Türklerin Kurdukları Hanlıklar!

Ödevler için artık tek bir adres var aktuelbilgi.net...
Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Türklerin Kurdukları Hanlıklar!

Mesaj gönderen En[G]in »

İdil (İtil) Bulgar Devleti

İdil ve Kama nehirlerinin birleştiği alanda kurulan bir Türk devleti.
Bir kısım araştırmacılar, ilk Müslüman-Türk devletinin İdil Bulgar Hanlığı olduğunu kabul ederler. “Karışık” manâsına gelen Bulgar kelimesi, Hun Türklerinin idaresinde yaşayan ve Hunlar'ın yıkılışından sonra dağılan Türk boylarından Kutripur ve Utrgurların karışımından meydana gelen Bulgarlara isim oldu. Önceleri Göktürk Hanlığı'nın idaresinde yaşayan Bulgarlar, 630’da bu devletin fetreti üzerine, Büyük Bulgarya devletini kurdular. Ancak bu devlet kısa bir süre sonra komşu Hazar Hakanlığı tarafından ortadan kaldırıldı. Bunun üzerine Asparuh idaresindeki Bulgarlar, Tuna’ya doğru yönelerek Balkanlara girip, 670’li senelerde, Tuna Bulgar Devletini kurdular. Tuna Bulgarları, bir süre sonra Slavlarla karıştılar ve 864 senesinde, Boris Hanın, Ortodoksluğu resmen kabulüyle de Hıristiyan oldular. Bugün Balkanlarda yaşayan Bulgarlar, bunların soyundandır.

Bulgarların bir kısmı ise, İdil ve Kama nehirlerinin birleştiği sahaya yerleşmişlerdi. İdil Bulgarları, burada bölgenin yerli halkı Fin-Ugorları ve öteki Türk topluluklarını da idareleri altına alarak bir devlet kurdular. Bu devletin ilk devirleri hakkında, kaynaklarda kesin bir bilgi yoktur. Bulgar tüccarlarının, Harezm’de ve Sâmânî ülkesinde Müslüman tüccarlarla temasları, Harezmliler'in de onların ülkelerine gitmeleri neticesinde, ülke topraklarında İslâm dîni ve kültürü yayılmaya başladı. 900’lü senelerde, Bulgarlar arasında İslâmiyet'i kabul edenlerin sayısı çoğunluktaydı. Sultan Şekkey’in oğlu İlteber Almış’ın, başa geçtikten sonra gördüğü bir rüya üzerine İslâmiyet'i kabul etmesiyle, İdil Bulgar Devletinin resmî dîni İslâmiyet oldu. Almış Han, 920’de Abbâsî halifesine din âlimi ve mimarlar göndermesi için ricada bulundu. İsmini de, Emir Ca’fer bin Abdullah olarak değiştirdi. Bu heyet, 922 senesinde Bulgar ülkesine ulaştı ve o andan itibaren Bulgar Devleti, Abbasî halifelerine bağlı bir Müslüman ülkesi, Bulgarlar ise, Doğu Avrupa’da Türk-İslâm kültürünün ilk temsilcisi durumuna gelmişlerdi. ***kelerden anlaşıldığına göre, Ca’fer’den sonra yerine oğlu Mikâil geçti. Ona da, Tâlib bin Ahmed, Mü’min bin Ahmed ve Mü’min bin el-Hasan, halef oldular.

Bulgarlar, Hazar Hakanlığı'nın 965 senesinde yıkılmasına kadar, bu devlete tâbi idi ve Hazarlara vergi veriyordu. Bu devletin yıkılmasından sonra, müstakil bir devlet durumuna geldiler. 985 senesinde Rus Kiev Prensliği, Bulgar topraklarını işgal ettiyse de, bir süre sonra geri çekildi. Daha sonra Bulgarlar ve Ruslar arasında münasebetler gelişti ve 1006 senesinde, iki devlet arasında bir ticaret anlaşması yapıldı. Fakat, 11. asrın sonlarına doğru, kuzeydeki kürk ticareti yüzünden, iki devlet arasında bitmeyen savaşlar başladı. Bu savaşlar, 13. asra ve Moğolların ortaya çıkışına kadar devam etti. Moğollar, Kalka Nehri kıyısında Rusları yendikten sonra (1224), doğuya dönerken, Bulgarların tuzağına düşerek ağır kayıplar verdiler. Bunun intikamını almak isteyen Batu Han, ordusuyla Bulgarlar üzerine yürüdü. Moğol ordusu, 1236’da Bulgar topraklarına girdi, köyleri ve şehirleri yıktığı gibi, 50.000 nüfuslu başşehirlerini de darmadağın etti.

Batu Hanın, Deşt-i Kıpçak bölgesinde kurduğu Altınordu Devleti zamanında Bulgarlar, bir dereceye kadar bağımsızlıklarını muhafaza ettiler. Bu arada başşehirleri olan Bulgar şehri, kısa zamanda eski hâline kavuşturuldu. Bulgarlar, zaman zaman Altınordu Devletine baş kaldırıyorlardı. Altınordu Hanı Pulat Timur, 1361 senesinde Bulgarları cezalandırmak için, ülke topraklarına girip çeşitli tahribatlar yaparak geri çekildi. Timur Han'ın, 1391 ve 1395 yıllarında Altınordu Devletine karşı yaptığı seferlerden Bulgarlar da etkilendi. İdil Bulgarları, 1399’da Ruslarla yaptıkları savaşı kaybedince, dağıldılar. Halkın büyük kısmı Kama Nehrinin kuzeyindeki Kazan Nehri boyunca göç ederek buralara yerleştiler ve bölgeyi tamamıyla Türkleştirdiler. 1437 senesinde kurulan Kazan Hanlığı'nın esas nüfusunu, Bulgar-Kıpçak karışımı Müslüman halk meydana getirmekteydi. Bugün de, bu Müslüman Bulgarlar, “Kazan Türkleri” veya “Şimâl Türkleri” diye anılmaktadır.

Bulgarlar, 10. asrın başlarında diğer Türk kabileleri gibi göçebe olarak yaşıyorlardı. Kısa bir zaman içinde yerleşik hayata geçerek, ziraatla uğraşmaya başladılar ve aynı asrın sonlarında, usta birer çiftçi oldular. Başlıca tarım ürünleri; ak darı, buğday ve arpa idi. Bunun yanında Orta İdil sâhası, ulaşım bakımından, kuzey bölgelerini Orta Asya’ya bağlayan büyük kervan yolları üzerindeydi. Bu durum, İdil Bulgarlarının büyük ölçüde, ticaret ile uğraşmalarına imkân sağladı. Devletin başşehri olan Bulgar şehri, Doğu Avrupa’nın en önemli ticaret merkezi hâline geldi. Bulgar Türkleri, kuyumculukta da ileri idiler. Bu sanattaki ustalıkları, İsveç’e kadar bütün batı Slavları sahasında tesirini göstermiştir.



Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Şeybanîler (Özbekler, Şibanîler, Şibânoğulları)

On beş ve on altıncı yüzyıllarda Mâverâünnehir’de hüküm süren Türk İslâm devleti. Adını Muhammed Şeybânî Handan alan bu devlete Özbekler de denir.
Timur Han'ın 1405’te ölümünden sonra zayıflayan Timur İmparatorluğu, parçalanmaya başladı. Bu sırada Aral Gölünün ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşayan Özbekler, Ebü’l-Hayr’ın idaresinde toplanarak, 1428’de, onu, kendilerine han ilan ettiler. Özbeklerden ayrılan Kırgız Kazaklarını yeniden hakimiyeti altına almaya çalışan Ebü’l-Hayr, 1468’de bir savaşta vefat etti. Ebü’l-Hayr’ın vefatından sonra, Özbekler, Çağatay Moğol hükümdarı Yûnus Hana yenilerek dağıldılar. Yûnus Han, Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şah Budak’ı öldürttü. Dağınık halde bulunan Özbekler, bu hâdise üzerine Şah Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek'in (Şeybânî) etrafında tekrar toplanarak güneye doğru inmeye başladılar.

Bu hâdiseden sonra, Şeybânîler adını alan Özbekler, ilk zamanlar Çağatay Hanı Mahmud Hanın himayesine girerek Türkistan’a yerleştiler. Bu sırada Timuroğulları Devletindeki iç karışıklıktan istifade ederek, 1500’de Buhâra’yı zaptedip, Timur Hânedânına son verdiler. Mâverâünnehir tahtına Muhammed Şeybek geçti. Harezm, Hive, Belh ve Herat’ı ele geçirdiler. Çağatayların elinde bulunan Taşkent’i de zapteden Özbekler, Çağatay Hanı Mahmud Hanla kardeşi Ahmed Hanı esir aldılar. Böylece Türkistan, Mâverâünnehir, Fergana ve Horasan bölgelerine hakim olup, Orta Asya’nın en güçlü devleti hâline geldiler.

İran’da bulunan Akkoyunlu Devleti'ni yıkarak, hakimiyeti ele alan Safevîler, Sünni itikadda olan Özbeklere karşı, Horasan’ı ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Sünni Müslümanların hâmisi durumunda olan Muhammed Şeybek, Şah İsmail’in Ehl-i sünnet itikadını kabul etmesini ve kendisine boyun eğmesini istedi. İsteklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, bütün Âzerbaycan ve İran topraklarını elinden alacağını bildirdi. Bu sırada Osmanlılar'ın da desteğini alan Özbekler, Safevîlere karşı mücadeleye başladılar. İkinci Bayezid Han, Muhammed Şeybek’i, Şah İsmail’e savaş açması için destekledi. Muhammed Şeybek’in oğlu Muhammed’in, Kırgızların saldırısına uğramasını fırsat bilen Safevîler, harekete geçerek Horasan’ı zaptedip Meşhed’e girdiler. Merv yakınlarında Özbekleri mağlup ederek Muhammed Şeybek’i şehit ettiler (1510).

Yeniden bir araya gelen Özbekler, 1512’de, Şiî-Safevî kumandanı Necmî Sânî ile Bâbür’ü Goncdevan’da büyük mağlubiyete uğrattılar. Böylece Buhâra, Semerkand ve Mâverâünnehir bölgeleri, tekrar Özbeklerin hakimiyetine girdi. Yeniden iktidarı ele alan Şeybânîler Hânedânı, 16. yüzyıl boyunca, Mâverâünnehir bölgesinde hüküm sürdü. Semerkand’ı devlet merkezi olarak seçen Özbekler, Muhammed Şeybek’in amcası Köçküncü Han devrinde, Horasan’ın bir bölümünü, Meşhed ve Esterâbâd’ı, Safevîlerden aldılar. Fakat Meşhed ve Herat yakınlarındaki Türbe-i Şeyh-i Cem denilen yerde yapılan savaşta Şah Tahmasb’a yenilince, buralar yeniden ellerinden çıktı. Bu sırada Hindistan’da bir Müslüman-Türk devleti kuran Babür, Özbeklerin mağlubiyetinden istifade ederek, Mâverâünnehir bölgesini ele geçirmek istedi. Oğlu Hümâyun Şah'ı, Semerkand üzerine gönderdi. Fakat, Özbeklerin güçlü olması ve Bâbür’ün Hindistan’daki işleri sebebiyle bir sonuç alamadı.

