El-Hasenu´l-Basrî (R.A.)

İslam dinimiz ve insanlık hakkında görüşlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
enver43
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 18
Kayıt: 01 Nis 2008 [ 15:35 ]

El-Hasenu´l-Basrî (R.A.)

Mesaj gönderen enver43 »

El-Hasenu´l-Basrî (R.A.)

Aralarında el-Hasenu´l-Basrî gibisi bulunan bir topluluk nasıl sapıtabilir?[1]

Müjdeci, Hz. Peygamber´in hanımı Ümmü Seleme´ye, cariyesi Hayra´nın bir oğlan çocuğu dünyaya getirdiğini müjdelemeye geldi.

Müminlerin annesinin içini sevinç kapladı, asıl ve vakur yüzün­de memnuniyet belirdi.

Hemen birisini, lohusahk devresini kendi evinde geçirsin diye anneyi ve bebeğini evine getirmeye gönderdi.

Hayra, Ümmü Seleme´nin yanında çok değerliydi ve onu çok severdi.

O, yeni bebeği görmeyi de çok arzu ediyordu... Az sonra Hayra, kucağında çocuğuyla geldi...

Ümmü Seleme çocuğa bakınca, içinde bir rahatlık ve sevinç his­setti...

Bebek, güzel ve parlak yüziüydü, kusursuz ve organları tamdı. Kendisine bakan kimseye sevinç veren ve onu büyüleyen bir çocuktu.

Daha sonra cariyesine dönüp:

«Çocuğuna isim koydun mu? Hayra!» dedi.

Hayra: «Hayır anneciğim!

Ona istediğin ismi seçme işini sana bıraktım» dedi.

Ümmü Seleme: «Allah´ın bereketiyîe, ona el-Hasen (güzel) adını koyalım» dedi.

Daha sonra ellerini kaldırıp onun için hayır duada bulundu.

el-Hasen´e duyulan sevinç müminlerin annesi Ümmü Seleme´nin evinde bitmedi. Ona Medine evlerinden bir başka ev daha katıldı.

Bu, yüce sahabî, Resûlüllah´ın vahiy kâtibi Zeyd İbn Sabit´in eviydi.

Çünkü çocuğun babası Yesar da Zeyd´in azatlı kölesiydi. O, Zeyd´in yanında çok değerli ve en çok sevdiği kimseydi.

Sonradan el-Hasenu´i-Basrî diye meşhur olan el-Hasen İbn Yesar Resûlüllah´ın (s.a.s.) odalarından birinde büyüdü...

Yine Resûlüllah´ın (s.a.v.) zevcelerinden birinin kucağında yani Ümmü Seleme diye tanınan Hind Bint Süheyl´in kucağında terbiye edildi.

Ümmü Seleme —şayet onu tanımıyorsan— Arap kadınlarının en akıllısı, en faziletlisi ve en ağırbaştısıydı.

Yine o Resûlüllah´ın (s.a.v.) hanımlarının en bilgilisi ve Resûlül-lah´tan (s.a.v.) en çok hadis rivayet edeniydi.

O, Resûlüllah´tan (s.a.v.) 387 hadis rivayet etmişti.

Bütün bunlara ilâve olarak o, Gahiliye döneminde yazmayı bilen çok az sayıdaki kadınlardandı...

Şanslı çocuğun müminlerin annesi Ümmü Seleme´y´e olan ilgisi bu noktada kalmadı...

Bu daha da ileri gitti...

Çoğunlukla, el-Hasen´in annesi Hayra, müminlerin annesinin bazı ihtiyaçlarını yerine getirmek için evden çıkardı. Henüz emmekte olan çocuk açlıktan ağlardı. Çok ağlayınca Ümmü Seleme onu kucağına alır oyalamak için memesini ağzına verir ve annesinin yokluğunu ona

belli etmezdi...

Onu çok sevdiği için memesinden ağzına kolayca süt akar, çocuk onu emer ve ağlamasını keserdi.

Böylece Ümmü Seleme el-Hasen´in iki yönden annesi olmuştu: O, müminlerin annesi olarak onun da annesiydi... Aynı zamanda süt annesiydi...

