedip onlari da Islâm'a davet edeceklerine ve gelecek yil yine Hacc mevsiminde ayni yerde Resulullah'la bulusacaklarina dair söz verip ayrildilar

Medine'de yasayan bu iki kabîlenin disinda ayrica üç Yahûdi kabîlesi daha bulunuyordu. Bunlar müsrik Araplari dinlerinden ve putperestlik anlayislarindan dolayi hep hor görüyorlardi. Yahûdiler ellerindeki Tevrat'a, ayrica âlimlerinden ve atalarindan isitip durduklarina göre yakinda bu bölgede zuhur edecek bir peygambere iman edeceklerini ve bu peygamberin destegiyle putperestlige son vererek Araplari ortadan kaldiracaklarini söyleyip duruyorlardi. Yahûdilerin bu sözleri Yesrib'li Evs ve Hazrec kabilelerinin zihninde yer etmisti. Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe'de görüsünce, yahûdilerden önce davranip bu peygamberin yaninda yer almakta hiç tereddüt etmediler. Bu ilk müslüman Yesribliler Resulullah'a iman ederek söyle dediler: "Kavmimiz çok zor günler yasiyor, hiç iyi bir durumda degiliz. Yillardir süren çatismalar aramizda sonu gelmez bir anlasmazliga sebep oldu. Bu yeni dinin bizleri biraraya getirecegine ve bizleri baristirip kaynastiracagina inaniyoruz." Gerçekten Yesribliler Buas savaslarinin artik son bulmasini istiyorlardi. Hz. Peygambere iman eden Hazrecliler su kisilerden ibaretti: Es'ad b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi' b. Mâlik, Ukbe b. Âmir, Kutba b. Âmir ve Câbir b. Abdullah b. Riab. Bunlardan ilk ikisi Neccarogullarina mensup idi. (Ibn Hisâm, Sîre, II, 70 vd.; Ibn Sa'd, Tabakât, I, 217 vd.). Islâm'a gönül veren bu ilk Medineli müslümanlar memleketlerine geri dönerek bütün güçleriyle bu yeni dini tanitmaya ve akrabalarinin da iman etmelerini temine çalistilar. Bu küçük grubun Yesribliler üzerinde büyük etkileri oldu. Evs ve Hazrec'ten bir çok kimse bunlarin araciligiyla Islâm'a girdi. Özellikle Resulullah'in dayilarindan olan Neccarogullarina mensup Es'ad b. Zurâre ile Avf b. Hâris müslümanliklarini asla gizlemeksizin büyük bir gayretle insanlari Islâm'a davet ettiler. Gerçekten Islâm akîdesi Yesrib de yillardir süren savaslarin sona ermesinde büyük bir etken oldu. Düsmanliklar sona erdi ve insanlar Allah'in rahmeti sâyesinde kisa zamanda kardesler oluverdiler. Ertesi yil yani peygamberligin onikinci yilinda yine Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen Yesrib'li oniki kisi Akabe mevkiinde Resulullah (s.a.s.) ile geceleyin gizlice bulustular. Bunlardan altisi bir önceki yil müslüman olan kisilerdi. Birinci Akabe Bey'ati adi verilen bu bey'atta bulunan sahâbelerden Ubâde b. es-Sâmit, hadiseyi söyle anlatir:

"Refahta oldugu kadar sikintida, sevinçte oldugu kadar üzüntüde de onu destekleyecek ve her konuda emirlerine itaat edecegimize, Resulullah'i kendi nefislerimizden aziz tutup, durum ne olursa olsun ona muhalefet etmeyecegimize, Allah yolunda hiç bir kinayicinin kinamasindan korkmayacagimiza, Allah'a asla sirk kosmayacagimiza, hirsizlik ve zina yapmayacagimiza, çocuklarimizi öldürmeyecegimize, kendiligimizden uyduracagimiz yalan ve dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmayacagimiza, hiç bir hayirli iste Resulullah'a muhalefet etmeyecegimize dair bey'at ettik. Ayrica bizden birinin verdigi sözünde durmasina karsilik onun ecir ve mükâfâtinin Allah'a ait olduguna ve ona Cennet nimetinin verilecegine; kim insanlik haliyle bunlardan birini isler de ondan dolayi dünyada cezaya çarptirilirsa bunun ona keffâret olacagina; kim de yine bunlardan birini isler de isledigi o suçu Allah açiga vurmazsa onun isinin Allah'a kalacagina; Allah'in dilerse onu bagislayip dilerse azaba ugratacagina dair Resulullah'in bize bildirdigi hususlara sadik kalacagimiza da söz verdik."

Bu birinci Akabe Bey'atina katilan oniki kisiden altisi bir önceki yil iman eden kimselerdi. Diger altisi ise Muaz b. Hâris, Zekvân b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit, Yezid b. Sa'lebe, Abbâs b. Ubâde ve Ebu'l-Heysem Mâlik b. Teyyihan idiler. Bazi kaynaklarda bir önceki yil Resulullah ile tanisan alti kisiden biri olan Câbir b. Abdullah yerine Uveym b. Saide'nin birinci Akabe Bey'atinda bulundugu ifade edilir.

Medineliler, hacdan geri dönerlerken, yanlarinda, Islâm'i ögretmek üzere Resulullah tarafindan tayin edilen Mus'ab b. Umeyr'i götürdüler. Kisa surede Medine-i Münevvere'de Islâmiyet hizla yayildi. Mus'ab b. Umeyr, Rasûlullah'i Medine'deki her hareketten haberdar ediyordu. Kisa zamanda Evs ve Hazrec kabilesinin bütün evleri Islâm'in nuruyla aydinlanmaya basladi. Artik Medine, bir Islâm devletinin dogusuna hazir hâle gelmisti. Mus'ab b. Umeyr'in gayret ve etkisiyle Yesrib'in ileri gelenlerinden Sa'd b. Muaz ve Useyd b. Hudayr müslüman oldular. Bu iki büyük reisin Islâm'a girmesiyle Islâm, Medine'de bir hayli kabul gördü. Bunun üzerine Medineliler Hz. Peygamberi sehirlerine dâvet etmeye karar verdiler.

Birinci Akabe Bey'atindan bir yil sonra Medineliler yeniden hac için Mekke'ye geldiler. Içlerinde ikisi kadin yetmis bes müslüman vardi. Allah Resûlünün bu defa onlarla ilgi kurmasi Islâm'in tebliginden ibaret degildi. Çok önemli kararlar arifesindeydiler. Bulusma yeri yine Akabe mevkii oldu. Bulusma gizli yapilacak ve hiç kimseye haber sizdirilmayacakti. Gece yarisina dogru, Medineliler, gayet tedbirli hareket ederek kararlastirilan yerde toplandilar.

Rasûl-i Ekrem Akabe'ye bu defa amcasi Abbâs ile birlikte geldi. Abbâs henüz ya müslüman olmamis, yahut müslümanligini gizliyor, ancak yegenini himaye ediyordu. Böylesi bir toplantida bulunmayi bir aile borcu kabul etmisti. Toplantida ilk sözü Hz. Abbâs aldi:

- Ey Hazrecliler, Muhammed (s.a.s.)'in aramizdaki mevkii bildiginiz gibidir. Biz, onu düsmanlarindan koruduk ve koruyacagiz. Kendisi burada, ailesinin yaninda, nezdimizde izzet ve ikrâm içindedir. Fakat sizinle bir andlasma yapmak ve size katilmak istiyor. Ona verdiginiz sözü tutmak, kendisine muhalefet edenlere karsi gelmek hususunda azminiz kuvvetli ve saglam ise buna bir diyecek yoktur. Fakat onu ele verecek, yaniniza geldikten sonra yalniz basina birakacaksaniz, bunu simdiden söyleyiniz ve onu kendi haline birakiniz.

Medineli Müslümanlarin cevabi söyle oldu:

-Dediklerinizi dinledik. Ey Allah'in resulü, siz söyleyin! Kendiniz adina, Allah adina istediginiz andi bizden aliniz. Biz haziriz.

Resulullah Hz. Muhammed (s.a.s.) Kur'an-i Kerim'den bazi ayetler okuduktan sonra söyle buyurdular:

"Kadinlarinizi ve çocuklarinizi nasil koruyorsaniz, beni de öylece korumak üzere size elimi veriyorum"

Elini ilk uzatan, Berâ b. Ma'rur oldu. O, söyle dedi:

-Bey'at ettik ya Resulullah, seni Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederiz ki kendimizi, çocuk ve hanimlarimizi korudugumuz gibi seni de koruyacak ve savunacagiz. Biz, zaten harp içinde yogrulmus kimseleriz. Zirha aliskiniz. Bu, bize atalar mirasidir.

Bera'dan sonra söz alan Ebu'l Heysem de:

- Ya Resulallah, dedi. Bizim yahudilerle bir takim baglantilarimiz vardir. Bu baglantilari kesecegiz. Biz bunu yaptiktan sonra siz de Allah'in inâyetiyle muvaffak olunca bizi birakip kendi kavminizin yanina döner misiniz?

Resulullah (s.a.s.) gülümsediler ve dediler ki:

"Kanim sizin kaninizdir. Siz bendensiniz, ben de sizdenim. Kiminle dövüsürseniz" ben sizin yaninizdayim. Kiminle baris yaparsaniz, ben de onunla baris yaparim. "

Resulullah (s.a.s.)'in bu sözlerini duyan herkes, bey'at etmek üzere elini uzatiyordu. Bu sirada Abbâs b. Ubâde ortaya atilarak sunu söyledi:

-Hazrecliler! Bu zata niçin bey'at ettiginizi biliyor musunuz? Ona bey'atla insanlarin kirmizisina ve siyahina, yani Arap ve Arap olmayana karsi savasa hazir olmayi kabul etmis oluyorsunuz. Bir felâkete ugradiginiz ve ulularinizin maktul düstügünü gördügünüz zaman onu yalniz basina birakacaksaniz simdiden birakiniz. Bu, daha dogru olur. Yoksa dünyada ve ahirette rüsvay olursunuz. Fakat ona verdiginiz sözü tutacak, malca felâkete ugramayi, büyüklerinizin ölümüyle karsilasmayi göze alacaksaniz, bunu yapiniz. Çünkü dünya ve ahiret hayri bundadir.

Hepsi kabul ettiler ve sordular:

- Ey Allah'in Resulü, buna karsilik bize ne va'd ediyorsunuz?

Resulullah:

"Cennet" dedi.

Bey'at kisa zamanda tamamlandi. Hepsi de darlikta ve genislikte her halükarda itaate, sözün ancak dogrusunu söylemeye ve Allah yolunda hiç bir kinayicinin kinamasindan korkmamaya söz verdiler.

Bey'attan sonra Resulullah (s.a.s.), Hazrec'den dokuz, Evs'den üç kisi olmak üzere on iki nakip seçtiler. Es'ad b. Zurâre de hepsinin basi ve emîri seçildi. Bunlardan her biri bir kabîlenin reisi idiler. Bunun anlami, oniki kabilenin Islâmiyeti kabul etmesiydi.

Bey'at gece karanliginda tenhada ve gizlilik içinde yapilmisti. Fakat bey'atin bitiminde bir çiglik karanligin perdesini yirtti:

- Ey Kureys, Muhammed ile atalarinin dininden çikanlar, sizinle dögüsmek için andlasma yaptilar!..

Fakat müslümanlarin artik kimseden çekindikleri yoktu. Bu sesi duyar duymaz Abbas b. Ubâde söyle dedi:

- Ya Resulallah, seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki istersen sabah olur olmaz kiliçlarimizi kinindan siyirir üzerlerine saldiririz. Resulullah (s.a.s.) ise söyle buyurdular:

"Hayir... Bize savas izni daha verilmis degildir. Simdilik hepiniz yerlerinize dönünüz."

Islâm'a teslim olup Resulullah'a tam anlamiyla bey'at eden bu ilk müslüman kitle için emre itaat mutlak idi. Akabe'deki bu toplanti dagildi ve herkes yerine döndü. Sabah olunca Kureysli müsrikler bu bey'attan haberdar olmuslardi. Müsrikler bu anlasmanin mahiyetini arastirmaga basladilar. Fakat henüz müslüman olmamis olan Yesribliler'in Hz. Peygamber ile anlasmalarina bir türlü anlam veremiyorlardi. Mekkeli müsrikler bu gizli anlasma hakkinda bir bilgi alamadan Yesrib'li müslümanlar sehri terk etmislerdi .

Islâm Devleti'nin kurulmasinda önemli bir dönüm noktasi olan ikinci Akabe bey'atina, Resulullah'in savas ve barista korunacagina dair prensiplerin tesbit edildigi ve kararlarin alindigi bir bey'at olmasindan dolayi, "Bey'atü'l-Harb" adi verilir. Ikinci Akabe bey'at'inin gerçeklesmesiyle Islâm tarihinde yeni bir dönem basliyor ve o gün Islâm Devleti'nin temeli atilmis oluyordu.
HICRET


Bir yerden baska bir yere göç etmek.

Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabinin Islâm devletini kurmak üzere Mekke'den Medine'ye göç etmeleri.

Rasûlullah Mekke'de teblig görevini sürdürürken Kureysliler de inkârlarinda diretiyorlardi. Peygamberimiz teblig görevini Mekke'nin disina tasirmak istiyordu. Bu nedenle Taif'e gitti. Tâifliler de Kureysliler gibi inkârcilikta direnmisler ve Peygamberimizi tasa tutmuslardi. Peygamberimiz onlarin bu cahilce hareketleri karsisinda yilmamistir. Özellikle hacc mevsiminde Mekke disindan gelen insanlarla görüs üyor onlara Islâm'i anlatiyordu. Peygamberimiz bir gün Akâbe mevkiinde Medineli alti ki si ile karsilasti. Onlara Ku r'ân okudu ve Islâm'a davet etti. Medineliler Peygamberimizle konustuktan sonra durumu kendi aralarinda degerlendirdiler.

"Yahûdilerin gelecegini bildikleri ve kendisiyle bizi korkuttuklari peygamber bu olmasin" dediler. Yahûdilerden önce müslüman olmanin geregine inanip müslüman oldular.

Medine'de bulunan Yahudiler bir Peygamber'in gelecegini biliyorlardi. Medinelilerle aralan açilan Yahudiler onlara "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir. O Peygamber gelince biz ona tabi olacagiz, Irem ve Âd kavimleri gibi sizin kökünüzü. kaziyacagiz" diyorlardi.

Akabe'de Müslüman olan Medineliler memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakinlarina aktardiktan bir yil sonra, daha önceki Müslümanlarla birlikte on iki kisilik bir topluluk Hacc için Mekke'ye geldi. Bunlar Peygamberimizle görüstü ve "hirsizlik yapmamak, zina etmemek, çocuklari öldürmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlüne muhalefette bulunmamak hususunda" peygamberimize söz verip bey'at ettiler.

Peygamberligin onüçüncü yilinda Medineli müslümanlardan yetmis iki kisilik bir grup hacc için Mekke'ye geldiler. Peygamberimizle Akabe mevkiinde görüsmek üzere toplandilar.

Hz. Peygamber (s.a.s), amcasi Abbas'la birlikte Akabe'ye geldi. Abbas henüz müslüman olmamisti. Ebu Talib'in vefatindan sonra peygamberimizle daha çok ilgilenmeye baslamisti. Bu ilgi kabile bagindan ileriye gitmiyordu. Toplantida ilk konusmayi Abbâs yapti; "Ey Hazrec toplulugu, bu benim kardesimin ogludur. Benim yanimda insanlarin en sevgilisidir. Siz onu tasdik ediyor onun getirdiklerine inaniyor ve kendisini alip götürmek istiyorsaniz, sizden bu hususta beni tatmin edici bir söz almak isterim. Siz ona vereceginiz sözü yerine getirebilecek ve kendisini muhaliflerinden koruyabilecek misiniz? Bunu geregi gibi yaparsaniz ne iyi; yok eger Mekke'den çiktiktan sonra kendisini yardimsiz birakacak rüsvay edecekseniz simdiden bu isten vazgeçiniz, onu birakimi. Yine kavmi arasinda ve yurdunda izzet ve serefiyle korunmus olarak yasasin."

Hz. Abbas'tan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) konustu. Bundan sonra Medineli müslümanlar düsüncelerini söylece açikladilar: "Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bey'at ediyoruz. Biz, Rabbimiza bey'at ediyoruz Allah'in kudret eli ellerimizin üzerindedir. Kendimizi, ogullarimizi, kadinlarimizi esirgeyip korudugumuz seylerden seni de, esirgeyip koruyacagiz. Eger bu ahdimizi bozarsak, Allah'in ahdini bozan, yaramaz, bedbaht insanlar olalim. Ya Rasûlallah! Biz ahdimizde sadikiz".

Peygamberimiz iki sart ileri sürdü, "Rabbim için sartim: O'na hiç bir seyi ortak kosmamaniz yalniz O'na ibadet etmeniz, kendinizi, çocuklarinizi, kadinlarinizi esirgeyip korudugunuz seylerden, beni de esirgeyip korumanizdir" buyurdu. Medineliler: "Böyle yaptigimiz zaman bizim için ne var" dediler. Allah Rasûlü de: "Cennet var" buyurdular. Medineliler "bu kârli alis veristir" deyip Allah Rasûlüne bey'at ettiler.

Mekke müsrikleri Akabe bey'atlariyla ilgili haberi alinca Allah Rasûlünü Mekke disina çikarmamak için önlemler almaya basladilar. Bir müddet sonra peygamberimiz müslümanlarin Medine'ye hicret etmelerine izin verdi. Ilk olarak Cahsogullari hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer hicret için önce silahini kusandi, Kâbe'yi tavaf etti. Çevrede bulunan müsriklere de hicret etmekte oldugunu bildirdi. "Anasini aglatmak karisini dul birakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek büyük bir grup sahabe ile birlikte hicret etti."

Hz. Ömer'den sonra Hz. Hamza ve diger müslümanlar hicret ettiler.

Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona "acele etme, belki Allah sana bir arkadas bulur" diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satin alip, hicret edecegi günü beklemeye basladi.

Kureysliler müslümanlarin Medine'de tutunduklarini görünce telasa düstüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü'n-Nedve adi verilen meclis binasinda toplandilar. Çesitli fikirler ve düsünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düsüncesinde karar kildilar.

Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlinin seçilmesini, bunlarin hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâçogullarinin bütün kabilelerle çarpisamayacagini, kan davasindan vazgeçeceklerini bildirdi.

Onlar bu tip hileler düsünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardi. Allah'in kendilerine hicret iznini verdigini bildirerek yol hazirliklarina baslanildi. Mekkelilere ait bazi emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müsrikleri yaniltmak amaciyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalmasi emredildi.

Gecenin geç vaktinde müsrikler Peygamberimizin evini kusattilar. Allah Rasûlü Kur'ân okuyarak Allah'a siginmis böylece müsriklerin arasindan görünmeden geçmistir. Bir müddet sonra müsrikler Peygamberimizin yataginda yatanin Hz. Ali oldugunu görünce hayrete düsmüs ve tuzaklarinin bosa gittigini anlamislardir.

Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dagi'na dogru yol alip Hira magarasina gizlendiler. Bu dag Medine tarafinda degil, Cidde tarafinda Mekke'nin kuzey batisinda yer aliyordu. Müsrikleri sasirtmak için de böyle bir yola basvurulmustu.

Müsrikler hz. Ali'yi ve Hz. Ebû Bekir'in kizi Esma'yi sikistirmis fakat bir sey ögrenememis lerdir. Iz sürenleri yanlarina aldilar; dag, tepe demeden her tarafi aradilar. Bir ara magaranin agzina kadar geldiler, magaranin önüne bir güvercinin hemen Rasûlullah'in oraya girmesinden sonra yuva yaptigini, örümcegin ag örttügünü görünce Allah Rasülünün magarada gizlenmesinin mümkün olabilecegini düsünemediler. Elleri bos olarak geri döndüler.

Hz. Peygamber (s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir bu magarada üç gün kaldilar. Hz. Ebu Bekir'in oglu Abdullah ve kizi Esma onlara yemek tasidilar. Hz. Ebu Bekir'in çobani da koyunlarini Abdullah'in geçtigi yerlere sürerek izlerini silmeye çalisti. Yol Kilavuzu Uraykit Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir'in binecegi develeri getirdi. Peygamberimiz devenin ücretini Ebu Bekir'e ödeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol aliyor, gündüzleri gizleniyorlardi.

Kureysliler, Peygamberimizi bütün ugraslarina ragmen bulamayinca saskina döndüler. Onu bulana yüz deve vereceklerini vadettiler. Bu ödül herkesi heyecanlandirdi. Yüz deveye sahip olabilme ümidiyle her tarafi aramaya basladilar. Her yöne haberciler gönderildi. Bu habercilerden birisi de Süraka'nin yurduna gelmisti. Onlar da Allah Rasûlünü bulabilmek ve yüz deveye sahip olabilmek için firsat kolluyorlardi. Bir gün adamin birisi üç kisilik bir yolcu kabilesinin gitmekte oldugunu gördü. Bunu bir toplulukta anlatti. Süraka uyanik bir kimse idi. Adami yaniltmak ve sözü kesmek için onlar falancalardir dedi. Adam da kesin bir sey bilmediginden susmak zorunda kaldi. Bunun üzerine Süraka evine geldi. Atini ve oklarini hazirladi. Belirtilen yöne dogru hizla yol almaya basladi. Süraka kisa bir müddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir'e yetisti. Onlara "bugün seni benden kim kurtarabilir" diye bagirdi. Peygamberimizin duasiyla Süraka'nin atinin ön ayaklari kuma gömüldü. Böylece Allah bu kutsî Medine yolculugunda Rasûlünü yalniz birakmamis ve onu tehlikelere karsi bir kez daha korumustu.

Atinin kuma gömülmesi sonucunda gerçegi anlayan Süraka affini rica etti. Peygamberimiz de ona dua ederek affetti. Süraka minnet altinda kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu. Peygamberimiz de onun hiç bir ikramini kabul etmek istemedi. Ikraminin kabul edilebilmesi için müslüman olmasinin gerektigini ögrendi ve müslüman oldu.

Kureys'in vadettigi yüz deveye sahip olmak isteyenlerden birisi de Büreyd idi. O da kendi kabilesinden yetmis atli ile yola çikmis, Peygamberimize yetismisti. Ancak bütün gayretlerine ragmen muvaffak olamamis sonuçta Büreyd'e Islâm teblig edildi. Büreyd ve yanindakiler müslüman oldular. Büreyd, peygamberimi zin Medine'ye bayraksiz girmesinin uygun olmayacagini düsünerek, basindan sarigini çikardi, mizraginin ucuna bagladi, böylece Medine'ye kadar Peygamberimizin bayraktarligini yapmis oldu.

Peygamberimizin Mekke'den çiktigini duyan Medine'deki müslümanlar yollari gözlüyorlardi. Her gün günesin dogumundan önce Harra mevkiine çikiyorlar, sicak bastirincaya kadar bekliyorlardi. Bir gün Yahudi'nin birisi bir isiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çikip etrafi gözetlemeye baslamisti. Peygamberimizin ve arkadaslarinin gelmekte oldugunu gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla " ey Arap toplulugu! Iste nasibiniz, devletliniz, beklediginiz ulu kisiniz geliyor" diyerek Rasûlullah'in geldigini onlara haber verdi.

Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karsiladilar. Peygamberimiz burada bir müddet kaldi ve Kuba Mescidi'ni insa ettirdi. Hz. Ali de Kuba'da Rasûlulah'a yetisti.

Süheyb b. Sinan da hicret etmek için yola çikmisti. Kureysliler onun yolunu çevirdiler, göndermek istemediler. Süheyb, biriktirdigi bütün serveti Kureyslilere birakmak sartiyla yoluna devam etti.

Peygamberimiz bir kaç gün sonra Medine'ye hareket etti. Hareketinden önce Neccârogullarina kendisini Medine'ye götürmeleri için haber gönderdigi de rivayet edilmektedir. Abdulmuttalib'in annesi Neccarogullarinin kiziydi. Dolayisiyla Neccarogullari Abdulmuttalib'in dayilari oluyordu.

Neccarogullari Peygamberimizi Medine'ye götürdüler. Halk Peygamberimizi agirlamak için can atiyordu. Allah Rasûlü hiç kimseyi kirmak istemiyordu. " Devenin yolunu açiniz. Nereye çökecegi ona buyrulmustur" diyordu. Deve bos bir araziye çöktü. Peygamberimiz bu araziye akrabalarindan kimin evinin yakin oldugunu sordu. Böylece Neccarogularindan Ebu Eyyûb El-Ensâri'nin evine misafir oldu.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in Medine'ye gelisi Medineli mü'minleri büyük bir sevince bogdu.

Bütün mü'minler, evlerinin damina çikmis; gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüsler "Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallah!" diyerek bagiriyorlardi. (Müslim, Sahih, VIII, 237). Çocuklar ve hizmetçiler, yollarda ve damlarda "Rasûlullah geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber, Muhammed geldi! diyorlar, Habesliler de, sevinçlerinden kiliç kalkan oynuyorlardi (Ebû Davud Sünen, II, 579)

Kadinlar ve çocuklar, hep bir agizdan: "Vedâ tepelerinden dolunay dogdu bize! Allah'a yalvaran oldukça, sükür etmek gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun egmemiz gereken bir emr ile geldin bize" diye siirler okuyorlardi (Semhudî, Vefaü'l-Vefa, I,187, Halebi insanü'l-Uyun, II, 58).

Berâ' b. Âzib: "Peygamber (s.a.s) Medine'ye gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a sevindikleri kadar hiç bir seye sevindiklerini görmedim demistir.

Enes b. Mâlik de: "Ben, Rasûlullah'in Medine'ye girdigi günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" der (Ibn Sâ'd, Tabakat, I, 233, 234).

Rasûlullah Medine'ye varinca mü'minlerin her biri kendi evinde agirlamak istediler ve bu konuda yarisircasina hareket ettiler. Rasûlullah'i misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardi. Efendimiz onlara "Devenin yolunu açiniz! Nereye çökecegi ona emir buyurulmustur" diyordu (Semhûdî-Vefâü'l-Vefâ, I,183).


TARIHTE HICRET: HZ. IBRAHIM (A.S)'IN HICRETI:

Hz. Ibrahim, kendi kavmine Allah'in dinini anlatmada hiç bir engel tanimamis, Nemrut'un zorbaligina boyun egmemis, bir bir iskencelere maruz kalmasina ragmen yolundan dönmemistir. Fakat O'nun bütün gayretleri bir netice dogurmamis ve toplumunu küfür batakligindan çekip almamistir. Artik netice belli olmustur; kavmi kendi dogrultusunda gitmektedir. Hz. Ibrahim de tevhid üz ere yoluna devam etmektedir.

Hz. Ibrahim kavminin iman etmesine imkân ve ihtimal kalmadigini anlarinca, sapiklik ve küfür diyarindan uzak kalmak amaciyla, her seyiyle yalniz Allah'a kulluk edebilmek için hicret etmistir (Elmalili Muhammed Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1437).

Hz. Peygamber (s.a.s) de söyle buyurmustur: "Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittigi yer bir kars i yer de olsa Cennet'te Ibrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadasi olur."

ASHAB-I KEHF'IN HICRETI:

Batil düzenler, gerçekten Hakk'a inananlara hayat hakki tanimak istemezler. Onlar gerektiginde bütün zulüm mekanizmalarini inananlarin aleyhine çalistirmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanin isiktan ürktügü gibi, onlar da inananlarin gerçekleri ve mutlak dogrulari gözleri önüne sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasindan, ilahlik davalarinin sahteliginin ortaya çikmasindan, sömürü çarklarinin durmasindan endiselenirler, korkarlar. Tarih boyunca inananlara zâlim düzenler eliyle yapilan zulüm, baski ve siddetin asil nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde müslümanlar üzerindeki baski ve terör bundan kaynaklanmaktadir.

Kur'ân-i Kerîm Ashab-i Kehf'ten: "Rablerine inanan gençler" (el-Kehf, 18/13) olarak söz etmektedir. Bunun üzerine; "Allah da onlarin hidayetlerini artirmisti". Ashab-i Kehf'in, kavimleri Allah'tan baska tanrilara taptiklari için onlardan uzaklasmalarini Kur'ân övgüyle anlatmaktadir. Onlar bu davranislariyla dogru yolu bulman ve Allah'in rahmetine kavusmayi gaye edinmislerdi.

"... Sunlar, su bizim kavmimiz, Ondan (Allah'dan) baska tanrilar edindiler. Bunlarin üzerine bari açik bir delil getirseydiler ya? Artik yalan yere Allah 'a karsi iftira edenlerden daha zâlim kimdir?" dediklerinde, onlarin kalplerini (sabir ve sebat ile hakka) baglamistik."

(Birbirlerine söyle demislerdi):

"Madem ki siz onlardan ve Allah'tan baska tapmis olduklarindan ayrildiniz, o halde magaraya (çekilip) siginin ki; Rabbiniz size rahmetinden genislik versin, isinizden de size fayda hazirlasin " (el Kehf,18/ 14,16) Böylece onlar, zâlim bir toplum içinde yasayip, dinlerini açiga vuramamaktansa magaraya çekilip orada inançlarini yasamayi tercih etmisler ve son derece az olduklari için, mevcut düzene karsi duramayacaklarini anlamis bulunuyorlardi.

HABESISTAN'A HICRET:

Islâm'in ilk yillarinda, sahabîlerin önemli bir kismina ve özellikle zayif ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tir" demeleri nedeniyle sayisiz zulümler uygulaniyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara büyük baskilar yapiliyordu. Peygamber Efendimiz, sayilari yüzü bulan sahabiye Habesistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi niyetli bir hükümdarin varligindan söz etti. Bunun üzerine Habesistan'a iki defa hicret edildi.

Mekke o siralarda gerçekten Islâm gibi e ssiz, tevhide dayali yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için agir sartlari bulunan bir ortamdi. Habes istan'da da Islâmî bir düzenin varligindan söz edilemezdi ama. en azindan orada dini hürriyet vardi ve zulüm yoktu. Diger taraftan Islâm ülkesi diyebilecegimiz bir yerin de varligi söz konusu degildi. Henüz böyle bir tesebbüse girebilmek için gerekli sart ve imkanlardan da müslümanlar tamamiyla mahrum bulunuyorlardi. Bu nedenle Dârü'l- Küfr olan Mekke'yi birakip Darü'l-Emin (güven ülkesi)'e göç için bir izi

Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

BEDIR GAZVESI




Islâm devletinin Medine'de kurulmasindan sonra müslümanlarla müsrikler arasinda meydana gelen ilk savas. Bu savasa, yapildigi kasabanin adiyla anilarak, Bedir Gazvesi denilmistir.