Muhammed Şeybek’ten sonraki Özbek hanlarının en güçlüsü olan İkinci Abdullah Han, dağılan Özbek boylarını toplayıp güçlü bir hâle getirdi. 1557’de Buhâra’yı tekrar ele geçirerek başşehir yaptı. Babası İskender’i bütün Özbeklerin hanı ilan etti. Belh, Semerkand ve Taşkent ile Sirideryâ'nın (Seyhun) kuzeyindeki bölgeyi ve Fergana’yı tekrar hakimiyeti altına aldı. Babası adına hüküm sürdü. 1582’de Sarısu ve Turgay arasındaki Uludağ’a kadar uzanan bir sefer düzenleyip, Bedahşân, Horasan, Gîlan ve Harezm’i ele geçirdi. 1583’ten itibaren, ülkeyi kendisi idare etti. İran Şahı Abbas, 1597’de Herat’ta Özbekleri yenerek Horasan’ı ele geçirdi. İkinci Abdullah Hanın oğlu Abdülmü’min, Belh’i idare etmekteyken babasına isyan etti. Bunu fırsat bilen Kırgızlar, Taşkent bölgesini işgal ettiler. 1598’de İkinci Abdullah Hanın vefat etmesinden altı ay sonra oğlu Abdülmü’min de öldürülünce, Özbekler ülkesinde hakimiyet Şeybânîlere akraba olan Canoğullarına (Astırhan Hanları) geçti.

Şeybânîler, Mâverâünnehir’de ziraat, ticaret, güzel sanatlar ve kültürü geliştirdiler. Ülkede huzur ve emniyeti sağlayıp, iktisadî refah seviyesini yükselttiler. Ticaret yolları üzerinde kervansaray ve köprüler inşa ettirip, kıymetli madenlerden, alım gücü yüksek para kestirdiler. Sulama kanalları açarak, ziraî verimi yükselttiler. Şeybânî hanları, kültürlü kimseler olup, âlim ve sanatkârları himaye ederlerdi.

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Kazan Hanlığı

İdil (Volga) Irmağı kıyısındaki Kazan şehrinde kurulmuş bir Türk Devleti. Kuzeydoğu Avrupa’ya göç eden Türkler tarafından 15. yüzyılda kurulup, 16. yüzyılın ortalarında Ruslar tarafından yıkıldı.
Kazan Hanlığı, Volga Bulgarlarının yaşadıkları bölgede, Altınordu Devleti'nin eski hanlarından Uluğ Muhammed Han tarafından, 1437 tarihinde kuruldu. Hanlığın ahâlisini, Orta Asya’dan gelme yerleşik ve yarı göçebe Türkler ve Finliler meydana getiriyordu. Uluğ Muhammed Han (1437-1445), gelişmesini devleti için mahzurlu gördüğü Moskova Knezliği’ne karşı, 1439-1445’te sefere çıkıp, Rus kuvvetlerini bozguna uğrattı ve Knez Vasili’yi esir etti. Ruslar, Kazan Hanlığının hakimiyetini tanıyıp, harp tazminatı olarak her yıl haraç vermeyi, Kazan memurlarının Rus şehirlerinde vazife yapmasını ve Oka Nehri boyunu şehzade Kasım’a yurt olarak vermeyi kabul ettiler. Oka Nehri boyunda kurulan Kasım Hanlığı sayesinde, Moskova Knezliği kontrol altında tutuldu.

Teşkilâtçı, tedbirli, cesur ve akıllı bir idareci olan Uluğ Muhammed Hanın vefatıyla oğlu Mahmud Han (1449-1462), Kazan Hanlığı tahtına geçti. Mahmud Han devrinde, Kazanlılar sulh, sükûn, huzur ve refah içinde yaşadılar. Mahmud Hanın, 1462’de vefatıyla, oğlu Halil (1462-1467) ve İbrahim (1467-1479), Kazan Hanı oldular. İbrahim Han devrinde taht mücadeleleri başladı. İbrahim Hana karşı bazı beyler Kasım Hanlığının kurucusu Kasım’ı, Kazan Hanı olarak tanıdılar. Türklere karşı fırsat kollayan Moskova Knezliği, bu durumu değerlendirerek, İbrahim Hana karşı, Kasım Hanı destekledi. Hanedanlık meselesi, Moskova Knezliğinin kontrolünü gevşettiğinden Ruslar, Türklerin hakimiyetinden kurtulmak için faâliyete geçtiler. Papalık tarafından, Bizans sülâlesinden Sofya ile evlendirilen Üçüncü İvan, 1480’de Türk hakimiyetinden ayrılarak, istiklâlini ilan etti. Kazan Hanlığındaki taht mücadeleleri, 1552 tarihine kadar devam etti. Kazan tahtına sahip olmak isteyen prensler, Ruslar’dan da teşvik ve yardım alarak, iktidar mücadelesine devam ettiler.

Kazan Hanlığının iç işlerindeki karışıklıklardan, büyük ölçüde istifade eden Ruslar, 1487 yazında Kazan’a girdiler. Muhammed Emin (1502-1518), Rus taraftarı görünerek, usta bir siyaset takip edip, 1506’da Rusları, Kazan’dan attıysa da, bütün tehlikeyi ortadan kaldıramadı. 1521’de Kırım sülalesinin, 1552’de Astırhanlıların hakimiyetine geçen Kazan Hanlığı, devamlı Rus saldırılarına uğradı. İlk "çar" unvanlı Moskova Knezi olan Dördüncü (Korkunç) İvan, Hıristiyan Avrupa’dan silah ve asker de alarak, 150.000 kişilik ordusu ve 150 top ile, Kazan Hanlığına karşı harekete geçti. Kazan’ı müdafaa eden, şehirdeki 33.000 asker ve dışarıdaki 15.000 atlı Hanlık kuvvetleri ile Ruslar arasında, 1552 yazında, şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Kazan’daki müdâfilerin huruç harekâtı ve atlı kuvvetlerin saldırıları sonucu, Rusları yok etme metodu, Avrupa’dan getirilen toplar ve İngiliz mühendislerinin duvar altı lağım tekniği karşısında tatbik edilemedi. Ağustos başında Kazan’a giren Ruslara karşı, sokak muharebeleri yapıldı. Ruslara karşı en şiddetli mücadele, Kul Şerif Camii ve Medresesi çevresinde oldu. Seyyid Kul Şerif dahil bütün medreseliler şehid edildiler. Yadigâr Muhammed Han ve etrafındakiler esir edildi. Kazanlıların çok azı dışında, genç-ihtiyar, kadın-erkek katliama uğradı. Maddî ve manevî kültür eserleri imha edilerek, şehir ve devletin hazineleri, Ruslar tarafından yağmalandı. Kazan ülkesi, Rusların hakimiyetine girince, çeşitli tarihlerdeki istiklal mücadeleleri kanlı şekilde bastırıldı. Bugün, Kazan’da Rusya Federasyonuna bağlı Volga (İdil) Tatar Cumhuriyeti hakimdir.

1437-1552 tarihleri arasında, Kuzeydoğu Avrupa’da hakim olan Kazan Hanlığı, Türkler tarafından kurulmuştur. Ruslar, Türkleri sevmediklerinden buranın ahalisine, Moğollara izafen Tatar diyerek onları kötülemektedirler.

Hanlıkta, yerleşik Bulgar Türkleri ve yarı göçebe Kıpçak Türkleri hakimdiler. Hanlığın başında bulunan “Han”, boyları temsilen “Karacılar Dîvânı” ile idarede söz sahibi idarî, askerî ve dinî temsilciler, hükümeti meydana getirirdi. Saltanat, hanedandan en büyük oğulun hakkıydı. Bütün memleketi alâkadar eden meseleler için, temsilciler heyetinden meydana gelen Kurultay toplanırdı. Kazan Hanlığının iktisadî temeli, tarıma dayanırdı. İslavlara, hububat mahsulleri, meyve, bal, balmumu, balık ile çeşitli kürk ve eşyaları ihraç edilirdi. Kazan’da yabancı tüccarlar için ayrı bir bölge kurulmuştu. Her yıl, 24 Eylül günü, Volga Nehrindeki adada panayır kurularak, ülkenin her tarafındaki tüccarlar burada toplanır, alışveriş yaparlardı. Kazan’da saraylar ve camiler inşa edilerek, âlimlerin ve dinî müesseselerin bütün ihtiyaçları, devlet bütçesinden karşılanırdı. Dânişmend, derviş, hâfız, hâkim, kadı, molla yetiştirilerek, her Kazanlı, İslâm dininin esaslarını öğreninceye kadar, cami, mektep ve medreselerde okutulurdu. Kul Şerîf Camii ve Medresesi en meşhur Kazan müessesesidir. Kazan Hanlığı, Ruslar tarafından işgal edilince maddî ve manevî eserler yağmalanıp, tahrip edildi. Katliamlarda, devlet adamları ve âlimlerle birlikte, çocuklar ve kadınlar da insafsızca öldürüldüler.

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Kırım Hanlığı

Kuzey Karadeniz kıyısındaki Kırım
Yarımadasında kurulmuş bir Türk devleti.
Altınordu Devleti'nde hânedanlık mücadelesine katılan sülâle mensupları ve âsi kabile beylerinin sığınağı Kırım Yarımadasıydı. Burada 14. yüzyıldan itibaren başlayan hakimiyet kurma mücadelesi, 15. yüzyılda Hacı Giray tarafından gerçekleştirildi.

Hacı Giray, Cengiz Hanın oğullarından Cuci’nin küçük oğlu Tokay Timur soyundan gelmekteydi. Babasının, Kırım’daki taht mücadelesi sonunda Litvanya’ya göç ettiği ve Kral Vitold’un yanına sığındığı sıralarda dünyaya gelen Hacı Giray, büyüdükten sonra, Şirin kabilesinin yardımıyla Kırım’ı ele geçirdi.

