Ermeni Sorunu

Ödevler için artık tek bir adres var aktuelbilgi.net...
Cevapla
Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Ermeni Sorunu

Mesaj gönderen En[G]in »

Ermeni Sorunu

“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal Atatürk

OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER

Milletler tarihi; bir mücadeleler tarihi olmakla birlikte, aynı zamanda bilinmeyen
karanlık noktalar veya görülmek istenmeyen gerçekler yığınıdır. Bu açıdan bakıldığında
tarihin bir bölümü ya görülmek istenmez ya da gizlenilmek istenir veya tek yönlü
araştırmalardan yola çıkılarak gerçekler reddedilir.

Bunlara verilecek en çarpıcı örneklerden biri hiç şüphesiz Türk-Ermeni ilişkileridir.
Yaklaşık bin yıllık bu sürecin başlarında; Romalılar, Persler, Bizanslılar tarafından
Anadolu'nun bir yerinden diğer yerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez, üçüncü sınıf
bir vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerini takiben; bir
yandan Türklüğün adil, insani töresinden, diğer yandan da İslamiyet'in hoşgörülü,
birleştirici siyasetinden yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı
olan 19ncu Yüzyıl’ın sonlarına kadar süren devir ise, Ermenilerin altın çağı olmuştur.

Osmanlıda gayrimüslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur.
Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari
işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış
olduklarından dolayı haklı olarak "milleti sadıkâ”, "tebaı sadıkâ” olarak kabul
edilmişlerdir. Hemen hemen her padişah zamanında eskilerinin üzerine yenileri
eklenmek suretiyle elde ettikleri imtiyazlar sayesinde Ermeniler, hem yazılı hem de fiili
hukukta, Müslümanlar ve hatta Müslüman olmayan uluslara karşı bile ayrıcalıklı bir
cemaat haline gelmişlerdir.

19 ncu yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlılar'ın bir Ermeni sorunu olmadığı gibi,
Ermenilerin Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.
Ancak, Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemde, hemen her konuda
Avrupâ'nın müdahalesi baş gösterince Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma,
kötüleşme devri başlamıştır. Batılıların, özellikle misyoner din adamı kisvesinde Osmanlı içine kadar soktuğu misyonerlerin faaliyetleri ile, Ermenileri dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırma çabaları; diğer taraftan da ülke içinde ve dışında kurulan, teşkilâtlanan, ve silahlanan Ermeni komitecilerin ve Patrikhane ile kiliselerin uğraşları sonucunda, Ermeni cemaati yavaş yavaş Türk toplumundan koparılmaya çalışılmıştır. Böylece çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı kanlı olaylar başlamıştır. Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul'a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir

İtilaf Devletleri'nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.

Anadolu dışında kurulan Hınçak (1887), Taşnaksudvun (1890) Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti (1880), Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti (1872) ve Karahaç Cemiyeti (1882) gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bu örgütlerin önemli rol oynadığı birçok olay vardır
Şu telgraf metni tarihin en utanç verici manzaralarından birini gözler önüne sermektedir: "Şimdiye kadar Erzurum'da 2127 İslam cesedi defnedilmiştir. Bunların tamamı erkektir. Cesetler üzerinde balta, süngü, mermi yarası vardır. Bu cesetlerin ciğerleri çıkarılmış, gözlerine sivri kazıklar sokulmuştur..."

Savaş halinde olmasına rağmen. 9-10 ay daha aldığı mahalli tedbirlerle çözüme ulaşmaya çalışan, ancak olayların yatışmayacağını gören Osmanlı Hükümeti, son çareye başvurmuş ve bir çok vatandaşı gibi Ermenileri de savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine "sevk ve iskan"a tabi tutulmuştur.

Fatih Sultan Mehmet'ten, Sultan II.Mahmud'a kadar üçyüzelli senelik süre içinde Hıristiyanların ve bu arada Ermenilerin de dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır

Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası'na sunduğu mektubunda "Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak muhafaza edildiyse ve inancını, kilisesini , dilini, tarihi ve kültürel değerlerini muhafaza ediyorsa, tüm bunlar Türk Hükümeti'nin Ermeni milletine gösterdiği himaye, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader Ermenileri Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır imtihan günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmeye mecburdur. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir" demektedir. Görüldüğü gibi Ermeni Patriği de Ermenilerin Osmanlı Devleti içerisinde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza ettiklerini belirtmektedir.