Bedir kasabasi Medine'nin 120 km. kadar güneybatisinda ve Kizil Deniz sahiline 20 km. uzakliktadir. Bedir, Mekke'den gelip Medine'den geçerek Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasindaki konak yerlerinden biri idi. Bedir halki kasabalarina ugrayan ticaret kervanlarina verdikleri hizmetler karsiliginda elde ettikleri kazançlarla geçinirlerdi. Ayrica her yil Zilkade ayinda burada kurulan bir panayir kasaba halkina önemli gelir saglardi. Bedir kasabasinin Islâm savas tarihinde önemli bir mevkii vardir. Hz. Peygamber (s.a.s.) müsriklerle çarpismak üzere buraya üç defa gelmisti. Birincisine ilk Bedir Gazvesi adi verilir. Savasa henüz izin verilmedigi dönemlerde Mekkeli müsrikler müslümanlara saldirilarina devam ediyorlardi. Fakat hicretin altinci ayindan sonra cihat izni verilince artik müslümanlar kendilerini ve Islâm devletini koruma imkâni bulmuslardi. Bir ara müsrikler o sirada henüz müslüman olmamis olan Kürz b. Câbir'in kumandasi altinda bir askerî birlik gönderip Medine'nin çevresine saldirtmislardi. Kürz ve yanindaki müsrikler Medine'nin güneyinde Cemmâ denilen yere gelip müslümanlarin sürülerine saldirmis ve yagmalamislardi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Medine'de Zeyd b. Hârise'yi devlet baskanligina vekil tayin edip bir grup müslümanla Sefevan vadisine kadar ilerledi. Kürz ve adamlarini takip eden Hz. Peygamber, müsriklerin izlerine rastlamayip Medine'ye geri döndü. Bu gazveye ilk Bedir Gazvesi adi verilir. Peygamber, hicretin ikinci yilinda Rabîü'l-evvel (623 Eylül) ay'i baslarinda bu sefere çikmisti.

Müslümanlarin her seylerini Mekke'de birakip Medine'ye hicret etmeleri müsriklerin Islâm'a ve müslümanlara olan kinlerini dindirmemi sti. Hatta müslümanlarin Medine'de devletlerini kurup yerlesmeleri Mekkeliler'e çok agir gelmisti. Müs rikler Islâm'in bu ba sarisini hazmedemeyip mutlaka durdurmak için yollar aramaga basladilar. Hicretten önce Abdullah b. Übey b. Selül adindaki kabîle reisi Medine'de taç giyip kral olmak üzere idi. Fakat akrabalarinin ve destekçilerinin büyük bir kismi müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.s.)'i sehirlerine davet edince, artik burada bir Arap devleti degil Islâm devleti kurulmustu. Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b. Übey, etrafindaki bazi adamlariyla birlikte Islâm'a girdiklerini söylemislerse de asla içten iman etmemis, münafikliklarini sürdürmüslerdi. Bunu firsat bilen Mekkeli müsrikler eski dostlari olan Ibn Übey'e bir mektup yazarak söyle demislerdi: "Siz bizimkileri barindirdiniz. Ya siz Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çikarirsiniz; yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldirir erkeklerinizi öldürür kadinlarinizi esir aliriz."

Hz. Peygamber ve arkadas larinin Medine'ye gelmeleriyle kralligi engellenen Abdullah b. Übey, etrafindaki münafiklarla Islâm'i içten yikmaga çalisiyordu . Onun gayesi gayet açik idi. Krallik isteyen bir adam Islâm devletinde ve Peygamber'in baskanliginda barinamazdi. Münafiklar, dünya ve dünya çikarlarinin pesine takilmis müsriklerle isbirligi yaparak, Islâm'in Medine'deki hâkimiyet ve devletini yikmaga ça lisiyordu.

Müslümanlar, müsriklerle münafiklarin kurduklari bu isbirligini haber aldilar. Mekkelilerin gönderdigi bu mektup onlarin ve Medine'deki münafiklarin gayelerini gayet açik bir sekilde ortaya koyuyordu.

O bakimdan, müslümanlar çok dikkatli idiler. Bu düsmanlardan gelebilecek saldiriya hazirdilar. Resulullah ilk tedbir olarak, Medine-i Münevvere çevresine küçük müfrezeler gönderdi. Bu müfrezeler, Kureys'in ticaret kervanina engel oluyor ve Medine çevresindeki kabîlelerle baris anlasmalari yapip, Medine-i Münevvere'nin güvenligini sagliyordu.

Hamza b. Abdülmuttalib, Ubeyde b. Hâris ve Sa'ad Ibn Ebi Vakkas (r. an.) gibi ileri gelen sahabiler, bu müfrezelerin ba sinda görev yapmislardi. Bunlar kan dökmemege dikkat ediyorlardi. Yalniz Abdullah b. Cahs (r.a.) müfrezesi Bedir'den önce düsmanla çarpisan ilk Islâm seriyyesidir. Bu hadisenin savasilmasi haram aylardan Recep ayinin son gecesinde olmasi, müsriklerin dedikodusuna sebep oldu. Bu olay üzerine, haram aylarda savasmak hakkinda aâyetler nazil oldu. Bu ayetlerde, müslümanlara, cihat izninin verilecegine dair müjdeler vardi. Ve hemen ardindan da savasa izin veren ayetler geldi.

"Kendileriyle savasilan (mü'min)lere izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmistir. Ve Süphesiz Allah, onlara yardim etmege kadirdir. " (el-Hacc, 22/39).

"Ey inananlar, korunma tedbirleri alin; bölük bölük veya hep birlikte savasa gidin." (en-Nisâ, 4/71).

"(Yeryüzünde) hiçbir kötülük kalmayincaya ve din tamamen Allah'in oluncaya kadar onlarla savasin. Eger vazgeçerlerse muhakkak Allah, ne yaptiklarini görmektedir. " (el-Enfâl, 8/39)

Bu ayetler, müslümanlari, müsriklerden yillarca gördükleri iskencelere karsi intikam almaya tesvik ediyor; zalimlerden, Allah'in hâkimiyetini gasba yeltenmis müstekbirlerden bu hâkimiyetin alinarak Allah'a iade edilmesini ve hükmün Allah'a ait oldugunun onlara gösterilmesini istiyordu. Bunun için de müslümanlarin gerekli tedbirler alarak ve korunarak savasmalarini istiyordu. Bu ayetlerdeki istek elbette Cenâb-i Hakk'a aitti. Eger insanlara ve Resule ait olsaydi zaten onlar yillarca önce savasmak ve zulme isyan etmek istemislerdi. Ancak, zulme isyan Allah'in ölçülerine ve rizasina uygun yapilmali ve bir zulüm kaldirilirken yerine bas ka bir zulüm ikame edilmemeliydi. I ste Medine'deki Islâm toplumu bunu anliyordu. Müslümanlar iste bunun için müsriklerle savasmayi göze almislardi.

Mekkeli müsrikler defalarca müslümanlari tehdit edip, onlara Medine-i Münevvere yakinlarina kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri eliyle zararlar veriyorlardi. Son zamanlarda Ebû Süfyân'in da ortakligiyla olusturulan bir kervan Suriye'den mallar getirecek ve bununla müslümanlara son ve kesin darbe indirilecekti. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s.), durumu ashabiyla istisare etti. Bu kervanin Mekke'ye ulasmasina engel olunmasi karari alindi. Bu kararin uygulanmasi asamasina gelindiginde Ebu Süfyan durumdan haberdar oldu ve Damdam b. Amr el-Gifârî'yi Mekke'ye göndererek Kureys'ten yardim istedi.

Ebu Cehil bu firsati kaçirmak istemediginden Kâbe'ye kostu. Müsrikleri müslümanlara karsi savasa tesvik etti. Tellâllar çikararak Mekke sokaklarinda bagirtti. Eli silâh tutan herkes bu müsrik ve putperest orduya katildi. Hatta Resulullah'in müsrik olan amcasi Ebu Leheb, kendisi gidemeyecek kadar hasta oldugu için yerine ücretle bir kiralik asker gönderdi.

Resulullah hicretin ikinci yili Ramazan ayinin sekizinci günü Abdullah Ibn Ümmü Mektum'u Medine'de kalan yasli ve hastalara namaz kildirmak üzere görevlendirdi. Yahudilerin karisiklik çikarmasindan süphelendikleri için Ebu Lübabe'yi de Medine'de yönetimin basinda vekil birakti.

Müslüman ordusunun sayisi üçyüzbes kisi idi. Bunlarin seksenüçü Muhacirlerden, altmisbiri Evs'den, geri kalanlari da Hazrec kabilesinden idiler. Muhacirlerden yalnizca Osman b. Affân (r.a.), hanimi Resulullah'in kizi Rukiye agir hasta oldugu için Medine'de kalmisti. Kendisi de ayrica rahatsizdi.

Müslümanlarin yalniz üç atlari ve yetmis develeri vardi. Bineklerine sirayla binmek zorundaydilar. Zefiran denilen yere geldiklerinde, Mekkeli müsriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarini ögrendiler. Biraz duraklayip tereddüt ettiler. Çünkü onlarin büyük hazirliklarla gelen Mekke ordusuna karsi koyacak kadar askerleri yoktu. Buna hazirlikli da degillerdi. Resulullah ashabiyla yeniden istisare etti. Kervanin pesine mi düsülmeliydi; yoksa müsrik ordusuna karsi mi durulmaliydi. Allah Resulu ve Muhâcirler ordunun karsisina çikilmasi taraftariydilar. Ensâr ise, Akabe beyatinda verdikleri sözle Medine' de Rasûlullah'i koruyacaklardi. Simdi ise Medine disinda idiler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara reylerini sordu. Ensardan Sa'd b. Muaz söyle dedi:

"Ya Resulullah, biz sana inandik. Allah tarafindan getirdiklerinin hak oldugunu tasdik ettik. Artik siz ne dilerseniz emrediniz. Seni gönderen Allah hakki için artik denize girersen, seninle beraber biz de gireriz. Hiç birimiz geri kalmayiz. Biz düsmana karsi durmaktan çekinmeyiz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadakatten ayrilmayiz. Bizden memnun kalacagin isler nasip etmesini Allah' tan dilerim. Hemen Allah'in bereketini dileyerek istediginiz tarafa yürüyünüz."

Resulullah (s.a.s.), ashabinin bu birlik ve beraberligine çok sevindi. Allah'a hamd ile, müsriklerle karsilasmak üzere Bedir kuyulari mevkiine dogru yola koyuldu.

Ebu Süfyan, müslümanlarin Bedir'e gelmekte oldugunu ögrenince kervanin yönünü degistirdi. Deniz tarafindan Mekke'ye yollandi. Müslümanlar Bedir'e gelince, kervan çoktan uzaklasmisti.

Islâm ordusu, kumluk bir araziye konaklad i. Müsrikler ise Bedir kuyularini tutmuslardi. Gece yagan yagmur, hem araziyi pekistirdi, hem de müslümanlarin su ihtiyacini giderdi. Bu Allah Teâlâ'nin onlara bir yardimiydi.

Daha sonra, buralari çok iyi taniyan Habbâb b. Munzir'in teklifiyle ordunun karargâhi degistirilip Bedir köyünün en sonundaki kuyunun yararina geçildi. Resulullah (s.a.s.) elini kana bulamak istemediginden kendisine ordunun gerisinde bir çadir kuruldu. Çadirinin kapisinda Sad b. Muaz nöbet tutuyordu.

Mekkeli müsrikler zirhlar içinde idi. Sayilari bin kisiye yakindi. Bunun yüz kadari süvari yedi yüzü develi ve geri kalani piyade idi. Bu sayi Islâm ordusunun üç kati idi.

Ordular ibret alinacak bir dagilim sergiliyordu. Tarih hiç bir zaman bu derece anlamli bir savasa tanik olmamisti. Bir tarafta Müminlerin dostu Ebu Bekr (r.a.), diger tarafta müsrik saflarinda yer alan oglu Abdurrahman; bir tarafta müsrik ordusu komutani, Utbe b. Rabia, karsisinda oglu Huzeyfe bulunuyordu. Resulullah'in amcasi Abbas ile Hazreti Zeyneb'in esi ve Resulullah'in damadi Ebu'l As, müsriklerin arasindaydi. Akîl ise kardesi Hz. Ali'ye karsi müsrik ordusunda yer almaktaydi.

Bu sirada Ebû Süfyan'in kervaninin Mekke'ye ulastigi haberi geldi. Ebu Süfyan müsriklere bir haber göndererek, "Siz kervaninizi korumak için harekete geçtiniz. Artik savasmadan geri dönünüz" dedi. Ancak geri dönmek için arzulu olanlar olduysa da savasma karari alanlar çogunluktaydi. Ebû Cehil, "Müslümanlari öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini baglayip onlari tekrar Mekke'ye götürecegiz ve böylece Islâm da bitecek" diyordu.

Bu ordu, Islâm'in tek ordusuydu. Eger bu ordu ezilecek ve silinecek olursa Allah'in hükmünü hâkim kilacak bir baska topluluk kalmayacakti. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'in, vadettigin yardimini bugün lutfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahid yok olursa, bir muvahhidler bu gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!" diye dua ve niyazlarina devam etti. Bu sirada da su mealdeki vahiy gelmisti:

"Bütün bu toplananlar (müsrikler) hezimete ugrayacak ve arkalarina dönüp kaçacaklardir. " (el-Kalem, 68/45).

Resulullah (s.a.s.) kan dökülmesini istemediginden Ömer b. el-Hattab'i elçi olarak müsriklere gönderdi. Onlar savas konusunda kararli olduklarindan Resulullah'in bu serefli elçisinin tekliflerini dinlemediler. Kur'an bir baska ayetiyle müminleri desteklemekte ve Mekkeli müsriklerin cezalandirilmasini talep etmektedir:

"Onlar, (insanlari, Rasülü ve mü'minleri) Mescid-i Haram'dan geri çevirdikleri ve onun velisi, bakicisi ve koruyucusu olmadiklari halde Allah onlara neden azap etmesin? Onun velileri sadece muttakîlerdir. Fakat çoklari bunu bilmez. " (el-Enfal, 8/34).

Bu harpten itibaren, Kur'an-i Kerîm'de, girisilen bütün savaslarda müslümanlarin yanibasinda çok sayida melegin savasa katildigindan bahsedilir. Ancak Bedir savasi ötekilerden bir farklilik gösterir.

"O zaman sen müminlere.' Rabbinizin size indirilmis üç bin melegi ile yardim etmesi, size yetmez mi?' diyordun , "Evet, sabreder, (Allah' dan) korkarsaniz, onlar hemen su dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz, size nisanli bes bin melek ile yardim eder", Allah, bunu size sirf müjde olsun ve kalpleriniz yatissin diye yapti.

Yardim, daima galip ve hikmet sahibi Allah katindadi r. " (Âli Imrân, 3/124-126).

17 Ramazan (13 Mart 624) Cuma günü sabahleyin her iki ordu Bedir kuyularina dogru ilerledi. Müslümanlar bu kuyularin basina kâfirlerden önce ulasmislardi. Müsriklerin tarafindaki kuyular tamamen kapatilip tutulduysa da Hz. Peygamber (s.a.s.) düsmanin kendi tarafindaki bir kuyudan su almalarina müsaade etmistir. Cahiliye adetlerine göre savasi iyice kizistirip heyecan dogurmak için gruplar öne adam çikararak birbirlerine meydan okurlardi. Müsrikler tarafindan Esved adindaki sahis ortaya çikip er istemis, buna karsi Hz. Hamza çikarak onu derhal öldürüvermisti. Bunun üzerine Kureys'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabîa, kardesi Seybe ve oglu Velid ortaya atildilar. Bunlarin karsisina Medineli gençlerden üç kisi çikinca, kim olduklarini sormus ve onlara: "Siz bizim dengimiz ve muhatabimiz degilsiniz, bizim kavmimiz ve kabilemizden adamlar çiksin" demislerdi.

Kureys kâfirlerinin bu istekleri üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Ubeyde b. Hâris çiktilar. Hz. Hamza ile Hz. Ali hasimlarini derhal öldürdüler. Ubeyde ise hasmini yaralamis kendisi de yaralanmisti. Onun yardimina kosan Hz. Hamza ve Hz. Ali (r.a.) derhal Utbe'yi öldürüp yarali arkadaslarini müslümanlarin karargâhina tasimislardi. Bu mubarezelerin sonunda taraflar birbirlerine saldiriya geçtiler. Ikindiye dogru müslümanlar tarihin kaydettigi büyük zaferlerden birini gerçekle stirmislerdi. Savas sona ermisti. Müslümanlari n, Islâm'in ve özellikle Hz. Peygamber'in en büyük düsmani Ebu Cehil basta olmak üzere müsriklerin ileri gelenlerinden çok kimse hayatini kaybetmisti. Müsriklerden tam yetmis kisi öldürülmüstü. Müslümanlar ise on dört sehid vermislerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarini kildirdiktan sonra Allah yolunda canlarini veren bu ilk sehitleri topraga verdi. Müslümanlar Kureys'in ölülerini de yerde birakmayip açtiklari bir çukura gömdüler.

Mekkeli müsriklerden bir miktar esir alindi. Ama henüz Cenâb-i Allah esirler hakkinda hükmünü bildirmemisti. Peygamberimiz bu esirlerle ilgili olarak ashabiyla istisarede bulundu. Ashabtan bazilari bunlarin derhal öldürülmesini teklif ederken, en yakin müslüman akrabalarinin bunu infaz etmelerini tavsiye etmislerdi. Buna karsilik basta Hz. Ebu Bekir olmak üzere bazi sahabeler de bu esirlerin fidye karsiliginda serbest birakilmalarini teklif ettiler. Rasûlullah bu ikinci teklifi uygun buldu. Fidye ödeyemeyenlerden okuma yazma bilenlerin müslümanlarin çocuklarindan onar kisiye okuma-yazma ögretmeleri istendi. Esirler müslümanlar arasinda dagitildi.

Hz. Peygamber onlara iyi muamele edilmesini istedi. Esirlerden elbisesiz kalmis olanlara giyecekler verildi. Bu esirler müslümanlarla birlikte ve onlarla esit sartlar altinda yemege oturuyorlardi. Esir alinanlardan sadece ikisi idama mahkûm edilmistir. Çünkü bunlar Mekke'de inananlara yapmis olduklari zulümden dolayi idami haketmislerdi. Rasûlullah'in, bu ilk askerî karsilasmada gösterdigi bu insânî tutum ve davranis daha sonraki olaylarda da degismemistir.

Mekke müsriklerinin ileri gelenleri ve baskanlari, Bedir'de öldürülmüstü. Ebû Süfyan ise büyük ticaret kervaninin basinda oldugu halde kaçip kurtulmus ve bundan böyle Mekke' nin baskani olmustu. Oglu, kayinpederi ve kayinbiraderi Bedir savasinda öldürülen Ebu Süfyan, bunlarin intikamini alincaya kadar hanimina yaklasmayacagina, saç ve sakalini kestirmeyecegine yemin etti. Bunun yaninda karisi Hind de kendi akrabalarini öldürenleri bulup onlarin cigerlerini yiyecegine and içmisti.

Bedir zaferi, siyasi-dini yapi daki Islâm devlet ve camias inin daha da saglam temeller üzerine oturmasini sagladi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Bedir' de savas baslayacagi sirada, secdeye kapanip Allah'a yönelerek O'na, yardimini esirgememesi için dua ettiginde o günkü durumu en güzel bir sekilde dile getiriyordu:

"Ey Allah'im! Sayet su küçücük ordu eriyip giderse sana (yeryüzünde) artik ibadet edecek kimse kalmayacaktir... "
IFK OLAYI


Ifk; yalan, büyük yalan, Iftira namuslu birinin namusu hakkinda Iftira etmek.

Ifk olayi; Islâm tarihinde Resulullah (s.a.s)'in zevcesi ve müminlerin annesi (el-Ahzâb, 33/6). Hz. Âîse hakkinda münâfiklar tarafindan uydurulan Iftira olayinin adi. Olay Buhâri, Müslim gibi ana kaynaklarda tafsilâtli olarak anlatilir. Bizzat Hz. Âîse, olayi cereyan tarzi ve sebepleriyle birlikte detayli olarak anlatmaktadir.

Olayin gerçek yüzü münâfiklarin, Medine'de güvenli bir yurt edinen ve günden güne gelisen Islâm toplumunu parçalamak için Islâm peygamberinin aile mahremiyetini hedef alarak, bas vurduklari bir aleyhte propaganda ve karalama hareketidir. Onlar, Resulullah'in, en yakin arkadaslari ile arasini açabilirlerse, Islâm'i yok etme emellerine kIsa yoldan varabileceklerini zannediyorlardi. Münâfiklar Mustalikogullarina karsi düzenlenen cihat harekatinda, Hz. Âîse'nin basina gelen normal bir olaydan yararlanarak Hz. Ebu Bekir'le Resulullah'in arasina fitne sokmaya ve Resulullah'i gözden düsürmeye çalistilar.

Münâfiklar, hicretin besinci yili Saban ayinda, Necid bölgesinde, Müreysî suyu yaninda konaklamis olan Mustalikogullari kabilesine karsi düzenlenen sefere savasin siddetli geçmeyecegini bildikleri için kalabalik bir sekilde katIlmislardi.

Resulullah sefere çikmadan önce, adeti oldugu üzere, hanimlari arasinda kura çekmis, kendisiyle beraber sefere gitme kurasi Hz. Âîse'ye çikmisti (Buhârî, Sehâdet, 15).

Bu sefer esnasinda münâfiklar, Mekkeli Muhacir müslümanlarla, Medine'nin yerlisi Ensar arasina fitne sokmaya da çalistilar. Bunun için bölge ve kabile taassubunu kullandilar. Bir seferinde Iki müslüman grubu birbiriyle kilica sarilacak hale getirmis, olay Resulullah (s.a.s) tarafindan kolayca önlenmistir. Bu arada münâfiklarin reisi Abdullah b. Übeyy:

"Medine'ye dönünce, aziz olanlarin, zelil olanlari oradan çikaracaklarini" söylüyordu (el-Münâfîkûn, 63/8). Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) Ensari toplayarak durumu anlatti. Ensâr olaya son derece üzüldü. Böylelikle Abdullah b. Übeyy herkesin nefretini kazandi. Hatta oglu babasinin bineginin üzengisinden tutarak:

"Zelil oldugunu, Allah Resulunün de aziz oldugunu itiraf etmeden seni birakmam " demis ve itiraf da ettirmistir (Ibn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübra, II, 65).

Sefer dönüsü ordu, geceleyin bir yere konakladi. Hz. Âîse ihtiyaci için ordugahin disina çikti. Döndügü zaman, boynundaki Yemen boncugundan dizIlmis gerdanliginin kopup düsmüs oldugunu gördü. Bu gerdanligi Hz. Âîse'ye, gelin oldugunda annesi Ümmü Rûman hediye etmisti (Vakidî, Megazî, II, 428). Diger kaynaklar gerdanligi kiz kardesi Esma'dan emanet aldigini yazarlar.

Hz. Âîse, gerdanligi aramak için ordunun disinda ihtiyacini giderdigi yere gitti. Bulup döndügünde ise kendisinin devesi üzerindeki mahfelinde oldugunu zanneden muhafizlari da dahil olmak üzere, ordunun oradan ayrilip gitmis oldugunu gördü. Geri dönüp kendisini ararlar düsüncesiyle orada oturup bekledi. Bu arada da oldugu yerde uyuyup kaldi.

Ordunun artçisi Safvan b. Muattal kendisini görerek, hiç konusmadan onu devesine bindirdi. Devenin yularini çekerek orduya yetistirdi (Ibn HIsam, es-Sîre, II, 298).

Ikinci konakta Hz. Âîse'nin devesinin üzerinde olmadigi anlasilip bir süre sonra genç bir askerin devesiyle geldigini görünce, münâfiklar bunu firsat bilip dedikoduya basladilar. Abdullah b. Übeyy el altindan bu dedikoduyu besledi. Müslümanlar bunun Iftira oldugunu anladilar. Meselâ Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî hanimina:

"Ümmü Eyyûb! Senin hakkinda böyle birsey söylense kabul eder misin?" diye sordu. O,

"Hasâ, asaletli ve serefli bir Insan böyle bir sey yapmaz." cevabini verdi (Ibn Hisâm, a.g.e, s. 302).

Ne yazik ki münâfiklar disinda üç müslüman da bu dedikoduya kendilerini kaptirdilar; Bunlar Safvan'dan öç almak Isteyen Hassan bin Sâbit, Resulullah'in hanimlarindan Zeyneb binti Cahs'in kiz kardesi Hamne ve Hz. Ebû Bekir'in yardimlariyla geçinen Mistah b. Üsâse idiler.

Hz. Âîse yolculuk dönüsü hastalandi ve annesinin bakmasi için baba evine gitti. Olanlardan tamamen habersizdi. Ne annesi ve babasi, ne de Resulullah (s.a.s) olanlari kendisine duyurmadilar. Kendisi de Resulullah'in soguk davranisina bir mana veremedi. Bir gün Mistah'in annesi durumu kendisine açinca derin bir üzüntüye kapildi ve günlerce gözyasi döktü (Müslim, Tevbe, 56). Bu arada Resulullah (s.a.s) kendisine durumla ilgili sorular sordu. Hz. Âîse ise, halini Allah'a havale ettigini bildirerek karsilik verdi.

Olayi duyan Safvan büyük bir öfkeye kapilarak kilicini aldi ve öldürmek kastiyla Hassan'a saldirdi ve onu yaraladi. Bu Resulullah (s.a.s)'e haber verilince Safvan'in tutuklanmasini emretti. Aslinda Safvan kadina ilgi duymayan, erkeklik gücü yok (hasûr) birisi idi. Bunu kendisi de açikça ifade etmistir (Ibn HIsam a.g.e, s. 306, Müslim, Tevbe, 57).

Resulullah (s.a.s) durumu bir de Ashaptan bazilariyla görüstü. Bunlardan Hz. Osman, Üsâme b. Zeyd, Zeyneb binti Cahs, Ümmü Eymen hep Hz. Âise'nin tertemiz olduguna sahitlik ettiler. Hz. Ömer, Hz. Âîse'nin nikâhinin Allah tarafindan kiyildigini hatirlatarak, Allah'in temiz olmayan bir kadinla onu nikahlamayacagini söyledi. Yalniz Hz. Ali lehte olmayan bir konusma yapti ve Resulullah için kadinin çok oldugunu belirtti. Bir de Hz. Âîse'nin hizmetçisinin sorguya çekIlmesini teklif etti. Hatta dogru söylemesini saglamak için onu tokatladi. Berire ise, hanimi hakkinda iyilikten baska bir sey bIlmedigini belirtti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) durumu bir de Ashab'a bildirmek üzere minbere çikti ve bu konuda onlarin yardimini Istedi. Ensardan Sa'd b. Muaz:

"Ey Allah'in Resulu, sana ben yardim edecegim. Iftiraci Evs kabilesinden ise, ben onun boynunu vururum. Eger Hazrecli kardeslerimizden ise, bize emredersin, emrini yerine getiririz" deyince Hazreclilerden Sa'd b. Ubade buna karsi çikti. Karsilikla atismalar neticesinde çikan anlasmazligi Resulullah (s.a.s) yatistirdi.

Resulullah (s.a.s) büyük üzüntüyle oradan, babasi Ebû Bekir'in evinde bulunan Hz. Âîse'nin yanina gittiginde, Allah onun temizligini su ayetlerle Resulune bildirdi:

"O Iftira haberini getirenler, sizlerden bir zümredir. Onu siz kendiniz için bir ser sanmayiniz. Belki o, sizin için bir hayirdir. Onlardan herkese kazandigi günah vardir. Günahin büyügünü yüklenen kimseye de büyük bir azap vardir. Ne olurdu o Iftirayi isittiginiz zaman, erkek ve kadin müminler, kendi nefIsleri ne kiyas ederek hüsnü zan etselerdi de; bu açik bir Iftiradir deselerdi!

O Iftiracilar buna dört sahit getirselerdi ya! Sahitleri getiremeyince de onlar, Allah katinda muhakkak yalancidirlar. Eger dünyada ve ahirette Allah'in fazl ve rahmeti üzerinizde bulunmasaydi, içine daldiginiz o ifiradan dolayi, sizi her halde büyük bir azap çarpardi. Ortaya atildigi zanlari siz, o Iftirayi dillerinizle birbirinize yetistiriyordunuz. Hiçbir bilginiz olmayan seyi agizlarinizla söyleyiveriyor ve bunu kolay saniyordunuz. Halbuki bu, Allah katinda büyük bir vebal idi."

"Ne olurdu, onu isittiginiz zaman: "Bunu söylemek bize yakismaz! Sübhanallah! Bu büyük bir bühtandir" deseydiniz ya!...." (en - Nûr, 24/11-20).

Bu ayetlerin inisi basta Resulullah (s.a.s) olmak üzere bütün müminleri sevindirdi. Ama Iftira yapanlarin ve yayanlarin cezasi da verIlmeliydi. Cenabi Hak bunun üzerine su Iki ayeti indirdi:

"Namuslu ve hür kadinlara (zina isnadiyla) Iftira atan, sonra da (bununla ilgili olarak) dört sahit getirmeyen kimselerin (her birine) seksen degnek vurun. Onlarin ebedî sahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsiklarin ta kendileridir. Ancak (bu hareketlerine) tövbe edip durumlarini islah edenler müstesnâdir. Çünkü Allah çok yarligayici, çok esirgeyicidir" (en-Nûr, 24/4-5).

Ayetlerde, zina Iftirasi atanlar için üç ayri hüküm konulmustur:

1- Iftiraciya seksen sopa vurulacak

2- Sahitligi ebediyyen kabul edIlmeyecek

3- Allah'in taatindan çiktigi için fâsiklikla vasiflandirilacak.