Kırım Hanlığını kurma tarihi kesin olmamakla beraber, bastırdığı paranın 1441 tarihini taşımasından, belirtilen bu tarihten daha önceki yıllarda devleti kurmuş olduğu anlaşılmaktadır.

Hacı Giray da, diğer hanlar gibi üzerinde hak iddiâ ettiği Altınordu tahtını ele geçirmek için, Lehistan Kralı ve Moskova Rus Prensi ile anlaşma yapmaktan çekinmedi. Bu arada, Kefe Cenevizlilerine karşı, Fatih Sultan Mehmed Han ile de anlaştı.

Hacı Giray’ın 1466 tarihinde ölümünden sonra, oğulları Mengli Giray ile Nur Devlet arasında taht mücadelesi başladı. Mengli Giray, Osmanlı Devleti'nin yardımıyla, hanlık tahtını ele geçirdi. Fakat, vaad ettiği yardımı göndermemesi üzerine yakalanarak İstanbul’a ***ürüldü. Kardeşi Nur Devlet tahta geçti. 1478 tarihinde Mengli Giray’ın; Kırım Hanlarının tayin ve azil haklarını Osmanlı padişahına veren, padişahın açacağı seferlere Kırım hanının da katılmasını kabul eden bir antlaşma yapması üzerine, İstanbul’dan Kırım’a han tayin edildi. Mengli Giray’ın üçüncü defa Kırım hanı olması üzerine kardeşleri Nur Devlet ve Haydar, Moskova’ya kaçtılar. Mengli Giray, Osmanlı himayesinde tahtı ele geçirmesiyle, papalığın teşvik ve yardımlarıyla devamlı genişleyen Moskova Knezliğine karşı, Kırım Hanlığını garanti altına aldı. Kırım kuvvetleri, ilk defa, Sultan İkinci Bayezid Hanın, 1484 Akkerman Seferine katıldı. Osmanlılar ile münasebetini arttıran Kırım Hanlığı ile 18. yüzyılın sonuna kadar askerî, siyasî, iktisadî, kültürel işbirliği yapıldı. Kırım hanı, 1502’de Saray şehrine hücum ederek Altınordu Devletinin yıkılmasına sebep oldu. Moskova Knezliği, 1502 yılına kadar Altınorduluların korkusundan Kırım’a muhtaç olup, Mengli Giray ile iyi geçinirken, bu tarihten sonra Rusya, Mengli Giray’ın düşmanlarıyla anlaşarak Kırım’a karşı cephe almaya başladı. Mengli Giray da, Litvanya ve Lehistan Kralı Dördüncü Kazimir ile Rusya’ya karşı anlaşarak, Osmanlı Devletinden başka, bu Avrupa devletleriyle de ittifak kurdu.

Mengli Giray’ın 1514’te ölümüyle tahta geçen oğlu Mehmed Giray ile Kazan tahtına getirilen Sâhip Giray da, Rusya’ya karşı birlikte hareket ettiler. Mehmed Giray, 1521’de Moskova’yı kuşatıp, Rusları yenerek onları haraca bağladı. Ruslar, bu haracı, Deli Petro (1682-1725) zamanına kadar ödediler. Mehmed Giray’ın 1523 tarihinde Astrahan Seferinden dönüşünde, Nogayların yaptıkları baskınla öldürülmesinden sonra yerine geçen hanlar, Rusya ile mücadeleyi devam ettirdiler. Bu hanlar arasında Sâhip Giray (1532-1551) ve Devlet Giray (1551-1577) devrinde Ruslara karşı yapılan mücadele başarılı oldu. Devlet Giray’ın hanlığı sırasında Kazan ve Astrahan, Rusların eline geçti. Bu enerjik han, adı geçen şehirleri geri alabilmek için Ruslarla çetin çarpışmalar yaptı. Yine bu han zamanında, Kırım Hanlığı için tehlikeli görülen Nogaylar, Özi Irmağının batısına, Turla ve Tuna arasına yerleştirildi. Rus yayılmasına karşı tedbir alınarak, Doğu Avrupa’ya, Orta Asya’dan Türk boyları getirilerek yerleştirildi. Bucak’a (Besarabya) Müslümanlar yerleştirilerek, kuvvet dengesi sağlandı. Kafkasya’daki Çerkezler ve Kıpçak bozkırlarındaki yerli ahâli ile münasebetler kuvvetlendirilerek, Kırım hanının ve Osmanlı sultanının otoritesi buralarda hakim kılındı. Osmanlılar, Orta Asya’daki Türkleri Rusya’ya karşı desteklemek ve münasebet kurmak için Don-Volga kanal projesine başladılar.

Devlet Giray’ın 1577’de ölümünden sonra, Kırım’da taht mücadelesi başladı. 1588 tarihinde tahtı ele geçirmeyi başaran ve “Bora” unvanı ile tanınan İkinci Gâzi Giray Han, ülkede birlik ve beraberliği tesis ederek, Osmanlıya sadakatini arz etti. Daha sonra da rakibi Murat Giray’a yardım eden Moskova hâkimi Çar Feodor üzerine yürüdü. Fakat, Osmanlı Devletinin Avusturya ile yaptığı savaşa katılmak için, harbi bırakıp Ruslarla anlaşma yapmak zorunda kaldı (1592). Anlaşmaya göre Çar, on bin ruble vergi ve belirli hediyeler göndermeyi kabul etti.

İkinci Gâzi Giray, Osmanlı-Avusturya savaşlarında büyük başarılar kazandı ve Boğdan Beyinin itaat altına alınmasını sağladı. Osmanlı Devletinin 17. yüzyıl başlarında Avrupa’da yaptığı savaşlara katılan bu yiğit Han, 1607 tarihinde vebadan öldü. İkinci Gâzi Giray’ın ölümünden sonra Kırım’da hanlık mücadelesi, yıkılış tarihi olan 1792’ye kadar devam etti. Bu arada Kırım Hanlığı, 17. yüzyıl başlarından itibaren tesirlerini göstermeye başlayan Rus Kazaklarla da mücadele etti. Osmanlı Devletinin Lehistan’a karşı, Kazak Atamanı Droşenko’yu desteklemesi sonucunda, 1672’de Lehistan’la ve arkasından Ruslarla 1678’de yapılan savaşlarda, Kırım Hanlığının büyük yardımları görüldü. Ruslarla yapılan 1678 Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti, Ruslarla görüşme yapma yetkisini Kırım Hanlığına verdi. O sırada tahtta bulunan Murat Giray, Rus temsilcileri ile yirmi yıllık bir barış antlaşması imza etti.

1683 tarihinde, Viyana Kuşatması sırasında, Murat Giray, sadrazamdan intikam almak gayesi ile, ilerleyen Jan Sobieski idaresindeki Leh kuvvetlerini önlemedi ve bozguna sebep oldu. Bu yüzden azledilerek, yerine İkinci Hacı Giray getirildi. Hanlığın şahsî sebeplerle Osmanlı kuvvetlerini Haçlılar karşısında yalnız bırakması, ileride başına gelen felâketlere sebep oldu. İkinci Hacı Giray’ın çok kısa süren hanlığından sonra, 1684’te Selim Giray, Rusların (1687-1689) ve Lehlilerin (1687-1688) yaptıkları saldırıları yiğitçe püskürttü.

Karlofça Antlaşması (1699) ile Azak Kalesini alan Ruslar, Kırım’a ödedikleri yıllık vergiyi de kestiler. On sekizinci yüzyılda, Rus ve Avusturya kuvvetlerinin, Osmanlı Devleti ile yaptıkları savaşlar sırasında, Ruslar, Haziran 1736’da Kırım Hanlığının merkezi Bahçesaray’ı yağma ve tahrip ettiler. Kırım’ın diğer bölgeleri ve şehirleri de bu tahripten kurtulamadı. 1768-74 Osmanlı-Rus muharebelerinde, Bucak (Besarabya) 1770’lerde, Kırım Yarımadası da 1771’de, Ruslar tarafından istilâ edildi. Savaşı sona erdiren 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım, Osmanlı himayesinden çıkartılıp, siyasî ve mülkî idare bakımından bağımsız hâle getirildi. Ahalisi Müslüman olan Kırım, dinî bakımdan yine Osmanlı Devletine bağlı kalacaktı.

Rusya, Kırım’daki Osmanlı kuvvetlerini çektirmeye Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla muvaffak olunca “sıcak denizlere inme” siyaseti dolayısıyla, bütün harp metotlarını tatbik etmeye başladı. Kırım’da başlayan hanlık mücadelesine karışan Ruslar, 1777’de Rus taraftarı olan Şahin Giray’ın han olmasını sağladılar. Osmanlı taraftarı olan Bahadır Giray, hanlık mücadelesinde Şahin Giray karşısında başarılı olamadı. Tam manâsıyla Rus taraftarlığı yapan ve Ruslar gibi yaşamaya başlayan Şahin Giray’a Kırımlılar, “kâfir” gözüyle bakmaya başlayıp, onu istemediler. Sonunda, Kırım’dan Türkiye’ye göçler başladı. Bu durumu değerlendiren Ruslar, Türklerin boşalttıkları yerlere, yetmiş beş bin Rus göçmeni yerleştirdiler. 1779’da yapılan Aynalıkavak Antlaşması ile, Kırım hanlarının serbestçe seçilmesi, Rus askerlerinin Kırım’dan çekilmesi, Osmanlı Devletinin Şahin Giray’ı tanıması maddelerinin kabul edilmesine rağmen, antlaşma kâğıt üzerinde kaldı. Çünkü Ruslar, antlaşmaya uymadılar ve askerlerini çekmediler. Kırım’ı ilhak edebilmek için, Kırım ahalisini tahrik yoluna gittiler. Osmanlılar da Çerkez ve Kuban Türklerini Rus tahriklerine karşı desteklediler.

