Ata İbn Rebah (R.A.) (tabiin büyüklerinden)

İslam dinimiz ve insanlık hakkında görüşlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
enver43
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 18
Kayıt: 01 Nis 2008 [ 15:35 ]

Ata İbn Rebah (R.A.) (tabiin büyüklerinden)

Mesaj gönderen enver43 »

Ata İbn Rebah (R.A.)

Şu üç kişinin dışında, itimle, Allah´ın rızasını arayan hiç kimse görmedim. Ata, Tavus ve Mücahid.[1]

Şimdi hicretin 97. senesi, zilhicce ayının son on günündeyiz... Beyt-i Atik, her taraftan, kimisi yaya, kimisi binitli, kimisi yaşlı, kimisi genç, kimisi erkek, kimisi kadın, kimisi siyah, kimisi beyaz, kimisi Arap, kimisi Acem, kimisi efendi, kimisi köle Allah´ın evine ziyarete gelen kimselerle kaynaşıyor...

Onların hepsi insanların meliki (hükümranı) olan Allah´a huşu içinde, emrine boyun eğerek ve umut içinde gelmişlerdi.

İşte müslümanların halifesi yeryüzünün hükümdarlarının en bü­yüğü Süleyman İbn Abdulmelik[2] yalın ayak, başıaçık ihramli bir hal­de Beyt-i Atik´i tavaf etmektedir...

Onun hali, Allah rızası konusunda, kardeşleri sayılan halkının ha­line benzemekteydi...

Arkasında da iki oğlu vardı.

Oğulları ay parçası ve gonca gül gibiydiler.

Tavafını bitirince hemen maiyetindekilerden birine:

«? Nerde arkadaşınız?» dedi. O adam:

«? İşte orda namaz kılıyor» deyip Mescid-i Haram´ın batı köşe­sini gösterdi.

Halife, arkasında duran iki oğluyla birlikte işaret edilen yere doğ­ru yöneldi...

Muhafızları halifeye yol açmak ve onu sıkışıklıktan kurtarmak için peşinden gitmeye niyetlendiler, ama halife:

«Bu makam idarecilerle, idare edilenlerin eşit olduğu yerdir».

Bu makamda birisinin diğerine üstünlüğü ancak kabul edilmek ve takva iledir.

Nice saçı başı dağınık ve toz toprak içinde olan kişiler Allah´ı huzuruna geldiler de Allah hükümdarları kabul etmediği halde onları kabul etti.

Daha sonra o adamın yanma gitti ve onun hâlâ namazda oldu ğrjnu gördü.

Halk onun arkasına, sağına ve soluna oturmuş vaziyetteydiler...

Onların en gerisine de o oturdu...

Kureyşli iki delikanlı müminlerin emirinin onun için geldiği ve namazını bitirmesini beklemek üzere halkla birlikte oturduğu bu ada­mı düşünmeye başladılar.

Gördüler ki o, siyah yüzlü, kıvırcık saçlı ve yassı burunlu, yaslı bir Habeşliydi. Oturduğu zaman siyah bir karga gibi görünüyordu.´

Adam namazını biti.´nce, Halife´nin bulunduğu tarafa döndü ve Süleyman İbn Abdulmelik onu selâmladı, o da Halife´nin selâmına karşılık verdi.

Bu arada Halife ona yönelip tek tek hac ibadetinin yapılış şekil­lerini sormaya, o da her soruya cevap vermeye başladı.

Sözüne ilâve yapmayı gerektirmeyecek şekilde açık konuşuyor-du.

Söylediği her sözü Resûlüllah´a (s.a.v.) nisbet ediyordu. Halife sorularını bitirince, Allah senden razı olsun deyip oğul­larına: .

Kalkın, kalkın... Üçüncü sa´y bitti, kalanlara devam edelim, dedî

Safa ile Merve arasındaki sa´ylarına devam ederlerken iki delikanlı birisinin şöyle seslendiğini duydular

«Ey müslümanlar!

İnsanlara bu makamda ancak Ata İbn Rebah fetva verebilir... O bulunmazsa, Abdullah İbn Ebî Nuceyh». Çocuklardan birisi babasına dönüp:, Müminlerin emirinin görevlendirdiği kimse halka. Ata İbn Rebah ve arkadaşından başka hiç kimseden fetva soramıyacaklarını nasıl emrediyordu.

Sonra Halife´ye aldırjş etmeyen ve ona gerekli saygıyı göster­meyen bu adamdan fetva sormaya geldik!.