Ermeni Sorunun Ortaya Çıkışı

Osmanlı devleti zayıflamaya başlayıp, misyoner okulları kurulup, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine maruz kalınca, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Bazı devletler, Osmanlı devletini bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için, Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir.
Özellikle Avrupa'nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı devletinin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır.

Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni kiliselerinin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.

Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle işbirliğine girmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum" olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği" iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

Islahat Fermanı ile müslümanlar ve gayr-i müslimler hukuk önünde eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusya'dan, "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" istemişlerdir. Ermenilerin bu talebi, Rusya tarafından kısmen kabullenilmiş, Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Yeşilköy, eski adıyla Ayastefanos Anlaşması ve daha sonraki Berlin Anlaşması’yla Ermeni sorunu uluslar arası bir boyuta taşınmıştır. Böylece, Türkiye’yi bölmek isteyen yabancı güçler, Türk-Ermeni ilişkilerine müdahale etmeye başlamışlardır.
İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..

AYASTEFANOS VE BERLİN ANLAŞMALARI

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması'nın Osmanlı Devleti'nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması, oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".
Anlaşmanın bu hükmü esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi " Ermeni sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz etmesi yönlerinden büyük önem taşımaktaydı. Keza 1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi ise Ayastefanos Anlaşması'nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir :

"Osmanlı Hükümeti halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk – Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmış olmaktadır.

Ermeni İsyan ve Katliamları

Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.

İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.

Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.

İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.

İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.

İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak" olduğunu kaydetmektedir.

Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu'ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.

Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.

Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.

TEHCİR KANUNU , UYGULAMASI VE SÖZDE ERMENİ SOYKIRIM İDDİASI

Osmanlı Hükümeti’nin bütün iyi niyetine rağmen, Birçok Ermenilerden kaynaklanan nedenlerden dolayı Bu maksatla, 24 Nisan 1915'de Ermeni komiteleri kapatılmış ve yöneticilerinden 235 kişi, "devlet aleyhine faaliyette bulunmak" suçundan tutuklanmıştır. Ermenilerin her yıl "sözde soykırım anma günü" olarak andıkları 24 Nisan, bu tarih olup tehcirle alakalı degildir.
Komitelerin kapatılması, ele başlarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti son insani çare olarak; savaş bölgelerindeki halk ile Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hiyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için 27 Mayıs 1915'de "tehcir kanunu"nu çıkarmıştır.

En fazla 700.000 kiţinin göçe tabi tutulmuştur yer değiştirme olayında, Ermenilerin iddia ettiği gibi 2-3 milyon kişinin öldürülmesi mümkün değildir. Çünkü, zaten Osmanlı Devleti içinde 1.230.000 civarında Ermeni bulunmaktadır.

O halde “Sözde Ermeni Soykırım İddiası” tamamen uydurma olup, hiç bir belge ve kanıta dayanmayan, hukuki zeminden yoksun olan ve Türk düşmanlığı üzerine bina edilen, gerçek dışı, bir hayal ürünüdür.

Nitekim ABD'li Ermeni profesör Hovannaısian, 1982 yılında Münih'te yapılmış olan “Dünya Ermenilerinin Problemleri Kongresi”nde bu gerçeği, "Ermeni soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir ve zaten zaman aşımına da uğramıştır" şeklinde dile getirmiştir.

Ayrıca, 1998 Haziran ayı içerisinde İngiliz Hükümeti, Lordlar Kamarası’nda Ermeni soykırımına ilişkin sorulara maruz kalmış ve bunlara yazılı olarak, "Türk Hükümeti'nin Ermeni tebasını yok etmeye dair bir kararının mevcudiyetine ilişkin bir kanıt bulunamadığından, İngiliz Hükümeti, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımamıştır" yanıtını vermiştir.