Şahin Giray, Ruslardan da yardım alarak Kırım’ı Osmanlılardan ayırıp, Rus tipi bir ordu ve idarî teşkilatlanmaya gitti. Kırımlılar buna karşı çıkıp, harekete geçtiler. Şahin Giray, Ruslara sığındı. Osmanlıların desteklediği Bahadır Giray, 1782’de tahta geçti. Fakat Rus Generali Potemkin ile geri dönen Şahin Giray, 8 Nisan 1785’te hanlığı tekrar ele geçirdi. Bu arada Rus askerleri, otuz bin Kırımlı Türkü acımadan öldürdüler. Aynı tarihte Ruslar, Kırım’ı ilhak ettiklerini de resmen ilan ettiler. Osmanlı Devleti, bu tarihte içinde bulunduğu durum dolayısıyla Rusya’ya karşı yeni bir sefer tertip edemedi. Şahin Giray, ihanetlerinin mükâfatı olarak, Ruslardan, hanlığını devam ettirmelerini beklerken, işlerine yaradığı müddetçe büyük itibar göstermiş olan Ruslar, Kırım’ı ilhak ettikten sonra, ona yüz vermediler. Şahin Giray, İstanbul’a gitmek mecburiyetinde kaldı. Fakat, önce Rodos’a sürüldü. Sonra da idam edildi (1787). Osmanlı Devleti, Kırım’ın kurtarılması için, Ruslarla yeni bir harbe girişti ise de muvaffak olamayıp, 1792 Yaş Antlaşması ile Kırım’ın Rusya’ya ilhakını kabul etti. Osmanlılar, Kırım’ı Rus istilâsından kurtarmak için çok uğraştılarsa da, bir türlü muvaffak olamadılar. 1853-1855 tarihleri arasında yapılan Kırım Savaşı'nda da istenilen netice sağlanamadı. Rus işgâlindeki Kırım, 1918’de Almanlar tarafından işgal edildi. Daha sonra Beyaz Rus hükümetinin merkezi oldu. 1921’de, Muhtar (Özerk) Kırım Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Ancak, İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanlarla işbirliği yaptıkları iddiasıyla Cumhuriyet dağıtılıp, halkı sürgün edildi (1945). Kırım Türklerinin başlattığı anayurda dönüş mücadelesi, doksanlı yıllarda hâlâ devam etmekteydi. Kırımlı liderlerden Mustafa Cemiloğlu ve birçok Kırımlı aile, Kırım’da kurdukları çadırkentlerde yaşama mücadelesi vermektedir.

Kırım Hanlığının kültür ve teşkilâtı, Altınordu ve Osmanlı Devletinde olduğu gibidir. On beşinci yüzyıldan itibaren; Kırım Yarımadası, Kabartay, Kıpçak ve Taman bölgelerinde hâkimiyet süren Kırım Hanlığının merkezi, Bahçesaray şehridir. Hanlık dîvânındaki Karaçi Beyleri Altınordu ananesine göre hareket ederlerdi. Hanlığın birinci veliahdına “Kalgay”, ikincisine “Nûreddîn” denirdi. Devlet işleri, Hanın başkanlığında; Kalgay ve Nûreddîn’le birlikte, Bucak, Yedisar ve Kuban seraskerleri, Şirin Beyi, müfti, uluağa denilen vezir, kadıasker, hazînedarbaşı, defterdar, aktaçıbey, kilercibaşı, dîvân efendisi, kâdıasker nâibi, Bağçesaray kadısı ve kullar ağası tarafından idare edilirdi. Toprak, Han ailesi ve mirzalar arasında timar olarak dağıtılırdı. Buna karşılık timar sahipleri, Kırım Hanlığına asker beslerdi. Kırım askerleri, umumiyetle atlı olup ateşli silahları, Osmanlılardan temin edilirdi. Kırım süvarileri, Moskof üzerine akın yapmakta gayet usta muhariptiler. Kırım hanları, kuvvetli zamanlarında Moskova’dan ve Lehistan’dan “tıyış” adı verilen yıllık vergi alırlardı. Osmanlı seferlerine, Kırım kuvvetleri de katılırdı.

Kırım hanları, pek çok mimarî eserler bırakmışlardır. Gözleve’deki Han Camii, 1552’de Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Karagöz kasabasındaki Koleç Mescidi, Karasu’daki Şor Camii, kervansaray ve büyük hamam, Yenikale surları, Kerç’te Bayezid Camii, Mustafa Çelebi Camii, medrese ve hamam, Bahçesaray’daki Han Sarayı ve civarında bulunan türbe, 16-17. yüzyıllarda yapılmış belli başlı Kırım eserleridir.

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Kasım Hanlığı+

Moskova yakınındaki Oka Irmağının kuzey kıyısında hüküm süren bir Türk hanlığı. Hanlığın ismi burasının ilk hakimi Kasım bin Uluğ Muhammed’e izâfeten verilmiştir.
Altınordu eski hükümdarı Uluğ Muhammed, 1436’da tahtından indirildikten sonra 1437’de Kazan Hanlığı'nı kurdu. 1445’te, Moskova Prensi Vasily ile yaptığı savaşı kazanarak, onu esir aldı. Yapılan antlaşma ile Kasım, Yılatom, Şatsk ve Temnik kazalarını içine alan bölgenin, oğlu Kasım’a verilmesi sonucunda, prensi serbest bıraktı. Böylece kurulan hanlığın başına Uluğ Muhammed’in oğlu Kasım Han getirildi.

Kasım’ın, Rus topraklarının ortasında kurduğu devletin masrafları, Moskova hazinesinden ve diğer Rus şehirlerinin gelirlerinden sağlanıyor, Kazan Hanlığı adına Moskova kontrol altında tutuluyordu. Fakat enerjik hükümdar Uluğ Muhammed Hanın, kısa bir müddet sonra vefatı, oğulları arasında taht kavgalarına yol açtı. Fırsatı değerlendiren Moskova Büyük Knezi, Kasım Hanı destekledi. Rus yardımcı kuvvetleriyle desteklenen Kasım Han, kardeşi İbrahim’e karşı harekete geçti ise de, başarı kazanamayarak geri döndü. Bu hâdiseden sonra, zaten Rus topraklarının ortasında kalan Kasım Hanlığı, Rus knezlerinin, Kazan Hanlığını karıştırmak için kullandığı bir âlet durumuna düştü. Devlet, kuruluş gayesinden tamamen uzaklaştı. Kırım Hanları ve Astırhanlar Sülalesinden hükümdarlar başa geçti. Ancak, hiçbiri, Rusların kontrolünden çıkamadı. Rusların çeşitli bölgelere düzenledikleri seferlere, Kasım Hanları da iştirak ettiler. Gittikçe zayıflayıp benliğini kaybeden Kasım Hanlığı, 1681 yılında tamamen ortadan kaldırıldı.

Kasım halkı arasında kalan Müslümanlar, daha sonra İslâm memleketlerine göçtüler. Bir kısmı ise günümüze kadar orada kaldılar.

Devletin merkezi olan Kasım şehri, Oka Nehrinin sol sahili yamacında Oka’ya dökülen iki küçük derenin arasında kurulmuştu. Kasım Han, burada bir taş cami inşa ettirdi. Tahrip edilen bu caminin yerine, 1768 senesinde iki katlı başka bir cami yapıldı. Eski minaresi ise ayakta kalmıştır. Şehirde, hanlık döneminde yapılmış bir çok eser, Ruslar tarafından yakılıp yıkıldı.

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Astrahan (Astırhan) Hanlığı (1466-1577)

Astrahan Hanlığı, İtil (Volga) Nehri'nin Hazar Denizi'ne döküldüğü yerde, Astrahan şehrinde kurulmuştur (1466). Astrahan şehrinin asıl adı Hacı Tarhan idi. Altın Ordu hanlarından Küçük Muhammed'in torunu Kasım Han tarafından kurulan bu hanlık, ancak 91 yıl bağımsız kalabildi.
Astrahan mıntıkası, Orta Asya ile Güneydoğu Avrupa bozkırları arasında tabiî bir geçit teşkil ettiği için, asırlarca Türk kavimlerinin doğudan batıya doğru giden akınlarına ve bunlar tarafından kurulan birçok devlet teşkilâtlarına sahne olmuştur. Biz burada, 5. asırda Bulgarlar'ı, 7-10. asırda Hazarlar'ı, 10. asırda Peçenekler'i, 11. asırda Kumanlar'ı buluyor ve nihayet 13. asırdan itibaren, Moğollar'ın rehberliği altında harekete geçen, yeni ve kuvvetli bir dalganın gelmesiyle, Altın Ordu adı altında büyük bir devletin kurulduğunu görüyoruz.

15. asrın sonlarına doğru, merkezî kuvvetin zayıflaması ile, dağılmak mecburiyetinde kalan Altın Ordu devleti sahasında, Kazan, Kırım hanlıkları ile Nogay Ordası yanında, payitahtı Astrahan olmak üzere, Küçük Muhammed'in torunu, Mahmud oğlu Kasım Han tarafından bir de Astrahan Hanlığı tesis edilmiştir (1466). En mühim ticaret yolu üzerinde bulunduğu ve zenginliği yüzünden komşu devletler ile göçebe kabileleri celbederek, bunların daimî hücumlarına maruz kaldığı için, iç istikrarını bulamayan bu Türk hanlığı, güçlü ve devamlı bir varlık gösterememiştir. Ahalinin büyük bir kısmının göçebe olup, merkezî hükümetten ziyade, kendi beylerine bağlı kalmaları da, Hanlığın zayıflamasına sebep olmuştur.

Astrahan Hanlığı, Kasım Han (1466-1490) ile kardeşi Abdülkerim Han (1499-1504) devirlerinde, merkezi Saray olmak üzere, eski Altın Ordu'nun bir kısmında hüküm süren amcaları ile işbirliği temini sayesinde, nispeten sakin bir hayat yaşamışsa da, devletin son devirleri, bilhassa Kırım Hanı Mengli Giray'ın, Saray'ı tahribinden sonra (1502), komşu Kırım Hanlığı ile Nogay Orda'sının, bu mıntıkayı kendi nüfuzları altında bulundurmak için yaptıkları mücadeleler içinde geçmiştir. Bu mücadelelerin, iç vaziyeti ne kadar sarsmış olduğunu, hanların sık sık değişmeleri de açıkça göstermektedir.

Rus Çarı IV. İvan, Kazan Hanlığı kuvvetlerini mağlûp edip, Kazan'ı zaptettikten sonra (1552), Astrahan üzerine asker sevk ederek kendi tabii sıfatıyla Şeyh Haydar oğlu Derviş Han'ı tahta geçirmiş (1554), fakat Derviş Han'ın, Ruslar aleyhine Kırımlılarla münasebete girişmesi üzerine, tekrar asker sevk edip, Astrahan Hanlığını, Çarlığa ilhak etmiştir (1557). Derviş Han, kaçarak, Azak kalesine sığınmıştır.

Gerek yerli Türk kuvvetleri ve gerek Kırım ve Türkiye, Ruslar'ın buralara kadar uzanarak, Türkler'in arkasına düşmelerinin iyi bir netice vermeyeceğini anlamışlar ve mühim mıntıkanın Türkler elinde kalması için çalışmışlardır. Fakat kuvvetlerin birlikte hareket etmelerinin temin edilememesi, bu yoldaki teşebbüsleri neticesiz bırakmıştır. Bu yüzden Kanunî Sultan Süleyman'ın 1563'te yapmak istediği sefer, Malta seferi de araya girdiği için, yapılamamıştır.

