Sabredip Okuyun Derçekten Degecek "israil ile filistini

İslam dinimiz ve insanlık hakkında görüşlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
birey125
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 15
Kayıt: 07 Şub 2007 [ 06:24 ]

Sabredip Okuyun Derçekten Degecek "israil ile filistini

Mesaj gönderen birey125 »

“Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.”
Adamın biri caddeden bir türlü geçememiş sonunda karşı kaldırımdaki adama seslenmiş “Hemşerim nasıl geçtin o tarafa” Adam kafasını bile çevirmeden cevaplamış “Ben bu tarafta doğdum”.

Hava artık kararmış, sokak lambaları yanmıştı. Yerler ıslakdı, tek başına en sevmediği yokuşu tırmanıyordu. Aklında ertesi günkü sınav yokuşu tırmanıyordu ve tek başınaydı. Şu yokuş olmasıydı, şu sınavı başarmış olsaydı, tek başınaydı. Apartmandan içeri girdi, girişin üç kat altında karanlık nemli, kot bir dairede annesiyle yaşarlardı. Eve girer girmez çayın altını yaktı, sınavı düşünüyordu. Hayatta bundan önemli birşey daha yoktu. Biraz soluklanayım sonra çalışmaya başlarım dedi. Çayını aldı ve tv yi açıp karşısına oturdu.

Haberler vardı, kanalı değiştirdi. Başkası önemli değildi, sınavdan başka önemli birşey yoktu hayatta. Gevşemeli iyi bir çalışma için, sınav için. Kanalları gezdi, bir türlü karar tutturamadı. Gevşemeliydi ve bu onu germişti. Tekrar haberleri açtı ve umursamadı.

Haber bir savaş ortamını anlatıyordu. Ancak spikerin konuşmaması dikkatini çekti. Anlaşılan görüntülenen bir arkaplan değil bizzat haberin kendisiydi. Yer yer patlama ve makinalı tüfek sesleri geliyor, kamera eski model steyşın bir arabanın üç-dört metre gerisinden çekim yapıyor, etrafta bir telaşedir sürüyordu. Arabanın arkasında ayakta bekleyen dört-beş çocuk vardı, biri hariç hepside öylece beklerlerken, çocukların babası olduğu belli, otuz beş yaşalarında kalın bıyıklı, gömleğini dirseklerine kadar sıvamış, uzun boylu, babayiğit bir adam en telaşlılarıydı. Bir gidiyor, bir geliyor ekranda ara ara beliriyordu. Çocukları önce iki yanağından öpüp sonra steyşın arabanın bagaj bölümüne yerleştiriyordu. Çocukları öpmeye doyamadığı belliydi, ama acelede etmeliydi. Kendidi belliki direnişe katılmak için orada kalacakdı. Belkide çocuklarını son görüşüydü. Hangi ortam hangi şartlarda olursa olsun çocuklar babalarından ayrılmak istemez. Anne görünmüyordu. Belki kucağında bir bebek arabanın ön koltuğunda, belkide yoktu. Eğer anneleri yoksa ne zor bir vedalaşmaydı bu. Tüm çocukları arabaya yerleştirdikten sonra, baba diğerlerinden daha büyükçe ve kıpır kıpır olanını kucağına aldı. Öpüyor kokluyordu. Beş yaşlarında siyah hafif kabarık saçlı, şirin mi- şirin, cingöz bir kız çocuğuydu. Kız çocukları nazlıdır, babalarına da pek düşkündürler. Bu haylaz mı haylaz ve hani şu gözlerinden kıvılcım çıkan akıllı çocuklardandı. Kucağınıza alıp konuşabileceğiniz, size sorular soran, sevecen, herkesin bildiklerinden, çevresinde görebileceği tontonbir kız çocuğu. Babası diğer çocukları bir-bir öpüp arabaya yerleştirirken, o kenarda ellerini omuzlarının hizasına kaldırmış bileklerinden bükmüş sallıyor, ağlamıyor ama mızmızlanıyordu. Belliki babasından ayrılmak hiç istemiyordu. Babasını seviyordu, özleyecekdi onu, ona sarılmak, oynaşmak isteyecek, babasının kokusundan, şefkatinin-mehametinin huzurundan , güveninden mahrum kalacakdı. Ufaklık babasından ayrılmak istemiyordu, babasının ise acelesi vardı. Küçük kızını avutacak kadar bile oyalanmamazdı. Öyle bir sarıldıki boynuna, babası öne eğilip kızın ayaklarını yere ulaştırdıktan sonra zorla ayırdı kollarını. Sonra arabanın arka kapağını acele ama gözeterek kapattı. Çocuklar babalarına el sallıyordu, belliki gözden kaybolana dek sürdüreceklerdi bunu. Küçük kız nazlanmanın anlamı kalmadığının farkında artık gülümsüyor ve babasına en güzel şekilde veda etmeye çalışıyordu. Küçük ellerini cama yaslamış, babasına el sallıyordu, uzaklara gidiyordu. Pırıl pırıl gözlerinden yaş süzülsede, o gülümsemekteydi. Minik kız veda ediyordu.Bütün bunları dışarıdan biri olarak seyretti. Öyle, bir haber seyredişinden de öte dışarıdan. Hiç birşey ilgisini, aklını işgal etmemeliydi. Varsa yoksa yarın ki sınav, dikkati, beyni ona odaklanmalıydı.