Süleyman oğluna:

«Yavrum! Kendisini ve onun önünde bizim düşüklüğümüzü gör­düğün bu adam; Mescid-i Haram´da fetva sahibi olan- Ata İbn Ebî Re-bah´tır.

O, bu büyük makamda Abdullah İbn Abbas´ın varisidir». Ondan sonra şöyle diyordu: «Yavrularım! İlim öğreniniz. Düşük, olan ilimle yükselir. Alçak olan onunla şeref sahibi olur.. Köleler onunla hüküm­darların derecesine yükselir...»

Süleyman İbn Abdülmeiik, ilim hakkında oğluna söylediklerinde mübalâğa etmiyordu.

Ata İbn Ebî Rebah, küçüklüğünde Mekkeli bir kadının kölesiydi.

Ancak Aziz ve Celîl olan Allah habeşli köleye, çocukluğundan itibaren ayaklarını ilim yoluna koymayı lütfetmişti.

O vaktini üçe ayırmıştı:

Bir kısmını sahibesine ayırmıştı ki en güzel şekilde ona hizmet ediyor, en mükemmel şekilde ona olan borcunu ödüyordu.

Bir kısmını Rabbine ayırmıştı ki en temiz ve en ihlasiı ibadeti yapıyordu.

Bir kısmını da ilim tahsiline ayırmıştı ki, Resûlüllah´ın (s.a.v.) as­habının hayatta kalanlarına gider ve onun gür ve temiz kaynaklarından devamlı alırdı...

Ebu Hureyre, Abdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Abbas, Abdullah Îbnu´z-Zübeyr ve diğer sahabîlerden aldı, Öyle ki göğsü, ilim fıkıh ve Resûlüllah´tan (s.a.v.) rivayet edilen hadislerle doldu.

Mekkeîi hanımefendi, kölesinin kendini Allah´a sattığını... Haya­tını ilim tahsiline vakfettiğini görünce... onun üzerindeki-hakkından vazgeçip belki Allah onu İslâm´a ve müsfümanlara faydalı kılar diye Allah rızası için kölesini azat etti.

O günden itibaren Ata İbn Ebî Rebah Beyt-i Haram´i kendine ma­kam yaptı...

Onu kendisine sığınak... İçinde tahsil yaptığı okul, içinde takva ve ibadetle Allah´a yaklaştığı namazgah yaptı,

Hatta tarihçiler şöyle demişlerdir: «Mescid yirmi yıla yakm Ata İbn Ebî Rebah´ın yatağı olmuştur...»

Yüce tabiî Ata İbn Rebah ilimdeki mertebesine ulaşınca bütün takdirlerin üstüne çıktı...

Çağdaşlarından pek az kişinin ulaştığı bir mertebeye yükseldi..

Rivayet edilmiştir ki; Abdullah İbn Ömer. umre yapmak için Mek­ke´ye gelmişti...

Halk soru sormak ve fetva istemek üzere ona geldi. Bunun üze­rine Abdullah şöyle dedi:

«Ey Mekkeliler! Ben size şaşıyorum..

Aranızda Ata îbn Ebî Rebah varken, bana sormak için soruları bi­riktiriyorsunuz?!.»

Ata İbn Ebî Rebah, dinde ve ilimde ulaştığı dereceye şu iki özel­likle kavuşmuştu:

Birincisi, nefsine karşı tam bir otorite kurmasıydı, faydasız şey-ferden zevk almaya hiçbir yol bırakmamıştı...

İkincisi, vaktine karşı tam bir otorite kurmasıydı. Onu lüzumsuz söz ve işlerde harcamazdı...

Muhammed İbn Suka [3] bir grup ziyaretçisine şöyle anlattı:

«Bana faydalı olduğu gibi, belki size de faydalı olacak bir sözü söyleyeyim mi?»

Onlar: «Tabîî, söyle,» dediler.

O şöyle dedi:

«Ata İbn Ebî Rebah, bir gün bana şu nasihati yaptı:

Ey kardeşimin oğlu! Bizden öncekiler, lüzumsuz konuşmayı sev­mezlerdi».

Ben de dedim ki:

«Onlara göre lüzumsuz konuşmak neydi?»

O şöyle dedi:

«Onlar Allah´ın kitabının dışında her sözün okunmasını ve anlaşıl­masını...

Resûlüllah´ın (s.a.v.) hadisinden başka her sözün rivayet edilip anlaşılmasını yahut bir emr-i maruftan ve nehy-i ani´l-münkerden baş­ka veya kendisiyle Allah Te´âlâ´ya yaklaşılan ilimden başka ya da sana mutlaka lâzım olan ihtiyacını ve geçimini konuşmandan başka her sö­zü lüzumsuz saymışlardır...