II. Selim Han devrinde, Sokullu Mehmed Paşa, gerek İran seferi için nakliyatı ve gerek Türkiye ile Türkistan arasında ulaşımı temin etmek için, Don ile İdil (Volga) nehirleri arasında bir kanal açarak, Karadeniz ile Hazar denizini birleştirmek istemişti. Bu maksatla Astrahan seferine karar verilmiş ve 1567'de seferin maddî ve manevî bakımdan zarurî olduğu izah edilerek, Kırım Han'ına yazı gönderilmişti.

Nihayet 1569 senesinin ilkbaharında, Kefe Beyi Kasım Bey kumandasında, 3000 yeniçeri ile 20.000 sipahi gönderilmiş, Silistre, Niğbolu, Köstendil, Amasya, Canik ve Çorum alay beyleri ve 30.000 asker ile Devlet Giray da onlara katılmışlardı. Bu kuvvetler himayesinde, kanalın kazılması, ancak başlanmakla kalmıştır. Karadan hareket eden kuvvetler, Eylülde Astrahan yakınlarına gelince, kışlamak üzere bir istihkâm da yapılmağa başlanmıştı. Fakat asker arasında yayılan haberlerden kuşkulanan Kasım Bey, Devlet Giray'ın da teşviki ile, ağaçtan yapılmış olan istihkâmları yakarak, 20 Eylül'de Kırım'a geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır.

III. Murad Han zamanında, Astrahan meselesi tekrar gündeme gelmiş, Rus Çarı nezdinde teşebbüsler yapılmış ve nihayet bir sefere karar verilmişse de, bunun da arkası gelmemiştir. Böylece, düşmanın kuvvetinden ziyade Türk zimamdarlarının kendi aralarında anlaşamaması yüzünden, bu Türk ülkesinin mukadderatı, uzun bir zaman için tayin edilmiş oldu.

Astrahan şehri, Altın Ordu Devleti'nin başlangıçlarında, eski Hazar Devleti'nin merkezi olan İtil şehri civarında, şehrin sağ sahilinde kurulmuş ve ticaret limanı olarak ehemmiyetini bugüne kadar muhafaza etmiştir.

İbn Battuta'nın "büyük çarşıları havi, pek güzel bir şehir" diye tarif ettiği bu şehrin, o zamanlarda hanların yazlık ikametgâhları olduğu anlaşılıyor. A. Kontarini, şehrin, hanın üç yeğenine ait olduğunu ve bunların da burada yalnız kışın birkaç ay kaldıklarını, alçak duvar ile çevrilmiş olan bu büyük şehrin, evlerinin pek iyi olmadığını ve yakında tahrip edilmiş olmaları icab eden büyük binaların harabeleri bulunduğunu zikrettikten sonra, şehrin evvelce mühim ticaret merkezi olup, Bizans'tan Don yolu ile her nevi malın geldiği söylendiğini kaydediyor.

Şehir 1395/1396'da Timur Han tarafından tahrip edilmişse de, 15. asırda, bilhassa Altın Ordu'nun payitahtı olan Saray'ın inhitatından sonra, tekrar, ticaret merkezi olarak eski ehemmiyetini kazanmıştır.

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Nogay Hanlığı (Ordası)

Altın-Ordu kumandanlarından Nogay (veya Nohay), 1259'dan 1299'a kadar, yaklaşık 40 yıl, bu devletin mukadderatına hakim olmuş, ancak, Cengiz sülâle geleneğine saygısı yüzünden tahta geçmediği halde, komşu yabancı devletlerin birçoklarında o, Altın-Ordu hükümdarı gibi kabul edilmiş, elçiler ve hediyeler kabul etmiştir. Elçileri de hükümdar elçisi gibi karşılanmıştır. Aslında o, resmen Don ile Dinyeper arasındaki bölgeleri idare eden bir tümen beyinden başka bir şey değilken, 1259 ve 1296'da Galiçya'da, 1261/63'de Kafkasya seferlerinde kazandığı üstün zaferlerle sivrilmiş ve Karadeniz'in doğu ve kuzeyinde yaşayan boyları Altın-Ordu merkezinden ayıracak şekilde kendi hakimiyeti altında birleştirmiştir.
Nogay, Balkanlar'da Bulgar ve Bizans işlerine karışmış ve savaşlarda yenmiş olduğu Bizans İmparatoru Mihail Paleologos'un kızı ile evlenerek, arkasını emniyet altına aldıktan sonra, Rus Knezleri üzerinde de hakim bir duruma gelmiştir. Rus yıllıklarında, ilk olarak 1276'da bahsi geçmiştir. 1288'de Rus Knezleri, Nogay'ın Lehistan'a karşı seferine iştirak etmişlerdir.

Nogay'ın şahsî başarıları büyük olmakla beraber, Altın-Ordu tahtına oturmayıp, devlet içinde devlet gibi hareket etmesi, Altın-Ordu'nun iç savaşlarla sarsılarak zayıf düşmesine sebep olmuştur. Diğer hükümdarlar gibi, 1291'de yine Nogay'ın himayesinde Altın-Ordu tahtına geçen Tohtu, sonra ona karşı cephe almış, bu duruma son vermek maksadıyla, uzun süren bir mücadeleye girişmiş ve neticede Nogay yenilerek öldürülmüştür (1299).

Nogay idaresinde toplanan boylar, onun ölümünden sonra bu ad ile tanınmışlar ve Altın-Ordu'nun parçalanması üzerine "Nogay Hanlığı" ismi altında, ayrı bir devlet meydana gelmiştir.

Adını, Altın-Ordu Devleti'nin (1223-1502) büyük kumandanlarından Nogay'dan (ölm. 1299) alan ve bu devletin çöküşünden sonra kurulan Nogay Hanlığı, Volga'dan İrtiş'e ve Hazar Denizi'nden Aral gölüne kadar uzanan sahaları içine alıyordu. Merkezi, Yayık nehrinin mansabındaki Saraycık şehri idi.

Ahalisinin esas unsurunu Kazan, Kırım, Astrahan ve Sibir hanlıklarında olduğu gibi, Kıpçak zümresine ait Türk boyları teşkil etmekte olup, bunların içinde Türkleşmiş bir Moğol kabilesi olduğu tahmin edilen Mangıtlar, sivrilmiş durumda idi.

Kazan ve Astrahan Hanlıklarının Rusya'ya tabi olmasından sonra (1552-1557), Nogay Hanlığı birkaç zümreye ayrılmış, Kafkasya'nın kuzeyindekiler "Küçük Orda", Emba gölü civarında bulunanlarına "Altıkul Ordası" denmiş, İsmail Han'ın idaresinde kalanlar ise "Büyük Nogay Ordası" adı altında birleşmiş ve IV. İvan'ın hakimiyetini tanımışlardır (1555-1557).

Küçük Orda Nogayları üzerinde Rus nüfuzu, ancak 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlamış, bunlar Kazaklar tarafından batıya göçmeye zorlanarak "Bucak Ordası", "Yedisan Ordası", "Canıbuyluk Ordası", "Yedikul", "Azak", "Kuban" gibi bölümlere ayrılmış ve Kırım Hanlığı'na tabi olmuşlardır. Sonraları mühim bir kısmı, Türkiye'ye göç ederek Anadolu'da iskân edilmişlerdir.

Rusya'da kalanlar, bugün Kuzey Kafkasya'nın çeşitli bölgelerinde yaşamaktadırlar

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Hive Hanlığı

On altıncı yüzyılda, Harezm’de kurulan ve 1920’ye kadar fasılalarla devaam eden hanlık.
Şeybânî (Özbek) hâkimiyeti sonrasında Safevî işgâline uğrayan Harezm bölgesi halkı, Yadigâr Han soyundan İlbars’ın liderliğinde birleşip, 1511 yılında, Gürgenç merkez olmak üzere, Hive Hanlığı'nı kurdular.

Yadigâr Han soyundan gelen Hive Hanları, bir asırdan fazla başta kaldılar. Osmanlılarla anlaşıp, zaman zaman İran topraklarına akınlar yaptılar. 1576’da Amuderya (Ceyhun) Nehrinin yatak değiştirip, Aral Gölüne akması neticesi ortaya çıkan kuraklık ve Kalmuk istilâsı, devletin iktisadî durumunu alt-üst etti. Hakimiyet, Özbek kabile reislerine geçti. Arab Mehmed Han (1603-1623), kuraklığa uğrayan Gürgenç’i terk edip, Hive’yi başkent yaptı (1603). Bunun oğlu Ebülgâzi Bahadır Han (1643-1665) ve torunu Enuşe Han (1663-1687), ilme düşkün kimselerdi. 1717’de Rus Çarı Petro’nun ordusu, Hive ordusunu mağlûp etti. İranlı Nâdir Şah tarafından işgal edilen hanlık, onun ölümüne (1747) kadar İran’a bağlı kaldı. Kongratlardan Mehmed Emin İnak (1770-1791), Yadigâroğullarının hanlığına son verip kendi hanedânını kurdu.

Mehmed Rahim Han (1806-1825) zamânında Ruslarla dostça ilişkiler kuruldu. Buna rağmen, Osmanlılar'ın, İngilizler ve diğer devletlerle savaşmasından istifade eden Ruslar, her fırsatta Hive Hanlığı topraklarına saldırdılar. 1873’te yapılan savaş sonunda hanlığın toprakları Rus işgaline uğradı. Yapılan antlaşmayla Rus himayesi kabul edildi. Rus himayesini kabul eden İkinci Mehmed Rahim Han'dan (1864-1910) sonra, oğlu İsfendiyar Töre (1910-1918) ve sonra da onun oğlu Abdullah (1918-1920), Han oldu. Ruslar, 1920 Şubatında Abdullah Hanı Moskova’ya ***ürüp, günlerce aç bırakarak öldürdüler. Yerli komünistler, Rus desteğinde Harezm Halk Cumhuriyetini kurdular. 1924 yılında, Harezm toprakları; Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan cumhuriyetleri arasında taksim edilip, her yönüyle Rus sömürgesi hâline getirildi.

Kuruluşundan işgaline kadar 27 hanın başa geçtiği Hive Hanlığı, devlet idaresinde çifte hükümdarlık, dört bey ve dört vezir (mihter, kuş beyi, mahrem ve dîvân beyi) usulü hakimdi. Hive Hanlığını meydana getiren kabilelerin başında beyler vardı. Arazi sulama işlerine bakanlara Mirab, askerî işlere bakanlara Daruga, iç işlere bakanlara ise Ağa denirdi. Bozkırdan gelip yerleşen Özbekler, yerli halkı kültür bakımından etkilemişlerdi.