Iftira eden, pisman olur, tövbe ederse fâsiklik vasfini üzerinden kaldirmis olur (M. Ali es-Sabûnî, Kur'an-i Kerîm'in Ahkâm Tefsîri, II, 107).

Bu ayetlerin inmesi üzerine Resulullah (s.a.s) Hassan, Hamne ve Mistah'a zina Iftirasi cezasi olarak seksener degnek vurdurdu. Abdullah b. Übeyye'ye bu ceza tatbik edIlmedi (Muhammed Rida, Muhammed (s.a.s), Misir 1357/1938, s. 303).

Hz. Ebû Bekir kizina yapilan Iftiraya karistigi için Mistah'a vermekte oldugu yardimi kesmisti. Iftira cezasi tatbik edildikten sonra Cenabi Hak:

"Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar, akrabalarina, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin. Allah'in sizi yarligamasini sevmez misiniz? Allah çok yarligayici, çok esirgeyicidir" (En-Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir:

"Vallahi ben, Allah'in beni yarligamasini elbette arzu ederim. Vallahi ben, artik bunu ondan hiç bir zaman kesmem" dedi ve Mistah'a vermekte oldugu nafakayi vermeye tekrar devam etti (Buharî, Megazî, 34; Tefsîru'l-Kur'ân, 6; Müslim, Tevbe, 56).

Iftira, içi baska disi baska olan Iki yüzlü münâfiklarin metodudur. Iftiradan sakinmak, Iftiraya ugrayan mazlumlara arka çikmak, zalim ve Iftiracilari yalanlamak gerekir.
KAYNUKAOGULLARI VE MEDINE'DEN SÜRÜLMELERI



Kaynukaogullari Medine (Yesrib)de yasamis bir Yahudi kabilesidir. Yahudiler (Eskiden büyük Arap mabedinin yeri olan) Siondan Hristiyanlar tarafindan kovulduktan sonra, yeryüzünün çesitli yerlerine az veya çok büyük cemaatlar halinde dagilmislardi. Ancak Arap yarimadasina ne zaman geldikleri, cemaatlerinin burada ne zaman olustugu bilinmiyor. Ancak Islam'in yayilisindan önce Arabistan'in her tarafinda Yahudiler vardi. Ferdî ve pek az sayida oldugu gibi saglam cemaatler halinde, Eyle (Akabe Körfezi)'den Yemen'in veya Uman'in uçlarina kadar, Medine'den Bahreyn'e kadar; Meknâ'da Vadiül-Kura'da, Teymâ'da, Fedek'te, Tâif'te kisacasi bütün sehirlerde, ayni sekilde panayirlarda ve kervanlarda onlara rastlanir (Muhammed Hamîdullah, Islâm Peygamberi Çev. Salih Tug I, 393, 394).

Mekke'de hemen hemen hiç Yahudi yoktu. Ancak onlar, bölgenin yillik panayirlarinda, özellikle Ukaz'da bulunurlardi. Ukaz'da hem ticaret esyasi satarak, hem de kendilerini gizli seyleri bilen veya istikbâlden haber veren kâhin olarak tanitmak suretiyle iyi para kazanmasini bilirlerdi. Ehl-i Kitab olarak, câhil bedevîler üzerinde özel bir prestij icra ediyorlardi (M. Hamidullah, a.g.e., I, 394).

Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettigi zaman, halkin hemen hemen yarisi Yahudi idi. Ancak Yahudilerin bu bölgeye gelisi hakkinda açik bir bilgi yoktur. Islâmiyet ortaya çiktigi sirada, büyük çapta Araplasmis görünüyorlardi; Arapça konusuyorlar, çocuklarina Arap isimleri veriyorlar, kabileleri bile Arap isimleriyle çagriliyordu (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 4I5).

Komsulari müsrik Araplar gibi Yahudiler de kabile halinde yasiyorlardi. Hz. Peygamber (s.a.s) tarafindan olusturulan Medine Islâm devleti anayasasinda dokuz Yahudi kabilesinde söz ediliyor (Salih Tug, Islâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, Istanbul 1969, s.31-4I vd.). Fakat tarihçiler bunlari üç grupta topluyor. Kaynuka ogullari iste bu üç kabileden biridir. Digerleri; Nadîr ve Kurayzaogullaridir (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 4I5).

Kaynuka; kuyumcu anlamina gelmektedir. Gerçekten de onlar Islâmiyet'in baslangicinda bu meslegi yapiyorlardi. Ayrica umûmî ticaretle de mesgul oluyorlardi. "Sûk beni Kaynuka=Benî Kaynuka Çarsisi'nda hatiralari kalmistir (M. Hamidullah, a.g.e. I, 4I5).

Rasûlullah (s.a.s), Medine'ye gelir gelmez yaptigi en önemli islerin basinda bir anayasa hazirlamak gelir. Bu anayasada Yahudilerle olan karsilikli hak ve ödevler belirtilmistir ki bunlardan biri, hariçten gelecek saldirilara karsi bütün cemaatlarin Medine'yi savunmalaridir (Salih Tug, a.g.e., ayni yer).

Bundan sonra Peygamber (s.a.s), Yahudileri Islâm'a davet etmis, kendisini bir Allah elçisi, bir peygamber olarak Kur'an-i teblig etmistir. Bazilari Müslüman olmus bazilari çekinmis, kimileri de Islâmiyet'le alay etmisler, hatta Peygamber (s.a.s.)'e karsi harbedenlere aktif bir sekilde yardim etmislerdir.

Bedir savasinda Müslümanlarla Yahudiler arasindaki münasebetler büsbütün bozuldu. Yahudiler hep birden peygambere karsi düsmanca bir tavir takindilar. Böylece Islâm için büyük bir tehlike arzetmeye basladilar.

Rasûlullah (s.a.s.), bir seferinde Kaynuka ogullari yahudilerinin pazarina giderek onlari toplamis ve su sekilde hitabetmis:

"Ey Yahudi cemaati! Kureyslilerin basina gelen felâketin sizin basiniza da gelmemesi için Allah'tan korkunuz ve Islâmiyeti kabul ediniz. Zira biliyorsunuz ki ben gönderilmis bir peygamberim. Siz bunu kitabinizda buluyorsunuz ve sizi davet etmistir." Yahudiler ona su cevabi vermisler: "Ya Muhammed! Sen ancak kendi kavmini tanidin; askerlik ve savas sanatini bilmeyen bir kavimle karsilasman seni aldatmasin, tesâdüfen sen onlari bozguna ugrattin. Vallahi sayet biz seninle savasirsak, yigit oldugumuzu anlarsin" (Ibn Ishak, Sîre, Nesr. M. Hamidullah, Konya 14I1/1981, s.294; et-Taberi, Tarîhür-Rusül vel-Mülûk, Nesr. Degoeje, III, 136I).

Bu konusmalardan sonra, Müslümanlarla Kaynuka ogullari arasindaki iliskiler daha da bozuldu ve nihayet bir Yahudinin, Müslüman bir kadina karsi çirkince davranisi, bardagi tasiran son damla oldu. Kaynaklarin nakline göre olay söyle cereyan etmistir:

Bir Arap kadini bazi seyler satmak üzere Kaynuka ogullari pazarina giderek esyasini satar sonra bir kuyumcu dükkanina oturur. Orada bulunan Yahudiler, kadindan yüzünü açmasini isterler. O buna yanasmayinca kuyumcu, kadinin etegini arkasindan beline ilistirir, kadin ayaga kalkinca avret mahalli görülür, onlar da buna gülüsürler. Kadin feryad etmeye baslayinca Müslümanlardan biri kilicini çekerek Yahudi kuyumcunun üzerine atilip onu öldürür. Yahudiler de toplanip Müslümani sehid ederler. Sehid edilen müslümanin ailesi imdat ister. Bu durum Müslümanlari çok öfkelendirir (Ibn Hisam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Nsr. M. es-Sekâ, I. el-Ebyârî, A.Hafiz Çelebi, Lübnan 1391/1971, III, 51).

Kaynuka ogullari, Peygamber (s.a.s)'le savastiklari zaman onlarin islerini Abdullah b. Übeyy b. Selûl üstlenmis ve önlerine düsmüstü. Onlarin Abdullah ile anlasmalari oldugu gibi Hazrec ogullarindan Ubâde Ibn esSâmit ile de ittifaklari vardi. Ubâde, onlarin Hz. Peygamberle olan antlasmalarini bozduklarini duyunca Peygamber (s.a.s)'e gelerek O'nun huzurunda, Kaynuka ogullari ile olan ittifakini reddetti. Onlarla ittifaktan Allah'a ve Resûlüne sigindi ve; "Ya Rasûlallah! Ben, Allah'i, Resûlünü ve mü'minleri dost biliyorum; bu kâfirlerle ittifak yapmaktan ve onlarla dostluktan Allah'a ve Resûlüne siginirim" dedi (Ibn Ishak, a.g.e., 295).

Mâide Sûresindeki kissa, Ubâde ve Abdullah b. Übeyy hakkinda nazil oldu:

"Ey Iman edenler! Yahudilerle Hristiyanlari dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostlaridirlar. Içinizden kim onlari dost edinirse o da onlardandir. Allah zalimleri dogru yola eristirmez" (el-Mâide, 5/51; Ibn Ishak, a.g.e., 295).

Ubâde Kaynuka ogullari ile olan ittifakini, muhtemelen bu âyetin nüzûlünden sonra bozmustur.

Kaynuka ogullari; Rasûlüllah (s.a.s) ile aralarindaki antlasmayi bozan, Bedirle Uhud arasinda O'nunla savasan ilk Yahudilerdi. Rasûlullah (s.a.s.), onlari muhasara etti. Onbes günlük bir kusatmadan sonra Rasûlüllah'in hükmüne razi olarak savassiz teslim oldular. Hz. Peygamber, erkeklerin ellerinin baglanmasini emretti. Fakat münafiklarin basi Abdullah b. Übeyy Hz. peygamber'e gelerek:

"Ey Muhammed! Müttefiklerime iyilik et" dedi. Resûlullah agirdan alinca Ibn Selûl tekrar; "Iyilik et" dedi. Resûlullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi. Bunun üzerine Ibn Selûl, elini Hz. Peygamber'in zirhinin yakasindan içeri soktu. Resûlullah kizarak: "Yaziklar olsun sana! Birak beni!" dedi. Ibn Selûl: "Hayir vallahi dostlarima iyilik etmedikçe seni birakmam. Onlar, beni altindan ve mal-mülkten mahrum ettiler sen ise bir sabah vakti onlari biçiyorsun. Allah'a yemin ederim ki ben, bir takim musibetler gelmesinden korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s): "Onlar senindir" buyurdu ve "Çözünüz onlari, Allah onlarla birlikte ona da lanet etsin" dedi. Serbest birakilinca sürgün edilmelerini emir buyurdu (Ibn Ishak, a.g.e. 295; Taberî, a.g.e. III, 136I vd.).

Allah, Resûlüne ve Müslümanlara onlarin mallarini ganimet olarak ihsan etti. Onlarin arazileri yoktu, kuyumculukla ugrasiyorlardi. Resûlullah (s.a.s), onlarin birçok silahlarini ve kuyumculuk aletlerini aldi. Onlari, tüm çoluk çocuklariyla birlikte Medine'den çikarmaya Ubâde Ibn es-Sâmit memur edilmisti. O da, onlari Dibâb'a kadar götürdü (Taberî, a.g.e., III, 1362).

Kaynuka Yahudileri, Ubâde Ibn es-Sâmit'e, "Ey Velid'in babasi! Evs ve Hazrecle aramizda ittifak vardi. Biz senin müttefikin idik, sen bize ne diye böyle yaptin?" dediler. Ubâde Ibn es-Sâmit de onlara: "Siz harb açtiniz" dedi. Abdullah Ibn Übeyy de; "Sen müttefiklerinden uzaklastin da bundan eline ne geçti?" dedi. Ubâde; "Hubâb'in babasi! Kalbler degisti, Islâmiyet ahidleri yok etti" dedi.

Kaynuka ogullari Vâdiül-Kura'ya gelip bir müddet kaldiktan sonra Azruat'a gidip orada yerlestiler (ibnü'l-Esir, el-Kâmil, II, 66).



DEVAMI VAR !

Kullanıcı avatarı
kocag_kartal
Tecrübeli Üye
Tecrübeli Üye
Mesajlar: 60
Kayıt: 29 Mar 2007 [ 14:58 ]

Mesaj gönderen kocag_kartal »

sizden bulamadıgımız konuları istesek olurmu busra?tabi ki kaynak var ise...

Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

KAYNUKAOGULLARI VE MEDINE'DEN SÜRÜLMELERI



Kaynukaogullari Medine (Yesrib)de yasamis bir Yahudi kabilesidir. Yahudiler (Eskiden büyük Arap mabedinin yeri olan) Siondan Hristiyanlar tarafindan kovulduktan sonra, yeryüzünün çesitli yerlerine az veya çok büyük cemaatlar halinde dagilmislardi. Ancak Arap yarimadasina ne zaman geldikleri, cemaatlerinin burada ne zaman olustugu bilinmiyor. Ancak Islam'in yayilisindan önce Arabistan'in her tarafinda Yahudiler vardi. Ferdî ve pek az sayida oldugu gibi saglam cemaatler halinde, Eyle (Akabe Körfezi)'den Yemen'in veya Uman'in uçlarina kadar, Medine'den Bahreyn'e kadar; Meknâ'da Vadiül-Kura'da, Teymâ'da, Fedek'te, Tâif'te kisacasi bütün sehirlerde, ayni sekilde panayirlarda ve kervanlarda onlara rastlanir (Muhammed Hamîdullah, Islâm Peygamberi Çev. Salih Tug I, 393, 394).

Mekke'de hemen hemen hiç Yahudi yoktu. Ancak onlar, bölgenin yillik panayirlarinda, özellikle Ukaz'da bulunurlardi. Ukaz'da hem ticaret esyasi satarak, hem de kendilerini gizli seyleri bilen veya istikbâlden haber veren kâhin olarak tanitmak suretiyle iyi para kazanmasini bilirlerdi. Ehl-i Kitab olarak, câhil bedevîler üzerinde özel bir prestij icra ediyorlardi (M. Hamidullah, a.g.e., I, 394).

Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettigi zaman, halkin hemen hemen yarisi Yahudi idi. Ancak Yahudilerin bu bölgeye gelisi hakkinda açik bir bilgi yoktur. Islâmiyet ortaya çiktigi sirada, büyük çapta Araplasmis görünüyorlardi; Arapça konusuyorlar, çocuklarina Arap isimleri veriyorlar, kabileleri bile Arap isimleriyle çagriliyordu (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 4I5).

Komsulari müsrik Araplar gibi Yahudiler de kabile halinde yasiyorlardi. Hz. Peygamber (s.a.s) tarafindan olusturulan Medine Islâm devleti anayasasinda dokuz Yahudi kabilesinde söz ediliyor (Salih Tug, Islâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, Istanbul 1969, s.31-4I vd.). Fakat tarihçiler bunlari üç grupta topluyor. Kaynuka ogullari iste bu üç kabileden biridir. Digerleri; Nadîr ve Kurayzaogullaridir (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 4I5).

Kaynuka; kuyumcu anlamina gelmektedir. Gerçekten de onlar Islâmiyet'in baslangicinda bu meslegi yapiyorlardi. Ayrica umûmî ticaretle de mesgul oluyorlardi. "Sûk beni Kaynuka=Benî Kaynuka Çarsisi'nda hatiralari kalmistir (M. Hamidullah, a.g.e. I, 4I5).

Rasûlullah (s.a.s), Medine'ye gelir gelmez yaptigi en önemli islerin basinda bir anayasa hazirlamak gelir. Bu anayasada Yahudilerle olan karsilikli hak ve ödevler belirtilmistir ki bunlardan biri, hariçten gelecek saldirilara karsi bütün cemaatlarin Medine'yi savunmalaridir (Salih Tug, a.g.e., ayni yer).

Bundan sonra Peygamber (s.a.s), Yahudileri Islâm'a davet etmis, kendisini bir Allah elçisi, bir peygamber olarak Kur'an-i teblig etmistir. Bazilari Müslüman olmus bazilari çekinmis, kimileri de Islâmiyet'le alay etmisler, hatta Peygamber (s.a.s.)'e karsi harbedenlere aktif bir sekilde yardim etmislerdir.

Bedir savasinda Müslümanlarla Yahudiler arasindaki münasebetler büsbütün bozuldu. Yahudiler hep birden peygambere karsi düsmanca bir tavir takindilar. Böylece Islâm için büyük bir tehlike arzetmeye basladilar.

Rasûlullah (s.a.s.), bir seferinde Kaynuka ogullari yahudilerinin pazarina giderek onlari toplamis ve su sekilde hitabetmis:

"Ey Yahudi cemaati! Kureyslilerin basina gelen felâketin sizin basiniza da gelmemesi için Allah'tan korkunuz ve Islâmiyeti kabul ediniz. Zira biliyorsunuz ki ben gönderilmis bir peygamberim. Siz bunu kitabinizda buluyorsunuz ve sizi davet etmistir." Yahudiler ona su cevabi vermisler: "Ya Muhammed! Sen ancak kendi kavmini tanidin; askerlik ve savas sanatini bilmeyen bir kavimle karsilasman seni aldatmasin, tesâdüfen sen onlari bozguna ugrattin. Vallahi sayet biz seninle savasirsak, yigit oldugumuzu anlarsin" (Ibn Ishak, Sîre, Nesr. M. Hamidullah, Konya 14I1/1981, s.294; et-Taberi, Tarîhür-Rusül vel-Mülûk, Nesr. Degoeje, III, 136I).

Bu konusmalardan sonra, Müslümanlarla Kaynuka ogullari arasindaki iliskiler daha da bozuldu ve nihayet bir Yahudinin, Müslüman bir kadina karsi çirkince davranisi, bardagi tasiran son damla oldu. Kaynaklarin nakline göre olay söyle cereyan etmistir:

Bir Arap kadini bazi seyler satmak üzere Kaynuka ogullari pazarina giderek esyasini satar sonra bir kuyumcu dükkanina oturur. Orada bulunan Yahudiler, kadindan yüzünü açmasini isterler. O buna yanasmayinca kuyumcu, kadinin etegini arkasindan beline ilistirir, kadin ayaga kalkinca avret mahalli görülür, onlar da buna gülüsürler. Kadin feryad etmeye baslayinca Müslümanlardan biri kilicini çekerek Yahudi kuyumcunun üzerine atilip onu öldürür. Yahudiler de toplanip Müslümani sehid ederler. Sehid edilen müslümanin ailesi imdat ister. Bu durum Müslümanlari çok öfkelendirir (Ibn Hisam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Nsr. M. es-Sekâ, I. el-Ebyârî, A.Hafiz Çelebi, Lübnan 1391/1971, III, 51).

Kaynuka ogullari, Peygamber (s.a.s)'le savastiklari zaman onlarin islerini Abdullah b. Übeyy b. Selûl üstlenmis ve önlerine düsmüstü. Onlarin Abdullah ile anlasmalari oldugu gibi Hazrec ogullarindan Ubâde Ibn esSâmit ile de ittifaklari vardi. Ubâde, onlarin Hz. Peygamberle olan antlasmalarini bozduklarini duyunca Peygamber (s.a.s)'e gelerek O'nun huzurunda, Kaynuka ogullari ile olan ittifakini reddetti. Onlarla ittifaktan Allah'a ve Resûlüne sigindi ve; "Ya Rasûlallah! Ben, Allah'i, Resûlünü ve mü'minleri dost biliyorum; bu kâfirlerle ittifak yapmaktan ve onlarla dostluktan Allah'a ve Resûlüne siginirim" dedi (Ibn Ishak, a.g.e., 295).

Mâide Sûresindeki kissa, Ubâde ve Abdullah b. Übeyy hakkinda nazil oldu:

"Ey Iman edenler! Yahudilerle Hristiyanlari dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostlaridirlar. Içinizden kim onlari dost edinirse o da onlardandir. Allah zalimleri dogru yola eristirmez" (el-Mâide, 5/51; Ibn Ishak, a.g.e., 295).

Ubâde Kaynuka ogullari ile olan ittifakini, muhtemelen bu âyetin nüzûlünden sonra bozmustur.

Kaynuka ogullari; Rasûlüllah (s.a.s) ile aralarindaki antlasmayi bozan, Bedirle Uhud arasinda O'nunla savasan ilk Yahudilerdi. Rasûlullah (s.a.s.), onlari muhasara etti. Onbes günlük bir kusatmadan sonra Rasûlüllah'in hükmüne razi olarak savassiz teslim oldular. Hz. Peygamber, erkeklerin ellerinin baglanmasini emretti. Fakat münafiklarin basi Abdullah b. Übeyy Hz. peygamber'e gelerek:

"Ey Muhammed! Müttefiklerime iyilik et" dedi. Resûlullah agirdan alinca Ibn Selûl tekrar; "Iyilik et" dedi. Resûlullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi. Bunun üzerine Ibn Selûl, elini Hz. Peygamber'in zirhinin yakasindan içeri soktu. Resûlullah kizarak: "Yaziklar olsun sana! Birak beni!" dedi. Ibn Selûl: "Hayir vallahi dostlarima iyilik etmedikçe seni birakmam. Onlar, beni altindan ve mal-mülkten mahrum ettiler sen ise bir sabah vakti onlari biçiyorsun. Allah'a yemin ederim ki ben, bir takim musibetler gelmesinden korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s): "Onlar senindir" buyurdu ve "Çözünüz onlari, Allah onlarla birlikte ona da lanet etsin" dedi. Serbest birakilinca sürgün edilmelerini emir buyurdu (Ibn Ishak, a.g.e. 295; Taberî, a.g.e. III, 136I vd.).

Allah, Resûlüne ve Müslümanlara onlarin mallarini ganimet olarak ihsan etti. Onlarin arazileri yoktu, kuyumculukla ugrasiyorlardi. Resûlullah (s.a.s), onlarin birçok silahlarini ve kuyumculuk aletlerini aldi. Onlari, tüm çoluk çocuklariyla birlikte Medine'den çikarmaya Ubâde Ibn es-Sâmit memur edilmisti. O da, onlari Dibâb'a kadar götürdü (Taberî, a.g.e., III, 1362).

Kaynuka Yahudileri, Ubâde Ibn es-Sâmit'e, "Ey Velid'in babasi! Evs ve Hazrecle aramizda ittifak vardi. Biz senin müttefikin idik, sen bize ne diye böyle yaptin?" dediler. Ubâde Ibn es-Sâmit de onlara: "Siz harb açtiniz" dedi. Abdullah Ibn Übeyy de; "Sen müttefiklerinden uzaklastin da bundan eline ne geçti?" dedi. Ubâde; "Hubâb'in babasi! Kalbler degisti, Islâmiyet ahidleri yok etti" dedi.

Kaynuka ogullari Vâdiül-Kura'ya gelip bir müddet kaldiktan sonra Azruat'a gidip orada yerlestiler (ibnü'l-Esir, el-Kâmil, II, 66).

Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

UHUD SAVASI




(H. 3/M. 625)

Hicret'in üçüncü yilinda Uhud dagi civarinda müsriklerle yapilan savas.

Uhud savasindan önce Kureys'in öfkesi kabarmis, kin ve intikam duygulari artmisti. Bedir'de yakinlarini kaybeden Utbe kizi Hind ".. Muhammed'le arkadaslarindan öç almadikça içim rahatlamayacak, Muhammed'le savas yapmadikça koku sürünmek bana haram olsun. Sevdiklerimin intikaminin alindigini gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!" diyordu. Ebu Süfyan ve baskalari da buna benzer sekilde and vermislerdi. Ebu Süfyan'in yürüttügü kervanin mallari Daru'n-nedve'de topluca durmaktaydi. Müsriklerin ileri gelenleri, herkese katilma payini verdikten sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazirlanmasina karar verdiler. Onlara göre Müslümanlar Kureys büyüklerini öldürmüslerdi, onlarin intikamini almak gerekliydi. Bedir'de yakinlari öldürtücüler karalar giyinmis vaziyette kabileler arasinda dolasiyor, sairler mersiyeler söyleyerek Araplar savasâ tesvik ediyorlardi.

Putperest Kureysliler Mekke disindaki Arap kabilelerinin de katilmasiyla 3000 kisilik bir askerî kuvvet hazirladilar. Bu kuvvette 700 zirhli, 200 atli süvari, 3000 deve vardi. Aralarinda, basta Ebu Süfyan'in karisi Hind oldugu halde 14 tane de kadin vardi. Bedir'de babasini ve öteki yakinlarindan bazilarini kaybetmis olan Hind'in kalbini igrenç bir intikam duygusu bürümüstü. Amcasi Abbas (r.a) Hz. Muhammed (s.a.s)'i çok severdi. Bu sebeple bir mektup yazarak Kureys'in savas hazirliklarini yegenine bildirdi. Peygamberimiz (s.a.s) amcasindan gelen mektubu okuttu ve mektupta bildirilen haberi gizli tutarak kesifçiler gönderdi. Kesifçilerin getirdigi haberler mektupta amcasinin bildirdiklerine aynen uyuyordu. Düsman büyük bir ordu hazirlamisti ve Medine'ye dogru ilerliyordu.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) bir savas meclisi kurarak meseleyi ayrintili olarak ashabiyla görüstü. Resulullah (s.a.s) düsmani sehrin disinda karsilamayip sehri içerden savunmak görüsündeydi. Fakat özellikle Bedir savasina katilan gaziler hakkinda nazil olan övücü ayetlerin etkisinde kalan gençler, düsmanin disarida karsilanmasindan yana idiler. Düsmanla bir meydan savasi yapmak istiyorlardi:

Resulullah (s.a.s) ashabin isteklerini kirmayarak düsmani karsilamak üzere kilicini kusandi, zirhini giydi. Münafiklarin reisi Abdullah b. Ubey b. Selül sehrin içinde kalinarak savunma yapilmadigini bahane ederek 300 kisilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savasmak degildi. Müslümanlari düsman karsisinda güçsüz birakmak istiyordu. Böylece Müslüman ordusunun mevcudu 1000'den 700'e düsmüs bulunuyordu.

0slâm Ordusunun Harp Alanina Hareketi

Düsman, Medine'nin yegane açik sahasi olan kisimdan içeriye sizarak karargâhini Uhud daginin Medine'ye bakan eteklerinde kurmustu. Resulullah (s.a.s) 700 Müslümanla Cumartesi sabahi Uhud dagina ulasti. Sirtini daga vererek karsidaki çorak arazide yer tutan düsmana karsi saf tuttu. Düsmanin düsüncesi Müslüman ordusunu maglub ettikten sonra sehri yagmalamakti. Bunun için Medine'nin yakininda Uhud önleri savas sahasi seçilmisti.

Resulullah (s.a.s) Bedir'de oldugu gibi bu savasta da 0slâm ordusunu savas düzenine göre yerli yerine yerlestirdi, düsmanin sizabilecegi, kusatma yapabilecegi geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve özellikle ordunun sol tarafindaki dagin vadisini beklemek üzere Abdullah b. Cübeyr kumandasi altinda elli kisilik, okçu birligini birakti ve "Düsman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrilmayiniz. " diye tembihte bulundu.

11 Sevval 3 (27 Mart 625) Cumartesi günü savas teke tek vurusmalarla basladi; Hz. Ali, Hz. Hamza ve öteki 0slâm savasçilari hasimlarini öldürdüler. Sonra savas kizisti. Resulullah (s.a.s) almis oldugu askerî tedbirler ve uygulamis oldugu planlar sayesinde ilk safhada Müslümanlar galip geldiler.


HZ. HAMZA'NIN SEHID EDILMESI

Resulullah (s.a.s)'in amcasi Hz. Hamza kükremis bir arslan gibi düsmana kiliç sallayarak ilerliyor, hasimlarini kirip geçiriyordu. Diger Müslümanlar da ellerinden gelen çâbayi gösteriyorlardi. Düsmanlar da olanca gayretleriyle kilica sarilmalarina ragmen bozguna ugramaktan kendilerini kurtaramadilar. Tef çalarak askerlere moral veren düsman kadinlari bile korku içinde dag yamacina tirmanmaya, kaçmaya basladi. Bununla beraber henüz kesin netice alinmis degildi; düsmanin hizli bir sekilde takibi ve dönmeyecegi bir noktaya kadar kovalanmasi gerekiyordu. Halbuki bu inceligi ve harp usulünün bu yönünü bir an unutarak gaflete düsen ve dünyaliga meyleden Müslümanlar kiliçlarini birakip ganimet toplamaya koyulmuslardi. Ordunun gerisindeki vadiyi bekleyen elli okçu da kumandanlarinin israrlarina ragmen Resulullah (s.a.s)'in kesin emrini unutarak "Kardeslerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim" diyerek yerlerinden ayrildilar, ganimet toplamaya giristiler.

0ste bu sirada böyle bir ani gözetlemekte olan 200 kisilik düsman süvari birligi komutani Halid b. Velid az sayidaki 0slâm okçusunun kaldigi geçidi rahatça ele geçirerek 0slâm ordusunu arkasindan vurmaya basladi. Bunu gören müsrikler geri döndüler ve yeniden hizli bir saldiriya giristiler. Böylece Müslümanlar iki ates arasinda kaldilar, üstünlügü saglamisken dünyaliga dalmalari ve Peygamber'in emrini çignemeleri yüzünden zor durumlara düstüler. 0ste bu safhada Hazma (r.a) Ebu Süfyan'in karisi Hind'in kölesi Vahsi tarafindan mizrakla vurularak sehid edildi. Resulullah (s.a.s)'in Hicretten evvel Medine'ye tayüz ettigi ilk ögretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) de bu esnada sehid düsenler arasindaydi. Mus'ab (r.a) sima itibariyle Resulullah'a benzediginden sehit düstügünde, onu sehit eden kimse Resulullah (s.a.s)'i öldürdügünü haykiriyordu. Bu durum Müslümanlarin daha da dagilmasina sebep oldu. Ancak kisa zaman sonra Resulullah (s.a.s)'in sag oldugu anlasildi. Uhud daginin hemen eteklerinde bulunan Resulullah(s.a.s)'in çevresi büyük çarpismalara sahne oldu. Müslümanlar onun etrafinda dönüyorlar gerektiginde kollarini, bacaklarini kalkan yerine kullaniyorlardi, Hz. Talha bu yolda kolunu kaybetmisti. Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'a ise Resulullah ok veriyor ve: "Anam babam fedâ ol sun, at yâ Sa'd" diyor; oklarinin isabet etmesi için Allah'a dua ediyordu. Müsrikler Resulullah (s.a.s)'i öldürmek için hücum ettikçe Müslümanlar onun çevresinde giderek çogalmislar ve çetin bir savunma hatti kurmuslardi. Düsman bu hatti yaramayacagini anlayinca geriye çekilmek durumunda kaldi ve böylece savas üçüncü safhada denk bir duruma geldi. Ebu Süfyan karsi daga, Resulullah (s.a.s)'da Uhud'a dogru tirmandi ve bugün hâlâ ziyaret edilen magarada dinlendi. Resulullah (s.a.s)'in disi kirilmis, yanagi yarilmisti. Kizi Fatma onu tedavi etti. Ebu Süfyan ile Hz. Ömer'in karsilikli konusmasi da bu esnada cereyan etmisti.