Müminlerin anneleri arasındaki sıkı ilişkiler ve odalarının bir­birine yakın olması mutlu çocuğa; bütün bu odalara gidip gelme..:

O odaların sahibelerinin ahlâklarını alma...

Onların gittikleri yolda gitme imkânını vermişti...

Kendisinin anlattığına göre, o devamlı hareket ve oyunlarıyla bu odaları şenlendirir...

Hatta o, zıplayarak müminlerin annelerinin odalarının tavanları­na ellerini dokundururdu.

Ei-Hasen devamlı, peygamberin nurunu saçan kokularla dolu bu odalarda dolaşıp duruyor...

Müminlerin annelerinin odalarında toplanan bu tatlı kaynaklardan alıyor...

Resûlüllah´ın (s.a.v.) mescidinde büyük sahabîlere talebe oluyor­du...

Böylece o, Osman İbn Affan, Ali İbn Ebî Talib, Ebu Musa el-Eşa-rî, Abdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Abbas, Enes İbn Malik, Cabir İbn Abdullah ve başkalarından hadis rivayet etmiş oldu...

Fakat o, müminlerin emiri Ali İbn Ebî Talib´e çok düşkündü.

Onun dîni konulardaki ciddiyetini, güzel ibadet etmesini ve dün­yaya ve dünya nimetlerine önem vermemesini çok beğendi...

Hz. Ali´nin güzel konuşması, hikmeti, özlü sözleri ve kalpleri tit­reten öğütleri onu adetâ büyülemişti.

Takva ve ibadet konusunda onun ahlâkını almıştı...

Güzel ve edebî konuşmada onun yolunu tutmuştu...

El-Hasen ondört yaşına gelip adam sınıfına girince ebeveyniyle birlikte Basra´ya gitti ve ailesiyle birlikte oraya yerleşti.

Böylece ei-Hasen Basra´ya nisbet edildi... Ve halk arasında el-Hasenu´i-Basrî diye meşhur oldu...

Basra, el-Hasen´in oraya gittiği gün, İslâm devletinin en büyüt kalelerinden biriydi...

Basra´nın büyük mescidi büyük sahabî ve tabiîlerden oraya ge­lenlerle kaynaşıyordu...

Çeşitli ilim halkaları mescidin içini ve avlusunu şenlendiriyordu.

El-Hasen mescide bağlanıp Muhammed ümmetinin alimi Abdul­lah İbn Abbas´ın halkasına katıldı ve ondan tefsir, hadîs ve kıraatları öğrendi.

Ayrıca ondan ve başkalarından fıkıh, edebiyat, lügat ve başka ilimleri öğrendi...

Ve nihayet tam bir alim ve güvenilir bir fakih oldu.

Halk, bol ve gür ilminden doya doya içmek için ona geldiler...

Katı kalpleri yumuşatan dökülmeyen gözyaşlarını coşturan vaaz­larını dinlemek...

Akılları çelen hikmetini ezberlemek...

Misk kokusundan daha güzel olan davranışlarını örnek edinmek için onun etrafında toplandılar...

Ülkede ve. insanlar arasında el-Hasenu´l-Basrî´nin adı ve şöhreti yayıldı...

Halifeler ve amirler onu sormaya ve onunla ilgili haberleri takip etmeye başladılar...

Haiid İbn Safvan [2] şöyle anlatır:

«Hire´de [3] Mesleme İbn Abdülmelik´le [4] karşılaştım. Bana şöyle dedi:

«Halis! Bana Basra´nın Hasen´inden haber ver. Çünkü ben zanne­diyorum ki onun durumunu senden başka hiç kimse bilmiyor».

Ben de: «Allah emirî iyilikte devam ettirsin...

Gerçekten onun hakkında en iyi bilgiyi verecek kimse benim...

Ben onun evinin komşusu, toplantısında dostu ve Basra halkının onu en iyi bileniyim» dedim.

O: «Haydi, ne biliyorsan söyle» dedi.

Ben şöyle söyledim: <=O, gizlisi açığı gibi olan...

Sözü hareketi gibi olan bir kimsedir...

Bir iyiliği emrettiğinde, onu en iyi yapan kimseydi...