Hive hanları, zamanlarının büyük kısmını iç isyanlar ve düşmanlarla uğraşarak geçirmelerine rağmen, hakim oldukları topraklarda birçok cami, medrese ve kütüphane inşa ettiler. Kültürü yaygınlaştırmak için matbaa kurdular. Toprakları sulayıp, ziraatı arttırmak için kanallar açtırdılar. Hive hanlarının yaptırdıkları mimarî eserlerin bir kısmı, Rus istilâsından kurtularak günümüze kadar ulaşmıştır. Rus istilâsından bir süre önce, Mûnis Mihrab ile Muhammed Rıza Algehî tarafından yazılan ülke tarihine dair eserin bir nüshası, İkinci Mehmed Rahim Han tarafından İstanbul’a gönderilerek, Osmanlı padişahına hediye edilmiştir

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Bakü Hanlığı

Azerbaycan'da bugünkü Bakü'nün doğusunda kurulmuş olan Türk hanlığı.
İran hükümdarı Nadir Şah'ın öldürülmesi üzerine, 1747 yılında Mirza Muhammed tarafından kuruldu. Mirza Muhammed, 1768 yılında ölünceye kadar devletin bağımsızlığını korudu. Ölümünde yerine küçük yaştaki oğlu Mehmed geçti. Bu yüzden hanlık, Mirza Muhammed'in hemşiresi ve Kuban hanı Feth Ali'nin hanımı Tuti Bike tarafından idare edildi. Feth Ali Hanın ölümünden bir müddet sonra Bakü, Ruslar tarafından işgal edildi (1796). Mehmed'in oğlu Hüseyin Kulu Han, tam yirmi iki yıl (1806-1828) Ruslarla mücadele etti ise de, Bakü'yü almaya muvaffak olamadı. Neticede hanlık tamamıyla Rus hakimiyeti altına girmiş oldu.

Kullanıcı avatarı
En[G]in
Fanatik Üye
Fanatik Üye
Mesajlar: 1740
Kayıt: 19 May 2018 [ 23:12 ]

Mesaj gönderen En[G]in »

Sibir Hanlığı

İrtiş boyu, I. yüzyıldan beri çeşitli Türk-Kıpçak boylarının yaşadıkları bir saha idi. Sibir'in doğu kısmında hâkimiyet süren İnal adlı bir Kırgız hanı, Çingiz'e (Cengiz) tabi olduktan sonra, burası Moğol İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi, sonraları ise Coçi (Cuci) Ulusu'na ve dolayısıyla Altın-Ordu'ya bağlandı.
Altın-Ordu'nun parçalanmasından sonra kurulan (batı) Sibir (Sibirya) Hanlığı'nın bilinen ilk hükümdarı, Mamık oğlu Taybuga'dır. Çingiz ona, İrtiş, Tobul, İşim ve Tura ırmakları boyunu verdi; bu hanlığın merkezi, bugünkü Tümen şehri (veya ona yakın bir yer) olsa gerektir; o zamanki adı "Çinki-Tura" (veya Çimki) idi. Sonraları buraya sadece "Tura" denmiştir.

Taybuga'dan sonra, oğlu Hoca Han, sonra da onun oğlu Mar Han, tahta çıkmıştır. Kazan Hanlığı'na bağlı küçük bir beyliğin başında bulunan Opak'ın kız kardeşi ile evlenen Mar Han, aralarında çıkan mücadelede ölünce, Mar'ın oğulları Opak'ın sarayına alınmış ve Sibirya Hanlığı, bunun idaresine geçmiştir. Mar Han'ın torunları Muhammed ile Angış, kaçarak dedelerinin memleketini ellerine geçirmişlerdir. Muhammed Han, eski merkezi bırakarak, daha emin bir yer olan, İrtiş nehri üzerindeki (bugünkü Tobolski'nin 17 km. yukarısında) "İsker" (İskir veya Kışlak) şehrini başkent yapmıştır. Bu ailelerin sonuncusu olan Yadigâr'ın saltanatı, Kazan Hanlığı'nın Ruslar tarafından istilâsı zamanına rastlar.

Batı'daki en kuvvetli kale olan Kazan'ın düşmesinin (1552), Sibirya'ya büyük tesiri olmuştur. Bu durum karşısında Yadigâr Han, bir taraftan, yaklaşan Rus tehlikesini hafifletmek, diğer taraftan, güneydeki Türk Kazak-Kırgız bozkırlarından gelen hücumlara karşı koyabilmek maksadıyla, 1555'te, Moskova'ya elçiler göndererek Rus Çarı İvan'ı başarısından dolayı tebrik etmiş ve kendisinin de onun tabiiyetine girmek istediğini bildirmiştir. Bunun üzerine Moskova elçisi İsker'e gelmiş ve 1556'da Moskova'ya dönüşünde, Yadigâr'ın bir elçisi ona refakat etmiş ve 1557'de karşılıklı elçiler gidip gelmiştir. Bu sıralarda Yadigar, Sibir'de hakimiyet sürebilmek için, bazı bozkır hanlarıyla mücadeleye tutuşmuştu. Yadigâr'ın en büyük rakibi, Çingiz sülâlesinden Şiban neslinden olduğu rivayet edilen Küçüm Han idi.

1556'dan az sonra, Küçüm ile Yadigâr arasında mücadele başladı ve 1563'te, İrtiş nehri üzerindeki "İsker" şehri ve Batı Sibir Hanlığı'nın idaresi, Küçüm'ün eline geçti.

Küçüm Han, İrtiş boyundaki Türk (Tatar) kavimleri, Şaman dininde olup eski âdetlerine bağlı idiler. Küçüm Han, Buhara Hanı Abdullah Han'a müracaat ederek, İsker şehrine, İslâmiyeti öğretecek hocalar gönderilmesini rica etti; bunun üzerine Buhara tarafından bazı din âlimleri ve şeyhler geldi ve İslâmiyet'in yayılmasına yardım ettiler.

Türk uruglarının bir kısmı, hele İrtiş ve Obi nehirleri ile Altay dağlarına yakın sahadakiler, yine de Şamanlıkta kalmışlardır. Küçüm Han'ın gayreti sayesinde İsker şehri ve civarı ahalisi, oldukça yüksek bir medeniyet seviyesine çıkabildiler. Fakat, hanın bu hayırlı faaliyeti, Rus hücumu ile sekteye uğradı ve han, medeniyeti yaymak yerine, memleketini Ruslara kaptırmamak için savaşmak zorunda kaldı.

Novgorod'dan gelen Rusların kıymetli kürkler arayarak, 1032'de Urallara kadar vardıkları, fakat "Yugralar"ın hücumuna maruz kalarak çekildikleri biliniyor. Bundan sonra uzun zaman Novgorodluların "Yugra"ya karşı hareketlerinden bahsedilmiyor.

Fakat tabii, bu yıllar içinde Ruslar, bu bölgedeki hedeflerinden tamamen vazgeçmiş değillerdi. Nitekim, Toktamış Han'ın 1391'de Betkuk adlı bir Tatar başbuğunu gönderip Vyatka şehrindeki Ruslara hücum ettirmesi, Toktamış Han'ın, Kama boyunu Rus tehlikesinden korumak istediğini göstermektedir. Fakat, Altın-Ordu'nun yıkılması üzerine, Rusların Urallara doğru yayılmalarını durduracak bir kuvvet kalmadı; Kazan Hanlığı ise bunu yapacak durumda değildi. Novgorodluları Ural bölgesine çeken unsur, kıymetli kürklerdi.

Novgorod'un nüfuzu azalınca, onun "kolonileri" de Moskova'nın eline geçti. Bundan sonra Moskova hükümeti, Yuğra arazisine asker göndermeğe başladı. 1465'de Moskova kuvvetleri, Yuğra'ya sevk edildiler. Nitekim Ruslar, 1483'de Uralları aşarak Vogul arazisine girdiler. Knez Kurbskiy'nin kumandasında yapılan bu hareket, Rusların, Uralların ötesine yaptıkları ilk büyük seferdi.

Ruslar, Vogulları, Pilim ırmağı civarında yenerek, oradan Tavda ırmağı boyunca İrtiş'e indiler ve Obi nehrine vardılar. 1499'da, yeniden bir sefer açıldı, fakat mesafenin uzaklığı ve sahanın ormanlık ve soğuk olması yüzünden, burada daimî bir Rus hâkimiyeti kurulamadı. Yuğra'da ve Sibir'de Rus hâkimiyetinin yerleşmesinde, Stroganovlar adlı bir tüccar-kolonizatör ailenin faaliyeti, çok mühim rol oynamıştır.

Stroganovlar ailesinin kökeni, katiyetle tespit edilemiyorsa da, atalarından birinin Altın-Ordu mirzalarından Rus hizmetine giren ve Ortodoksluğa geçen bir Tatar olması, kuvvetle muhtemeldir. Bu kişinin çocuğu ve torunları, Novgorod şehrinde yerleşmişlerdir. Az sonra, bu aile, büyük bir servet sahibi olmuş, Novgorod'un kuzey Rusya'daki kolonilerinde büyük bir ticaret faaliyeti göstermeğe başlamıştır.

1445'de Moskova knezi Vasiliy Vasilyeviç, Kazan Hanı Uluğ Muhammed tarafından esir edildiğinde, hana ödenecek kurtuluş parasının, Stroganovlar tarafından verilmiş olması, Stroganovların bu sıralarda çok zengin olduklarını gösterdiği gibi, bu ailenin Moskova knez ailesi ile sıkı münasebetini açığa vurmaktadır. Zaman içinde bu ailenin nüfuzu giderek artmış ve sonuçta Stroganovlar ailesinden iki birader, Kama nehrinin baş kısmı ve Çusovaya nehri boyunu, Ural dağlarına kadar elde etmiştir; inşa ettirdikleri müstahkem noktalar, Rus hâkimiyeti için birer dayanak yeri oldu.

1573'te Sibir hanı Küçüm'ün biraderi Muhammed Kul'un, Kama boyuna kadar bir akın yapması üzerine, Stroganovlar daha esaslı müdafaa tertibatı almaya başladılar. Moskova'ya yaptıkları müracaat neticesinde, Çar onlara, Tahçı ve Tagıl ırmakları boyunda, müstahkem şehirler inşâ etmelerini ve yerli Vogul, Ostyk, Samoyed ve Yugralar'dan başka ücretli hizmette kullandığı Kazaklardan kıtalar kurarak, Sibir Hanlığı'na karşı harbe başlamalarını bildirdi. Sibir'in Rus hâkimiyetine girmesinde, işte bu aile ön ayak olmuş, Sibir'e karşı, büyük ölçüde ilk seferi bunlar tertip etmişlerdir.