Kureysli müsrikler bu savasta o kadar vahsiyane seyler yapmislardi ki, belki tarihte benzerine az rastlanirdi. Müslümanlar bu savasta 70 sehid vermislerdi. Düsmanlar özellikle de müsrik kadinlar sehid Müslümanlarin burunlarini ve kulaklarini kesiyorlardi. Ebu Süfyan'in karisi Hind ve öteki bazi müsrik kadinlari Müslüman sehidlerin organlarindan yaptiklari gerdanliklari boyunlarina takmislardi. Ayrica Hind, Hz. Hamza'nin cigerini çikartarak agzinda çignemek igrençligini gösterebilmisti.

Uhud'tan ayrilan Ebu Süfyan bir süre sonra geri dönerek Medine'ye saldirmak ve basladiklari isi tamamlamak istegine kapilmisti. Esasen böyle bir durumu, Resulullah (s.a.s) tahmin etmis, 70 sehid ve yaraliya ragmen savasin hemen ertesi Pazar günü düsmani takibe karar vermisti. Resulullah (s.a.s) 70 kisilik süvari birligi ile 8 km. Kadar müsrikleri takibetti. Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ates yaktirarak düsmana savastan yilmadiklari mesajini veriyordu. Müslüman olmadigi halde Müslümanlarin dostlarindan olan Huzaa kabilesinden Mabed-i Huzâî, Resulullah (s.a.s)'i gördükten sonra Ebu Süfyan'a giderek onun arkadaslariyla birlikte savas için geldiklerini söylemis, Ebû Süfyan da yeni bir vurusmayi göze alamayarak Mekke'ye gitmis ve Medine'ye saldirmaktan vazgeçmisti. Böylece Müslümanlar, bu savasta birinci safhada üstünlük saglamislar, gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana ugratilarak maglubiyet acisi kendilerine tattirilmis, fakat üçüncü safhada durum denklesmisken Resulullah (s.a.s)'in cesaretle takibi neticesinde düsman korkutulmus ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmisti.


SAVASTAN BAZI 0LGINÇ TABLOLAR

Enes b. Mâlik diyor ki: Amcam Enes b. Nadr'i Uhud meydaninda öldürülmüs olarak bulduk; üzerinde 80 kadar kiliç, süngü ve ok yarasi vardi. Müsrikler iskence yapmis olduklarindan, kimse onu taniyamadi, yalniz kiz kardesi parmaklarindan tanidi. Biz su ayetin amcam ve benzeri hakkinda inmis oldugunu saniyoruz: Müminlerden bir çok kimseler Allah'a vermis olduklari sözlerini yerine getirdiler" (el-Ahzâb, 33/23).

Hz. Hamza'nin kiz kardesi, Müslümanlarin bozguna ugradigi haberini alinca Medine'den savas alanina gelmisti. Bunu farkeden Resulullah (s.a.s) Hz. Zübeyr'e, Hamza'nin cesedinin parçalanmis vaziyette ona gösterilmemesini tenbih etmisti. Bunu hisseden Safiyye, "Kardesimin sehid oldugunu biliyorum. Allah yolunda böyle fedakarliklar her zaman gerekir" demis ve parça parça edilmis kardesinin cesedini görünce de, Hepimiz Allah'in mülküyüz ve O'na dönecegiz"demek suretiyle büyük bir teslimiyet örnegi gösterebilmistir.

Ensar'dan bir kadin da savasta babasini, kardesini ve kocasini kaybetmisti., Bunlari haber aldikça hep Hz. Muhammed (s.a.s)'in sag olup olmadigini soruyordu. Onun sag oldugunu ögrenince; "Sen sag olduktan sonra her felâket hiç gelir!" demisti.

0slâm sehidleri ikiser ikiser topraga verildiler. Tablo göz yasartici idi.

Hz. Hamza (r.a) kaftani ile topraga veriliyordu. Hz. Peygamber'in hicretten önce Medinelilere 0slâmî ögretmesi için tayin ettigi ilk ögretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) topraga verilirken üzerindeki elbise kisa gelmisti. Gögüs tarafina örtülünce alt kismi, alt kismina örtülünce de gögüs kismi açikta kaliyordu. Resulullah (s.a.s) örtünün alt kismina örtülmesini üst kismina da izhir denilen kokulu otlardan konulmasini emir buyurmustu.


RESULULLAH (S.A.S) UHUD SEHIDLERI HAKKINDA SÖYLE BUYURMUSTUR:

"Uhud harbinde kardesleriniz sehit olunca Allah Teâlâ onlarin ruhlarini bir takim yesil kuslarin içlerine koymustur. Bunlar Cennet irmaklarina gelirler, içerler ve Cennet meyvelerinden yerler. Sonra bu kuslar, arsin gölgesinde asili bulunan altin kandillere konup tünerler. Sehid ruhlari artik böyle mesut bir hayata erisince; bizim cennetteki bu halimizi dünyadaki kardeslerimize kim bildirir ki, onlar da bilsinler de cihatdan çekinmesinler demislerdi" (Tecrîd,186 vd; 0bn Sa'd, II; 148).

Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

NADIROGULLARI ILE YAPILAN SAVASLAR




Islâm'in ilk yillarinda Medine'de yasayan üç yahudi kabilesinden biri Nadirogullari kabilesidir..

Nadir, birçok manâlarinin yanisira "yesil ve çiçekli bir bitki" anlamina gelir. Bu kabile Medine ve çevresinde büyük hurma bahçelerinin sahibi olarak bilinir.

Arabistan yahudilerinin güvenilir vesikalara dayanan bir tarihi yoktur. Arabistan yahudilerinin geçmis tarihine isik tutacak herhangi bir yazi, kitap veya yazit seklinde bir bilgi de yoktur. Ayrica Arabistan disindaki Yahudiler de Arap dindaslariyla fazla ilgilenmemis ve tarihçiler ile yazarlari bunlardan hiç söz etmemislerdir... Arap yahudilerinin tarihini incelerken ister istemez araplar arasinda kulaktan kulaga anlatilan rivayetler ve söylenenlere itibar etme zorunlulugu vardir. Bu rivayetlerin pek çogu da bizzat yahudiler tarafindan ortaya atilmistir (Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid, Mücadelesi ve Hz. Peygamber, Terc. N. Ahmet Asrar, Istanbul 1983, I, s. 526).

Yahudiler yeryüzünde en eski geçmise sahip milletlerden birisidir. Arap yarimadasina ne zaman gelip yerlestikleri bilinmeyen yahudiler, Islâm'in ortaya çiktigi yillarda bu yarimadanin her tarafinda görülmekteydiler. Bunlar, gerek ferdî ve gerekse topluluklar halinde Akabe körfezindeki Eyle limanindan, Yemen ve Umman'in en ücra köselerine kadar uzanmislardi. Bu insanlari Mekna'da, Vadiyu'l-Kura'da, Teyma'da, Fedek'te, Taif'de kisaca bütün sehirlerde oldugu kadar, hareket halindeki kervanlarda da görmekteyiz.

Yahudiler Mekke'de hiç bulunmamakla birlikte, sadece Ukaz'da yalniz ticâret yapan degil, kâhinlikten para kazanan insanlar olarak da görülür.

Yahudilerin Medine (Yesrib)'ye yerlesmeleri tarihinin Milâdî 132'den sonra oldugu tahmin edilir. M. 132'de Benu Nadir, Benu Kureyza ve Benu Kaynuka yahudilerinin Yesrib'e (Medine'ye) yerlestikleri görülmektedir. Ilk olarak Nadirogullari ve Kureyzaogullari yerlesmistir. Çünkü bu iki kabile diger yahudi kabileleri arasinda soy ve itibar bakimindan üstün tutulurdu. Bunlarin çogunun, kâhin ve rahipler sinifindan gelmesi de ayri bir avantaj saglamaktaydi. Bu kabileler Medine'ye yerleserek, dini bakimdan üstün bulunmalarinin verdigi ayricalikla kisa sürede sehre hâkim olmuslar ve en iyi yerlere yerlesmislerdi. M. 45I- 451'de es-Sebe' sûresinde sözü edilen büyük sel felâketinden sonra Yesrib'te bulunan birçok kabîlenin sehri terkettigi bilinir. Bu büyük sel felâketiyle bosalan sehre yerlesen Evs ve Hazrec gibi Arap kabileleri, sehrin asil hakimi bulunan Nadirogullari ve Kureyzaogullari yahudilerini sehrin dis bölgelerinde yerlesmek zorunda birakmislardir. Yahudilerin üçüncü büyük kabilesi olan Kaynukaogullari Hazrecliler'e siginma geregi duydu. Bunun üzerine Nadirogullari ve Kureyzaogullari da Evs kabilesine siginarak Yesrib sehrinde yerlesmeye hak kazandilar.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in dogumu ve nübüvvetinin baslangiç zamanlarinda yahudilerin Hicaz ve Yesrib'deki durumlari söyle görünmekteydi.

Yahudiler, dil, kiyafet, kültür ve medeniyet konularinda her bakimdan araplasmislardi. Isimleri arapça idi. Hicazda yasamakta olan Beni Za'urâ yahudileri hariç diger yahudi kabilelerinin isimleri arap ismi idi. Yahudiler kendi dilleri olan ibraniceyi istisnalar disinda bilmezlerdi. Araplarla olan sosyal iliskilerinin her geçen gün artmasi yahudilerin duygu, düsünce ve tavirlarina kadar yansimistir. Ancak yahudiler bütün bunlara ragmen kimliklerini muhafaza etmislerdi (Mevdudi, a.g.e., s. 526, vd.).

Hz. Peygamber (s.a.s)'e risalet görevinin verilmesinden önce araplar, danismak ve onlarin fikirlerini almak amaciyla yahudi veya hristiyan olan birisine gider, ondan bazi bilgiler alirlardi. Islâm'in ortaya çikisi ve müslümanlarin Mekke sartlarinda Islâm'i yasamaya çalismalarindan önce bütün ehl-i kitap yeni bir peygamberin gelecegini biliyor ve onu bekliyorlardi. Hattâ Peygamberimizin amcasi Ebu Talip'le yaptigi Sam ticaretinde Rahip Bahira'*nin Ebu Talip'e "O çocuga dikkat edip üzerine titremesini" ögütlemesini buna delil gösterirler.

Daha Akabe bey'atlarindan önce yahudiler, Medine araplarina bir nebinin gelecegi ve bu nebiye kendilerinin uyacagini ve böylece Medinelilere karsi üstün bir duruma geçeceklerini söyleyip onlari korkuturlardi. Bundan haberdar olan Medineliler Akabe'de Peygamberimiz'e bey'at ederek yahudilerden önce davranmislardir. Yahudiler Tevrat'i dogrulayici bir kitap olarak Kur'ani getiren Hz. Peygamber'e "saldirmak, hased etmek ve kin gütmekten dolayi düsmanlik yapmaya basladilar. Çünkü Allah Teâlâ Rasûlünü araplardan seçmisti. Yahudi alimleri, Rasûlüllah'in zor durumda kalmasi için çalisirlar, onu olmadik yalanlarla sasirtmak isterler ve hakki batila çevirirlerdi" (Ibn Hisam, Islâm Tarihi, Terc. Hasan Ege, Istanbul 1985, I. s. 282; II. s. 187). Çünkü onlar yeni bir peygamberin kendi kavimlerinden çikacagini ümid ediyorlardi. Gururlari yüzünden yalanlayanlardan oldular.

Yahudilerin, Allah'tan gelen peygamber ve kitabini daha önceden bildikleri de bir gerçektir. Fakat bu peygamber ve kitap gelince tavirlarini degistirdiler. Bu hususta en güvenilir rivayet Ümmül Mü'minin Hz. Safiyye'nindir. Hz. Safiyye'den rivayete göre Hz. Muhammed (s.a.s), Medine'yi sereflendirince babasi ve amcasi beraberce kendisiyle görüsmeye gittiler ve kendisiyle uzun müddet sohbet ettiler. Babasi ve amcasi eve dönünce, aralarinda söyle bir konusma geçti:

Amca: Bu, gerçekten kitaplarimizda haber verilen peygamber midir?

Baba: Evet, vallahi o ayni peygamberdir.

Amca: Sen buna inaniyor musun?

Baba: Evet.

Amca: O halde, ne yapmak istiyorsun?

Baba: Vallahi, ben yasadigim müddetçe ona muhalefet edecegim (Ibn Hisam, II. s. 165). Yahudilerin bu peygamberi bekledikleri fakat ona tabi olup onun yolundan gitmek için degil de dogar dogmaz ona bir suikast tertipleyip öldürmek için beklediklerine dair bir takim rivayetler de nakledilir (bk. Muhammed Hamidullah, Islâm Peygamberi, l. s. 595; Ibn Hisam, age, s.116, Ibn Sad, Tabakat, 1/1, s.21)

Hz. Peygamber ve müslümanlarin Medineye hicreti sirasinda yahudiler sehrin yarisina hâkim durumdaydilar. Bu hâkimiyet gerek ilmî seviyedeki Bilim Evi (Beytul-Midras), gerekse Nadirogullarinin elinde bulunan hazineler (Kenz) yoluyla her yönden görülen bir gerçeklikti. Buna ragmen yahudiler kendi aralarinda sürtüsme halinde idiler. Bu durum onlari bazi arap kabileleriyle ittifak yapmaya itmistir. Bundan dolayi da Nadirogullarinin Evs kabilesinin hakimiyeti altinda bulundugu zikredilmelidir.

Hz. Peygamber tarafindan yürürlüge konulan Medine-sehir-devleti anayasasinda dokuz yahudi kabilesinden bahsedilir. Burada yahudilerle karsilikli haklar ele alinmis ve Medine'yi birlikte savunma kararlastirilmis; onlardan Hz. Peygamber izin vermeden askeri bir harekete girismeyecegi ve Medine'ye bir saldiri sözkonusu oldugunda sehrin birlikte savunulacagi sözü alinmisti (Salih Tug, Islâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, Istanbul 1969, s. 34 vd.). Yine arastirmalara göre bu anayasa dünyanin ilk anayasasidir. Elli iki maddeden olusan mezkur anayasada 23-35 ve 46. maddeler yahudilerle ilgili olup bu maddeler ayrica kendi islerinde alt bölümlere ayrilmistir (bk. Muhammed Hamidullah, a.g.e., l. s. 211 vd.). Fakat yahudiler tarihen sabit oldugu gibi antlasmalarina sadik olmadilar. Bu antlasmaya katilmaktaki gayeleri, kendilerine baska bir yol bulana kadar zaman kazanmakti. Daha ilk anda bu yeni dinin onlarin senelerdir övündükleri bir üstünlüklerini ellerinden alacagini hissetmislerdi.

Islâm'in Medine'de devletini kurduktan sonra tarihte benzeri görülmemis tür sekilde yayilma göstererek bölgeyi hakimiyetine almasi, müslüman olmayan diger kabileleri oldugu gibi yahudileri de telâsa düsürdü. Zira onlar Islâm'in yayilisini geçici görüyorlardi. Bu amaçla Kureys müsrikleriyle yaptiklari bir çok antlasmada askerî yönden Kureys müsrikleri, fikri yönden de yahudiler Islâm'a karsi koyacaklarini taahhüt etmislerdir. Ancak yahudilerin giristigi bu tür bir yol bir fayda vermedi. Hattâ Islâm'in son tevhid dini oldugunu ögrenen bazi yahudiler de müslüman oluyorlardi. Yahudilerin önde gelen âlimlerinden Abdullah b. Selâm bunlar arasindaydi. Bundan sonra yahudiler için tek çikar yol, Islâm'i kiliç zoruyla sindirmek, yayilmasini önleyerek ortadan kaldirmakti.

Bedir savasinda müslümanlarin üstün gelmesi bütün yahudileri oldugu gibi Nadirogullarini da kizdirmisti. Bu savas onlarin kinlerini açiga vurmalarini sagladi. Öncelikle Kaynukaogullari, müslümanlara karsi isledikleri hareketlerden dolayi sehir disina sürüldüler (bk. Kaynukaogullari maddesi).

Yahudi sair Ka'b b. Esref yalan tesvikleri ile Mekke müsriklerini yeni bir savasa sokmaya çalisiyordu. Bunu ögrenen müslümanlar, aralarinda Ka'b'in süt kardesinin de bulundugu bir grup olmak üzere Ka'b b. Esref'i öldürmüs; bu olay üzerine Nadirogullari Hz. Peygamber (s.a.s) ile bir ittifak antlasmasi imzalamislardi. Ancak bu baris dönemi fazla sürmemis; Nadirogullarinin diger müttefiki Benû Amr kabilesinden müslüman olan Amr h. Umeyye iki kisiyi öldürmüstü. Olay söyle cereyan etti: Necid halkini Islâma davet için Rasûlüllah tarafindan gönderilen bütün müslümanlari öldüren Amr b. Tufeyl ve Necidlilerin elinden kurtulan tek kisi olan Amr b. Umeyye, Kilâhogullari kabilesinden iki adamla karsilasti. Resûlullah onlarla antlasma yapmisti. Fakat Amr bunu bilmiyordu. kendisini öldürürler diye korktugundan, dalginliklarindan yararlanarak onlari öldürdü. Resûlullah da onlarin diyetini üstlendi. Diyetin ödenmesi müslümanlara agir geldi. Ödeyemez duruma düstüler. Hz. Peygamber de yahudilerle yaptigi anlasmaya dayanarak Nadirogullarindan diyet ödeme isine katilmalarini istedi. Nadirogullari bu teklifi düsüneceklerini söyledi ve mühlet istediler. Ancak kendi aralarinda yaptiklari görüsmede Hz. Muhammed'i suikastla öldürmeyi planladilar. Onlarin yanina giden ve görüsmelerinin sonuçlanmasini bekleyen Resûlullaha, Amr b. Guhâs adli yahudinin kendisine suikast yapacagi bildirildi.

Bu çirkin olaydan sonra "Ey iman edenler Allahin üzerinizdeki nimetini hatirlayin. Hani bir kavim size el uzatmaya kalkisir da, Allah onlarin ellerini üzerinizden çekmisti" (el-Maide, 5/11) âyeti nazil olmustur (Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 626 vd).

Kaynaklarda anlatilan diger bir görüse göre ise; Bedir savasindan sonra Mekke putperestleri, Nadirogullarina gönderdigi bir mektupla onlari Rasûlüllah ile çatisma haline getirmeye kiskirtmislardi. Diger taraftan Medine'den çikarilan Benû Kaynuka yahudilerinin bu hali, zamanla sayilari artan Nadirogullari (Benü Nadir) yahudilerinin müslümanlara dair birtakim endiseler tasimasina sebep oldu. Bu sart ve durumlar karsisinda onlar, hiyânet dolu bir komplonun içine sürüklenmis oldular. Bir gün Resûlullaha bir haberci göndererek, "Üç müslümani da yanina alip gel. Bizden seçilecek Üç alimle karsilasip görüs; sayet (bizimkiler size) inanip kanacak olurlarsa biz de hep birden senin yoluna gireriz" deyip Resûlullah'i aralarina davet ettiler. Bu üç yahudi (elbiseleri altina) hançerler saklamislardi. Ancak Benû Nadir (Nadirogullari) yahudileri arasindan bir kadin müslüman Ensâr zümresi arasinda oturan erkek kardesine, Nadirlilerin kalkistigi bu suikast isini anlatmis ve bu erkek kardes de Resûlullah Nadirlilerin mahallesine henüz varmadan haberi kendisine yetistirebilmisti. Bunun üzerine Resûlullah yoldan geri dönmüs ve fakat ertesi sabah erkenden askeri kuvvetlerin basinda oldugu halde Nadirlilerin karsisina çikmis ve gün boyu onlarin oturduklari mahalleyi kusatma altinda tutmustu (Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 626-28).

Resûlullaha karsi tesebbüs edilen bu tür suikastlar müslümanlara, Nadirogullarinin artik aralarinda yeri olmadigi kanaatini verdi. Bu arada Kureys müsriklerinin müslümanlara karsi bir hazirlik içerisinde bulundugu duyuldu. Müslümanlar, içeride bulunan ve müsriklerle her an ittifak kurabilecek bir düsmandan emin olmazlarsa durumun daha da vahim sonuçlar dogurabilecegini biliyorlardi. Bunun isin öncelikle yapilmasi gereken sey, Medinedeki Nadirogullarini zararsiz bir duruma getirmekti.

Hz.Peygamber, Nadirogullarina yaptigi ilk kusatmadan hemen sonra Kureyzaogullarina yaptigi kusatmayi birakip onlarla antlasma yoluna gidince, vakit kaybetmeksizin tekrar Nadirogullari üzerine yürüyerek onlarin eslerini ve kalelerini kusatmistir. Yahudiler müslümanlara karsi bir güçle çikamadilar. Bu kusatmada her iki taraftan herhangi bir ölüm olayina rastlanmaz. Kusatma sonunda yahudiler Islama davet edilmis, kabul edenler affedilerek serbest birakilmis, reddedenler ise silahlari disinda, diger bütün menkul mallarini alarak Medine disina çikmalarina izin verilmistir. Bunlardan bir kismi Filistin'deki Ezri'at sehrine, digerleri ise Hayber bölgesine yerlestiler (Buhârî, Megazi, 14, 32; Müslim, Siyer, 2I, Cihad, 2I; Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 628).

Medine'den sürülmeleri sirasinda Benû Nadirler degerli sayilan esya ve mücevheratlarinin yani sira beraberlerinde götürmek üzere evlerinin kapilarina varincaya kadar herseyi söküp aldilar. Sürülenler, arkalarinda çalgici ve sarkicilarin kopardigi bir samata oldugu halde altiyüz develik bir kervan olusturarak yola çiktilar.

Nadirogullarinin Medine'den sürülmelerinden bir yil sonra bes kisilik bir heyet, Hicri 5. yilda Medine'nin kusatilmasina girisecek ve Hendek savasini çikaracak olan büyük saldiri ittifakini organize etmistir (Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 629; Ayrica bk. Kaynukaogullari, Kureyzaogullari, Yahudi mad.).HENDEK SAVASI




Hz. Peygamber (s.a.s)'in müsriklerle yaptigi büyük ve en önemli savaslarindan birisi. Uhud savasindan iki yil sonra, Hicret'in besinci yilinin sevval ayinda (23 subat 627) Medine'nin kuzeyinde cereyan etmistir.

Kureys müsrikleri Uhud savasinda basarili olmuslardi ama müslümanlarin gücünü kiramamislardi. Tam tersine müslümanlar Medine'deki birlik ve beraberliklerini saglamlastirmis, askeri bakimdan daha güçlü bir duruma gelmislerdi. Medine'de sürekli problem çikaran Yahudi Benu Nadir kabilesi sürülmüs; doguda Zatu'r-Rika, kuzeyde Dumetü'l-Cendele yapilan seferler kesin zaferle sonuçlanmis, müslümanlarin gücü ve etkinligi gün geçtikçe daha da büyümüstü. Bunun sonucu olarak Mekke müsriklerinin Misir, Suriye ve Irak yönündeki kervan yollari tamamen kapatilmisti.

Müslümanlarin bölgeye hakim bir güç olmaya baslamasi Islâma katilanlarin sayisini hizla artirmis, geçen zaman, müslümanlarin sosyal hayatlarini düzenleme ve yerlestirme yolunda önemli adimlar atmasina firsat tanimisti. Islâm'in bu gözle görülür güçlenisi karsisinda müslümanlarin baslica düsmanlarindan olan yahudiler, düsmanca faaliyetlerine hiz verdiler. Özellikle Medine'den sürülen Benu Nadir kabilesi bütün çevrede Islâm aleyhinde sürekli propaganda yapiyor, Islâm'in güçlenmesini önlemek için müslümanlara kesin bir darbe vurmanin yollarini ariyordu. Bu çalismalari sonuçsuz kalmamis, yahudiler aralarinda görüs birligi saglanarak Kureys ve diger müsrik kabilelerle birlesmenin yollari aranmaya baslamisti.

Yahudilerden olusan bir heyet Mekke'ye gelerek kiskirtici çalismalardan sonra Kureys'e ortak düsmanlari olan müslümanlara birlikte saldirmayi Rasûl Aleyhisselâm'i ve Islâm'i ortadan kaldirmayi teklif ettiler. Ticaret yollarinin kesilmesiyle ekonomik bir çikmaza düsen ve içlerinde hala Bedir'in acisini tasiyan müsrikler bu teklifi olumlu karsiladi (Taberî, Tarihu't-Taberi, Misir,1961, II, 564-5). Yahudi heyeti ve Kureys'ten seçilen elli adam Kâbe örtüsünün altina girip gögüslerini kâbe duvarina dayayarak tek baslarina kalincaya kadar müslümanlarla savasmaya yemin ettiler. Artik tek düsünceleri vardi. Bu savasi mutlaka basarmak ve Islam'i ebediyyen yok etmek (Ibnü'l-Hisâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 14I7/1987, II, 254, 255).

Yahudiler Kureys'le anlastiktan sonra Necid'e giderek Benu Süleym ve Gatafan kabilelerini de bu ittifaka dahil etmeye çalistilar. Gatafan kabilesini Hayber'in bir yillik hurmasinin yarisi karsiliginda müslümanlara karsi savasmaya razi ettiler. Arkasindan diger Arap kabilelerini dolasarak putperestligin Islam'dan üstün oldugunu, fakat müslümanlarla savasilmadigi takdirde putperestligin sonunun yaklastigi propagandasiyla savasa kiskirttilar. Bu çalismalari sonunda Fezare, Süleym, Sa'd ve Esedogullari kabileleri de ittifaka dahil oldu (Taberî, a.g.e., II, 566).

Savas hazirliklarina baslayan Kureys, üçyüz at, bin besyüz devenin bulundugu dörtbin kisilik bir ordu donatti. Buna Yahudi ve diger Arap kabilelerinin kuvvetleri de eklenince yaklasik onbin kisilik bir ordu meydana geldi. Bu büyük ordu Islâm'a son ve öldürücü darbeyi vurmâk, Allah'in nurunu bogmak niyet ve umuduyla Medine'ye yöneldi. Arap yarimadasi belki de o güne kadar böyle büyük bir orduya sahit olmamisti (Ibn Hisam, es-Siretit'n-Nebeviyye, Misir, 1375/1955, II, 214, 216, 22I):

Râsulullah (s.a.s) müttefiklerin girisimini haber alir almaz derhal bir savas meclisi topladi. Mecliste düsmana karsi ne gibi tedbirler alinmasi, nasil bir savas taktigi izlenmesi gerektigi konusunda istisare edildi. Ashâbin çogunlugu Medine'yi içerden savunmanin uygun olacagi görüsünde idi. Bu görüs benimsendikten sonra Selman-i Farisî hazretleri, "bizde bir sehir üstün kuwetlerle kusatildigi zâman daima çevresine bir hendek kazilir ve sehir bu sekilde savunulur" seklinde görüs bildirince Rasûl aleyhisselam bunu uygun görerek savunma planinin bu dogrultuda hazirlanmasini emretti. Vakidî'nin Hendek Savasi sirasinda Rasûlullah'in Kureys lideri Ebû Süfyan'a yazdigim söyledigi bir mektuba göre ise, sehrin çevresine hendek kazilmasini dogrudan dogruya sani yüce Allah, Rasûlüne ilham etmistir. Düsmanin gelecegi yöne kazilacak hendekle sehrin korumasi esas olmakla birlikte Selmân-i Farisî'nin teklifi içinde Medine'yi çevreleyen binalar arasina kapatmak da vardi, zaten sehrin diger tarafi dag ve hurmaliklarla çevrili idi (Ibn Hisam, a.g.e., II, 255).

Rasûlullah, vakit kaybetmeden, ileri gelen sahabîlerle birlikte kesfe çikarak hendek kazilmasi gereken yerleri tesbit etti. Düsmanin saldirisina açik bulunan yerlerin tesbitinden sonra bütün müslümanlar toplanarak hendek kazma çalismalarina basladilar. Medine'deki bütün araçlar toplandigi halde yine de birçok müslüman araçsiz kalmisti. Bunun üzerine Rasûlullah, müslümanlarla anlasmali bulunan Benu Kurayza kabilesinden ödünç aletler aldirdi.

Basta Rasûl aleyhisselam olmak üzere bütün müslümanlar canla basla çalisiyorlardi. Mevsim kis oldugu için çalismak oldukça güç ve yorucuydu. Buna ragmen müslümanlar büyük bir coskuyla çalisiyor, hep bir agizdan "bizler ömrümüz oldukça Muhammed'le birlikte savasa devam etmek üzere bey'ât etmisizdir" anlaminda misralar okuyorlardi. Hendek kazarken Hz. Peygamberin birçok mucizesinin geldigini yine Islâm tarihçileri nakletmektedirler (Ibn Hisam, a. g. e., II, 217, 219).

Rasûlullah da coskuyla çalisan arkadaslari ile birlikte toprak kaziyor, tasiyor, onlarla bir agizdan su anlamdaki beyitleri okuyordu: "Allah'in lütfu ve hidayeti olmasaydi biz ne hidayete erer, ne sadakalar verir, ne de ibadet ederdik. Ya Rab! Bizi huzur ve sükuna erdir. Düsmanla karsilasirsak bize sebat ve metanet ver. Bize saldiranlar fitne çikararak fesat pesinde kosuyorlar. Biz ise onlara karsi koyuyoruz." Münafiklar ise bu isi agirdan aliyor ve çesitli bahanelerle çalismamak istiyorlardi (Ibn Hisam a.g.e., II, 216; Taberî, a.g.e., II, 566, 567).