Bir kötülüğü yasakladığında ondan en çok sakınan birisiydi.

Ben onun halktan uzak durduğunu ve onların sahip olduklarına önem vermediğini gördüm...

Halkın ona muhtaç olduğunu ve onda olanları istediklerini gör­düm...»

Bunun üzerine Mesleme şöyle dedi: «Yeter, Haiid! Yeter!

Aralarında böyle birisi bulunan bir topluluk nasıl sapıtabilir?»

Haccac İbn Yusuf es-Sekafî Irak´a vali olup şid´det ve baskıda bulununca...

El-Hasenu´l-Basrî Haccac´ın baskısına karşı çıkan, halk arasında onun yaptıklarının kötü olduğunu ve doğruyu; yüzüne açıkça haykıran az sayıdaki kimselerden biriydi.

Bu arada Haccac kendisi için Vasıt´ta [5] bir bina yaptırdı.

Binanın yapımı bitince halka kendisine mübarek olsun ve hayırlı olsun demek için ona gelmelerini ilân ettirdi...

El-Hasen halkın toplanacağı böyle bir fırsatı kaçırmak istemedi...

O, halka nasihat etmek, onlara hatırlatmalarda bulunmak, onlara dünya malına rağbet etmemelerini ve Allah´ın katında olana rağbet et­melerini söylemek için çıktı...

Toplantı yerine gelince, insan topluluklarını, sarayın güzelliğine tutulup genişliğine ve süslerine hayranlıklarından onun etrafında do­laştıklarını gördü ve konuşmak üzere aralarında durdu.

Şunları söyledi:

«Kötülerin en kötüsünün yaptığını gördük. Biliyoruz ki firavun onun yaptığından daha yükseğini ve daha büyüğünü yapmıştı. Daha sonra Allah firavun´u mahvetmiş ve onun inşa edip yükselttiğini de yıkmıştı...

Keşke Haccac, semadakiierin ona buğzettiğini ve yerdekilerin onu kandırmış olduğunu bilseydi...»

Bu şekilde konuşmaya devam etti. Nihayet dinleyenlerden birisi Haccac´ın onu cezalandırmasından korkarak:

«Yeter Ebu Said (el-Hasen)... Yeter...» dedi. El-Hasen ona şöyle cevap veHdi:

«Allah bunları halka açıklamaları ve gizlememeleri için alimler­den söz aldı...»

Ertesi gün Haccac öfkeden yerinde duramaz bir halde makamına girdi ve orada oturanlara:

«Yazıklar olsun size...

Basra halkından birisi kalkıp hakkımızda dilediğini söylüyor, son­ra içinizden ona cevap verecek veya ona itiraz edecek birisi çıkmıyor!

Korkaklar! Vallahi, size onun kanından içireceğim...»

Daha sonra, kılıç ve idam edilirken mahkumun altına konulan de­rinin getirilmesini emretti. İstedikleri getirildi...

Celladı çağırttı, o da gelip önünde durdu...

Arkasından bazı adamlarını el-Hasen´e gönderip, onu kendisine getirmelerini emretti...

Çok geçmedi el-Hasen geldi, gözler ona çevrildi ve kalpler çarp­maya başladı...

El-Hasen, kılıç, deri ve cellâdı görünce dudaklarını kımıldattı...

Müminin celâli, müslümanın izzeti ve Allah´a davet edenin vaka-nyla Haccac´a doğru yürüdü.

Haccac onu bu halde görünce ondan çok korktu ve ona: «Buraya Ebu Said... Buraya...» dedi.

Ona yer açmaya devam ediyor ve:

«Buraya...» diyordu. Halk dehşet içinde ve garip garip ona bakı­yordu. Nihayet onu minderine oturttu.

El-Hasen yerine yerleşince Haccac ona döndü ve bazı dini mese­leleri sormaya başladı. El-Hasen de her soruyu büyüleyici bir konuş­ma ve geniş bir ilimle cevaplandırıyordu.

Haccac ona şöyle dedi: «Ey Ebu Said (el-Hasen)! Sen alimlerin efendisisin».