Daha sonra gözlerini bana dikip: «Oysa, yaptıklarınızı bilen de­ğerli yazıcılar sizi gözetlemekte... [4]

«Herbirinizin sağında ve solunda iki meleğin oturmakta olduğu­nu, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptettiğini» [5]inkâr mı ediyorsunuz» dedi.

Arkasından da şunları söyledi: «Bizden birisi, günün başlangıcın­da yazdığı sayfası kendisine açılıp da içinde daha çok dinle ve dün­yayla ilgisi olmayan şeyleri bulursa utanmayacak mı?»

Allah Ta´âlâ, Ata İbn Ebî Rebah´ın ilmiyle halktan birçok kimseyi faydalandırmıştır:

Onlardan bir kısmı ilimde mütehassıs olanlardır. Bir kısmı çeşitli sanatları meslek olarak seçenlerdir. Diğerleri de bunların dışında kalanlardır...

İmam Ebu Hanife en-Numan kendisi hakkında şunları anlatmış­tır:

«Mekke´de hac ibadetinin yapılış usullerinden beş konuda yanıl. dım. Bunları bana bir berber öğretti... Bu şöyle oldu: İhramdan çık­mak için traş olmak istedim ve bir berbere gidip şöyle dedim:

? Başımı kaça traş edeceksin? Berber:

? Allah seni doğru yoldan ayırmasın.

İbadette şart koşulmaz [pazarlık yapılmaz), otur ve gönlünden na kopuyorsa onu ver, dedi.

Utana utana oturdum.

Ancak kıbleye karşı değil de yan olarak oturdum.

Berber, kıbleye karşı durmamı işaret etti. İşaret ettiğini yaptım.

Daha çok utandım.

Daha sonra, traş etmesi için başımı ona sol taraftan verdim.

Bana:

? Sağ tarafını çevir, dedi. Ben de çevirdim.

Şaşkın ve sessiz bir şekilde ona bakarken, o başımı traş etmeye başladı ve bana:

? Niçin sessiz duruyorsun? Tekbir getirsene... dedi.

Gitmek için ayağa kalkıncaya kadar tekbir getirdim.

? Nereye gitmek istiyorsun? dedi.

? Hayvanımın yanına gitmek istiyorum, dedim.

? İki rekat namaz kıl, ondan sonra istediğin yere git, dedi.

İki rekat namaz kıldım ve şöyle düşündüm:

İlim sahibi olan böyle birisine berberlik yakışmaz.

Bunun üzerine ona

? İbadet konusunda bana söylediklerini nereden öğrendin? de­dim. Bana şöyle cevap verdi:

? Allah iyiliğini versin.

Ata İbn Ebî Rebah´ın böyle yaptığını gördüm ve ondan böylece al­dım. Halka da böyle yapmalarını söylüyorum.

Dünya Ata İbn Ebî Rebah´a güldü ama o dünyadan şiddetle yüz çevirdi. Ona hiç meyletmedi... Bütün ömrünü fiyatı beş dirhemi geç­meyen bir gömlekle geçirdi.

Halifeler onu sohbetlerine çağırdılar ama o, dini için dünyasından korktuğu için onların davetlerine icabet etmedi. Fakat buna rağmen bunda müslümanlar için bir fayda, İslâm için bir hayır görüyorsa on­ların yanına gidiyordu.

Osman İbn Ata el-Horasanî´nin anlattığı bu konuda bir örnektir:

«? Babamla birlikte Hişam İbn Abdulmelik´i aramaya çıktık. Şam´­ın yakınına geldiğimizde, siyah bir eşeğe binmiş, sırtında, kaba doku-mah bir gömlek ve eski bir cübbe, başında kötü bir sarık bulunan özen-gisi tahtadan olan bir ihtiyarla karşılaştık. Onun bu haline güldüm ve babama:

? Bu kim baba? dedim, O da:

? Sus, bu Hicaz fakihlerinin efendisi Ata İbn Ebî Rebah´tır, diye cevap verdi.

O bize yaklaşınca, babam katırından, o da eşeğinden İnip kucak­laştılar ve birbirlerine soru sormaya başladılar. Daha sonra hayvanla­rına binip Hişam İbn Abdulmelik´in sarayının kapısında duruncaya ka­dar birlikte gittiler.