XV. yüzyıldan itibaren, Rusya'nın güneyinde "Kazak" adiyle bir zümre türemişti. Bunlar, Rus boylarının ve knezlerinin zulmünden kaçan aşağı tabaka, bilhassa soylu zümrelerinden teşekkül etmekte idi. Bilhassa Don nehri ve Özü ırmağı boylarındaki muhtelif semtleri yurt edinen bu kaçaklar, "kanun ve hâkimiyet tanımayan" kimseler manasına gelen ve aslen Türkçe bir söz olan "Kazak" adını almışlardı. Rus Kazaklarından önce, güney Rusya'da "Kazak" adiyle Türk zümrelerinin bulunduğu anlaşılıyor; Rus "Kazakları", işte bu Türk "Kazak"larının yaşayış tarzlarını ve teşkilâtlarını taklit etmişler, ona bazı Rus hususiyetlerini katmışlardı.

Geçim vasıtaları, Don ve Dnyeper boyunca yaptıkları balıkçılık, mahdut miktarda ziraat olmakla beraber, en mühim faaliyetleri, çapulculuktu. Lehistan-Litvanya arazisinden başka, Don ve Dnyeper boyunca inerek Karadeniz'e kadar çıktıkları ve hattâ Anadolu sahillerinde çapulculuk yaptıkları olurdu.

Moskova'dan Azak ve Kefe şehirlerine gidip gelen Rus tüccarları da, bu Kazakların hücumuna maruz kalırdı. Kazaklar, kendi aralarından seçtikleri başbuğlarının (atamanlarının) idaresinde, birkaç bin kişilik kitle halinde harekete geçerler, komşu yerleşik memleketlerde soygunculuk ederlerdi. Don boyundaki Kazakların birçoğu yakalandı ve öldürüldü; bir kısmı da İdil yakınına kaçtılar ve buradan yukarıya çıkarak Kama boyuna geldiler. Bu zümrenin şefi, sonraları "Sibir fatihi" adını alacak, Yermak Timofeyeviç idi. Hakikî adının ne olduğu tespit edilemiyor, ancak Türkçe bir kökten geldiği tahmin edilen "Yermak" adının sonradan uydurulduğu anlaşılıyor.

İşte bu Kazak "atamanı", 1577 yılının sonbaharında, maiyetindeki birkaç bin kişiyle, Stroganovların hâkim oldukları sahaya geldi. Stroganovların, Çar İvan'dan aldıkları berata göre "hırsız ve kaçak olan kimseleri" kabul etmeleri yasak olduğu halde, Yermak'ı yanlarında alıkoydular. Yermak ve arkadaşlarının esas gayeleri, yağma ve soygunculuk yapmaktı; Kazaklar, Uralların arkasında kolayca yağma yapmak imkânını öğrenince, Sibir arazisine gitmeğe hazırlandılar. Stroganovlar tarafından inşâ edilen müstahkem mevkilerden hareketle, 1578, 1579 ve 1580 yıllarında Uralları aşarak, Sibir'e ulaşan nehirleri takiben Batı Sibir sahasına çıktılar ve buraları yağma etmeğe başladılar.

Kazakların, önce 5.000 kişilik bir kitle teşkil ettikleri anlaşılıyor; bunlardan mühim bir kısmı ateşli silâh, yani tüfekle donatılmışlardı. Fakat yıl geçtikçe, Yermak'ın yanındaki Kazakların adedi azaldı.

Yermak, 1580 yılının Ağustosunda Tura ırmağı üzerindeki Çimki (veya Tümen) şehrini zaptetti. Yermak, bu defa kışı geçirmek için Ural sahasına dönmedi, Tura boyunda kaldı. Bu saha, Küçüm Han'a tâbi idi. Küçüm Han, Yermak'a karşı savaşmağa karar verdi ve kuvvetlerini toplamağa başladı.

Yermak ve Kazakları, Küçüm Han'ın arazisini ele geçirmek maksadıyla, 1581 yılının yazında katî harekete geçtiler. Küçüm Han, Tavda ırmağı civarındaki "Baba Hasar" adlı bir köy yakınında Kazakları durdurmak için, büyük bir kuvvet gönderdi. Çarpışmalar beş gün sürdü. Kazakların adedi 2.000 kişi bile olmadığı halde, ateşli silâhları sayesinde üstün geldiler. 21-26 Temmuz günlerinde cereyan eden bu "Baba Hasan" muharebeleri, Sibir'in mukadderatını tayin etmiştir. Yermak, Eylül ortalarında seferine devamla, Tobul nehrinden İrtiş ırmağına geçmeye muvaffak oldu. Bu sırada Kazakların, ancak 545 neferi kalmıştı. Küçüm Han, İrtiş'in doğu tarafında, Tobul'un mansabından 2-3 km. mesafedeki "Çuvaş" adlı küçük bir şehri Yermak'a kaptırmamak için, mühimce bir kuvvet ile hücuma geçti ise de, muvaffak olamadı. Küçüm Han'ın, hattâ iki topu bile vardı; fakat topçuları bunları kullanmasını bilmediklerinden, bunlardan fayda temin edilemedi.

Sibir hanının yenilmesi üzerine, hana tabi olan ve birlikte Kazaklara karşı savaşan Ostyaklar ve Vogullar, Küçüm Han'dan ayrıldılar. Kendi yurtlarına gittiler. Bu durum neticesinde, Küçüm Han'ın kuvveti büsbütün azaldı ve maneviyatı kırılmağa başladı. Vaziyetin çok hassas bir safhaya girdiğini gören Küçüm, 1581 yılının 25/26 Ekim gecesi, payitahtı olan İsker şehrinden gizlice kaçtı. Ertesi gün burası, Kazaklar tarafından işgal edildi. İsker veya Kışlak şehri, İrtiş nehrinin yüksek bir yamacı üstünde yapılmış, müdafaası gayet kolay bir mevki idi; fakat, Küçüm Han'ın askerleri, Kazakların tüfekleri karşısında korkuya kapıldıklarından, payitahtı müdafaa edemediler. Yermak'ın İsker şehrini ele geçirmesi ve burada yerleşmesi üzerine, etraftaki Ostyak ve Tatar ahali, kendisine vergi ödemeği kabul ettiler. Serseri Kazak güruhunun atamanı, bu suretle, adeta bir hükümdar derecesine yükselmiş bulunuyordu.

1581 yılındaki hareketler ve savaşlar sonunda, Yermak'ın yanında gayet az asker kalmıştı. Bu kadarcık adamla, tüfeklere rağmen, Rusya'dan çok uzak bir yerde, arkadan yardımın gelmesi için yolları çok uzun ve çetin olan bir memlekette, uzun zaman tutunamayacağını biliyordu.

Bundan ötürü, Moskova Çarı'na elçi gönderip, ele geçirdiği bu geniş ülkenin idaresini, Rus Çarı'na vermek teklifinde bulundu ve bunun mukabilinde evvelce işlediği suçlarının affını diledi. Bu maksatla, Kazak başbuğlarından Kotso'yu, yanına 50 kişi katarak, 1581 sonunda Moskova'ya gitmek üzere yola çıkardı. Yermak, Sibir ülkesinin idaresi için valinin tayinini ve askerî yardım gönderilmesini de rica edecekti.

Moskova'da, Yermak'ın Sibir'deki muvaffakiyetlerinden kimsenin haberi yoktu. İvan, Yermak'ın ubudiyet-nâmesini alıp, Kazakların Sibir'deki muvaffakiyetlerini öğrenince ve gönderdiği birçok kıymetli hediyeyi görünce, suçlarının affedildiğini bildirdi. Sibir'in zaptı münasebetiyle, Moskova kiliselerinin bütün çanları çalındı, Rusya'ya "yeni bir padişahlığın" katılmış olduğu ilân edilerek, büyük şenlikler yapıldı. Yermak'a ve Kazaklarına kıymetli hediyeler ***ürmek üzere, Koltso, Sibir'e gönderildi.

Yermak, İsker şehri ve çevresini eline geçirmekle beraber, etraftaki bir çok Tatar uruğu, fırsat düştükçe Kazaklarla çarpışmaktan geri kalmıyordu. Bilhassa, Küçüm Han'ın biraderi Muhammed Kul, Kazaklara karşı çetin mücadeleye girişmişti.

Kahramanlığı ile tanınan Muhammed Kul, Yermak için büyük bir tehlike teşkil ediyor, Kazakların, İsker'deki hâkimiyetlerini gün geçtikçe şüpheli bir duruma sokuyordu. Sibir'de tutunabilmek için, her şeyden önce bu Tatar başbuğunu ortadan kaldırmak şarttı.

Muhammed Kul, maiyetindeki kuvvetleriyle âni baskınlar yapıyor ve çabucak çekilip gidiyordu; bu yüzden yakalanması müşküldü. Kazaklar, Sibir'e gelmelerinden önce de Tatar beyleri arasında birlik olmadığı biliniyordu. Kazakların galebesi üzerine Küçüm Han'ın ve taraftarlarının düşmanları büsbütün arttı; ihanetler baş gösterdi. Mirzalardan Sinbahtı adlı bir hain, Yermak'a bir adam göndererek, Muhammed Kul'un nerede bulunduğunu bildirdi. Kazak atamanı oraya hemen askerlerini gönderdi, ve âni bir baskınla Muhammed Kul'u yakalattı.

Muhammed Kul'un esir edilişi, Küçüm Han için ağır bir darbe oldu. Bu vakadan sonra birçok Tatar büyüğü, Han'ı terk ettiler. Sibir yurdunda durum büsbütün karıştı. O sırada Sibir'in eski hanı Yadigâr'ın biraderi Bekbulat oğlu Seyyid Ak, hanlık iddiası ile ortaya çıktı. Küçüm Han'ın bir "karaca"sı (en büyük mirzalarından biri) Tura ırmağı boyuna göç etti ve Han'dan ayrıldı.

Bu suretle, Sibir Tatarları, tarihlerinin en müşkül anında, müşterek düşmana karşı el birliğiyle savaşacakları yerde, ancak kendi şahsî menfaatleri peşinde koşuyorlar, buna ulaşmak için ihanetten, entrikalardan ve kardeş harbinden geri durmuyorlardı. Onlar, bu hareketleriyle, Sibir'e gelen bir avuç Rus Kazağı'nın işini, büsbütün kolaylaştırıyorlardı.