Bu sekilde iki hafta boyunca süren gayret sonunda Medine çevresinin gerekli yerleri hendeklerle kusatilmis, hendeklerden çikan topraklar iç tarafa yigilarak siperler olusturulmustu.

Hendek kazma çalismalari biter bitmez Rasûl aleyhisselam savasabilecek durumdaki bütün müslümanlari topladi. Müslüman mücahitlerin sayisi üçbindi ve otuz alti da at vardi. Müslüman savasçilar gruplar halinde siperler gerisine yerlestirildi. Bu sirada Ebû Süfyan komutasindaki ordu Medine'nin Batisindan, Necid kabileleri de Dogudan Medine önlerine geldiler.

Kureys ordusu Medine'nin kuzeyinden dolasarak Uhud dagi civarina geldi. Ortaligi bos görünce evvelce Uhud savasinda aldiklari mevkiye dogru yaklastilar. Burada diger kuvvetlerle birleserek Uhud-Medine yolu üzerinde ilerlemeye basladilar. Bir müddet sonra Rasûlullah'in hendekler gerisinde görülen çadirlari karsisina geldiler ve onun karsisinda yer aldilar (Taberî, a.g.e., II, 57I).

Müsrikler çevrede müslümanlari görmeyince hizla Medine üzerine atildilar. Fakat müslümanlar tarafindan kazilan hendeklere gelir gelmez ne yapacaklarini sasirdilar. O zamanlar böylesi istihkamlar insa etmek Araplar tarafindan bilinmiyordu. Rasûlullah'in bu degisik savunma yöntemi müsrikleri hayret ve saskinlik içinde birakti. Içerlerinde bazilari atlarini hendekler boyu sürerek bir geçit aradilar. Fakat hendek gayet derin kazilmis oldugu için geçmeyi basaramadilar. Bu arada hendek gerisinde siperlenen müslümanlar düsmani ok ve tas yagmuruna tuttular. Düsman süvarileri de bu sekilde karsilik vermek zorunda kaldilar. Müsrikler bir aya yakin bir süre hendek gerisinde kaldilar. Iki taraf arasinda herhangi bir savas olmadi. Bir kaçi mübareze ve karsilikli ok atmaktan baska ciddi bir hareket olmadi (Taberî, a.g.e., II, 572).

Müslümanlar arada sirada taarruz eden düsmani bu sekilde karsilayarak savunma süresini uzatiyorlardi. Fakat bu sirada müslümanlarla anlasma içindeki Benu Kurayza kabilesinin anlasmayi bozarak geceleyin Medine üzerinde baskin yapmak için hazirlandiklari söylentisi yayildi. Bu haber müttelik ordulara göre oldukça zayif olan müslümanlar arasinda büyük bir endiseye neden oldu. Rasûl aleyhisselam durumun açikliga kavusturulmasi için Kurayza kabilesine birisini gönderdi. Benu Kurayza kabilesinin reisi Kaab b. Esed'in Benu Nâdir kabilesi reisi Nayy b. Ahtab tarafindan kandirilmis oldugu ve Kurayzalilarin gerçekten anlasmayi bozmus olduklari anlasildi. Kurayza kabilesi ile Evs kabilesi arasinda dostluk bulundugu için Evs'in lideri Sa'd b. Muaz ve bazi Evs ileri gelenleri özel olarak Benu Kurayza kabilesine gönderildi ise de olumlu bir sonuç alinamadi.

Kur'ân düsmanin gelisini ve durumun vehametini söyle dile getirir:

"Onlar size yukarinizdan ve asaginizdan gelmislerdi. Gözler dönmüs, yürekler agizlara gelmisti. Allah için çesitli tahminlerde bulunuyordunuz" (el-Ahzab, 33/1I). Rasûlullah zaman geçirmeden ortaya çikan yeni duruma uygun tertibati aldi. Müslümanlara hitaben, "emin olunki bunun sonu hayirlidir. Müslümanlarin yegane koruyucusu Allah'tir" buyurarak müslümanlara güven verdi. Sehir içinde ve savunma hatti çerçevesinde güvenlik önlemleri bir kat daha artirildi. Geceleri düsmanin ani bir baskin yapmasini önlemek amaciyla devriye kollari çikarilmaya baslandi.

Gece basar basmaz bütün devriye görevlileri görev yerlerine dagiliyor, Rasûlullah ise savunma hattinin en zayif noktasinda bekliyordu. Geceleri çok soguk oldugu için savasin zorluklari kendisini daha agir biçimde hissettiriyordu. Bununla birlikte Müslümanlar inançla ve sabirla görevlerini yerine getiriyorlardi.

Bu arada münafiklar da bos durmuyor bir takim tesvikler ve aldatici sözlerle imani zayif kimseleri kandirmaya çalisiyorlardi. Nitekim Kur'ân bu duruma "Iki yüzlüler ve kalplerinde hastalik olanlar" Allah ve Rasûlü size sadece kuru vaadlerde bulundu" diyorlardi (el-Ahzab, 33/12). Ayetiyle isaret etmektedir.

Kusatma onbes günden fazla sürdügü halde müsrikler hiçbir sonuç alma basarisini gösteremediler. Muhasaranin devami sabahlara kadar siperlerde bekleyen müslümanlari oldukça kötü etkiliyordu. Sehrin disariyla bütün baglarinin kestirilmis olmasi yiyecek sikintisinin baslanmasina neden oldu. Münafiklar bundan da güç alarak yersiz konusmalarini çogalttilar. Eskiden beri meydan savaslarina alismis olan müslümanlar düsman karsisindâ hiçbir sey yapmadan beklemekten sikilmaya baslamislardi. Mevsimin siddeti bu durumu daha da etkiliyordu. Özellikle geceleri çikan sogukta devriye görevini yapanlar fazlasiyla muzdarip olmaya basladilar. Hatta hayvanlarina yedirecek birsey bulamaz hale geldiler. Müslümanlarin direnci yavas yavas kirilmaya yüz tutmustu. Kur'ânin deyimiyle "Iste orada mü'minler denenmis ve çok siddetli sarsintiya ugramislardi" (el-Ahzab, 33/11).

Durumun vehameti karsisinda Hz. Peygamber, Müsriklerin birligini bozabilmek için bir ara Gatafanlilarin reisleri Uyeyne b. Hisn b. Huzeyfe ve el-Haris b. Avf b. Ebi harise el-Murriye haber göndererek dönüp gitmeleri karsiliginda Medine hurmalarinin üçte birini onlara vermek üzere anlasmak istediyse de (hatta anlasma metni bile hazirlanirken) Sa'd b. Mu'az ve Sa'd b. Ubâde ile istisaresi sonucu bu fikirden vazgeçti (Ibn Hisam, a.g.e., II, 223; Taberî, a.g.e., II, 572-3).

Diger yandan düsman ordusu baskisini giderek arttiriyordu. Degisik yönlerden pespese saldirilarda bulunuluyor, hendegi asamayarak çaresiz geri dönüyordu. Muhasaranin olaganüstü siddet kazandigi bir sirada müsrikler ne pahasina olursa olsun hendegi asmaya karar verdiler. Savasçiliktaki büyük ustaligi ve Kahramanligiyla söhret kazanmis olan Amr b. Abdived ile Ikrime b. Ebû Cehl, Nevfel b. Abdullah, Dirar b. Hattab, Hübeyre b. Ebî Vehb hendegi geçmek üzere ileriye gönderildi. Ebû Süfyan ve Halid b. Velid de onun arkasindan genel bir saldiri için kuvvetlerini ileriye dogru hareket ettirdiler. Amr ve yanindakiler binbir güçlükle de olsa hendegi asmayi basardilar.

Amr b. Abdived atini ileriye sürerek müslümanlari kendisiyle savasacak bir savasçi taleb etti. Amr birçok savaslarda bulunmus, yigitlik ve gözüpekligi sayesinde birçok birlikleri dagitmis gayet usta bir silahsor, çevik bir süvari oldugundan, onunla dövüsmeye kimse cesaret edemezdi. Nitekim müslümanlardan da kimse onun istegine cevap veremedi.

Bu durumu gören Hz. Ali, Amr'a karsi çikmak için izin istedi. Fakat Rasûlullah izin vermedi. Amr tekrar ileriye atilarak müslümanlara hitaben; "Içinizden kahramanlik meydanina çikacak kimse yok mu? Hani ölenlerinizin gidecegini söylediginiz Cennet?" diye bagirdi. Müslümanlardan yine ses çikmayinca Hz. Ali ikinci defa izin istedi. Rasulullah kendi zirhini çikarip Ali'ye giydirdi, beline zülfikâr'i takti ve ellerini açarak "Ya Rabb amcam Übeyd Bedirde; Hamza Uhudda sehid oldular bu Ali ise kardesimdir ve amcamin ogludur. Onu koru, beni kimsesiz birakma. Sen Varislerin en hayirlisisin" diye dua ederek ugurladi.

Amr'in karsisina çikan Hz. Ali kendisini tanitti. Amr, Ali'nin gençligini ve babasiyla olan dostlugunu ileri sürerek onunla savasmak istemedi. Hz. Ali ise kendisiyle savasmayi ve onu öldürmeyi arzuladigini bildirdi. Kendisinin savasa çikanlarin üç tekliflerinden birini kabul ettigini duydugunu; eger öyleyse, üç teklifi oldugunu söyledi. Ya müslüman olmasini, ya savasi birakip gitmesini, yada kendisiyle dövüsmesini teklif etti. Ilk ikisini reddeden Amr dövüsmeyi seçti.

Ilk saldiri Amr'dan geldi. Vurdugu kiliç darbesi Ali'nin kalkanini parçalayarak basindan yaralanmasina neden oldu. Sira kendisine geldiginde Ali indirdigi darbe ile Amr'i cansiz yere yuvarladi. Müslümanlar sevinçle tekbir getirirken müsrikler büyük bir hayal kirikligina ugradilar.

Hz. Ali Amr'in isini bitirince Dirar ile Hübeyre Ali'nin üzerine yürüdüler. Dirar Hz. Ali'nin yüzüne bakar bakmaz dönüp kaçmaya basladi. Sonradan Dirar, "ölüm melegi surete bürünmüs bana görünmüstü," diyecektir, bu kaçis hakkinda. Çarpismaya yeltenen Hübeyre de Ali'nin bir kiliç vurusu ile zirhi delinince kurtulusu kaçmakta buldu, (Ibn Hisam, a.g.e., II. 224-225).

Hz. Ömer, kaçan kardesi Dirar'in pesinden, Zübeyr b. Avvam da Hübeyr'in arkasindan kostular. Bu sirada Nevfel b. Abdullah hendege düsmüs, yaralanmisti. Müslümanlar onu tasa tuttular. Fakat Ali onlari durdurdu, hendege inerek boynu kirilmis Nevfel'in kafasini uçurdu.

Bu kötü sonuç karsisinda Ebû Süfyan çaresiz ordugahina döndü.

Ertesi günü Benu Kurayza Kabilesi de düsman ordusuna katildi. Müttefikler böylece kuvvet kazaninca bir kat daha cesaretlenerek saldirilarini siklastirmaya, tazyiklerini arttirmaya basladilar. Ok ve tas muharebeleri aksama kadar sürüp gitti. Karanlik basinca müsrikler ordugahlarina çekildiler. Genel bir saldiri düsüncesi müslümanlar arasindaki endiseyi bir kat daha artirdi.

Bu arada savasin yönünü degistirecek önemli bir olay oldu. Düsman saflarinda iken müslüman olan Nuaym b. Mes'ud es-Sakafî gizlice Rasulullah'in ordusuna katildi. Durumun kötülügünü gören Nuaym, müttefiklerle Benu Kurayza Kabilesinin arasini bozmak için iyi bir vesile oldu. Hz. Peygamber ona Benu Kurayza ile müsriklerin arasini açmasi için talimat verdi. Islâma girdigi bilinmedigi için rahatça Benu Kurayza lideri Kaab b. Esed'in yanina gitti. Kaab'in yaninda daha baska Yahudi liderleri de bulunuyordu. Onlara yahudilere bir iyilik etmek istegimi söyleyerek Kureys ve Gatafan kabilelerinin artik savastan usandigindan söz etti "hatta daha fazla zahmet çekecek olurlarsa sizi birakip gidecekler. O zaman siz Islâm ordusuna karsi koyamazsiniz. Bu tehlikeyi önlemek için Kureys ve Gatafan kabileleri ileri gelenlerinden birkaç kisiyi rehin alin" dedi. Yahudiler bu haberden son derece memnun oldu.

Nuaym, oradan Ebû Sufyan'in ordugahina geldi. Ona Kurayzalilarin anlasmayi bozduklarindan dolayi pismanlik duyduklarini ve anlasmayi gizlice yenilediklerini, hatta suçlarini affettirmek için Kureys ve Gatafan liderlerinden birkaç kisiyi rehin alarak müslümanlara teslim etmeyi düsündüklerini söyledi. Bu haber Ebû Süfyan'i vesveseye düsürdü. Derhal kurayza liderine Ikrime b. Ebî Cehl ve Benî Gatafanli bir grupla haber göndererek muhasaranin çok uzadigini, askerin açliktan sikayet ettigini bu nedenle ertesi günü genel bir saldiri ile bu duruma bir son verilmesi gerektigi arzusunda oldugunu söyledi. Buna karsilik Kurayzalilar, Kureys ve Gatafan ileri gelenlerinden birkaç kisi rehin verilmedikçe kendilerine güvenemeyeceklerini bildirdiler. Kureys ve Gatafan liderleri bu haberi isitince Nuaym'in sözüne hak vererek rehin vermekten imtina ettiler. Kurayza kabîlesi ise onlarin tavrinin Nuaym'i dogruladigini görünce müttefiklerden ayrilarak onlari kendi baslarina biraktilar, (Ibn Hisam, a.g.e. II. 23I) (Taberî, a.g.e. II 578-9).

Kusatma yine sürüyordu, ama eski siddetini kaybetmisti. Rasûlullah (s.a.s) bu günlerde, bugün Ahzab Mescidinin bulundugu yerde ayakta durup ellerini yukariya kaldirarak müsrik kabileleri aleyhinde üçgün boyunca dua ettiler. Üçüncü gün ögle ile ikindi namazi arasinda duasinin kabul edildigi kendisine vahyedildi. Ashab bunu Rasûlullah'in yüzünde dalgalanan sevinçten anladi. Cebrail (a.s.) "sevininiz, Allah onlara bir rüzgar saldi."diyerek Allah'in müsrikleri kasirga ile perisan edecegini haber vermisti. Allah Rasûlü hemen iki dizi üzerine çöküp ellerini kaldirdi. gözlerini yere indirdi. ve "bana ve ashabima acidigin için sana sükranlarimi sunarim Allah'im" dedi. Sonrada haberi ashâbina o müjdeledi.

Beklenen rüzgar birkaç gün sonra geldi. Bu soguk, dondurucu bir rüzgardi. Tozlari, topraklari müsriklerin gözlerini dolduruyordu. Rüzgar, onlari kendi baslarinin derdine düsürmüs, çekilmek, zorunda birakmistir. Çadirlarin bezlerini, derilerini yirtiyor, direklerini söküyor, sergileri kumlara gömüyor, yakilan atesleri, asiklari söndürüyor, develeri, atlari birbirine karistiriyor, hiç kimse kimsenin yanina gidemiyor. Müsrikler ordugahlarindan devamli tekbir sesleri, silah sakirtilari duyuyorlardi. Kalplerine büyük bir korku düsmüs, amansiz bir panige kapilmislardi. Kur'an sonradan bu olayi mü'minlere söyle hatirlatmaktadir: "Ey mü'minler. Allah'in size olan nimetini anin. Hani üzerinize ordular gelmisti. Biz de onlarin üzerine rüzgar ve görmediginiz ordular göndermistik. Allah yaptiklarinizi görüyordu. "(ef-Ahzâb. 33/9)" "Allah kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi. Hiçbirsey elde edemediler. Savasta iman edenlere Allah'in yardimi kâfi geldi. Allah güçlüdür, herseye galiptir" (el-Ahzâb; 33/25).

Gece boyunca devam eden firtina, sabahleyin biraz sükûnet buldu. Allah Rasûlü, Huzeyfe b. Yeman'i düsman ordusu hakkinda bilgi almasi için gönderdi. Huzeyfe, düsman ordusunun perisan halini görerek geri döndü. Hz. Peygamber bundan son derece memnun oldu ve sonucu beklemeye basladi. (Ibn Hisâm, a.g.e. II. 231-2).

Ebû Süfyan ansizin ugradigi bu büyük felâket üzerine Kurayza kabilesinin ordudan ayrildigi ve orduda ihtalâf çiktigi bahanesiyle kusatmayi sona erdirerek geri çekilme emrini verdi. Amr Ibnû'l-âs ile Halid b. Velid ikiyüz süvari ile müsriklerin geri çekilisini denetlediler. Müsrikler basansizliklarindan dogan umutsuzluk ve sikinti içerisinde hizla ricat etmeye basladilar.

Kureys ordusu Mekkeye, Gatafan kabileleri Necid'e dogru yol alirken müslümanlar savunma hattindan çikarak düsman ordugahina vardilar. Düsmanin telas ve heyacan içinde geri çekilirken birakmis olduklari erzak ve zahirelere ve Ebû Sufyan'in yahudi reislerinden Hayg'a gönderdigi yirmi deveye el koydular. Develer kurban edildi, hurma dolu sepetler bosaltildi ve müslümanlara dagitildi. Bu ganimet vasitasiyla muhasaranin ortaya çikardigi kitlik ortadan kalkmisti. Rasûlullah (s.a.s.) müslümanlara hitab ederek, "Ey Islâm mücahidleri! Emin olunuz ki bu muzafferiyet sizin için ölümsüz bir basaiidir. Bundan böyle Kureys kabilesi size degil, siz Kureys'e taarruz edeceksiniz" buyurdu. Rasûlullah'da bu sözleriyle müsriklerin bütün gücünün tükendigini, artik müslümanlarin zafer yollarinin açildigini da müjdelemis oluyordu.

O gün ögleye dogru Hz. Peygamber, aldigi ilâhi bir emir geregi müslümanlara derhal bir ilan yaptirarak bu savasta müsriklerle bir olup, kendilerini arkadan vuran Benu Kurayzaya karsi savasmak üzere su emri verdi: "Kim dinler ve itaat ediyorsa, ikindi namazini Benû Kurayza önlerinden baska yerde kilmasin" Bu emri alan müslümanlar derhal hareket ederek bu yahudi belasini da ortadan kaldirdilar, (bk. Benû Kurayza Savasi). (Ibn Hisam, a.g.e. II. 233-34).

Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

KURAYZAOGULLARI VE ONLARLA SAVAS




Kurayzaogullari Medine'de yasamis bir Yahudi kabilesidir.

Resûlullah (s.a.s.) Medine'ye hicret ettigi zaman Yahudiler, küçük nüfus topluluklari halinde Suriye'den güneyde Yemen ve Umman bölgelerine kadar yerlesik halde yasiyorlardi. Fakat onlarin en kuvvetli olduklari yer Hayber bölgesiydi. Ayni insan kitlesi Medine (Yesrib)'de de mevcuttu. Ancak anlasildigina göre bunlar, daha ziyade bir göz yumma ve müsamaha sayesinde buralarda barinmaktaydilar. Zira Hz. Peygamber'in Medine'de yürürlüge koydugu anayasada, insan unsurunu tayin ve tesbit eden maddeler, Yahudileri, meydana gelen konfederasyonun müstakil ve otonom kabile topluluklari degil, Evs veya Hazrec gibi çesitli Arap kabilelerine mensup, onlarin himayesine siginmis insan topluluklari olarak tavsif edip göstermektedir (M. Hamidullah, Rasûlüllah Muhammed, Terc. Salih Tug, Istanbul 1973 s.174; Salih Tug, Islâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, Istanbul 1969, s.31-40 vd.).

Bunlar üç ana kümeden ibarettiler: Kaynukalilar, Nadîrliler ve Kurayzalilar. Fakat bunlarin arasinda kan davalari bulundugundan, ayrica kendi dost ve müttefikleri arasinda da bölünmüslerdi. Bunlardan Kaynukaogullari Hazrec'in müttefiki, Nadîrogullari ile Kurayzaogullari ise Evs'in müttefiki idiler (Ibn Hisam, es-Siretü'n-Nebeviyye, Nesr. M.es-Sekâ, I.el-Ebyârî, A.es-Sibli, Misir 1375/ 1955, l, 540).

Evslilerle Hazrecliler arasinda savas oldugu zaman, Kaynukaogullari, Hazrecle; Nadîrogullari ve Kurayzaogullari, Evsle beraber çikar ve her grup, kardeslerine karsi, kendi müttefiklerine yardim ederler ve karsilikli olarak birbirlerinin kanlarini dökerlerdi. Halbuki Tevrat ellerindeydi ve içinde (gerek lehlerinde gerekse aleyhlerinde) ne yazili oldugunu biliyorlardi. Evs ve Hazrec ise müsriktiler; putlara tapiyorlar, ne Cennet ne Cehennem, ne ölümden sonra dirilme, ne kiyamet, ne kitab, ne helal ne de haram taniyorlardi (Ibn Hisam, a.g.e., II, 540).

Savas sona erince, biribirlerinden aldiklari esirleri, gûya Tevrat'a uyarak fidye karsiliginda serbest birakiyorlardi. Kaynukalilar; Evslilerin elinde olan esirlerini, fidye vererek serbest biraktirdiklari gibi, Nadîrogullari ve Kurayzaogullari da, Hazreclilerin elinde bulunan esirlerini fidye ödeyerek biraktirirlardi. Müsriklere yardim etmek için döktükleri kanlara ve aralarinda öldürülenlere karsilik kisas uygulamazlardi. Cenab-i Allah, bu tutumlarindan dolayi onlari söyle azarlamaktadir:

"Bir zaman sonra siz, o kimseler oldunuz ki, artik birbirinizi öldürmeye aranizdan bir zümreyi yurtlarindan çikarmaya, kötülük ve düsmanlikta onlara karsi birlesmeye basladiniz. Eger onlar size esir olarak getirilirlerse onlar (fidye karsiliginda) esirlikten çikarmak size haram kilinmisken, esir mübadelesi yapiyordunuz" (el-Bakara, 2/85).

Hz. Peygamber Medine'ye geldigi zaman, müslümanlarla müslüman olmayanlar arasinda genel bir antlasma ve mukavele yapmisti. Bu mukavele hükümleri arasinda; Yahudilerin de Mü'minlerle bir topluluk teskil ettikleri kabul olunmakta, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in izni olmadikça kendilerinin herhangi bir askerî harekâtta bulunamayacaklari, ne Kureyslileri ne de onlara yardim edenleri hiçbir sekilde korumayacaklari, Medine'ye bir saldiri oldugunda elbirligiyle müdafaada bulunacaklari hükmü yer almakta, bu sirada Medine'de yasayan Kurayzaogullari da ayni hükme dahil edilmekteydi.

Nadîrogullari ile Kurayzaogullari, ayni müsrik kabîlenin müttefikleri olduklari halde, Nadîrogullari Yahudileri kendilerini, soydaslari Kurayzadan üstün tutarlardi. Bir Kurayzali, Nadîrden birini öldürecek olsa tam diyet ödemeye mecbur tutuldugu halde; bir Nadûli Kurayzadan birini öldürdügünde yarim diyet öderdi. Böyle bir dönemde Nadîrogullarindan biri bir Kurayzaliyi öldürmüs her iki taraf Peygamberimize müracaat ederek aralarinda hüküm vermesini istemislerdi. Asagidaki âyet bunun iizerine nâzil olmustur:

"Eger sana gelirlerse ister aralarinda hükmet, istersen onlardan yüz çevir (kendi hallerine birak). Onlardan yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Sayet aralarinda hükmedersen adaletle hükmet" (el-Mâide, 5/42).

Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s), her iki cemaati esit muameleye tabi tutmak suretiyle aradaki imtiyazi kaldirmis, Kurayzalilari, Nadîrlilerin seviyesine yükseltmistir (Ibn Hisam, a.g.e., II, 566).

Ne var ki, Kurayzaogullari nankörlük ederek, Rasûlüllah ile olan muahadeyi bozan ve O'na karsi savasa kalkisan Nadîrlilere katildilar. Peygamberimiz, Nadîrogullari Yahudilerini muhasara ederek yurtlarindan sürüp çikardigi halde Kurayzaogullari Yahudilerini affetti. Yeni bir muahede ile onlari yerlerinde birakti (Buhârî, Megâzî, 14; Müslim, Cihad ve Siyer, 2I).

Buna ragmen Kurayzaogullari Yahudileri sinsi düsmanliklarini sürdürmüsler; Hendek kusatmasi sirasinda Nadîrogullarina ait casuslar, onlari müsriklerle isbirligi yapmaya tahrik ve tesvik etmis, onlar da bu propagandaya kapilarak sehrin savunma planlarini bosa çikaracak sekilde içerden harekete geçmislerdi. Fakat Cenab-i Allah, kâfirlerin tuzagini bosa çikarmis, Müslümanlari bunlarin serrinden korumustu (el-Vakidî, el-Megâzî, Kahire 1367/1948, s.29I).

Islâm düsmanlari, Hendek muhasarasini kaldirip gidince Resûlullah (s.a.s), evine gelerek silahlarini çikarip yerine koymus ve yikanmisti. Bu arada Cibrîl (a.s.) Peygamber (s.a.s)'e geldi ve:

"Sen silahini çikarmissin! Vallahi biz melekler henüz silahlarimizi çikarmadik. Haydi onlara dogru yola çik ! " dedi. Peygamber: "Nereye?" diye sorunca; Cibrîl, Kurayzaogullari yurdunu isaret ederek: "Iste suraya" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s), Kurayzaogullarina dogru hareket etti (Buhâri, Megâzî, 32).

Enes Ibn Malik der ki; "Resûlullah (s.a.s) Kurayzaogullarina sefer ettiginde, Cibril'in melek alayinin Ganmaogullari sokagindan geçtikleri sirada yükselen tozunu bugün bile hâla görür gibiyim" (Buhârî, Megazî, 32; Ibn Sa'd, Tabakât, II, 76).

Hz. Peygamber (s.a.s), ordusuyla Kurayzaogullari yurduna varip onlari kusatma altina aldi. Kusatma yirmi bes gece sürdü. Kurayzaogullari muhasaranin gittikçe uzamasindan ve siddetlenmesinden dolayi büyük bir sikintiya düstüler; teslim olmaktan baska çare kalmadigini anladilar. Resûlullah (s.a.s)'e, kendileri hakkinda hüküm vermek ve onun verecegi hükme göre teslim olmak üzere bir hakem tayinini istediler. Peygamber de; "Ashabimdan istediginiz kimseyi hakem seciniz" dedi. Bunun üzerine Sa'd Ibn Muaz'i hakem seçtiler (Ibn Hisam, a.g.e., III, 239; Buhârî, Cihad, 32; Taberî, Tarih, Nsr. Muhammed Ebu'l-Fadi Ibrahim, Beyrut II, 592).

Resûlullah (s.a.s), bunlar hakkinda hüküm vermesini Sa'd Ibn Muâz'a havale etti. Sa'd da:

"Ben onlar hakkinda söyle hüküm veriyorum: Bunlarin savasanlari öldürülsün, kadinlari ve çocuklari esir edilsin, mallari da taksim olunsun" dedi (Buhârî, Cihâd, 32; Taberî, a.g.e., II, 592).

Hz. Peygamber (s.a.s), onlari Medine'de bir evde hapsettikten sonra, hendekler kazdirmis ve eli silah tutan erkeklerin boynunu vurdurmus, kadinlarini, çocuklarini ve mallarini da müslümanlar arasinda taksim etmistir (Ibn Hisam, a.g.e., III, 240, 244).

Cenab-i Allah, bu hususu Kur'ân-i Mubîninde söyle dile getirir:

"Allah, Kitap ehlinden kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmis, kalblerine korku salmisti; onlarin kimini öldürüyor kimini de esîr ediyordunuz" (el-Ahzâb, 33/26).

"Yerlerini, yurtlarini, mallarini ve henüz ayaginizi dahi basmadiginiz yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her seye kâdirdir" (el-Ahzâb, 33/27; Ayrica Ibn Hisam; a.g.e., III, 250; M. Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'ân Dili, VI, 3886).
HUDEYBIYE BARISI




Hz. Peygamber ve ashabinin Kabe'yi ziyaret maksadiyla Mekke'ye gitmek istemeleri ve bunun müsrikler tarafinda engellenmesi üzerine çikan olaylardan sonra müslümanlarla müsrikler arasinda yapilan anlasma. Allah Rasûlü'nün hicretinin üzerinden mücadeleler ve savaslarla dolu alti yil geçmisti. Hem muhacirler, hem de Ensar, Kâbe'yi ziyaret özlemiyle yanip tutusuyorlardi.

Allah'in elçisi, bu yilin Zilkade ayinin basinda bütün ashabin özlemlerine beklentilerine cevap anlami tasiyan bir rüya gördü. Rüyasinda ashabi ile birlikte güvenlik içinde Kâbe'yi ziyaret ediyordu. Rasûlullah'in ashaba anlattigi rüya, hizla bir mustu gibi yayildi Medine'ye.

Hz. Peygamber bu genel cosku üzerine, Kâbe'yi ziyaret etmek isteyenlerin hazirlanmasini emretti. Hattâ Islam'i kabul etmeyen kabileleri bile kendileriyle birlikte hac yapmaya çagirdi.

Hazirliklarin tamamlanmasindan sonra, Zilkade'nin ilk Pazartesi günü (13 Mart 628) bin dörtyüz kisi ile birlikte Mekke'ye dogru hareket etti. Niyetinin baris oldugunu göstermek için yanlarina yolcu kilici denilen kiliçtan baska savas silahi almamislardi. Zül-Huleyfe mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve Umre için niyet ettiler. Yanlarinda Mekke'de kurban edilmek üzere sabin alman yetmis deve bulunuyordu ve bunlar kurbanlik oldugu belli olacak biçimde nisanlanmisti.