Kendilerine müsaade edilmeden oradakiler oturmadıîar. Babam dışarı çıktığında sordum:

? Yaptıklarınızı ve onları bana anlatır mısın? dedim. Babam:

? «Hişam, Ata İbn Ebî Rebah´m kapıda olduğunu öğrenince hemen içeri girmesine izin verdi. Vallahi ben ancak onun sebebiyle içeri

girmiştim,

Hişam onu görünce:

Hoş geldin, hoş geldin...

Buraya... Buraya... dedi. Ona devamlı:

Buraya... Buraya... diyordu.

Nihayet onu, yanına, kendi minderinin üzerine oturttu ve dizini onun dizinin dibine koydu...

Oturanlar halkın eşrafındandı. Sohbet ediyorlardı ama sohbetle­rini kestiler...

Daha sonra Hişam ona:

? Ey Ebu Muhammed (Ata) ihtiyacın nedir? dedi.

O da şöyle cevap verdi:

? Ey Emirulmüminin, Haremeynin halkı (Mekke ile Medine´nin halkı], Allah´ın halkı ve onun elçisinin komşuları demektir. Onların er­zak ve maaşlarını sen dağıtıyorsun, değil mi?...

Hişam:

? Evet...

Kâtip! Mekke ile Medine halkının maaşlarını ve bir yıllık yiye­ceklerini yaz, dedi.

Daha sonra da:

Başka bir ihtiyacın var mı, Ebu Muhammed? dedi.

Cevabı şöyle oldu:

« Evet, Emirülmüminin, Hicazlılar ve Necîdliier Arapların aslı v İslâm´ın liderleridirler. Sen onlar için sadakaların arta kalanlarını ka­bul etmiyeceksin...

Hişam emretti:

Kâtip! Onlar için sadakalarının artıklarının kabul edilmiyeceği-

Bundan başka bir ihtiyacın var mı Ebu Muhammed? dedi.

O da:

Evet, var, ey müminlerin emiri!

Sınırlardaki nöbetçi erler düşmanlarınıza karşı durup müslüman-lara kötülük yapmak isteyen kimseleri öldürüyorlar. Sen onlara yiye­ceklerini hemen göndereceksin... Çünkü onlar ölürlerse sınırlar or­tadan kalkar, kaybolur... dedi.

Hişam:

Evet, kâtip! Onlara yiyeceklerinin gönderilmesini yaz.

? Başka bir ihtiyacın var mı? dedi.

Ata İbn Rebah:

«Evet, ehl-i zimmetinize [6] güçlerinin yetmiyeceği şeyleri yük­lüyorsunuz. Onlardan aldığınız haraçlar, sizin için düşmanınıza kaı destektir» dedi.

Hişam:

«Katip! Ehl-i zimmete güçlerinin yetmiyeceği şeylerin yüklen­memesini yaz».

Ebu Muhammedi Başka bir ihtiyacın var mı?» dedi,

Atâ:

Evet... Emirulmüminin! Nefsin konusunda Allah´tan kork.

Tek başına yaratıldığını...

Tek başına öleceğini...

Mahşerde tek başına diriltileceğim...

Tek basma hesaba çekileceğini... Yanında gördüğün ve tanıdığın kimselerden hiç birinin olmayacağını bil...

Hişam ağlayarak kendini yere attı... Ata kalktı, ben de kalktım.

Kapıya vardığımızda, içinde ne olduğunu bilmediğim bir keseyle bir adanı onun peşinden geldi ve ona şöyle dedi:

Müminlerin emîri sana şunu gönderdi...

Ata da şu cevabı verdi: ? Ne yazık ki bunu kabul edemem... «Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir», [7]

Vallahi o, Halife´nin yanma girdikten sonra, çıkıncaya kadar bir damla su bile içmemişti...

Ata İbn Ebi Rebah uzun bir ömür sürmüş, yüz yaşma kadar yaşa­mıştı...

O uzun ömrü ilim ve amelle^ Allah´a itaat ve takva ile doldur­muştu...

İnsanların sahip olduğu şeylerden uzak durmak, Allah´ın katında olanlara rağbet etmek suretiyle o uzun ömrü temiz bir şekilde ge­çirmişti...

Ölüm ona geldiğinde, onun dünyalık yüklerini hafif, ahiretle ilgili azıklarını fazia olarak bulmuştu...

Bunlardan başka onun yetmiş tane haccı vardı..J Bu yetmiş hacc esnasında yetmiş defa Arafat´ta durmuştu. Hem de Allah Te´âlâ´dan rızasını ve cenneti isteyerek... Öfkesinden ve Cehennemden ona sığınarak... [8]



Cevapla