ABD'li Prof. Bernard Lewis ve Prof. Stanford Shaw da, sözde Ermeni soykırımının gerçek olmadığı konusundaki tezleri nedeniyle, Ermenilerin yoğun tepkisine maruz kalmıştır. Soykırım iddiasına Bernard Lewis, 1993 yılında "Le Monde" gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle değinmiştir: "Osmanlı Hükümeti'nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin "tehcire" (Ermeni halkın savaş alanından alınarak başka yerlere gönderilmesi) başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı". Yine Dr. Karakin Pastırmacıyan'ın "Anadolu'da Şark-Meselesi" adlı kitabında, Erzurum çevresinde yaşayan 15.000 civarındaki Ermeninin kendi isteğiyle Türkiye'yi terk ettiği, Ermenilere Türkler tarafından baskı yapılmadığı ve soykırım gibi bir muamelenin olmadığı yer almaktadır

PATRİK ZAVEN EFENDİ’NİN ÇALIŞMALARI

Mondros Mütarekesi, Ermenistan’ın kurulması için önemli bir adım idi. 1918 Nizamnamesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi , bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilat kuruyor , silah , mermi ve para yardımlarını toplayarak maddi yönden noksanlarını tamamlamaya çalışıyor, Rum Patrikhanesi’nden de geniş ölçüde destek alıyordu.
Yoğun bir propaganda ve siyasi faaliyet içinde bulunan Ermeniler, bir Ermenistan kurulması yolundaki isteklerinin müttefiklerince (İngiltere - Fransa) kabul göreceğini
düşünüyorlardı. Bu sebeple , 30 kasım 1918 tarihinde İtilaf Devletleri’ne başvurarak , bağımsız bir Ermenistan’ın kurulmasını istemişti.

MİLLİ MÜCADELE , SEVR (1920) VE ANKARA ANTLAŞMASI (1921)

Milli Mücadele döneminde , Patrik Zaven Efendi, Rum Patriği ile birlikte 3 Temmuz 1919 tarihinde, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne verdiği dilekçede, “Türkiye’de… Milli savunma bahanesi altında Hıristiyanlara saldırıları için çeteler ile milisler teşkilatlandırılmıştır…Asayişsizlikten esas itibari ile Türk Hükümeti mesuldur. Doğu Hıristiyanlarının koruyucusu ve mazlum milletlerin kurtarıcısı olan Mütefikler’in münasip görecekleri tedbirleri almarı için temenilerimizi ortaya koymamız hususuna müsadelerini rica ediyoruz.’’diyerek, İtilaf Devletleri’ni işgale teşvik ediyordu.

Bu dönemde, Avrupa ülkeleri tarafından yapılan, Ermenilerin pek çok zulüm gördüğüne dair propagandalara, Amerikalı General James G. Harbord’un 16 Ekim 1919 tarihli raporu ile açıklık getirilmiştir.Harbord raporu, iddia edilen Türk katliamını çürütüyordu. Ancak az sonra, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından işgal ediliyordu. Doğu Anadolu’da ise, Ermeni baskısı gitdikçe yoğunlaşıyordu. Bu sırada Müttefikler, Osmanlı İmparatorluğu’na bir an önce imzalatmak için üzerinde çalıştıkları barış antlaşması metnini ortaya koymuşlardı.

Nihayet İngiltere’nin gayretleri ile Sevr Antlaşması 10 Ağutos 1920 tarihinde Osmanlı Devleti’ne imzalatıldı. Antlaşma’nın imzlandığı haberi Türkiye’nin her tarafında infial yaratmış ve öfke ile karşılanmış idi. Bu sırada İngilizler, savaş suçlusu olarak Malta Adası’na sürgün etdikleri Türkler’i, yani sözde Ermeni Soykırımı’ndan sanık olanları da, ölü doğmuş Sevr Antlaşması’nın 230. Maddesi’ne göre, özel bir mahkemede yargılanmak üzere hazırlığa başlamışlardı. İngilizler’in bütün gayretlerine rağmen “Ermeni Soykırımı “ iddiası daha 1920 lerde çökmüştü.
Sevr Antlaşması, Doğu’da bir “Ermenistan” kurduğu gibi, “Kürdistan’a” da otonomi vermekte ve böylece Doğu Anadolu’yu parçalamakta idi.