Mekkeli müsrikler Hz. Muhammed'in hareketini ögrenince toplanarak ne pahasina olursa olsun, Rasûlullah'in Mekke'ye girmesine izin vermemeyi kararlastirdilar. Rasûlullah'in Mekke'ye daha fazla yaklasmasina engel olmak üzere de Halid bin Velid komutasinda ikiyüz atlidan olusan bir birlik gönderdiler.

Bu arada Hz. Peygamber Hudeybiye mevkiine gelmisti. Devesi burada kendiliginden çöktü ve bütün çabalara ragmen kaldirilamadi. Bunun üzerine çesitli fikirler ileri sürenlere karsilik Allah Rasûlü,"Filin Mekke'ye girmesine engel olan kuvvet bu deveyi de çökertti" diyerek herkesin inmesini emretti.

Peygamber Efendimiz, Mekke müsriklerinin durumu anlama ve umreyi gerçeklestirebilme konusunu görüsmek için Hz. Osman (r.a)'i Mekke'ye gönderdi. Hz. Osman (r.a) kiminle görüstü ise, umre yapmanin mümkün olmadigini anladi. Zira müsrikler, müslümanlarin Mekke'ye girisini kendileri için büyük bir zillet sayiyorlar ve bütün Arap dünyasinin gözünden düsecekleri seklinde yorumluyorlardi. Bundan dolayi umre hiç mümkün gözükmüyordu.

Bu arada Hz. Osman (r.a)'nin tutuklandigi ve öldürüldügü haberi yayildi. Bu haber üzerine peygamber Efendimiz, bütün mü'minlerden "ölüm" üzere bey'at aldi. Ashab-i Kirâm'in ölüm için yarisircasina bey'at etmelerini müsriklerin casuslari da görüyorlardi. Bu durumu süratli bir sekilde Mekke'ye bildirdiler.

Sahabenin bey'atini bildiren âyet-i kerime'de söyle buyurulur: "Sana bey'at edenler gerçekte Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'in eli onlarin ellerin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmus olur ve kim Allah'a verdigi sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir" (el-Feth, 48/1I) ve "Allah su mü'minlerden razi olmustur ki, onlar agacin altinda sana bey'at ediyorlardi. Allah onlarin gönüllerindekini bildigi için onlarin üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakin bir fetih verdi. Yine onlara alacaklari birçok ganimetler bahseyledi. Allah üstündür, hikmet sahibidir" (el-Fetih, 48/18-19) âyetleri bu olayi anlatmakta ve Cenab-i Hakk'in biat edenlerden razi oldugunu bildirmektedir. Bu âyetlerden dolayi, bu beyata, razilik biati anlaminda "Biatü'r-Ridvân" ve Hz. Peygamberin altinda oturdugu agaca da razilik agaci anlaminda "Seceretü'r-Ridvân" adi verilmistir. Kisa bir aradan sonra Hz. Osman (r.a)'la ilgili ölüm haberinin asilsiz oldugu anlasilmistir.

Bu arada karsilikli elçiler gidip geliyor, bir uzlasma yolu araniyordu. Müsrikler müslümanlarin Mekke'ye girmelerine izin vermeyeceklerini açikça söylüyorlardi. Hz. Peygamber ise "Biz buraya kesinlikle savasmak için gelmedik. Amacimiz Kâbe'yi ziyarettir, Umre yapmaktir. Kureysliler eski savaslarda zayif düsmüslerdir. Dilerlerse onlarla bir anlasma, bir sure için baris anlasmasi yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allah'a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savasirim" diyerek baris öneriyordu.

Allah Rasûlü'nün kararliligi yüzünden müsrikler savasi göze alamadilar. Amr oglu Süheyl'i kendileri adina bir anlasma yapmak üzere gönderdiler.

Rasûlullah ile Süheyl uzun görüsmelerden sonra anlasma sartlarini tesbit ettiler. Buna göre;

1-Müslümanlarla müsrikler on yil süreyle savasmayacaklar, birbirlerine saldirmayacaklardi .

2- Müslümanlar bu yil Kabe'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yil umre yapacaklar, müsriklerin bosaltacagi Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarinda yolcu kiliçlarindan baska silah tasimayacaklardi.

3- Mekke'den birisi müslüman olarak Medine'ye sigindigi zaman iade edilecek; fakat Medine'den Mekke'ye siginanlar iade edilmeyecekti.

4- Arap kabileleri istedikleri tarafla anlasma yapmakta serbest olacaklardi.

Hudeybiye andlasmasinin bütün sartlari görünüste müslümanlarin aleyhine idi. Bu nedenle müslümanlar büyük bir hayal kirikligina ugradilar. Bu andlasmayi bir asagilanma, bir küçük düsürülme olarak kabul ettiler. "Sen Allah'in Rasûlü degil misin? Davamiz hak dava degil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?" diyen Hz. Ömer'in sözleri, müslümanlarin genel üzüntülerinden dogan tepkinin dile getirilisinden baska bir sey degildi. Fakat süphesiz Allah ve Rasulü neyin hayirli, neyin ser, neyin izzet, neyin zillet oldugunu daha iyi bilirdi.

Allah Rasûlünün kurbanlarini kesip baslarini tiras etmeleri istegi yankisiz kaldi. Büyük bir üzüntü ile çadirina girdi. Sonra mü'minlerin annesi Ümmü Seleme hazretlerinin tavsiyesi üzerine kendi kurbanini kesti ve tiras oldu. Bunun üzerine bütün müslümanlar yarisircasina kurbanlarini kesip tiras oldular.

Hudeybiye'de ondokuz gün kalindiktan sonra Medine'ye dogru yola çikildi. Yolda, "Biz sana apaçik bir fetih verdik. Bununla Allah senin geçmis ve gelecek günahlarini bagislayacak ve sana olan nimetini tamamlayacak ve seni dogru bir yola iletecek. Allah sana sanli bir zafer verecek" (el-Fetih, 48/1,2) âyetleriyle baslayan Fetih Sûresi nazil oldu.

Sani yüce Allah, Hudeybiye barisini bir "Feth-i Mübin" (apaçik bir fetih) olarak niteliyordu. Gerçekten de bunun böyle oldugu çok geçmeden herkes tarafindan anlasildi. Hudeybiye'yi Hayber gibi, Mekke'nin fethi gibi zaferler izledi.

Hudeybiye andlasmasinin en önemli yanlarindan veya sonuçlarindan birisi hiç kuskusuz siyasî yönüdür. Daha önce Mekkeli müsrikler, Medine Islam toplumunun varligina bile tahammül edemezlerdi. Hatta müslümanlari kökten yok etmek amaciyla Bedir, Uhud ve Hendek savaslarinda oldugu gibi birçok girisimde bulunmuslardi. Iste bu andlasma ile ilk kez müsrikler Medine Islam toplumunu resmen taninmis oluyorlardi. Bu durum Islam'in kabileler arasindan büyük bir önem kazanmasina neden oldu.

Andlasmadan önce müslümanlarla müsrikler arasinda hemen hiç bir iliski yoktu. Hudeybiye'den sonra ise iki taraf arasindaki ticari ve ailevi iliskiler canlandi. Hz. Peygamber istedigi yerde Islam'i rahatça teblig etme imkanina kavustu. Bu nedenle hem Mekke'de, hem de çevre kabileler arasinda Islam'i kabul edenler hizla artti. Öyle ki, Hudeybiye ile Mekke'nin fethi arasinda geçen iki yil içinde müslüman olanlarin sayisi, Hudeybiye'den önceki ondokuz yil boyunca müslüman olanlarin iki katina ulasmisti.

Andlasma maddelerinden müslümanlari en çok üzenlerden birisi, Mekke'den kaçan müslümanlarin iade edilmesi hakkindaki madde idi. Daha andlasma imzalanir imzalanmaz zincirlerini sürükleyerek gelen Ebu Cendel'in, "Müslüman oldugum için bu kadar zulümlere iskencelere ugramistim. Beni tekrar ayni iskencelere atmak mi istiyorsunuz? Beni yine müsriklere mi teslim edeceksiniz?" çigliklarina ragmen antlasma geregince Kureys adina andlasmayi yapan müsrik Amr oglu Süheyl'e teslim edilmesi, müslümanlari gözyaslari içinde birakmisti .

Süheyl b. Amr, oglu Ebû Cendel'i çeke çeke Kureyslilerin yanina götürdü. Müslümanlar, onun feryadina dayanamayarak aglamaya basladilar (Vâkidî, Megâzi, ll, 6I8'den naklen Asim Köksal, Islâm Tarihi, Vl, 2I4). Hz. Muhammed (s.a.s), Ebû Cendel'i su sözleriyle teselli ediyordu: "Ey Ebû Cendel, su toplulukla aramizda yazilan baris yazisi tamamlandi. Sen biraz sabret, katlan, yüce Allah'tan da bunun ecrini dile. süphesiz Allah, senin ve senin yaninda bulunan zayif mü'minler için bir genislik ve çikar yol ihsan edecektir. Biz onlara Allah'in ahdiyle söz verdik, onlar da bize söz verdiler. Onlara verdigimiz sözü çigneyemeyiz. Verdigimiz sözde durmamak bize yarasmaz" (Asim Köksal, a.g.e, Vl, 2I4). Hz. Ömer, bu geri çevirmenin dis görünüsüne bakarak çok üzülmüs, din için bu kadar hakarete katlanmanin sebebini anlayamadigini söylemisti. Mekke'ye girip, Beytullah'i ziyaret etmeyi uman sahabe bu gerçeklesmedigi gibi Hudeybiye Andlasmasi gibi aleyhlerine olan bir sözlesmeyi kabul etmek zorunda kalmislardi .

Mekke'den kaçan fakat Medine'ye kabul edilmeyen müslümanlar Mekke Sam kervan yolu üzerindeki Is mevkiinde üslendiler. Kisa zamanda sayilari üçyüze ulasan müslümanlar müsriklere karsi gerilla savasi yürütmeye basladilar. Kureys'in kervanlarina saldiriyor, ellerine düsen Mekkeli müsrikleri öldürüyorlardi. Kureys müsrikleri bu durum karsisinda müslümanlari Mekke'de tutmanin zarardan baska bir sey getirmeyecegini, gerçekten iman etmis bir mü'mini hapsetmenin serbest birakmaktan daha zararli oldugunu anladilar ve ilgili maddenin andlasmadan çikarilmasi için basvurdular. Bunun üzerine Rasûl aleyhisselam isteklerini kabul ederek Is'teki müslümanlari Medine'ye çagirdi.

Bütün bu sonuçlar Hudeybiye barisinin göründügü gibi kötü bir anlasma olmadigini, tersine müslümanlara zafer kapilarini açan bir "feth-i mübin" oldugunu açik bir biçimde ortaya koymaktadir.

Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

HAYBER GAZVESI


Hz. Peygamber'in hicretin 7. yilinda fethettigi, Sam-Medine yolu üzerinde Medine'nin 15I km. kuzeyinde Yahûdilerin oturdugu bir yerlesim merkezi. Hayber Yahûdi dilinde kale demek olup burasi ayni zamanda hurma ve tahil merkezidir. Kalesinin yedi burcu vardir. Bunlar Nâim, Kamûs, Sik, Netah, Sülâfim, Vatih ve Ketîbe'dir (Ibn Sa'd et-Tabakâtü'l-Kübrâ II,106) Hz. Peygamber Hayber Yahûdilerinin Medine'ye karsi müsriklerle ittifak halinde olmalari ve pek çok Yahûdi kabilesi'nin burada toplanmasindan dolayi Hudeybiye musalahasindan sonra Hayber'i fethetmek üze re hazirliklara basladi (Vakidî, Kitabü'l Megazî, II, 441-442, Ibn Hisâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, III, 201)

Hz. Peygamber, bu cihad hareketi için sadece cihada ragbet edenlerin katilmasini emretti. Medine'de Siba' b. Urfuta'yi vekil birakti. Esi Ümmü Seleme'yi yanina alarak 1400 yaya, 200 süvari ile yola çikarken; "Biz buranin hayrini isteriz" buyurmustur. Rasûlullah Medine'den hareket ettikten sonra Hayber ile Gatafan kabilesi arasina karargahim kurdu. Sabaha kadar burada bekledi (Ibn Hisâm, es-Sîre, III/343). Gatafanlilarin Hayber'e yardimini engellemek için burada konaklamis bulunuyordu. Hayberliler sabaha kadar, müslümanlarin gelisinden haberdar olmamislardi. Sabahleyin kalelerinin kapisini açtiklarinda; "Muhammed gelmis ve günlerden de cumartesidir" diyerek kalelerine tekrar döndüler. Yahûdiler mukaddes günleri oldugu için cumartesi günü muharebe etmezlerdi. Rasûlullah bunu görünce; "Allahû Ekber, Hayber harab oldu" buyurdu (Ibn Sa'd, et-Tabakat, II,106). Müslümanlarin bu muharebede beyaz renkli sancagini da Hz. Ali tasiyordu. Bu gazvede müslümanlarin kullandiklari parola; "Yâ Mansür, Emit, Emit" "Ey Allah'in galip kildigi müslüman asker öldür öldür' idi (Ibn Sa it, II,1I6, Ibn Hisâm, III, 347).

Hayber'in fethi, Nâim kalesi ile basladi. Burada Mahmûd b. Mesleme atilan tasla sehit oldu. Sonra Kamûs kalesi ele geçirildi. Daha sonra, Vatîh, Sülâlim, Sik, Netah ve Ketîba kaleleri alindi. Bu kalelerin ele geçirilmesinde siddetli çarpismalar oldu. Müslümanlardan yirmi bes kisi sehid olurken, Yahûdilerin kaybi doksan üç kisi oldu. Hayber'in ileri gelenlerinden Useyr, Yâsir, Emir ve Kinâne b. Ebi'l-Hukayk ve kardesi öldürüldü (Ibn Sa'd, II, 1I7).

Müslümanlar bu gazvede pek çok esir aldilar. Ancak Hayber halki esirlerinin iadesini, kendilerinin de affedilmesini istediler. Rasûlullah da bunu kâbul etti. Yahûdilerin ileri gelenlerinden Huyey Ahtab'in kizi Safiyye de esirler arasinda idi. Rasûlullah Hz. Safiyye'ye ailesinin yanina dönmeyi teklif ettigi halde Safiyye, müslüman olarak Hz. Peygamber'e es olmayi tercih etti. Hz. Safiyye Hayber gazvesinden önce Kinâne b. Rabia ile evlenmisti. Ilk gece, gördügü bir rüyayi Kinâne'ye anlatmis O da; "Sen ancak Muhammed'i istiyorsun" diyerek yüzüne bir tokat vurmustu da, gözü morarmisti. Safiyye'nin Hz. Peygamber ile evlendigi zaman hâlâ bu morlugun izi vardi. Nitekim Rasûlullah'in bunu sormasi üzerine esi de bu hadiseyi ona anlatmistir (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 221)

Bu muharebe sonunda Zeynep bint el-Hâris, Rasûlüllah'a zehirli bir koyun ikram etti. Rasûlullah ondan bir parça aldi, ancak yutmadan koyunun zehirli oldugunu bildirdi. Kadin çagirildi, suçunu itiraf etti ve söyle dedi:

"Gerçekten Peygamber isen, sana bundan haber verilir, eger hükümdar isen senden kurtulmus oluruz." Ancak Bisr b. Berâ bundan aldigi lokma ile zehirlenerek vefat etti. Bunun üzerine kadin Bisr'e kisas olarak öldürüldü. Rasûlullah son hastaliginda dahi Hayber'de aldigi bu lokmanin tesirini hissettigini beyan buyurmustur (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 222).

Bu gazve sonunda Hayberlilerin hayatlarinin korunmasi, çoluk ve çocuklarinin serbest birakilmasi sartiyla Hayber'den çekilip gitmeyi ve topraklarini, altin ve gümüslerini, üzerindekiler hariç, elbise ve silâhlarini teslim etmeyi, hiç bir sey saklamayacaklarini kabul etmek sartiyla Hz. Peygamber ile sulh andlasmasi yaptilar. Rasûlullah da Hayber arazisini, ashabi arasinda taksim etmislerdi. Ancak Yahûdilerin; "Biz topragi islemeyi ve hurma yetistirmeyi biliriz, bizi yerimizde birak" demeleri üzerine Hz. Peygamber, onlari kendi mülklerinde yarici olarak çalismalarina ve orada kalmalarina izin vermistir (el-Belâzürî, Fütûhu'l-Büldân, Çev: Mustafa Fayda, Ankara 1987, s. 88). Bu duruma göre çoluk ve çocuklari bagislanmis, araziler elde edilen mahsulün ikiye ayrilmasi suretiyle onlara birakilmisti. Buna mukabil hiç bir mal saklanmaksizin teslim edilecekti. Iste Kinâne b. Rabi' bu andlasma hükümlerine uymadigi, iâdesi gereken mallari sakladigi ve Mahmûd b. Mesleme'nin ölümüne sebep oldugu için öldürülmüstür (Ibn Hisâm III, 351). Ayrica yapilan bu andlasmaya göre Rasûlullah onlari Hayber'den istedigi zaman çikaracakti (Ebû Dâvûd, Harâc, 24).

Hayberliler, Hz. Peygamber'in irtihalinden sonra da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanina kadar belirlenen usûl ile yanci olarak orada kalmaya devam ettiler. Bu arazilerin gelirlerin toplamak isi ile, Hz. Abdullah b. Ravâha görevlendirilmisti. Ancak Hz. Ömer zamaninda aralarinda zinânin çogalmasi, müslümanlara kârsi iyi davranmamalari, Hz. Ömer'in oglu Abdullah'a suikast girisiminde bulunmalari ve müslümanlarin Hayber topragini isletecek duruma gelmeleri üzerine yahûdiler Hayber'den Sam'a sürülmüslerdir (el-Belâzürî, a.g.e, s. 38-40; Yâkût el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, Hayber mad.) Yahûdilerin Hayber'den çikarilmalarina Rasûlullah'in "Arabistan'da iki dinin bir arada olmayacagina dâir" hadisinin de sebep oldugu rivayet edilmektedir (Imâm Mâlik, Muvatta', Medine 17-19; Ibn Hanbel, Müsned VI, 275). Hz. Ömer, Yahûdileri Hayber'den çikardiktan sonra Hayber arazisini daha önce Rasûlullah'in taksim ettigi ashaba ve ailelerine dagitmistir.

MUTE SAVASI




Mute, Kudüs'e yakin bir mahal'dir. Efendimiz (sav)'in Busra (simdiki Havran) emirine gönderdigi elçinin katledilmesi üzerine bilmukabele hareket etmek zarureti dogmustur.

Efendimiz (sav) 3000 kisilik bir kuvvet hazirlayip basina Zeyd b. Hârise (ra)'yi geçirdi. Bu küçük orduyu ugurlarken, düsmanin önce Islam'a da'vet edilmesini ve kabul etmedikleri takdirde harb edilmesini emredip sunlari buyurdu:
«Sayet Zeyd b. Hârise sehid olursa yerine Ca'fer bin Ebu Tâlib ve o da sehid olursa yerine Abdullah bin Revaha kumandan olsun, o da sehid olursa ehl-i Islam içlerinden birini seçsin»

Islam askerinin karsisina, Bizans kuvvetlerinin de katilmasiyla 100.000 kisilik bir ordunun çiktigi yukarida geçen üç Sahabe-i Kiram Efendilerimizin (ra) sirasiyla sehid oldugu bu harbte son olarak Hz. Halid bin velid (ra) sancagi eline almis o gün aksama kadar harbe devam etmistir. Sabahleyin yeni bir hücumla düsmani bozan ve bir hayli zayiat verdiren Islam askeri salimen Medine'ye döndü. Bu harbten sonra Hz. Halid bin Velid (ra) demisdir ki: "Mute gününde elimde dokuz kiliç parçalandi, yalnizca, agzi enli Yemâni bir kiliç vardi. Elimde o mukavemet etti."

Kaynak: Zaman gazetesi namaz vakitleri takvimi, 12.01.1997


--------------------------------------------------------------------------------

Islâm devletinin Medine'de kurulmasindan sonra Müslümanlarla Rumlar arasinda yapilan ilk savas. Mûte, Sam bölgesine giren Belka yakinlarinda bir yerin adidir. Hz. Peygamber, Ashabtan Hâris b. Umeyr (r.a)'i Busra (Havran) Emiri Surahbil b. Amr el-Gassânî'ye Islâm'a davet mektubunu sunmak üzere yollamis, ama bu sahabi Gassanile tarafindan sehid edilmisti. Halbuki; "elçiye zeval yoktur" anlayisi geregince düsman ülkeler bile birbirlerinin elçilerine dokunmazlardi. Hz. Peygamber, ashabina çok düskündü, onlardan birinin basina bir sikinti geldi mi ondan çok rahatsiz olurdu. Bu sebeple ashabindan birinin küstahça öldürülüsüne seyirci kalamazdi. Hemen 3000 kisilik bir ordu hazirladi. Ordunun kumandani Zeyd b: Hârise idi. Sayet bu zât sehid düserse yerine Cafer b. Ebi Talib, o da sehid düserse Abdullah b. Revâha geçecekti. Düsman önce Islâm'a davet edilecekti, kabul etmez ve cizyeye de razi olmazsa Islâm elçisini öldüren bu cânilerle savasilacakti. Peygamberimiz (s.a.s) orduyu Seniyyetü'l-Veda'ya kadar yürüyüp ugurladi.

Halid b. Velid gibi yüksek askerî bir deha ve üstün strateji bilgisine sahip bir kimse de bu savasa bir nefer olarak katilmistir. H.8/M.629 yilinda Islâm ordusu Medine'den çikip Mûte'ye ulastiginda karsilarinda Bizans'in desteginde Hristiyan Araplardan olusan 100.000 kisilik bir ordu bulmuslardi. Islâm ordusunun kumandanlari meseleyi tartistilar; geri dönmek, Hz. Peygamber'e haberci yollamak hususlarini görüstüler. Ancak savas görüsü agir basmis ve iki ordu karsilasmisti. Zeyd. b. Hârise (r.a) sehit düsünce, sancagi, Cafer aldi Ca'fer'in sag eli kesildi; bu sefer sancagi sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince sancagi yine birakmadi; kesik iki elinin kalan kisimlariyla sikistirarak gögsü arasinda tuttu. Nihayet o da sehid düstü. Bundan sonra sevgili Peygamberimizin emrine uyularak sancagi, Sahabenin sâirlerinden Abdullah b. Revâha aldi; o da siirler söyleyerek harbetti ve sehâdet serbetini içti. Iste bu sirada askerde genel bir çöküntü dogmak üzereydi ki, askerin hemen hepsinin istegi üzerine Hâlid b. Velid kumandayi ve sancagi eline aldi. O gün aksama kadar savas yapildiktan sonra Halid, ertesi sabaha kadar sag kanatta bulunan müslüman askerleri sol kanada, sol kanattakileri sag kanada, arkadakileri öne ve öndekileri arkaya alarak yerlerinde degisiklik yapti. Böylece düsmana yeni destek kuvvetleri geliyormus izlenimini vermek istiyordu. Bir yandan da Islâm ordusunu kesin hezimete ugramaktan ve bütünüyle kiliçtan geçirilmekten korumak için yavas yavas geriye çekiliyordu. Hatta ric'atten evvelki bir hücumunda Hâlid, düsmana bir hayli kayip verdirmis ve bol ganimet de elde etmisti. Iste bu sekilde Islâm ordusunu Medine'ye sag-saglim geri getirdi. Peygamber Efendimiz bu savasi Medine'de, oldugu gibi görmüs ve her safhasini minberden müslümanlara anlatmisti. Sira ile kumandanlarin sehadetini anlattiktan sonra sira Hâlid'e gelince "En sonunda sancagi Allah'in kiliçlarindan bir kiliç aldi " buyurmus ve bundan sonra Halid b. Velid'e "Seyfullah" lakabi verilmisti. Hâlid b. Velid diyor ki: "Mûte Savasinda elimde dokuz kiliç parçalandi." Bu ifadeden Mûte Savasinin ne kadar siddetli geçtigini anliyoruz.

Bu savasa katilmis bulunan Abdullah b. Ömer diyor ki: "Mute günü ben Ca'fer'i sehid edilmis olarak gördüm. Onun vücudunda süngü ve kiliç darbesiyle elli yara saydim. Bu elli yaradan hiç biri arkasinda degildi. "Bundan Ca'fer b. Ebu Talib'in ne kadar korkusuzca ve sanki arkasina hiç dönmeden düsmanla savasmis oldugu anlasilmaktadir. Ca'fer sehit olduktan sonra "Ca'fer-i Tayyar: Uçan Ca'fer" diye anilmistir. Allah yolunda kesilen iki koluna karsilik Cenab-i hak ona iki kanat ihsan etmistir ki, bu; onun mânen yüce mertebelere eristirildigine isarettir denilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), bütün ashabini ayirdetmeksizin çok severdi. Bu üç sehid kumandani ve Habesistan muhacirlerinden amcasinin oglu Ca'fer'i de çok severdi. Bir süre, sehitlerin ardindan agladi. Bu; sevgi, sefkat, merhametin eseri olan aglamakti, yoksa feryat degildi. Nitekim feryat tarzindaki aglama haberleri kendisine ulasinca böyle aglamaktan müslümanlari yasakladi. Peygamber Efendimiz sehitlerin ve bu arada amcasinin oglu Ca'fer'in ailesini de teselli etmisti.

MEKKENIN FETHI




Hudeybiye andlasmasina göre Huzaa kabilesi, Resulullaha,Bekirogullari kabileside Kureys kabilesi himayesine girmisdi.Fakat Bekirogullari kabilesi ansizin Kureyslilerden Saffan bin Umeyye,Ikrime bin Ebu Cehil, Süheyl bin Amr, Huveytib bin Abduluzza, Mükrez oglu Hafz ve bir kisim kureysli müsriklerle Huzaa kabilesi üzerine saldirmislar ve onlardan 23 kisiyi öldürmüslerdi.Bunun üzerine Huzaa kabilesinden Amr bin Salim Huzai 4I kisilik toplulukla peygamberimize geldiler ve olayi Resulullaha anlattilar. Resulullah Kureyslilere, ya bu saldirida öldürülen 23 kisinin diyetinin ödenmesini yada Kureyslilerin Bekirogullarinin himayesini birakmasini istedi. Kureysli Müsrikler bunlari da kabul etmediler.Fakat yinede anlasmayi bozduklari için içlerini korku bürüdü. Ve tekrar anlasma yapmalari için Ebu Süfyan-i Medineye yolladilar. Ebu Süfyan Peygamberimizden ve Sahabilerden Eman dilediysede kabul görmedi ve mekkeye eli bos olarak döndü.Peygamberimiz büyük bir ordu hazirlayarak gizlice Mekke sehrini kusatti. Aniden basilan Mekkeli Müsrikler neye ugradiklarini sasirmislar ve savas hazirligini bile yapamamislardi. On ikibin kisilik büyük islam ordusu hiç bir büyük olaya karismadan kolayca Mekke sehrini fethetmislerdir.Hicretin sekizinci yilinda Resulullah (s.a.s.)'e boyun egen Mekke, bu tarihten sonra yeni bir dönemi yasamaya basladi. Allah Teâlâ'nin mübarek kildigi, Islâm dininin merkezi olan bu belde, sirkten, putperestlikten ve bütün diger hurafelerden arindirilmis yeni bir hayata kavustu. Daha önce bagimsiz bir sehir devleti olan Mekke'nin, fetihten sonra ekonomik ve sosyal durumu da degismisti. Mekke, ihtiyaçlarini temin edebilmek için ihtiyaç duydugu yogun kervan faaliyetlerine eskisi gibi bagimli degildi. Zira, Islâm devleti elde ettigi gelirleri ihtiyaç olan yerlere adil bir sekilde taksim ettigi için Mekke'nin ihtiyaç duydugu her sey Islâm devleti eliyle saglaniyordu. Ayrica eski ticarî faaliyetler, Mekke için artik hayatî olma özelligini yitirmisti. Mekke, Hac zamanlarinda çok degisik bir manevî atmosfer altinda hareketli ve canli günler yasiyordu. Bu zaman zarfinda çok yogun bir ticarî faaliyeti de sahne oldu. Ayrica Mekke, yeryüzündeki bütün müslümanlarin kalplerinde yasattiklari ve oraya ulasip, Hac ibadetini yerine getirmek için büyük fedakârliklari göze aldiklari bir manevî sehir olma özelligini kiyamete kadar sürdürecektir.

HUNEYN SAVASI




Mekke'nin fethinden sonra Müslümanlarla Havazin Müsrikleri arasinda meydana gelen savas.

Rasûlüllah (s.a.s) Mekke'nin fethi için Medine'den ayrildigi zaman, nereye gidecegini açiklamamisti. Rasûlüllah'in Havazin kabilesi kendi üzerlerine gelebilecegi endisesiyle savas hazirliklari yapmisti. Müslümanlar Mekke üzerine yürüyüp orayi fethedince, Havazin kabilesi artik siranin kendilerine geldigini anladilar ve savas hazirliklarini tamamlayip kendilerinin saldirmalarinin daha uygun olacagini hesapladilar. Rasûlüllah bütün Arabistan'i tevhid bayragi altinda birlestirmek kararinda oldugu için, müslümanlarla müsriklerin er veya geç çatismalari kaçinilmazdi.

Havazinliler; Taifli Sakifogullari ve diger müsrik Arap kabileleri ile ittifak kurarak kisa bir zaman içinde yirmibin kisilik bir ordu hazirlamislardi. Havazinlilerin lideri Mâlik bin Avf, bu savasin bir ölüm kalim savasi oldugunun farkinda idi. Askerlerinin bütün güçleriyle savasmasini saglamak için kabilesinin bütün çocuklarini, kadinlarini ve mallarini birlikte getirmisti. Bu hareketiyle, bir yenilginin onlar için top yekûn yok olma anlami tasiyacagini herkese anlatmak istiyordu.

Rasûlüllah (s.a.s), müsrik kabilelerin bu ittifaklarini ve savas hazirliklarini haber alir almaz derhal savas hazirliklarina basladi. Hazirliklari süratle tamamladiktan sonra 12.III kisilik bir orduyla Mekke'den çikti. Islâm ordusunun dörtbini Ensardan, bini Muhacirlerden, besbini müslüman olan Arap kabilelerinden, ikibini de Mekkelilerden olusuyordu. Hatta Seksen kadar Mekkeli müsrik de onlarla birlikte idi. Müsriklerin baslica amaci, galibiyet halinde ganimetten pay almak ve müslümanlarin durumlarini görmekti.