Arkasından bir koku getirip el-Hasen´in sakalına sürdü ve onu uğurladı,

El-Hasen yanından çıkınca Haccac´ın odacısı onu takip etti ve şöyle dedi:

«Ey Ebu Saîd! Haccac seni başka bir maksatla çağırtmişti. Senin, geldiğinde, kılıcı ve deri örtüyü görünce dudaklarını kımıldattığını

gördüm. Ne demiştin?»

El-Hasen şu cevabı verdi: «Ben şöyle demiştim:

Ey velinimetim ve sıkıntı anında sığmağım. Ateşi İbrahirr.G so­ğukluk ve selâmet yaptığın gibi onun öfke ve zararını bana soğuk­luk ve selâmet yap».

El-Hasenu´l-Basrî´nin vali ve amirlere karşı olan bu tutumları çok­tu. Bunların hepsinden, saltanat sahiplerinin gözlerinde büyümüş, Al­lah´ın lutfuyla üstün bir halde ve onun tarafından korunmuş olarak çıkardı...

Zahid halife Ömer İbn Abdülaziz Rabbine kavuşunca halifelik Ye-zîd İbn Abdülmelik´e geçti. O, Ömer İbn Hübeyre el-Fezarî´yi İrak´a vali yaptı...

Daha sonra yetkisini artırıp Horasan valiliğini de ona verdi.

Yezid halka büyük seiefininkine benzemeyen bir şekilde davran­dı...

Ömer İbn Hübeyre´ye mektup üstüne mektup gönderiyor, bazan haktan ayrılsa da mektuplarda yazdıklarını yerine getirmesini emre­diyordu...

Ömer İbn Hübeyre el-Hasenu´1-Basrî ve eş-Şa´bî diye meşhur olan Amir İbn ŞurahbÜ´den her birini çağırıp onlara:

«Müminlerin emiri Yezid İbn Abdülmelik´i Allah kullarına halife yaptı ve ona itaati insanlara vacip kıldı.

!rak valiliğini gördüğünüz gibi bana verdi. Daha sonra görevime ilâvede bulunup İran´inkini de bana yükledi.

O, bazan bana adaletli olduğuna inanmadığım şeyleri yapmamı emreden mektuplar gönderiyor.

Siz ikiniz ona uyup emirlerini yerine getirmede benim için dinde bir çıkış yolu bulabilir misiniz?»

Eş-Şa´bî içinde halifeye ve valiye iltifat bulunan bir cevap verdi..

El-Hasen susuyordu...

Ömer İbn Hübeyre el-Hasen´e dönüp:

«Sen ne diyorsun Ebu Saîd?» dedi.

El-Hasen: «Ey İbn Hübeyre! Yezîd konusunda Allah´tan kork, Al­lah hakkında Yezîd´den korkma...

Aziz ve Celîl olan Allah´ın seni Yezîd´den koruduğunu, Yezîd´in seni Allah´tan korumadığını bil...

Ey İbn Hübeyre! Allah´ın emrine karşı gelmeyen iri ve güçlü bir meleğin sana gelmesi, seni şu tahtından indirmesi ve şu geniş sara­yından dar kabrine götürmesi yakındır...

Orada Yezîd´i bulamazsın. Orada ancak kendisiyle Yezîd´in Rab-bine karşı geldiğin amelini bulursun...

Ey İbn Hübeyre! Eğer sen Allah Taâlâ´nın yanında ve ona itaat içinde olursan, o seni dünyada ve ahirette Yezîd îbn Abdülmelik´in zulmünden korur.

Eğer Allah Taâlâ´ya isyan konusunda Yezîd´le birlikte olursan, Allah seni Yezîd´e bırakır.

Ey İbn Hübeyre! Şunu bil ki: Halik´in (yaratıcının) emirlerine mu­halefet ederek, kim olursa olsun, mahlûkun emirlerine itaat yoktur».

Ömer İbn Hübeyre gözyaşları sakalını ıslatıncaya kadar ağladı... Eş-Şa´bî´den daha çok el-Hasen´e meyletti... Ona aşırı ilgi ve saygı gösterdi...

İkisi onun yanından çıktıktan sonra mescide gittiler. Halk ikisi­nin etrafında toplandı ve Küfe ve Basra´nın valisiyle aralarında ge­çenleri o ikisine sormaya başladılar.