Nihayet, 29 Eylül 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nın tanıdığı haklara dayanarak Türk topraklarına saldıran ve almaya kalkışan Ermeni Cumhuriyeti, askeri harekata girişmiş ise de Kazım Karabekir Paşa’nın komutasındakı 15nci Kolordu bunların üzerine yürümüş ve 30 Ekim 1920 tarihinde Kars'ı kurtardıktan sonra, Taşnaklar’ı 2\3 Aralık 1920’de Gümrü (Alexandropol) Antlaşması’nı imzalamaya zorlamıştır. Böylece Sevr Antlaşması’nın Doğu Anadolu’da yaratmak istediği Büyük Ermenistan tasavvuru , Mustafa Kemal Paşa ordularının ayakları altında çiğnenmiş oluyordu.

Kuvay-ı Milliye’nin şanlı mücadelesi sonucu emperyalist işgal yönetimi Güney Cephesi’nde de tutunamamıştır. Fransızlar, Sakarya Zaferi üzerine 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ankara Antlaşması’nı imzalayarak, Hatay dışında işgal ettikleri yerleri geri vermişlerdir. Böylece, Milli Mücadele’nin Güney Cephesi de kapanmış oluyordu. Fiili değeri değeri olmadığı çoktan anlaşılan Sevr Antlaşması böylece, hukuken de hükümsüz kalıyordu.

Kuvay-ı Milliye’nin şanlı mücadelesi sonucu emperyalist işgal yönetimi Güney Cephesi’nde de tutunamamıştır. Fransızlar, Sakarya Zaferi üzerine 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ankara Antlaşması’nı imzalayarak, Hatay dışında işgal ettikleri yerleri geri vermişlerdir. Böylece, Milli Mücadele’nin Güney Cephesi de kapanmış oluyordu. Fiili değeri değeri olmadığı çoktan anlaşılan Sevr Antlaşması böylece, hukuken de hükümsüz kalıyordu.

LOZAN BARIS ANTLASMASI’NDA AZINLIKLAR STATÜSÜ VE ERMENİLER

Yunanlıların denize dökülmesiyle sonuçlanan büyük Türk hücumundan sonra, 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi yapıldı ve Türkiye Hükümeti İtilaf Devletleri tarafından 28 Ekim 1922’de Lozan’da yapılacak konferansa davet edildi. Bu konferansta azınlıklara ve Ermenilere ait meseleler de halledilecekti.
Lozan Antlaţması 20 Kasım 1922’de başlamış ve sekiz ay sürerek 24 Temmuz 1923’te sona ermiştir. Ancak Ermeniler’le ilgili hiçbir karar alınmamıştır.Bununla birlikte Ermeniler, hem Milli Mücadele’nin devam ettiği hem de Lozan Antlaşması’nın başlarında, yani 20 Kasım 1922 ile 9 Ocak 1923 tarihleri arasında ki iki aylık dönemde, “Ermeni Meselesi” ni gündeme getirmişler, Türk heyetinin itirazlarına rağmen, antlaşma metninde buna yer verilmemiştir.

Azınlıklar Meselesi, Lozan Konferansı'nı uzun zaman uğraştıran konulardan biri idi. Fakat Ermeni meselesinin Lozan'da görüşülmesi dikkat çekicidir. Çünkü 2/3 Aralık 1920 tarihli Gümrü ve 1921 tarihli Kars Antlaşmaları ile Türkiye'nin millî sınırları belirtilmiş ve TBMM Hükümeti, Ermeni meselesini kökünden halletmişti. Türkiye için artık bu sun'î mesele siyasî bakımdan kapanmıştı. Ancak Ermeniler bazı teşkilâtları aracılığı ile çeşitli konferans ve kongrelere, özellikle ABD'ye müracaat ve her türlü tesiri icra ederek bu konunun tekrar Lozan'da görüşülmesini sağlamışlardır

Nihayet, bütün propagandalar ve çalışmalar, İsmet (İnönü) Paşa başkanlığındaki heyet tarafından sonuçsuz bırakılmış ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nda Türk tezi tabul edilerek Ermeni vatandaşlarımızın hiçbir ayrıcalık gözetilmeden Türkiye`nin ayrılmaz bir parçası şeklinde yaşamaları, tam bir vatandaşlık hukuku içerisinde mutlu olmaları sağlanmıştır.