Yermak'ın elçileri, Moskova'ya gidip geldikleri sırada (1581 Aralık-1582 Mart), Yermak, kendisi İrtiş ve Obi nehirleri boyunda bazı seferler yaptı. Ostyaklar ve Vogullar, itaat altına alındı.

Nihayet 1552 Mart'ında, Koltso ve arkadaşları, Moskova'dan döndüler. Çar'ın cevabı, Yermak'ın durumunu tamamıyla kuvvetlendirdi. Moskova hükümeti tarafından tayin edilen umumî vali (namestnik) Bolhovskiy ve muavini Gluhov ile birlikte, 1583 yılı Kasım ayında, 500 kadar Rus askeri, İsker şehrine geldiler. Bununla, Sibir'de Rus hâkimiyeti kurulmuş oldu. Mamafih, mücadele bitmiş değildi; İsker'e yakın yerlerde bile Rus nüfuzu teessüs etmemişti. Yukarda adı geçen "karaca" mirza, İsker'e bile hücumlarda bulunuyordu. 1584 Martında vuku bulan böyle bir hücum, Kazaklar tarafından püskürtüldü.

İsker şehrindeki Kazakları ve Rus askerlerini beslemek için yiyecek kalmadığından ve bunları etraftaki ahaliden almak da mümkün olmadığından, Ruslar arasında müthiş bir kıtlık ve hastalık baş gösterdi; hattâ, ölenlerin lâşeleri (leşleri) yendiği bilinmektedir. Bu yüzden, İsker şehrindeki Rus ve Kazaklardan birçoğu ve ilk Rus valisi Bolhovskiy de hastalanarak öldü. İdare işleri, bu yüzden, yardımcısı Gluhov'un eline geçti.

Yermak, hem iaşe durumunu düzeltmek, hem de henüz itaat altına alınmayan bazı Tatar uruglarına boyun eğdirmek maksadı ile, İrtiş nehrinin yukarısına doğru bir sefer açtı. Tatarlar, İrtiş ırmağı mansabında şiddetli bir mukavemette bulundularsa da, Kazaklar önünde kaçmak zorunda kaldılar. Buralardaki uruglar, Küçüm Han'a tabi idiler.

Yermak, İrtiş nehrinin batı tarafındaki "Kullar" adındaki bir kaleyi almak teşebbüsünde bulundu ise de, muvaffak olamadı ve İrtiş nehrini takiben yukarı çıkmağa başladı. Bir müddet sonra, fikrini değiştirdi ve geri dönmek kararını verdi. Kazak kayıkları, İrtiş boyunca aşağıya inmekte iken, "Buhara'dan bir tüccar kervanının gelmekte olduğu" haberi alındı.

Yermak, bu kervanı yağmaya karar verdi; bu maksatla, İrtiş'e akan Vagay nehri boyunca hızla ilerlemeğe başladı; fakat kervana bir türlü tesadüf edilmedi. Kazaklar, çok yorgun olduklarından "Atbaş" adlı bir yere gelince, geceyi burada geçirmeğe karar verdiler ve oradaki küçük adaya çıktılar.

Yermak ve Kazakları, oralara yakın bir yerde bulunan Küçüm Han tarafından dikkatle takip ediliyorlardı; gece olup, Kazaklar derin bir uykuya dalınca, Küçüm Han'ın askerleri Kazaklar üzerine anî bir baskın yaptılar ve bir Kazak müstesna, hepsini kılıçtan geçirdiler. Yermak da öldürülenler arasında idi. Bu olay 5/6 Ağustos 1584 tarihinde cereyan etti. Yermak'ın Küçüm Han tarafından öldürüldüğüne bir türlü inanmak istemeyen Rus tarihçileri, onun "kayığa binmek için İrtiş nehrine atladığını, fakat Çar tarafından hediye edilen kürkü giymiş olduğundan, baskın esnasında Tatarlar tarafından öldürüldüğü, daha ciddî tetkiklere göre, muhakkak sayılmaktadır.

Yermak'ın öldürülmesi, İsker'deki Kazaklar'ın ve Ruslar'ın durumunu tamamıyla fenalaştırdı. Bu sıralarda, zaten, İsker'deki Rus valisi Gluhov'un yanında ancak 150 asker kalmıştı. Bu kadarcık bir kuvvetle Sibir'de tutunmak imkânsızdı. Bu vaziyet karşısında Ruslar, Sibir'den kaçmağa mecburdular.

Nitekim, Gluhov Kazakları ve Rus askerlerini alarak, 15 Ağustos 1584 tarihinde, İsker'den çıktı ve Rusya'ya dönmek üzere hareket etti. İsker şehri ise az sonra Bekbulat oğlu Seyyid Ak tarafından işgal edildi.

Tam bu sıralarda, Moskova'dan Sibir'e gitmek için, vaktiyle Hıristiyanlığa geçmiş olan Tatar mirzalarından Mansurov adlı birinin kumandasında, 100 Rus askeri ve birkaç top yola çıkarılmıştı. Mansurov, Obi nehrine ulaşınca, Ostyaklar'ca tapılan ve büyük bir mukaddesattan sayılan "putları" top ateşine tuttu ve yıktı. Bunun üzerine Ostyaklar büsbütün korkuya kapıldılar ve Rus hâkimiyetini tanıdılar. Bu defa Sibir ülkesi, kuzey tarafından Ruslar'ın eline geçmeye başladı.

Gluhov, Moskova'ya dönüp Sibir'deki durum hakkında izahat verince, Mansurov'un 100 kişilik bir kuvvetle fazla bir şey yapamayacağı anlaşılmıştı. Bu defa Sibir'e 300 kişilik bir kuvvet ve toplar gönderilmesi kararlaştırıldı. Bunlar 1586 kış başında yola çıkarıldılar.

Sibir'in kati olarak ele geçirilmesi ve Rus hâkimiyetinin teessüsü için, yeni bir plân tatbik edilecekti. Evvelâ mühim istinat noktaları, tahkimli mevkiler yapılacaktı. Rus kıtaları, mukavemet görmeden, Tura nehrine kadar geldiler.

İlk iş olarak, eski Tatar başkenti olan Çingidin şehrine yakın bir yerde, Tura nehri kıyısında "Tümen" adıyla bir şehir ve bir kale kuruldu. Burası, Ruslar'ın Sibir'de yaptıkları ilk şehirdir.

Ertesi sene, buraya, Moskova'dan 500 kişilik bir kuvvet geldi. 1587'de, İrtiş nehrinin sağ kıyısında, Sibir Hanlığı başkentinden 16-18 km. mesafede, İrtiş ile Tobul ırmaklarının birleştiği bir yerde, Tobolsk şehri kuruldu. Burada iki kilise ve kışlalar inşâ edildi.

Küçüm Han, bütün muvaffakiyetsizliklere bakmaksızın, Ruslar'a karşı savaşa devam etti. Onun, bir aralık (1590'da) hattâ Tobolsk şehrine kadar ilerlediği biliniyor. Moskova'dan Sibir'e, sürekli yeni kıtalar gönderildiğinden, Ruslar gün geçtikçe kuvvetleniyorlardı; yeni şehirler ve kaleler inşa ediyorlardı. Moskoflu Rus askerlerinden başka Tobolsk şehrine, esir alınan Polonyalı ve Litvanyalıların ve Dinyeper boyundan Kazakların da getirildiği biliniyor. Bu faaliyete uygun olarak, İrtiş nehrinin batı kıyısında, Tura nehrine yakın ve "Tara" adını taşıyan üçüncü bir şehir daha kuruldu. Tara şehrinin kumandanına, Küçüm Han'a karşı harekete geçmesi emri verildi.

Küçüm Han'a tabi Tatar urugları, 1584-1595 yıllarında birkaç defa Rusların baskınına uğradılar; fakat Küçüm Han ele geçirilemedi. Nihayet 1598 yılının Ağustosunda, Küçüm Han, Obi nehrine yakın "Urmin" mevkiinde Rusların hücumuna uğradı. Çarpışma esnasında Küçüm Han'ın yakınları, Rusların eline düştü; Küçüm Han'ın kendisi ise, yine kurtuldu. Ruslar, Küçüm Han'ın esir edilen aile efradını, Moskova'ya gönderdiler. 1598 Ağustosundan sonra, bu kahraman Türk hanı hakkında, kaynaklarda malûmat verilmiyor.

Zaten bu müthiş darbe ile, Küçüm Han'ın siyasî ve askerî faaliyeti sona erdirilmişti. Küçüm Han, aile efradını, hanlığını ve varını-yoğunu Ruslara kaptırmıştı. Bundan sonra, onun, Sibir'in güney sahasına çekildiği anlaşılıyor. Fakat, Ruslara karşı mücadele edecek kuvveti kalmamıştı. Onun, Çar Feodor İvanoviç ile münasebete giriştiği biliniyor. İrtiş boyundaki bir mıntıkanın, kendisine bırakılmasını rica etmişti. Moskova Hükümeti ise, Küçüm Han'ın Moskova'ya gelerek Çar'ın hizmetine girip, "rahat etmesini" teklif ediyordu. Fakat ihtiyar han, böyle bir zillete katlanmak istemedi, Moskova'da "rahat etmektense", kendi ilinde kalmayı tercih etti.

Ebülgazi Bahadır Han'ın verdiği malûmata göre; Küçüm Han, Buhara'ya gitmiş, Mangıtlar arasında kalmış, gözleri kör olmuş ve 1003 hicrî tarihinde (1595 ?) ölmüştür; fakat bu tarihin yanlış olduğu tahmin ediliyor. Çünkü 1598'de, Küçüm Han'ın Ruslarla savaştığı, Rus kaynaklarınca tespit edilmiştir. Bundan sonra Ruslar, Baykal gölüne kadar ilerlediler; Baykal gölünü de aşarak Amur nehri vasıtasıyla, Japon denizine kadar varmak imkânını elde ettiler. Ancak Çin hududuna ulaştıktan sonra, toplarla donanmış Çinlileri gördüler ve durakladılar. Kuvvetin ancak kuvvetle durdurulabileceği hakikatini, bu münasebetle bir daha görmüş oluyoruz.

Bu suretle, Kazan Hanlığı'nın çöküşünden otuz yıl bile geçmeden, Rusya'nın doğu sınırları, bir hamlede 1.000 km'den fazla genişledi ve birkaç milyon kilometre kare arazi, Moskova hâkimiyeti altına alındı; dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Sibir ülkesi, Rus hâkimiyetine geçmiş oldu.

Cevapla