Islâm ordusu muntazam bir yürüyüsle Huneyn civarina geldi. Islâm ordusunun böylesine büyük bir kuvvetle savasa çikmasi müslüman savasçilar üzerinde son derece büyük bir etki uyandirdi. Hatta içlerinden bazilari isi kibir noktasina kadar götürerek böyle büyük bir ordunun asla yenilemeyecegini düsündüler. Bunu Rasûlüllah'a açikça söyleyenler bile oldu. Rasûl aleyhisselam bu sözlerden hiç hoslanmadi. Çünkü, ordu ne kadar büyük ve kuvvetli olursa olsun, gurur ve ihmal yüzünden darma dagin olabilirdi. Müslümanlari simdiye kadar zafere ulastiran sayilari ve kuvvetleri degil, Allah'a olan imanlari ve Allah'in yardimi idi. Bunu unutmak, kulluk bilincinin zedelenmesine ve her zaman felâketlere neden olmustu.

Mâlik bin Avf, ordusuyla Huneyn'e daha önce gelmisti. Huneyn, Mekke ile Tâif arasinda, Tihame bölgesinde birçok inisli çikisli, dar geçitleri ve gizli yollari olan genis bir vâdidir. Mâlik, vadinin dogal durumundan yararlanarak ordusunu pusuya yatirdi.

Rasûlüllah Huneyn civarina gelince bir yoklama yaparak Islâm ordusuna savas düzeni aldirdi. Ögütler vererek çarpismaya tesvik etti; sadakat ve baglilik gösterirler, güçlüklere gögüs gererek dayanirlarsa zafere ulasacaklarini müjdeledi.

Islâm ordusunun öncü süvârî birliginin kumandani Halid b. Velid idi. Ordu Huneyn vadisine dogru hareket etti. Halid b. Velid gururlu bir sekilde, düsmanin pusu kurmasi ihtimalini hiç hesaplamaksizin düsmanin isgal ettigi tahmin edilen yere dogru ilerledi. Fakat hiç ummadiklari bir anda müthis bir saldiriya ugradilar. Askerler ne yapacaklarini sasirdilar. Bu ani ve amansiz saldiri, Halid b. Velid'in komuta ettigi Süleymogullari atlilari arasinda büyük bir bozguna yol açti. Geriye dönüp hizla kaçmaya basladilar. Korku ve panik bir anda asil ordu içinde de yayildi. Ordu saskin bir vaziyette kaçismaya basladi.

Yirmi yildir çetin mücadelelerle elde edilen parlak sonuç, simdi, bu sabahin alaca karanliginda bir anda sönüp gidecek miydi? Hayir. Allah, Rasûlünü birakmaz, dünya yine sirkin karanligina dönemez, tevhid dini sönmezdi. Ufuktan günes dogmadan, sabahin alaca karanliginda, Islâm'in günesi batamazdi. Yalniz Allah'in emir buyurdugu üzere sabretmek, dayanmak gerekiyordu.

Rasûlüllah da öyle yapti. Yaninda sadece Hz. Ali, Hz. Abbas, amcasi Haris'in oglu, Ebu Süfyan ve iki oglu (ki birisi ilk anda sehid olmustur) Fazl ibn Abbas, Eymen ibn Ubeyd (Rasûlüllah'in azadlisi Ümmü Eymen'in oglu) ve Üsame Ibn Zeyd'den olusan sekiz kisi kalmisti. Buna ragmen büyük bir kahramanlik ve dayanaklilik örnegi göstererek yaninda kalan bir avuç müslümanla birlikte savasa koyuldu. Hz. Abbas, Rasûlüllah (s.a.s)'e bir zarar gelmemesi için atinin dizgininden tutmus, çevrelerini saran düsmani yarmaya çalisiyordu.

Bu arada, bazi Mekkeliler müslümanlarin dagilisini görünce, sevinç duygularini gizlemeye bile gerek görmeden kalblerinde bulunani dile getiriyorlardi. Çantasinda tasidigi fal oklariyla savasa gelen Ebu Süfyan b. Harb, "artik onlarin bu bozgunlari denize varincaya kadar sürer. Andolsun ki Havazinliler onlari yener" derken, Safvan b. Ümeyye'nin sözde müslüman olan kardesi Kelede, "Muhammed ile ashabinin bozguna ugradiklarim müjdelerim; artik bugün sihir bozuldu" diyordu. Uhud'da öldürülen Kureys'in sancaktari Osman ibn Ebi Talha'nin oglu Seybe ise, "Bugün Muhammed'den intikam aliyorum" diye bagiriyor, firsattan istifade ederek Rasûl aleyhisselâmi öldürmenin yollarim ariyordu.

Savasin kargasasi içinde Rasûlüllah vadinin sag tarafina dogru çekildi. Câbir'den yapilan bir rivâyete göre Rasûlüllah (s.a.s) kaçisan müslümanlara, "Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Ben Rasûlüllahim, Ben Muhammed b. Abdullah'im" diye sesleniyordu. Fakat develer birbirine giriyor, insanlar alabildigine kaçisiyordu. Bunun üzerine Rasûl aleyhisselâm yanindaki Hz. Abbas'tan müslümanlari çagirmasini istedi. Hz. Abbas yüksek sesle "Ey Akabe'de biat eden Ensar, gelin! Ey Ridvan agaci altinda bey'at edip söz veren Muhacirler, dönün! Muhammed buradadir! Nereye gidiyorsunuz?" diye bagirmaya basladi. Bu çagriyi duyanlar "lebbeyk" diyerek kosup Rasûlüllah'in çevresinde toplanmaya basladilar.

Rasûlüllah (s.a.s), çevresinde toplanan müslümanlari muntazam bir birlik haline getirerek düsmana karsi saldiriya geçti. Çarpismanin olaganüstü bir siddet kazandigi sirada "Iste ocak simdi kizisti" buyuran Rasûlüllah, yerden bir avuç toprak alip düsmanlarin üzerine firlatti.

Çarpisma siddetle sürerken Hz. Ali büyük bir fedâkarlik ve teslimiyet örnegi göstererek Havazin kabilesinin sancaktarini öldürmeye muvaffak oldu. Bu olay müslümanlarin savas güç ve isteklerini bir kat daha artirdi. Savas öylesine siddet kazanmisti ki, düsman bu kesin taarruza karsi koyamayarak hezimete ugradi ve kaçmaya basladi.

Allah'in yardimi bir kere daha yetismisti. Allah müslümanlari sinamis, bir anlik gafletlerinin sonucunu onlara aci bir sekilde göstermisti. Bu savastan sonra nazil olan bir âyette bu durum söyle dile getirilmektedir: "Andolsun ki. Allah size birçok yerlerde ve çoklugunuzun sizi böbürlendirdigi fakat bir faydasi olmadigi, yeryüzünün genis olmasina ragmen size dar gelip de bozularak arkanizi döndügünüz Huneyn gününde yardim etmisti" (et-Tevbe, 9/25).

Rasûlüllah (s.a.s) düsmanin kaçmaya basladigini görür görmez derhal takip edilmesini emir buyurdu. Düsman gayet siddetli bir sekilde takip edilmeyle baslandi. Havazin kabilesi reisi Mâlik bin Avf yaninda az bir kuvvet oldugu halde yüksek bir tepe üzerinden ordusunun geri çekilmesini himaye etmeye çalisti. Fakat ordu ile birlikte getirdigi kadin ve çocuklari savunma basarisini gösteremedi.

Bu savasta müslümanlar düsmandan çok sayida esir ve ganimet elde ettiler. Savasta öldürülmüs olanlarin miktari sayildiginda Islâm ordusunun bes sehid, düsman ordusunun ise yetmis kayip verdigi anlasildi.

Düsman ordusu daginik biçimde ve degisik yönlerde geri çekildigi için birçok kollara ayrildi. Bir kismi Mâlik bin Avf komutasinda olduklari halde Mekke-Taif yolunu izleyerek Taif kalesine, bir kismi Batn-i Nahle'ye, bir kismi da Evtâs taraflarina gittiler.

Rasûlüllah Evtâs yönünde kaçanlari izlemek üzere bir birlik görevlendirdi. Bu birlik düsmana Mekke'nin kuzey dogusunda bulunan Evtâs'a vardi. Aralarinda son derece kanli bir savas oldu. Hatta savas sirasinda müslüman birligin komutani Ebu Amr sehid oldu. Fakat onun yerine geçen kardesi Ebu Mûsâ el-Es'arî düsman kesin bir yenilgiye ugratti.

Rasûlüllah (s.a.s) bu zaferden son derece büyük bir memnunluk duydu. Elde edilen ganimeti münasib bir zamanda müslüman savasçilar arasinda taksim etmek üzere bir sahabenin muhafazasina birakan Taif` kalesine siginan düsmani takiben Taif'e dogru hareket etti. Huneyn savasiyla Arap yarimadasinin Sirkten temizlenmesi ve tevhidin hakim kilinmasi yolunda önemli bir adim daha atilmis oluyordu .

Kullanıcı avatarı
büşra
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 810
Kayıt: 05 Tem 2006 [ 18:24 ]

Mesaj gönderen büşra »

EVTAS OLAYI

Hicretin sekizinci yilinda Huneyn gazvesinden sonra meydana gelen olay.

Mekke'nin fethinden sonra Nasrogullari kabilesinden Mâlik b. Avf liderliginde Hevâzin ve Sakif kabilelerinden olusan müsrik ordusu müslümanlara savas açmis ve kadin, çocuk ve esyalarini da ordunun arkasina alarak Huneyn vadisine gelmislerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) de müslüman ordunun hazirlanmasinda henüz müslüman olmamis müsrik Savfan b. Umeyye'den ordunun silah ve teçhizatini borç almak seklinde saglamis ve Islâm ordusu asilerin üzerine gitmisti. Ancak müslüman askerler çokluklariyla övünerek tedbirsizce ilerlerken Mâlik b. Avf'in askerleri onlari ok yagmuruna tutarak bozguna ugrattilar. Savas alaninda Hz. Peygamber (s.a.s.) ve en yakin ashâbi kalirken, müslüman askerler geri kaçmaya basladilar.

Müslümanlar çokluklariyla magrur olmuslardi. Kelede b. Hanbel, "Bugün sihir bozuldu" derken, Seybe b. Osman b. Ebi Talha adli müsrik de Uhud savasinda öldürülen babasinin intikamini almak için Hz. Peygamber (s.a.s.)'e saldirdi; ancak bir mucize eseri eli kolu baglandi kaldi. Daha sonra o söyle dedi: "Resulullah'i öldürmek istedim, ancak basima bir hal geldi, hatta kendimden geçtim, onu öldürmeye güç yetiremedim, nihâyet onun korunmus oldugunu anladim" (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 72-80).

Bu sirada Abbâs b. Abdülmuttalib'in gür sesini duyan müslümanlar tekrar toplandilar ve mevzilerinden çikan kâfirleri bozguna ugrattilar. Mâlik b. Avf Taif'e kaçarken, bir kisim düsman askeri de çocuk, kadin ve esyalariyla Nahle ve Evtas ovalarina çekildiler.

Hz. Peygamber (s.a.s.) esir ve ganimetlerin Cirâne'de bekletilmesini emrederek Mâlik b. Avf'i tâkip etti; onun sigindigi Tâif'i haram aylardan Zilkâde girinceye kadar kusatti, sonra Cirâne'ye döndü (Ibn Sa'd, Tabakat, II, 114 vd.; Ibn Hisâm, es-Sîre, IV, 128).

Hz. Peygamber (s.a.s.) Ebû Amir Es'ârî'yi Evtâs'daki asilerin üzerine yolladi. Ebû Âmir savasirken sehid düsünce yegeni Ebû Musa el-Es'ari, yerine geçerek âsileri yendi; baslarinda bulunan Düreyd b. Simme'yi öldürdü; esirler ve ganimetlerle Hz. Peygamber'in yanina döndü. Esirler arasinda Hz. Peygamber'in süt kardesi olan Sa'd b. Bekirogullari kabilesinden Seymâ binti Hâris de bulunuyordu. Onu Hz. Peygamber'in huzuruna çikardilar. Hz. Peygamber, onun süt kardesi oldugunu ve sütannesi Halime'nin yillar önce öldügünü duyunca, gözleri doldu. Süt kardesine yaninda kalabilecegini söyledi; fakat o, kabilesine dönmek istedi. Hz. Peygamber de onu yanina bir köle, iki cariye v.b. hediyelerle kabîlesine geri gönderdi.

Allahu Teâlâ, Kur'an-i Kerîm'de, müslümanlarin bu savastaki halini söyle anlatmaktadir; "Huneyn gününde de hani çoklugunuz, sizi gurura sevketmisti de, size fayda vermemisti. Yeryüzü, bunca genisligiyle size dar gelmisti. Sonra ardiniza dönüp, kaçmistiniz. Sonra Allah, Resulune ve müslümanlarin üzerine sükûnet ve huzurunu indirdi" (et-Tevbe, 25/26).

Hz. Peygamber, Taif'ten döndükten sonra Cirâne'de Havâzin kabilesinin heyetini kabul etti. Onlar, müslüman oldular, esir ve ganimetlerini istediler. Hz. Peygamber, kadinlarini verdi, mallarini ise ganimet olarak birakti. Bu sirada kadin esirlerden bazilarini ellerinde bulunduran müslümanlardan yeni Islâm'a girmis olan Mekkelilerden Akra b. Habîs, Uyeyne b. Hisn, Abbâs b. Mirdâs, ellerindeki esirleri vermek istemediler. Resulullah, "Onlari birakiniz; o esirlerden herbiri için kendisine düsecek ilk ganimetten size alti hisse verilecektir" dedi (H. Ibrahim Hasan, Islâm Tarihi, çev.: Ismail Yigit ve digerleri, Istanbul 1983, I,191). Hz. Peygamber, bu yeni müslümanlara, kalpleri Islâm'a isinsin diye, ganimetten fazlaca verince, ensâr, bu taksimden kirilmisti. Bunu belli edince, Hz. Peygamber, onlari bütün Arap kabilelerinden daha çok sevdigini söyledi; kendisinin de onlardan oldugunu belirterek, dua etti. Bunun üzerine ensâr, sevinçten agladi. Hz. Peygamber, onlara söyle hitap etmisti:

"Ey ensâr toplulugu, sizden gelen bir söylenti ve nefsinizde hissettiginiz öfke, bana ulasti. Siz müsrikken, Allah (c.c.) sizi benimle hidâyete ulastirmadi mi?.. Birtakim kimseleri Islâm'a kazandirmak, kalplerini Islâm'a Isindirmak için verdigim biraz dünyalik yüzünden bana kirildiniz. Halbuki ben, sizin dindeki samimiyetinize güvenmistim. Allah'a yemin ederim ki, eger Hicret olmasaydi, ensârdan bir fert olmayi tercih ederdim..."

Ensâr, "Biz, Allah'in Resulunün bizim payimiza düsmesine râziyiz..." dediler (Taberî, III, 138-139

CI'RÂNE OLAYI

Peygamber Efendimiz'in Huneyn gazvesinde elde edilen ganimetleri dagitimi sirasinda ortaya çikan hâdise.

Mekke Fethi'nden hemen sonra Hevâzin ve Sakîf kabilelerinin büyük bir ordu hazirlayarak harekete geçtigini ögrenen Peygamber Efendimiz, derhal Mekke'den takviye edilen ordusuyla düsman üzerine yürümüs, Huneyn'de Hevâzin ve Sakîf kuvvetlerine agir bir darbe vurarak büyük zayiat verdirmisti.

Huneyn'den kaçan düsman kuvvetlerinin bir kisminin Evtâs adli bölgede toplandigi, bir kisminin da Tâif kalesine çekildigi ögrenilince, Hz. Peygamber, Evtâs'a; önce Ebû Âmir el-Es'arî'nin idaresinde olup onun sehit düsmesinden sonra da Ebû Mûsâ el-Es'arî'nin idaresine geçen bir seriyye gönderdi ve buradaki düsman birligini tamamen dagitti.

Bunu tâkiben, kendisi, elde edilen ganimetleri Ci'râne mevkiinde birakarak, Tâif'e hareket etti ve kaleyi muhâsara altina aldi. Yirmi gün kadar süren muhasaradan sonra tekrar, ganimetlerin muhafaza edildigi Ci'râne bölgesine döndü.

Ci'râne, Mekke ile Tâif arasinda, Mekke'ye daha yakin bir mevki olup, burada ayni adi alan bir su kaynagi ve birbirine yakin su kuyulari vardir (Yâkût el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, Beyrut 1977, II, 142).

Peygamber Efendimiz burada on gün kadar, sayisi büyük bir miktar tutan esirleri ve bol miktardaki ganimeti askerleri arasinda taksim etmeksizin bekledi. Maksadi, müslüman olarak gelip kendisine müracaat edeceklerini ümit ettigi Hevâzin heyetine esirleri ve ganimet mallarini iade etmekti. Fakat Hevâzinliler gecikti. Bu arada henüz yeni müslüman olduklari için Islâmî bir suura iyice erememis ve mal hirslisi olan bazi bedevîler ile birtakim münâfiklar, ganimetleri kendilerine dagitmasi konusunda Hz. Peygamber'i zorladilar; hatta kaba tavirlarla O'nu rencide ettiler.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Beytü'l-mâl hissesi olarak 1/5'i yani Humus'u* ayirdiktan sonra, mevcut esirleri ve ganimeti askerleri arasinda taksim edip dagitti. Fakat bu taksimattan sonra Hevâzin heyeti gelip kabile olarak müslüman olduklarini belirttiler ve esirler ile mallarinin iadesini istediler. Taksimat dolayisiyla Peygamber Efendimiz bu ikisinden ancak birisinin iadesini saglayabilecegini ifade etti ve Hevâzinliler'in istegi üzerine esirler kendilerine, Islâm askerlerinin rizasi alinarak geri verildi. Iadeye razi olmayan bazilarina da ilk zaferde bunu fazlasiyla telafi edecek ganimet verilecegi va'dedilerek is halledildi. Bu arada esirler arasinda bulunan Hz. Peygamber'in Hevâzinli süt kardesi Seymâ bint el-Hâris, Peygamber Efendimiz'e gelerek O'nun iltifatlarina mazhar olmustu.

Bunun ardindan Hz. Peygamber, Beytü'l-mâl hissesi olarak ayrilan ve harcama yetkisi tamamen kendisinde bulunan Humus'tan müellefe-i kulûb (kalbleri Islâm'a isindirilacak kimseler)'a bol ihsanlarda bulundu. Bunlar daha ziyade, Mekke fethi ile yeni müslüman olmus Kureysliler ve Kureys reisleri ile bazi bedevî kabile reisleri idi. Bu fondan, samimi müslümanlara, bu arada Ensâr'a hiç hisse verilmemisti. Çünkü onlar Islâm'a mal kaygusuyla bagli degildiler. Ama bu dagitim, bazi sizlanmalara, hatta itirazlara sebep teskil etti.

Ensâr içerisinde bulunan bir münâfik: "Bu, Allah'in rizasi gözetilmemis bir dagitimdir." dedi. Diger kabile reislerine oranla kendisine daha az ganimet verilmis olan Süleym kabilesi reisi Abbâs b. Mirdâs, söyledigi bir siirle bu duruma itiraz etti. Bunlara karsi Peygamber Efendimiz sabir gösteriyor ve mümkün oldugu derecede istekleri yerine getiriyordu. Bu sirada Temîm kabilesinden Zü'l-Huveysira adinda biri, Hz. Peygamber'in karsisina çikip kaba bir sekilde: "Âdil ol ey Muhammed! Senin adil davranmadigini görüyorum." deme küstahliginda bulundu. Bu tavrina karsi ashab-i kirâm'dan bir kismi onu öldürmek için Hz. Peygamber'den müsâade istedilerse de Peygamber Efendimiz buna izin vermedi ve: "Bunun öyle taraftarlari olacak ki, bunlarin namazi karsisinda sizden biri kendi namazini az görecek; bunlarin orucu karsisinda kendi orucunu az bulacak. Bunlar Kur'an okuyacaklar; ama Kur'an bogazlarindan asagi inmeyecek. Bunlar, okun avi delip süratle çikip gittigi gibi Islâm'dan süratle çikacaklar... " buyurdu. Hz. Ali döneminde ortaya çikan Hâricîler'in bu adam ve taraftarlarindan olustugu söylenir. (Bu konuyla ilgili hadisler ve muhtelif varyantlar için bk. Buhârî, Menâkib, 25; Megâzî, 61; Müslim, Zekât, 142-160) Fakat bu sirada Hz. Peygamber için bütün bunlardan daha üzücü bir hâdise cereyan etti. Münâfiklikla itham edilemeyecek ve Islâm'a aslinda samimiyetle bagli bazi Ensâr gençlerinde bu dagitim dolayisiyla sizlanmalar görüldü. Bunlar: "Allah, Rasûlüne rahmet etsin; kiliçlarimizdan henüz Kureysliler'in kani akarken Rasûlullah bizi birakiyor da Kureysliler'e ihsânda bulunuyor!" diyorlardi. Dostlarindan gelen bu sözleri duyunca fevkalâde üzülen Peygamber Efendimiz, tüm Ensâr'i büyük bir çadirda toplayip, kulagina gelen sözlerin mahiyetini sordu. Ensâr ileri gelenleri ve büyükleri, kendilerinin ve Ensâr'in büyük çogunlugunun da bu sözleri tasvip etmediklerini, ancak bâzi Ensâr gençlerinin art niyet tasimaksizin, sâdece kendilerine de ihsanda bulunulmasini arzu ederek böyle söylediklerini belirtip onlar adina özür dilediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kalkip etkili bir konusma yapti. Konusmasinda: "Ey Ensâr! Kendilerine mal verdigim bu adamlar, mal ve mülkleri ile, deve ve koyun sürüleri ile yurtlarina dönerken, siz araniza Allah'in Rasûlü'nü alip memleketinize dönmeye razi degil misiniz? Ben, bu kimselere ancak kalblerini Islâm'a kazanmak için ihsanda bulunmusumdur" buyurarak bu dagitiminin hikmetini açikliyor, bu arada Ensâr'a verdigi deger ve önemi de belirtiyordu. Rasûlullah'in konusmalarindan sonra tüm Ensâr, büyük bir heyecan ve gözyasi içinde O'ndan özür dilediler.

Böylece taksimat isi tamamlandiktan sonra Peygamber Efendimiz, ihrama girerek Mekke'ye umre yapmaya gitti. Umreyi îfasindan sonra tekrar Ci'râne'ye gelip ashabi ile Islâm devletinin merkezi Medine 'ye avdet etmek üzere Ci'râne'den ayrildi.

Burada bu günlerin ve bu olaylarin hatiralarini tasiyan bir de mescid vardir. (Ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1966, IV, 352-368)

TEBÜK SEFERI




Hz. Peygamber'in Hicretin dokuzuncu yilinda, Sam'da toplanan kirkbin kisilik Bizans ordusuna karsi çarpismak üzere Medine'den Tebük'e kadar sevkettigi en son ve en güçlü askerî hareket.

Tebük arap yarimadasinin kuzeyinde Medine ile Sam'in ortasinda bir yerin adidir. Suyu ve hurmaligi olan bir yerdir. Bu savas yolculugunun son ucu burasi oldugu için "Tebük Gazasi" adi ile anilmistir. Bu seferde savas olmamis fakat en güçlü bir Islâm ordusu techiz edilmis, böylece askerî ve siyasî açidan önemli bir zafer kazanilmistir.

Seferin nedeni: Bizans Imparatoru Heraklius'a bir mektup yazan Suriye'li hristiyanlar, Muhammed'in öldügünü, müslümanlarin da kitlik ve yokluk içinde perisan olduklarini, üzerlerine asker gönderilirse, onlari kendi dinine katmanin tam zamani bulundugunu bildirdiler (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VI, 191). Bunun üzerine Heraklius silahlandirdigi kirk bin kisilik askeri bir gücü Kubad'in komutasi altinda yola çikardi. Cüzam, Lahm, Gassân ve Âmile adini tasiyan arap kabilelerinin de Rumlarla birlikte hareket edecek!eri haberi Medine'ye ulasti. Zaten Allah'in elçisi kuzey sinirindan güvende degildi. Böyle bir askerî harekât hazirligini ögrenince genel seferberlik ilân etti. Allah'in Resulu diger gazvelerde genellikle seferin nereye olacagini gizli tutarken bu defa Bizans ordusuna karsi bir sefer düzenlenecegini açiklamisti. Çünkü gidilecek yer uzak, havalar sicak ve kurak, düsman güçlü idi. Ordunun buna göre hazirlik yapmasi gerekiyordu. Mekke'den ve diger arap kabilelerinden asker toplamak için de görevliler çikarilmisti.

Sicak, kuraklik, kitlik, uzaklik ve güçlü düsman unsurlari bu seferi "güç ve zor bir sefer" haline getirmisti. Bu yüzden seferin rastladigi zamana Kur'an-i Kerim'de "Sâatü'l-usre" (güçlük zamani) denilmis, bu sefere de Kur'an dilinden alinarak "Gazvetü'l usre (zorluk gazâsi)" adi verilmistir. Bu sefere katilan orduya da "Ceysü'l-usre (Güçlük ordusu)" denilmistir (bk. et-Tevbe, 9/117; ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc ve Serh, Kamil Miras, 6. Baski, Ankara 1983, X, 4I8, 4I9; Ibn Ishak, Ibn Hisam, es-Sîre, IV, 161; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 75; Vâkidî, Megâzî, III, 991).

Hz. Peygamber savas için hazirlik yapilmasini emrettigi zaman mevsimin olumsuzluklari, ürünün hasat zamani olusu ve insanlarin yazin sicaginda agaç gölgesinde oturmayi sevmesi yüzünden, böyle sikintili bir yolculuga isteksizlik vardi. Ashab-i kiramin agir davranmasi dikkati çekmisti. Bu yüzden Allah'u Teâlâ müminleri söyle uyardi:

"Ey iman edenler! Size ne oluyor da: Allah yolunda cihata çikin, denildiginde, bazilariniz agirdan alarak, bulundugunuz yerden kimildamak istemiyorsunuz? Yoksa siz ahireti birakip, sadeœ dünya hayatina mi razi oldunuz? Halbuki dünya hayatinin geçici zevki ahiret saadeti yaninda pek az ve degersizdir" (et-Tevbe, 9/38). Devami ayetlerde, eger bu cihata çikmazlarsa can yakici bir azapla karsilasacaklari, bunun zararinin Allah'a degil kendilerine olacagi, Allah'in Resulune yardim etmeseler bile, Allah'in O'na yardim edecegini, nitekim Mekke'den hicret ederken de Resulullah'a yardim edildigi, magarada da o, arkadasina; "üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu, böylece Allah'in Resulune emniyet ve güven verdigi, simdi de ayni yardimi yapabilecegini bildirdi (et-Tevbe, 9/39, 4I).

IIslâm toplumu su ayetle topluca cihata çagrildi: "Ey müminler! Güçlünüz zayifiniz hep birlikte savasa kosun. Allah yolunda mallarinizla canlarinizla cihat edin. Eger bilirseniz bu sizin için daha hayirlidir" (et-Tevbe, 9/41).


SAHABENIN ORDUYA YARDIMLARI:

Hz. Peygamber her gün minberine oturur ve "Allahim! Sen su bir avuç Islâm toplumunun yok olmasina firsat verirsen, artik yeryüzünde sana ibadet olunmaz" diyerek yalvarir ve müminleri mallariyla ve canlariyla cihata tesvik ederdi. Bunun üzerine servet sahibi müminler orduya yardim getirmeye basladilar.

Hz. Ömer bu sefere dörtbin dirhem gümüs para (bes dirhem yaklasik bir koyun bedeli) getirmis ve Hz. Peygamber'in "Geride ne biraktin?" sorusuna "malimin yarisini" diye cevap vermistir (Ibn Esîr, Üsdü'l-Gâbe, III, 326-327; M. Asim Köksal, Islâm Tarihi, 2. baski, Istanbul, t.y., IX, 156, 157). Hz. Ebû Bekir de dörtbin dirhem getirince, Allah elçisinin "Aile fertleri için ne biraktin?" sorusuna; "Onlara Allah ve Resulunü biraktim" diye cevap verince, bunu isiten Hz. Ömer hayir yarisinda Ebû Bekir'i geçemeyecegini belirterek aglamistir (Vakidî, Megâzî, III, 991; Ibnü'l-Esîr a.g.e., III, 327).

Abdurrahman b. Avf da sekizbin dirhem sermayesinin yarisini getirince Allah elçisi; "Allah senin getirip verdigini de, ev halkin için ayirdigini da bereketlendirsin" (Vâkîdî, Megâzî, III, 991; Taberî, Tefsir, X, 197) diye dua etmistir.

Hz. Osman ise ordunun techizinde en büyük yardimi yapmisti. O, üçyüz deve, yüz at bagislamis, ayrica bin altin lirayi Resulullah'in kucagina dökünce, Allah elçisi; "Ey Allah'im! Ben Osman'dan râziyim, sen de razi ol" diye dua etmis ve Osman'in bundan sonra olmus olacak seylerden bir sorumlulugunun bulunmayacagini bildirmistir (bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 75; Vâkidî, a.g.e., III, 991; Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, IV, 161). Ayrica Hz. Osman'in birer altin sarfi ile onbin askeri techiz ettigi, su içtikleri kaplarin agiz baglarina ve aski iplerine kadar saglanmadik ihtiyaçlarinin birakmadigi nakledilmistir. (Vâkidî, Megâzî, III, 991; Belâzurî, Ensâbü'l-Esraf, 1, 368).