Böylece, Lozan Antlaşması'nın imzalanması ile Millî Mücadele’de akıtılan kanların bedeli alınıyor, Türk topraklarının bütünlüğü ve Türk Devleti'nin kayıtsız ve şartsız istiklâli bütün dünyaca tanınmış oluyordu.

LOZAN’DAN GÜNÜMÜZE BİR GAYRİMÜSLİM AZINLIK OLARAK ERMENİLER

Uzun yıllardan Ermenilere çeşitli konularda söz veren, vaadlerde bulunan devletlerin, Ermenileri desteklemekte bir çıkarları olmayacağını anlamaları üzerine, onları Lozan Barış Konferansı’nda yüzüstü bırakıp çekilmişlerdir.Sorunlarının Avrupalı büyük devletlerin işe karışmalarıyla çözümlenebileceği hakkında büyük umutlara kapılan Ermeniler, Türkiye’deki bütün isteklerini yitirdiklerini anlayınca, Rusya’ya dönme gereğini duymuşlardır.

Bu programı uygulamak ve Avrupa’da yaşayan Ermenilerin katkılarını sağlayabilmek için bir örgüt kurulması düşünüldü.Ancak buna karşı olan bazı çevreler, yine komitelerin işe karışmalarından çekinmiş ve korkmuşlardı.Buna rağmen Taşnaksutyun Komitesi, Birleşik ve Bağımsız Ermenistan isteklerini sürdürmüţtür.
Ermeni sorununda Taşnaksutyun Komitesi’nin kılavuzluğundan söz edilirken, Ermeni yazar Kaçaznuni, yazısından özetle şöyle deniliyordu
Ermeni yazar Kaçaznuni’nin yazısında, Ermeni komitecilerin yabancı devletlerin Ermeni işlerine karışmalarını sağlamak için bir çok eylemlerin istenerek ve planlanarak yapıldığının belirtilmesi önemli bir belgedir.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDAKİ YENİ ERMENİ İSTEKLERİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Sovyet Rusya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 17 Aralık 1925 tarihinde bir saldırmazlık paktı yapılmıştı.Bu pakt, İkinci Dünya Harbi’nin dünyayı karma karışık eden kritik döneminde saldırmazlık paktının kaldırıldığı; gelişen yeni koşullara göre bunda değişiklik yapmanın gerekeceği” belirtiliyordu.

Sovyet Rusya yöneticileri, İkinci Dünya Harbi sona erince yeni bir politika izlemeye başladılar.Bu politikaya göre bütün dünyadaki Ermeniler, Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nde toplanacak; dünyaya dağılmış olan Ermeniler, ayaklandırılacak ve özellikle Türk düşmanlığını yenileyecek; böylece, Doğu Anadolu’yu ellerine geçireceklerdi.

Bu amaçla yoğun bir propaganda başlatıldı.Sovyet Rusya rejiminin iyilikleri ve yararları sayılıp dökülüyor; Sovyet Ermenistan’daki Ermenilerin mutluluğu abartılarak yayılıyordu.

Bunun için yabancı ülkelerde yaşayan Ermenileri aldatmak bu davaya katılmalarını sağlamak için oralara ajanlar gönderilmekte, Ermeni dernekleri kurulmakta; Ermeni davasının bir insanlık ve adalet sorunu olduğu ileri sürülerek büyük devletlerin bu konuda aracı olmaları istenmekteydi.

BİTMEYEN YALANLAR VE SÖZDE KATLİAM ANITLARI

İkinci Dünya Harbi sırasındaki sonucu olamayan Ermeni iddiaları, yirmi yıl sonra 1965’lerde bu defa dini-siyasi-kültürel bir havaya bürünerek tekrar gündeme getirilmiştir. Dünyanın her tarfındaki Ermeni patrikhane ve kiliseleri, eğitim-öğretim kurumları, siyasi kuruluşlar harekete geçmiş ve sözde Ermeni katliamının 50. yıldönümü için bir kulp bulmuşlardır. ”24 Nisan 1915 Ermeni Soykırım Günü” olarak ilan edilmiştir.1965’ten itibaren de dünyanın her tarafındaki Ermeniler tarafından anılmaya, klasik iddialar tekrarlanmaya ve tabii her Ermeni toplantısında olduğu gibi Türkler karalanmaya devam etmiştir.