Eş-Şa´bî onlara dönüp şöyle dedi:

«Ey cemaat! Sizden kim Allah´ı her yerde yaratıklarına tercîh edebiliyorsa bunu yapsın.

Canım elinde olan Allah´a yemin ederim ki el-Hasen, Ömer İbn

Hübeyre´ye- onun bilmediği bir sözü söylemedi...

Ancak ben söylediğim sözde İbn Hübeyre´nin zatını kastettim. O ise söylediği sözde Allah´ın zatını kastetti.

Bunun üzerine Allah beni İbn Hübeyre´den uzaklaştırıp el-Hasen´e

yaklaştırdı ve ona sevdirdi...»

El-Hasenu´1-Basrî seksen yıla yakın yaşadı. Ömrü boyunca dün­yayı ilim, hikmet ve fıkıhla doldurdu.

Kendinden sonraki nesillere bıraktıklarının en değerlisi, günler­ce kalpler için bir bahar olan, kalpleri titreten- gözyaşları döktüren, yolunu şaşırmışlara Allah´ı gösteren, dünyanın gerçek durumunu ve dünyadaki insanların durumunu unutan gafilleri uyaran nasihat ve

öğütleriydi...

Kendisine, dünya ve onun halini soran bir kimseye söylediği şu sözler bunlardandı:

«Bana dünya ve ahiretten soruyorsun!

Dünya ve ahiretin hali doğuyla batının hali gibidir...

Onlardan birine ne zaman fazla yaklaşırsan ahiretten o kadar çok uzaklaşırsın.

Bana diyorsun ki bu yurdu bana tarif et!

Öncesi yorgunluk sonrası yok olma olan bir yurdu sana nasıl tarif edeyim...

Helaiında hesap, haramında ıkap (ceza) vardır...

Kim orada muhtaç olmazsa fitneye düşer, kim orada muhtaç olur­sa üzülür...»

Şu da kendisinin halini ve insanların halini soran bir başka kim­seye söylediği sözlerdir:

«Yazıklar olsun bize! Kendimize ne yaptık?! Dinimizi zayıflattık ve dünyamızı şişmanlattık. Ahlâkımızı eskittik, minderlerimizi ve el­biselerimizi yeniledik...

Birimiz sol tarafına yaslanıyor ve başkasının malını yiyor...

Onun yiyeceği gasbedilerek alınan maldır...

Yaptırdığı hizmet zorla ve ücretsiz angaryadır.

O ekşiden sonra tatlı ister...

Soğuktan sonra sıcak...

Kurudan sonra yaş... ister.

Midesi ağırlaştığı zaman, gerinir ve şöyle der:

Hizmetçi!

Yemeği hazmettirecek birşey getir...

Ey aklı az! Sen ancak dinini hazmedeceksin...

Muhtaç komşun nerede?!

Halkının aç yetimi nerede?!

Sana bakan zavallı nerede?!

Aziz ve celîl olan Allah´ın sana tavsiye ettiği şeyler nerede?!

Keşke sen kendinin bir sayı olduğunu...

Üzerinden bîr´günün güneşinin her batışında, senin sayından bir miktar eksildiğini...

Ve onunla birlikte bir kısmının gittiğini buseydin...»

Yüz on senesinde Receb´in başında bir cuma gecesi el-Hasenul´-Basrî Rabbinin çağrısını kabul etti...

Sabah olunca, halk arasında onun ölüm haberi yayıldı ve ölümün­den dolayı Basra çalkalandı...

Yıkanıp kefenlendi ve içinde hayatının tamamını alim, öğretmen ve Aüah´a davetçi olarak geçirdiği camide, cumadan sonra namazı kı­lındı..,

Daha sonra bütün halk cenazesini takip etti...

Aynı gün Basra camiinde ikindi namazı kılınmadı... Çünkü orada namaz kılan hiç kimse kalmamıştı...

Halk, müslümanların inşa etmelerinden beri sadece o gün...

el-Hasenu´l-Basrî´nin Rabbine kavuştuğu gün Basra Camîinde na­maz kılınmadığını biliyorlardı.. [6]







Cevapla