Malî durumu zayif olanlar da ellerinden gelen yardimi yapiyorlardi. Hz. Peygamber; "Kim bugün bir sadaka verirse sadakasi kiyamet günü Allah katinda onun lehine sahitlikte bulunacaktir" buyurunca, bir adam basina sardigi sarigi vermis, siyah, hor görünüslü bir yoksul da çok güzel bir deveyi bagislayip gitmisti. Ebû Ukayl iki ölçek hurma karsiliginda sabaha kadar su çekmis, bir ölçegini ev ihtiyaci için ayirmis, bir ölçegini de orduya bagislamisti. Hz. Peygamber onun için de hayir ve bereketle dua etti (Taberî, Tefsir, X, 194, 195). Baska bir yoksul Ulbe b. Zeyd ise mali, mülkü, biniti olmadigi için cihata hiçbir katkisi olamayisindan çok üzgündü. Gece namazindan sonra Allah'a niyazda bulundu, imkânlarinin olmayisindan yakindi. Ertesi gün sikilarak, alay edilmeyi göze alarak çok az bir meta'i Hz. Peygamber'e getirdi. Bu da sadakalara karistirildi. Ertesi gün Hz. Peygamber az bir sadaka veren bu yoksulu davet etti ve söyle buyurdu: "Muhammed'in varligi, kudreti elinde bulunan Allah 'a yemin ederim ki, sen sadakasi kabul olunanlarin Divan'ina yazildin" (Ibn Kayyim, Zâdu'l-Meâd, Misir 139I/197I, III, 4; Vâkidî, a.g.e., III, 994; Ibn Hacer, el-Isâbe, II, 5II).

Kadinlar da ellerinden gelen yardimi yapmaktan geri durmuyorlardi. Ümmü Sinan el-Eslemiyye söyle anlatir: "Hz. Âîse'nin evinde Resulullah (s.a.s)'in önüne serilmis bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler, bazubentler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarini baglayacak bir takim kayislarla, kadinlar tarafindan gönderilen ve savasta ise yarayabilecek bir takim seyler bulunuyordu" (Vâkidî, Megâzî, III, 991, 992).

Tebük Seferi ve Münafiklar:

Münafiklar müminleri basariya götürebilecek her önemli iste oldugu gibi gerek Tebük gazvesi hazirliklari ve gerekse yolculuk sirasinda bozgunculuk yapmaktan geri durmadilar.

Münafiklarin basi Abdullah b. Ubey b. Selül; "Muhammed Roma devletini oyuncak mi saniyor? Onun ashabiyla birlikte yakalanip esir olacaklarini gözümle görmüs gibi biliyorum" diyerek halka korku ve ümitsizlik vermeye çalisiyordu (Ahmet Cevdet Pasa, Peygamberlerin Kissalari ve Halifelerin Tarihleri, Istanbul 1977, I, 2I6).

Münafiklardan bir topluluk hiçbir özürleri olmadigi halde Tebük seferine katilmamak için Hz. Peygamber'den izin istediler. Allah'in Resulu seksenden fazla münafiga izin verdi. Kimi münafiklar da ganimet almak için Tebük ordusuna katilmis ve gittikleri yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri durmamislardir (Ibn Ishak, Ibn Hisam, Sîre, 16I vd.; Taberî, Tarih, III, 142 vd.; Vâkidî, Megâzî, III, 995; et-Tevbe, 9/66).

Orduya özürsüz katilmayan münafiklarla ilgili çesitli ayetler indi. Bazilari sunlardir: "Onlardan bazisi peygambere: "Bana izin ver, beni fitneye düsürme" diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düsmüslerdir. Süphesiz cehennem, kâfirleri çepeçevre kusaticidir" (et-Tevbe, 9/49). "Cihatdan geri kalanlar, Allah'in Resulune muhalefet ederek oturup kalmalarina sevindiler. Allah yolunda mallariyla canlariyla cihat etmeyi hos görmediler. "Bu sicakta savasa çikmayin " dediler. De ki: "Cehennem atesi daha sicaktir". Keske bilseydiler. Yaptiklarinin cezasi olarak, artik az gülsünler çok aglasinlar" (et-Tevbe, 9/81, 82; ayrica bk. 9/42-48, 63-64, 79, 83, 86, 87, 9I, 93-96).

YAHUDI SÜVEYLIM 'IN EVININ YAKILMASI:

Münafiklardan bazi kisilerin Yahudi Süheylim'in Casum mevkiindeki evinde toplanip, Tebük gazasina çikacak halki Hz. Peygamber'in etrafindan dagitmak üzere toplandiklari haber alindi.

Bunun üzerine Allah elçisi Talha b. Ubeydullah'i (ö. 36/656) bazi sahabelerle birlikte onlara gönderip Süveylim'in evini atese vererek üzerlerine yikmasini emretti. Emir yerine getirildi. Dahhâk b. Halîfe evin damindan atlayinca ayagi kirildi. Ibn Übeyrik ve arkadaslari ise damdan atlayip kaçtilar (Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, IV, 16I; Diyarbekri, Hâmis, II, 124).

IHMALCILIK YÜZÜNDEN SEFERE KATILMAYAN MÜSLÜMANLAR:

Mümin olduklari halde ihmalcilik yüzünden sefere katilamayanlar da olmustu. Bunlar: Kâ'b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî' ve Hilâl b. Ümeyye (r. anhüm) idi.

Kâ'b b. Mâlik; Akabe'de Hz. Peygamber'e bey'at etmis, Bedir disinda tüm gazalara katilmisti. Tebük seferine katilmak için her türlü imkâna sahip oldugu halde sirf ihmalciligi nedeniyle bu gazaya katilamadigini söyle belirtmistir: "Hz. Peygamber bu gaza için hazirlanmaya basladilar. Ben de onlarla birlikte yol hazirligini görmek üzere sabahleyin evden çikip dolasir, hiç bir is görmeden aksam üzeri döner, gelirdim. Kendi kendime; hazirlanmak için çok vaktim var, derdim. Bu ihmalcilik bende sürdü gitti. Sonunda Resulullah ve ashabi birden yola çikiverdiler" (Vâkidî, Megazî, III, 997, 998).

Diger iki sahabe de benzer ihmal içinde olup gecikmisler ve sefere katilmamislardi. Ancak daha sonra bu üç sahabe ruhen çok daraldi ve dünya kendilerine dar geldi. Onlarin bu sikintisi Kur'an-i Kerîm'de söyle açiklanir: "Ve savastan geri kalan o üç kisinin tövbesini de kabul etti. Bütün genisligine ragmen yeryüzünün kendilerine dar geldigi, ruhlari son derece sikildigi, Allah'tan baska bir siginak olmadigini anladiklari zaman tövbe etsinler diye, Allah onlari bagislamisti. Süphesiz ki, Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandir" (et-Tevbe, 9/118).

ÖZÜR NEDENIYLE SEFERE KATILAMAYANLARIN ECRE ORTAK OLUSU:

Ashab-i kiramdan mesrû özürleri yüzünden Tebük gazvesine katilamayanlarin, katilan askerlerin kazandigi tüm ecre ortak olduklari hadis-i serifle sabittir.

Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayete göre Hz. Peygamber Tebük seferi sirasinda söyle buyurmustur: "Medine'de bir topluluk kalmistir ki, biz bir dag yolunda, bir vadide her yürüyüsümüzde, onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasil bizimle birlikte olur?" diye sorunca da; "Onlari burada bulunmaktan (hastalik, gücü yetmemek gibi) mesrû özürleri menetmistir" (Buhârî, Cihâd, 14I, Temennî, 9, Menâkibu'l-Ensâr, 1, 3, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkib, 65; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 3II)

TEBÜK'E BÜYÜK YOLCULUGA IMKÂN BULAMAYANLARIN AGLAYISI:

Varlikli sahabelerin yardimi ile ihtiyaçli gaziler techiz ediliyor, fakat sayi çok fazla oldugu için bu yardim da yetismiyordu. Islâm tarihinde "aglayanlar" diye anilan yedi kisi Resulullah (s.a.s)'a gelerek, bu gazveye katilmak istediklerini, fakat binit ve yiyeceklerinin bulunmadigini bildirdiler. Hz. Peygamber'in kendilerine binit kalmadigini söylemesi üzerine bu yedi kahraman aglayarak geri dönmüslerdi. Bunlar Salim b. Umeyr, Ulbe b. Zeyd, Ebû Leylâ el-Mâzinî, Seleme b. Sahr, Irbâd b. Sâriye; bir rivâyete Abdullah b. Mugaffel ve Ma'kil b. Yesâr veya Amr b. Gunme (r. anhüm)'dür. Onlarin bu hali Kur'an-i Kerim'de söyle haber verilir: "Cihada çikabilmek için binek vermen için sana geldikleri vakit: "Size verecek bir binit bulamiyorum" dediginde, savas araç ve gereçleri bulamadiklarini üzülüp gözleri yasla dolu olarak geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur" (et-Tevbe, 9/92).

Bunun üzerine bu yedi mücahidden ikisine Ibn Yamin, ikisine Hz. Abbas b. Abdilmuttalib, üçüne de Hz. Osman binit saglamistir (Ibn Ishak, Ibn Elisâm, Sîre, IV, 161, 162; Vâkidî, Megâzi, III, 994; Taberî, Tarih, III, 143).

TEBÜK YOLCULUGUNUN BASLAMASI:

Hz. Peygamber (s.a.s) Tebük gazasini Medîne'den Hicretin 9. yili Recep ayinda persembe günü çikmisti. Çünkü O, cihada persembe günü çikmayi severdi. Bu, Resulullah (s.a.s)'in sonuncu gazasi oldu.

Medine'de vekil birakilan Hz. Ali için münafiklarin "Muhammed, Ali'yi onda görüp hoslanmadigi bir sey için geri birakmistir" gibi dedikodular yapmasi üzerine, Hz. Ali silahlanip Cürf mevkiinde Hz. Peygamber'e yetisti. Resulullah'in gelis nedenini sormasi üzerine hakkindaki dedikodudan söz etti. Hz. Peygamber; "Onlar yalan söylemislerdir. Ben seni arkamda biraktiklarima vekil tayin ettim. Hemen geri dön, gerek benim ev halkim ve gerekse senin ev halkin içinde vekilim ol. Sen bana göre, Musa'ya göre Harun'un durumunda olmak istemez misin? Ancak benden sonra Peygamber gelmeyecektir" dedi. Hz. Ali; "Ey Allah'in elçisi öyledir" diye cevap verdi ve Medîne'ye geri döndü" (Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, IV, 163, Ibn Sa'd, Tabakât, III, 24 25, Taberî, Tarih, III, 144, Ibnü'lEsîr, el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 278).

Hz. Peygamber'in komutasindaki onbin kisilik Islâm ordusu Medine'den Tebük'e kadar onsekiz yerde konakladi, ondokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu. Bu konaklama yerlerinde namaz kilinan yerler günümüzde de adlariyla mescit olarak bilinmektedir. Zülhusub, Feyfâ, Zülmerve, Rak'a ve Vâdilkurâ mescidleri gibi .

Yolculuk sirasinda ve konaklama yerlerinde pek çok ibretli ve hikmetli olaylar vuku buldu. Allah'in elçisi yol boyunca ögütlerini sürdürdü. Bunlardan bazilari sunlardir:

1) Sekizinci konaklama yeri olan Hicr'da olanlar:

Hicr, Semûd kavminin yasayip helâk oldugu yerdir. Salih Peygambere isyan eden bu toplulugu Yüce Allah korkunç bir haykirisla helâk etmisti (bk. el-A'râf, 7/73-9; el-Hicr, 15/8I-84; es-Suarâ, 26/141-159; Hûd, 11/61-68; en-Neml, 27/45-53). Hz. Peygamber bu kavmin mucizeleri gördükleri halde peygamberlerine karsi gelmelerini açikladi ve bu yerden hizli geçilmesini emir buyurdu.

Hicr kuyularindan alinan sulari döktürdü ve bununla hazirlanan ekmek hamurlarinin develere yedirilmesini emir buyurdu (Vâkidî, Megâzî, III, 1II8; Ahmed b. Hanbel, II, 9: Asim Köksal, a.g.e., IX, 185 vd.). Böyle hüzünlü bir beldeye nes'eyle girilmesini, Hicr'da oturan halkla temas etmemelerini emir buyurdu (Vâkidî, Megâzî, III, 1II8; Ahmed b. Hanbel, V, 231).

Allah elçisi, Hicr'da gece siddetli kasirganin kopacagini, bu yüzden kimsenin yaninda arkadasi olmaksizin disari çikmamasini ve develerin dizlerinin baglanmasini bildirdi. Kasirga çikti ve uyariya uymayan iki kisiden birisi nefes darligina ugradi, digerini firtina sürükledi.

Mücahitler Hicr'da sabahlayinca siddetli susuzlukla karsilastilar. Allah elçisi özellikle Hz. Ebû Bekir'in yagmur duasi yapmasini istemesi üzerine, ellerini kaldirip yagmur için dua etti. Daha ellerini indirmeden yagmur yagmaya baslamisti (Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, IV, 165; Taberî, Tefsîr, XI, 55; Tarih, III, 144). Bunun üzerine daha önce; "Muhammed hak peygamber olsaydi, Musa peygamber'in Allah'tan yagmur istedigi ve yagdirdigi gibi, O da yagmur ister ve yagdirirdi" diyerek dedikodu yapan münâfiklar seslerini kesmislerdi.

>Hz. Peygamber'in devesi "Kasvâ"in kaybolmasi:

Bir konaklama yerinde Resulullah (s.a.s)'in devesi Kasvâ kaybolmus ve aramalara ragmen bulunamamisti. Benî Kaynuka Yahudilerinden müslüman olan Zeyd b. Lusayt adli münafik; "Kendisinin peygamber oldugunu söyleyen ve size göklerden haberler veren Muhammed bugün kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor" diyerek müminlerin kalbine süphe sokmaya çalisiyordu. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s), Cebrail (a.s) haber vermesi üzerine devenin bulundugu yeri ve ipinin bir dala takili bulundugunu bildirdi ve "Allah'a yemin olsun ki, gerçekten ben, bir seyi Allah bana bildirmedikçe bilemem" buyurdu. Gerçekten o yana giden sahabiler deveyi bulup getirdiler (Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, IV, 166, 167; Vâkidî, a.g.e., III, 1I1I).

Zeyd b. Lusayt bu olaydan sonra, ertesi sabah kalbindeki Hz. Muhammed'in peygamberligi konusundaki süphelerinin yok oldugunu söylemistir (Vâkidî, Megâzî, III, 1I1I). Bazilari onun tövbe ettigini söylerken Hârice b. Zeyd gibi bazi sahabiler de onun tövbe ettigini kabul etmemislerdir (Ibn Ishak, Ibn Hisâm, IV, 167;Vâkidî, a.g.e., III, 1I1I).

>Abdurrahman b. Avf'in imam olusu:

Hicr'le Tebük arasinda bir konaklama yerinde tan yeri agardiktan sonra Allah elçisi ihtiyacini gidermek için uzak bir yere gitmisti. Cemaat günesin dogmasindan korkarak Abdurrahman b. Avf (r.a)'i öne geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alip dönünce Abdurrahman rukû'da idi. Cemaat Resulullah'in geldigini anlayinca neredeyse namazi bozacaklardi. Abdurrahman da imamliktan çekilmek istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)'in isareti ile namaza devam etti. Allah elçisi bir rekâti imamla, bir rekâti da selãmdan sonra ayaga kalkarak tek basina kildi. Namaz bitince de; "Güzel yaptiniz" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, IV, 247; Vâkidî, Megâzî, III, 1I11).

>Abdestte tek yikama ve mestlere meshetme:

Avf b. Mâlik'ten rivayete göre, Hz. Peygamber Tebük seferi sirasinda yolcular için mestler üzerine üç gün üç gece, mukîm olanlar için bir gün bir gece süreyle meshedilmesini emir buyurmustur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 27). Hz. Ömer'in bildirdigine göre abdest alinirken abdest azalari birer defa yikanmakla yetinilmistir (Ahmed b. Hanbel, 1, 23).

>Vaktinde kilinamayip kaza edilen sabah namazi:

Yolculukta Allah elçisi uykuda iken kaldirilmamis ve sabah namazi vakti çikip günes bir mizrak boyu yükselmisti. Resulullah (a.s) Bilâl'e: "Ben sana bu gece bizi bekle ve sabah olunca uyandir" demedim mi?" buyurdu. Bilâl: "Seni uyutan beni de uyuttu" dedi. Hz. Peygamber o yerden kalkip biraz gittikten sonra, önce sünneti sonra da farzi kaza etti (Vâkidî, Megâzî, III, 1I15, 1I16).

>Hz. Peygamber'in Tebük'te ashabi ile istisare etmesi:

Tebük'e geldikten sonra Sam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda Allah elçisi ashabi ile istisare etti. Hz. Ömer: "Eger gitmekle emrolundun ise git" dedi. Hz. Peygamber: "Eger bu konuda Allah tarafindan emrolunmus bulunsaydim, size danismazdim" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey Allah'in Resulu orada Rumlar çok fazladir, müslümanlardan tek kisi bile yoktur, senin bu derece yakina gelmen onlari korkutmustur. Uygun bulursaniz bu yil buradan geri dönülsün veya yüce Allah bu konudaki buyrugunu bildirir" Bunun üzerine Hz. Peygamber Tebük'ten ileri geçmedi (Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre; IV, 17I; Ibn Sa'd, Tabakâl, II, 166; Vâkidî, a.g.e., III, 1I19).

>Diger peygamberlere verilmeyip yalniz Hz. Muhammed'e verilen bes haslet:

Hz. Peygamber Tebük'te gece namazini (teheccud) çadirinin önünde kildigi bir gece, yanina gelen sahabilerle sohbet ederken söyle buyurmustur: "Benden önceki peygamberlerden hiç birisine verilmeyen su bes sey bana verilmisti:

a- Önceki peygamberler yalniz bir kavme gönderilmisken, ben bütün insanlara gönderildim.

b- Yeryüzü bana mescit ve temizlik araci kilindi. Bu yüzden namaz vakti nerede olursa teyemmüm edip namazimi kilarim. Önceki ümmetler ise ibadetlerini ancak Kilise ve Havralarda yapabilirdi.

c- Savas ganimetleri bana helal kilindi. Halbuki önceki peygamberlere helâl kilinmamisti.

d- Bana sefaat makami verildi.

e- Ben bir aylik uzak yerdeki düsmanin kalbine korku salmakla yardim olundum" (bk. Buhârî, Teyemmüm, 1, Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 3, 4, 5; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî, Mevâkît, 119, Siyer, 5; Nesâî, Cusl, 26; Ibn Mâce, Tahâre, 9I; Dârimî, Salât, 111, Siyer, 28; Ahmed b. Hanbel, I, 25I, 3I1, II, 222, 24I, 25I, 312; Vâkidî, Megâzî, III, 1I21 vd .).

Hz. Peygambere ve ümmetine ayricalik saglayan bu niteliklerin Bizans'a karsi yapilan böyle büyük bir harekât sirasinda açiklanmasi su noktalari akla getirmektedir.

Çevrede en güçlü olarak bilinen Dogu Roma imparatorluguna karsi durabilecek bir güce sahip olan Islâm toplulugu, yakinda bu yöreleri ele geçirecek ve rum diyari Islâm'a girecek, böylece arap toplumlari disina çikan Islâm evrensellik özelligine kavusacaktir .

Islâm ordusu yolculuk sirasinda günlerce çesitli yer ve mevkilerde, arz üzerinde farz ve nafile namazlari kilmis ve böylece ibadetin yalniz mescidlerde yapilabilecegi imaji yerine namaza evrensel bir mescid anlayisi kazandirilmistir. Abdest ve gusülde de su yerine, gerektiginde teyemmümle yetinmenin uygulamalari yapilmistir.

Bu gibi askeri hareketlerde zafer sonrasi elde edilecek ganimetlerin beste biri beytülmalin, beste dördü de gazilerin hakki olmak üzere mesrû kilinmistir. Bu da savaslarda ayri bir tesvik unsurudur (bk. "Ganimet" mad .).

Çevrede bir aylik uzak yerde bulunan düsman o gün için Dogu Roma Imparatorlugu ve bunlarin baskani Heraklius olmalidir. Imparatorun ve askerlerinin kalbine korku düstügü için Hicaz'a saldirip yakip yikmak üzere yola çiktiklari halde bu cesareti gösterememislerdir. Güçlü Islâm ordusunun hazirlikli, düzenli ve her çesit savas rizikosunu göze alarak Tebük'e kadar gelmesi, güç dengesini psikolojik bakimdan Müslümanlarin lehine çevirmistir. Böylece düsman için, savas olmasa bile güç hazirlamayi emreden ayetin hükmü gerçeklesmistir .

Ayette söyle buyrulur: "Onlara karsi gücünüzün yettigi kadar kuvvet ve savas atlari hazirlayin ki, bununla Allah'in düsmani ve sizin düsmaninizi ve daha bundan baska sizin bilmediginiz, fakat Allah'in bildigi diger düsmanlari korkutasiniz. Allah yolunda ne harcarsaniz, karsiligi size eksiksiz ödenir, asla haksizliga ugratilmazsiniz" (el-Enfâl, 8/6I).

Hz. Peygamber Tebük'te bulundugu sirada Halid b. Velid'i dört yüz atli ile bir hristiyan topluluk olan Dûmetülcendel'in krali Ükeydir b. Abdilmelik üzerine gönderdi. Dûmetülcendel Sam yolu üzerinde Tebük'e yakin, sulu, hurma ve ekinleri bol, büyük bir ticaret merkezi idi. Halid b. Velid az sayida bir askerle bilmedikleri bir yörede krali nasil bulacaklarini sorunca, Allah elçisi onu "yabanî sigir avlarken bulup yakalayacagini" haber verdi.

Gerçekten Halid ve arkadaslari kaleye yaklastiklari sirada normal kirsal kesimde az rastlanan bir yaban sigirinin kale kapisina yaklasmakta oldugunu gördüler. Yukaridan Ükeydir ve ailesi de bu semiz hayvani görmüslerdi. Ükeydir silahlanip birkaç adami ile birlikte sigiri avlamak üzere kaleden disari çikinca da onu yakaladilar ve elleri bagli olarak kalenin önüne getirdiler .

Orada Halid'le Ükeydir arasinda yapilan anlasmaya göre, Ükeydir Müslümanlara: Iki bin deve, sekiz yüz at, dört yüz zirh gömlek, dört yüz mizrak vermek ve Ükeydir ile kardesi Mudad Hz. Peygamber'e kadar götürülüp haklarinda Allah elçisi hüküm vermek üzere sulh oldular. Bundan sonra kaleye girilerek belirlenen ganimet mallari teslim alindi (bk. Vâkidî a.g.e., III, 1I27, 1I34; Ibn Ishak, Ibn Hisam, Sire, IV, 169 vd; Ibn Sa'd, Tabakât, II, 62, 166).

Eyle, Ezruh ve Cerba Melikleri ile Sulh Anlasmasi Yapilmasi:

Hz. Peygamber Tebük'te bulundugu sirada Kizildeniz'in kuzeyinde ve Akabe körfezinin sonunda deniz sahilindeki Eyle hükümdari Yuhanna b. Ru'be, gelerek yillik belirli miktarda cizye vermek üzere kendisi ile sulh anlasmasi yapti. Hz. Peygamber Yuhanna'ya su ahitnameyi yazili olarak verdi.

"Bismillahirrahmânirrahîm . Bu, Allah ve Peygamberi Muhammed'den Yuhanna b. Ru'be ile Eyle halkindan denizdeki gemilerde bulunanlari ve karadaki gezen, dolasanlari için eman yazisidir: Gerek bunlar ve gerek Sam, Yemen ve deniz sahili halkindan Eylelilerle birlikte bulunanlar, Allah'in ve Resulunün himayesindedirler. Onlardan bir kötülük isleyeni yanindaki mali koruyamayacak, bu mal, alana da helâl olacaktir. Denizde, karada herkes diledigi tarafa yolculuk yapma hakkina sahiptir" (Ebu Ubeyd, el-Emvâl, Misir 1388/1968, s. 287 vd; Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, VI, 169).

Eyle krali Yuhanna ile birlikte Ezruh ve Cerba halki temsilcileri de Tebük'e gelip Hz. Peygamber'le cizye vermek üzere anlasma yaptilar. Bunlar her yil Recep ayinda saf altindan yüz dinar cizye ödemeyi kabul ettiler ve buna karsilik onlara birer emannâme (güven mektubu) verildi. Bu iki topluluk da Eyleliler gibi Yahudi toplumudur (Ibn Sa'd, Tabakât, 1, 289 vd; Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, IV, 169; Vâkidî, Megâzî, III, 1I31).

MESCID-I DIRÂR OLAYI:

Hz. Peygamber Tebük'te yirmi gün kadar kaldiktan sonra, ashab-i kiramin ileri gelenleri ile istisare ederek geri dönmeye karar verdi. Çünkü Bizans ordusu saldirmaya cesaret edememis ve amaca ulasilmisti. O gün için daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Sam yöresini fetih gibi bir amaçla yola çikilmamisti. Üstelik Sam yöresinde bulasici bir hastalik (tâun) oldugu da haber alinmisti. Geri dönüs için yola çikan ordu Ramazan'in ilk günlerinde Medîne'ye ulasti. Hz. Peygamber Tebük'e giderken Medine'ye bir saat uzakliktaki Ziyevan köyüne geliniginde münâfiklardan bir heyet gelerek: "Ey Allah'in Resulu! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yagmurlu gecelerde namaz kilmak üzere bir mescid bina ettik. Tesrif edip burada namaz kildirsaniz, hayir ve bereketle dua buyursaniz" dediler. Hz. Peygamber bunun dönüste olabilecegini söylemislerdi. Bunun üzerine Tebük dönüsü bu sözü Allah elçisine hatirlatip yeni yapilan mescide gelmesini rica ettiler.

Bu mescid Ebû Âmir Fâsik adli bozguncu münafik ve fasigin tesviki ile münafiklarca Kuba Mescidinin cemaatini bölmek niyetiyle yapilmis ve Hz. Peygamber'e suikast düzenlemek üzere içi silâhla doldurulmustu. Hz. Peygamber bu mescide gitmeye hazirlanirken Cebrail (a.s) gelerek durumu haber verdi.

Kur'an-i Kerîm'de bu mescidden söyle söz edilir:

Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasini ayirmak ve daha önce Allah ve Resulune karsi savasanlara gözetleme yeri hazirlamak üzere bir mescid yapanlar; "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ederler. Allah da sahittir ki bunlar yalancidirlar" (et-Tevbe, 9/1I7). "Ey Muhammed! Bu mescidde asla namaz kilma. Süphesiz ki, baslangicindan itibaren takva üzere kurulan mescidde (Kuba mescidi) namaz kilman daha hayirlidir. O mescidde kendilerini maddî ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardir. Allah temizlenmek isteyenleri sever" (et-Tevbe, 9/1I8; bk. 1I9, 11I).

Bunun üzerine Hz. Peygamber ashab-i kiramdan Mâlik b. Dehsan ile Ma'n b. Adiyy (r. anhümâ)'yi Mescid-i Dirar'i yikmak üzere gönderdi. Bu sahabeler mescidi yakip yiktilar. Böylece kötü amaç için bina edilen bir mescid ortadan kaldirilmis oldu (bk. Ibn Ishak, Ibn Hisâm, Sîre, III, 71; Ibn Sa'd, Tabakât, III, 54I vd; Ibn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, II, 169; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarih, X, 422).

>Özürsüz cihada katilmayan üç kisinin çilesi:

Resulullah (s.a.s) Tebük'ten dönüste Medîne'ye giriste dogrudan Mescidi Nebevî'ye girip iki rekat namaz kildi. Çünkü seferden dönüste bu, Resulullah (s.a.s)'in âdeti idi. Sonra mescitte oturdu. Tebük gazvesine katilamayip Medine'de kalanlar tek tek gelip özürlerini yeminle teyit ettiler. Hz. Peygamber dis görünüslerine bakarak özürlerini kabul edip, iç yüzlerini Allah'a havale etti ve haklarinda istigfarda bulundu. Bunlarin sayisi seksen kadar idi.

Ancak Kâ'b b. Mâlik, Mirare b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye mesrû bir özürleri bulunmadigi halde cihada katilmamislardi. Hz. Peygamber'in huzuruna girince mazeret uydurma yoluna gitmeden dogruyu söylediler.

Resulullah (s.a.s) halki bu üç sahabe ile görüsüp konusmaktan menetti. Üçü de bir köseye çekilerek elli gün süreyle yalnizliga itildiler. Dünya baslarina zindan oldu. Kirk gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b. Sâbit (r.a)'i göndererek kadinlarindan da ayri durmalarini bildirdi. Böylece eslerinin cihaddan geri kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmis oluyordu. Yalniz Hilâl b. Ümeyye'nin esi Allah elçisine gelerek; "Hilâl yaslidir, hizmetçisi de yoktur. Yalniz mutfak islerine yardimci olsam" diye izin istedi. Kendisine yalniz ev hizmeti için izin verildi.

Elli gün tamamlaninca bu üç sahabenin magfiret edildigini bildirilen ayet indi. Bunu müjdeleyen sahabeye, Ka'b b. Mâlik sevincinden bir kat elbise giydirmisti. Mescide geldiklerinde Allah'in Resulu Ka'b b. Mâlik'e söyle buyurdu: "Annen seni dogurdugu günden beri yasadigin günlerin en hayirlisini sana müjdeliyorum". Ka'b; "Bu müjde tarafinizdan mi, yoksa Allah tarafindan mi?" diye sorunca, Hz. Peygamber; "Dogrudan Yüce Allah tarafindan" buyurdu. Bunun üzerine Ka'b, bütün servetini Allah yolunda tasadduk etmek istedigini bildirdi. Hz. Peygamber, bir bölümünü kendisine ayirmasinin daha hayirli olacagini söyledi (Kâmil Miras, Tecrîd, X, 424 vd, Hadis No: 1659; Ibn Kesîr, a.g.e., II, 175 vd.).

Allah Teâlâ bu üç sahabenin halini ve affedilmelerini söyle bildirir: "Ve savastan geri kalan o üç kisinin tövbesini de kabul etti. Bütün genisligine ragmen yeryüzünün kendilerine dar geldigi, ruhlari son derece sikildigi, Allah 'tan baska bir siginak olmadigini anladiklari zaman tövbe etsinler diye, Allah onlari bagislamisti. Süphesiz ki Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandir" (et-Tevbe, 9/118).

Ka'b b. Mâlik ve arkadaslari bu ilâhî iltifata, dogru sözlülükleri ve samimi davranmalari sayesinde kavustular. Ka'b bu olay üzerine, artik ömrü boyunca dogrudan baska bir söz söylemeyecegine dair Allah elçisine söz verdi. Diger münâfiklar uydurduklari yalan mazeretler yüzünden helâk olurken onlar selâmete çiktilar.

Cevapla