Bunları “ölümsüzleştirmek için ise Ermenilerin bulundukları ülkelere anıtlar dikmek gerekiyordu.Bu amaçla Lübnan’ın

• Beyrut’taki eski Katliam Anıtı,
• Ermenistan’da 1915 ölüler Anıtı,
• Amerika Birleşik Devletleri’nin Montebello şehrinde Katliam Anıtı,
• Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin İskenderiye şehrindeki Katliam Anıtı,
• Fransa’nın Marsiya şehrindeki Katliam Anıtı,
• Fransa’nın Paris şehrindeki Ermeni Anıtı,
• Brezilyanın Sao Paulo şehrindeki Katliam Anıtı,
• Bulgaristan’ın Filibe şehrindeki Ölüler Anıtı,
• İtalyanın Venedik şehrindeki Katliam Dikilitaşı yapılmıştır.

ERMENİSTAN CUMHURİYETİ’NDE PKK’YA VERİLEN DESTEK

PKK İLE İŞBİRLİĞİ

Terör örgütü PKK'nın 21-28 Nisan 1980 tarihini Kızıl hafta olarak ilan etmesi ile Ermenilerin 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anması ve toplantılar yapması, herkes tarafından bilinmektedir.

08.04.1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütlerinin ortak basın toplantısı düzenleyerek toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlaması ile çevreden alınan tepki üzerine ilişkilerini yasadışı alanda gizli olarak sürdürmeleri kararlaştırılmıştır.Toplantı akabinde, 09.11.1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19.11.1980 tarihinde Roma THY Büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırıların PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.

Teröristbaşı A.Öcalan'ın Ermeni Yazarlar Birliği tarafından büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçilmmiştir.

Ermeni Halk hareketinin bünyesinde terör örgütü PKK'nın bir çok Avrupa ülkesinde yaptırdığı gibi Kürdistan Komitesi oluşturmuştur.

04 Haziran 1993 tarihinde Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü Merkezinde bir toplantı yapılmıştır.

PKK – ASALA TERÖR ÖRGÜTÜ İLİŞKİLERİ

PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA

Yapılan anlaţmaya göre;

1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar,
2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek,
3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar,

Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18.04.1990 tarihinde yapılan toplantıda;

1.PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetileceği,
2.Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermenilerin yapacağı,
3.Muhtemel devrimden sonra elde edilen toprakların eşit olarak bölüşüleceği,
4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermenilerin karşılayacağı,
5.Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacağı, şeklinde kararlar alınmıştır.

TÜRKİYE’DEKİ ERMENİLER VE TÜRK HOŞGÖRÜSÜ

Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar devrinde Türk hoşgörüsünden yararlanan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında hem Türklerin yararlandıkları haklardan, hem de ayrıca kendilerine bahşedilen imtiyazlardan istifade ettikleri için Türklerden daha rahat durumdaydılar.Ancak Ermeniler, bir taraftan Batı’nın tahrikleri, diğer taraftan da maceracı, hayalci ve kan dökücü komitelerin, savaş sırasında dışarıdan gelen Ermeni gönüllü alaylarının ve lejyonerlerinin isyan, ihtilal ve düşmanla işbirliği yaparak ihanetleri üzerine, Türklerden kopmuşlar ve ilk Başbakanları Katchaznouni’nin de ifade ettiği gibi, yerlerinden yurtlarından olmuş ve ne Türkiye’de kalacak yüzleri ve ne de kendilerini savaşta ön safhalarda kırdıran düşmana kabul ettirecek güçleri kalmış ve Dünyanın her tarafına dağılmışlardır.

Böyle olmasına ve ordusu cephelerdeyken bir milyondan fazla sivil insanı bu uğurda kaybetmesine rağmen Osmanlı Devleti, dünyanın her tarafında uygulandığı gibi,hainleri ölüme çarptırmamış ve Dünya tarihinde bir örneği dahi bulunmayan bir uygulamayla, Sevk ve İskan veya Tehcir Kanunu’yla, onları zararlı bölgelerden zararsız bölgelere göç ettirmiş, yedirmiş,içirmiş,barındırmış ve elinden geldiğince emniyetlerini bile sağlamıştır.