Bu sırada olan oldu. Sanki zaman durudu, çay fincanı elinden düştü. Donmuş elleriyle kafasını tutmuştu. “Aman Allahım” diyerek ayağa kalktı. Odanın içerisinde adeta şuursuzca bir tur attı.

Beş-on saniye geçmemişti ki, aniden bir patlama oldu. Araba çıkan duman ve tozdan görünmüyordu. Adam bir elleriyle kafasını tutuyor, bir havaya kaldırıyor olduğu yerde dönerek yarı ağlıyor yarı haykırıyordu. Neden sonra koşarak arabaya ulaştı ve bir kaç saniye sonra kucağında biraz önce öpmeye doyamadığı kızı, elleri ve ayakları cansız sarkmış, kanlar içinde tozların arasından çıktı. Ağlıyordu. Elinde roket-atarla bir çift göz aynı onun ekrandan seyrettiği gibi olanları seyretmiş ve tetiğe dokunmuştu.

Lavoboya gitti, yüzünü yıkadı. Hırsı, içinde bir yerin acısı hala geçmemişti. Odanın içinde son sürat volta atıyor, ara sıra duraksayarak tekbir getiriyor ve “Kahrolsun İsrail” diye slogan atıyordu.

Ertesi gün sınava girmedi. Bütün gün gezdi. Oturuyor düşünüyor, kararlar alıyordu. Zalimlere karşı savaşmalı, duyarsız kalmamalıyım diyordu. Ne kadar süreceği belli olmayan hayatı için doyumsuz çaba harcamak gözünde basitleşti. Oysa şu an gerçekti. O kız çocuğu katledilmişti. Minik kız artık yoktu. O nazlanan, babasına yapışan ve cama yaslayıp salladığı elleri artık yoktu. Tüm yavrular sevimlidir. Küçük bir kedi yavrusu hatta küçük bir filiz bile merhameti hissettirir insana. İyi ama kim, niye yapmıştı bunu. Niye minik kızın kıpır-kıpır elleri cansız yana düşmüştü. Çocuğun yüzü gözünden gitmiyordu. Gece geç saat yatağına uzanmış, tekvir suresindeki şu ayeti sayısız mırıldanmıştı: “ Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman, hangi suçtan dolayı öldürüldü.” Aradan binlerce yıl geçmiş ama hiçbirşey değişmemişti. Hala çocuklar diri-diri, bile-bile kurban edilmekteydi. Mazlum halklar, ezilenler, katliamlar. Vahşi bir hayat sürüyordu ve putlara, sahte kutsallara kanan yada bir takım hesaplarla boyun eğen herkes bunun sorumluluğunu paylaşmaktaydı.

Yine eve geldiğinde hava kararmıştı. Bu kez direk tv yi açtı. Bir kaç kanalda birden haberler vardı. Aralarında dolaşıyordu. Sonunda aradığını bulmuştu, yerinden doğruldu ve dikkatlice dinlemeye başladı. “Üçü çocuk sekiz kişi öldü” dediği anda yine fırladı “Kahrolsun İsrail” diye bağırırken spikerin sesini duydu, bu kez cesur!, islamcı mücahitler! İsrailli sivilleri bir durakta yakalamış ve ansızın, habersiz bilmem kaç kilo patlayıcıyla havaya uçurmuştu.

Birşeyi daha anladı. Zamanla hiçbirşey değişmediği gibi, isimlerlede değişen bişey yoktu. İsraillilerle Filistinlileri birbirinden ayıran tek fark, isimleri ve herhangi bir olayda tercihleriyle değil, şartlar gereği üstlendikleri rollerdi. Aynı evi soymaya kalkışan iki hırsız kadar farklıydılar. Onlar bu tarafta doğmuşlardı.



Kullanıcı avatarı
replocant
Acemi Üye
Acemi Üye
Mesajlar: 3
Kayıt: 29 Eki 2006 [ 13:17 ]

Mesaj gönderen replocant »

Hikaye güzel ama türkçe iyi değil...

Kullanıcı avatarı
birey125
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 15
Kayıt: 07 Şub 2007 [ 06:24 ]

Mesaj gönderen birey125 »

Ben bu öyküde İsrail ile Filistin’in arasında ki farkın sadece isimleri olduğunu anlatım
Aynı bir ev soymaya çalışan iki hırsız kadar farklılar, bunu bu öyküyü okuyan anlayacaktır
Siz okumuşsunuz ve Türkçesine takılmışsınız doğrudur Türkçeyi az biliyorumdur.
Ama şundan kesinlikle eminim ki o yazdıklarım doğru.
Bence siz bu öyküyü sonuna kadar bir daha okuyun

Cevapla