Savaş bitince de, Türklerin öç almasından korkan Ermeniler, kendilerini savaşa sokan İtilaf Devletleri’nin ülkelerine sığınmışlar ve onlardan ve onlardan yaptıkları işbirliğine karşılık merhamet dilenmişlerdir.Ama Batı, onları bir kez daha kendi kaderleriyle başbaşa bırakmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise, kendi milletine yapılanları görmemezlikten gelircesine, yine tarihindeki eski toleranslarını göstermiş ülkesine dönen Ermenileri bağrına basmış, genel af ilan etmiş, onlara yer-yurt vermiştir ki, bu da dünya tarihinde bir örneği daha bulunmayan insani bir davranıştır.
Bugün hala devam ettirilmeye çalışılan tahriklere, karalamalara rağmen, Türkiye’de bulunan 60 bin civarındaki Ermeni, yine Dünya’nın hiçbir yerinde elde edemedikleri, elde edemeyecekleri bir tolerans ve refah içinde yaşamaktadırlar.

ERMENİ TALEPLERİ VE PROPAGANDASI

Ermenilerin ülkemizden talepleri, sözde ermeni katliamının ya da soykırımının tanınması, buna karşılık tazminat ödenmesi ve toprak verilmesi olarak özetlenebilir. Bu talepler başlıca şu iddialara dayandırılmaktadır;

-Türkler Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.
-Türkler 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır;
-Türkler 1915 yılından itibaren Ermenileri planlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır;
-Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır;
Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur;

Bu iddiaların hepsi de objektif bir inceleme karşısında dayanaksız kalmaktadır. Şöyle ki,Türklerin Anadolu’ya ilk ayak bastıklarında bağımsız bir Ermenistan devletinin mevcut olmadığı, dolayısıyla da Ermenilerin topraklarının ellerinden alınması gibi bir durumun söz konusu olamayacağı açıktır.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Ermenilerin çıkarttıkları isyanlara ve giriştikleri katliama da yukarıda yer verilmiştir. Ermenilerin bu tutumunun Batı dünyasındaki propagandalarına bir zemin hazırlamak amacıyla benimsenmiş bulunduğu da artık açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.

Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması yolunda gizli emirleri bulunduğuna ilişkin olarak ilk kez Andonyan adlı Ermeni tarafından ileri sürülen ve yıllar boyunca Ermeni iddialarının geçerliliğinin temel kanıtı addedilen "belgeler" in tümüyle bir sahtecilik eseri olduğu, son olarak iki Türk tarihçi tarafından yapılan incelemeler sonucunda hiçbir kuşku veya tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur.

Ölen Ermenilerin sayısının 1,5 milyon olduğu iddiası da hiçbir geçerli temele dayanmamaktadır. Şöyle ki, dönemin birçok yabancı kaynakçada doğrulanan Osmanlı nüfus rakamlarına göre tüm Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin sayısı 1,3 milyon civarındadır. Toplam nüfusları l ,3 milyon olan bir topluluğun 1.5 milyon ölü vermesi mümkün olamaz. Ölen Ermenilerin sayısının kesin olarak hesaplanmasını sağlayacak bir belge ya da yöntem bulunmamaktadır. Örneğin, Lozan Barış Konferansı'na katılan Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar o tarihte Türkive'de toplam 280,000 Ermeni bulunduğunu, 700,000 Ermeninin ise başka ülkelere göç ettiğini belirtmiştir. Bu rakamlar doğru ise toplam Ermeni nüfusu 1,3 milyon olduğuna göre, Ermeni kaybı 300,000 dolaylarında kalmaktadır. Bu rakama çete harekatında veya Rus kuvvetleri saflarında yer alarak ölenler de dahildir. Ayrıca bu kayıpların on misline ulaşan yaklaşık 3 milyon Müslüman'ın da aynı dönemde hayatlarını kaybettikleri unutulmamalıdır.
Taşnak yayın organı Hairenik de 28 Haziranı 1918 tarihli nüshasında şunları yazmıştır:
"Rusya'nın Türkiye'ye karşı güttüğü düşmanca politika Kafkasya Ermenilerini de cesaretlendiriyordu. İki dost unsur arasındaki çatışmalara Kafkas Ermenileri neden oldu. Çok şükür ki, bu durum uzun sürmedi. Rus devrimi sonrasında Kafkasya Ermenileri selâmetlerinin yalnızca Türkiye'de olduğunu anladılar ve ellerini Türkiye'ye uzattılar. Türkiye de geçmişte olanları unutmamak istedi ve uzatılan eli şövalye ruhuyla sıktı. Artık Ermeni sorununun çözümlenmiş ve tarihte kalmış olduğunu kabul ediyoruz. Yabancıların ajanı birkaç maceraperestin eseri olan karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık duyguları ortadan kalkmalıdır."
Bu ilginç beyanlardan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:
a) Ermeni meselesi kapanmıştır.
b) Olaylardan Türkler değil, Ruslar ve Ermeniler sorumludur.
c) Bir haksızlık varsa, buna uğrayan Türklerdir.
Görüldüğü gibi, bizim bugün söylediklerimizin doğru olduğu bundan 64 yıl önce, 1918'de Taşnaklar tarafından itiraf edilmiştir. Ancak bu açık itiraflara rağmen mesele Ermenilerce kapanmış sayılmayacak ve Ermeni çevreleri ilk fırsatta itiraflarını unutup eski hayallerinin peşinden gideceklerdir.

KAYNAKÇA:

Ahmed Rüstem Bey-, La Guerre Mondiale et la Question Turco-Arménienne, Berne

Ahmet Refik-, İki Komite-İki Kıtâl, İstanbul 1919; Yeni Türkçesi: Hamide Koyukan, İki Komite İki Kıtâl, Kebikeç Yayınları, Ankara 1994.

Ahmet Refik-, Kafkas Yollarında: Hâtıralar ve Tahassüsler, Öncü Kitap, Ankara 1992

AKÇORA, Ergünöz-, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896-1916), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1994.

ANADOL, Cemal-, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, Turan Kitabevi, İstanbul 1982.

Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar'da ve Anadolu'da Ermeni Mezâlimi I (1906-1918), Ankara 1995, II (1919), Ankara 1995, III (1919-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1997

ASAF, Mehmet-, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, Hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1982.

ATAÖV, Türkkaya-, Talât Paşa'ya Atfedilen Andonian "Belgeler"i Sahtedir, Ankara 1984.

BEYDİLLİ, Kemal-, "1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu'dan Rusya'ya Göçürülen Ermeniler", TTK Belgeler, nr.17 (1988)

ÇALIK, Ramazan-, Alman Kaynaklarına Göre II. Abdülhamid Döneminde Ermeni Olayları, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2000

ERCAN, H. Yavuz-, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988.

Ermeni Komiteleri (1891-1895), Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu: 478, Ankara 2001.

GAZİGİRAY, A. Alper-, Osmanlılardan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Yayınları, İstanbul 1982.

GÜRÜN, Kâmuran-, Ermeni Dosyası, Üçüncü Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1985.

HALAÇOĞLU, Yusuf-, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), TTK Yayını, Ankara 2001.

KÖYMEN, Atilla-, "Ermeni Soykırımı" İddiaları ve Arşivlerdeki Gerçekler, Ankara 1990.

SARAL, Ahmet Hulki-, Ermeni Meselesi, Ankara 1970.

ŞİMŞİR, Bilâl N.-, Osmanlı Ermenileri, Bilgi Yayınevi, Ankara 1986.

SÜSLÜ, Azmi-, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara 1990.

Türk Ermenileri'nden Gerçekler/Facts from the Turkish Armenians/Realites Exprimees par les Arménians Turcs, Jamanak Yayınları, İstanbul 1980.

The Eastern Question: Imperialism and the Armenian Community,Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1987.

URAS, Esat-, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1950, Genişletilmiş 2.Baskı: Belge Yayınları, İstanbul 1987.

YILDIRIM, Hüsamettin-, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları, Ankara 2000.



Cevapla